20 Mart 2012 Salı

Oryantalizm: Zihniyet Hegemonyası

Dr. Ayhan Kavak /Diyarbakır D Tipi Cezaevi
 
Nedir oryantalizm? Hangi merhalelerden geçmiştir? Kapitalizmle bağı var mıdır? Açığa çıkan zihniyet nasıl gerçekleşti? Kuşkusuz bu yönlü soru işaretleri bitmez. Her yanıtın ardından bizi bekleyen büyük bir müphemliktir. Özünü belirir kılıp, nail olmak o kadar kolay değil. Zira bunca zamandır yaratılan zihni hegemonya kırılamamıştır. “Tam şifresini çözdüm” denilen kertede sistemin dişlileri arasında beyhude çırpınışlarda ezilmeyle yüz yüze kalınır. Oryantalizm denilen ideolojik hegemonya kapitalist moderniteden ayrı ele alındığında karanlık dehlizlerden ışığa çıkmayı başaramamakla yüz yüze kalınmış olunur.

Oryantalist kuşatılmanın hegemonik muhtevasının vehameti yakıcıdır. İfadelendirmelerde başlangıçlara haklarını teslim edelim. İlk 1978’de Edward Said’in kavrama kavuşturduğu “Orientalism” adlı eserle akademik disiplinlerde yoğun tartışmalar ve çıkarsamalar diz boyu gelişti. Zaten dillendirilmese de, var olanın kimliğe büründürülmesiydi yapılan. Buna rağmen oryantal girdaptan arınmayı gerçekleştiremedi. Kavramsal ifade de zihniyet hegemonyasının kirli yüzünü görünür kılmaya çalışması tarihe not düşürdü.


‘Özgür’ Batı-’Köle’ Doğu


Rudyard Kipling’in “Doğu Doğudur, Batı da Batı!” söyleminin epigraflaştığı bir ortamda ‘seçilmişlerin’ kökenini antik çağla ilişkilendirilmesi cazip hale getirildi. Oysa özünde tahakküm kurma vardı. Kurulumunu Persler ve Helenlerle ya da Miken-Troya çelişki-çatışmasıyla inşa ederler. Bunun daha anlaşılır kılınması için “Heredotos Tarihi”inden bir alıntı yapalım.


“...Lakedaimonlu Sperthies ile Bulis halk meclisleri kararıyla gönüllü olarak, Dareios’un Sparta’da öldürülen Korux(haberci)lerin öcü alınsın diye, gidip Kserkses’e teslim olmayı gönüllü olarak kabul ettiler. Spartalılar bunları öldürülmek için Medlere yolladılar. Susa’ya doğru yol alırlarken gidip Hydarnes’i buldular. Hydarnes, Pers ırkındandı ve Asya kıyılarındaki ulusların askeri şefiydi. Onları buyur etti, sofrasına aldı ve çatısı altındayken onlara sordu, ‘Niçin Siz Lakedaimonlular, büyük kralın (Pers Kralı Kserkses’ti) dostluğundan çekiniyorsunuz? Kralın değerli kimselere nasıl saygı gösterdiğini görüyorsunuz, işte bana ve servetime bakınız. Siz de ona teslim olsanız (zira sizlere de değer veriyor) büyük kral Yunan topraklarında size de yerler verir, oranın efendisi olursunuz.’ Bu söyleve karşı şöyle cevap verdiler: Hydarnes bize verdiğin öğüt bir noktada aksıyor. Sen ki, bize öğüt veriyorsun. İki durumdan yalnız birini biliyorsun, öbüründen haberin yok; kölelik nedir bunu biliyorsun ama özgürlüğün ne olduğunu, tatlı mıdır, acı mıdır, hiç tatmadın, bilemezsin. Eğer bir gün tadarsan onu, mızrakla değil, baltayla savunmamızı öğütlersin bize.”


İşte zihniyet inşasının dayanaklarını böylesi anekdotlardaki farklılıkların genel yapılarını temsil ettiği aldatmacasına malzeme edip sorunlaştırdılar. Aristoteles de “Politika”sında Doğuluları köleliğe daha uygun insanlar olarak betimledi. Ortaçağ Hıristiyanlık dönemi ve çok sonradan oluşuma kavuşturulan Avrupa kimliği bu düşünceleri güçlendirdi. Montesquieu da Aristoteles’i takip ederek; Avrupa’nın “özgürlük için olağanüstü yeteneği” ile Asya’nın “köleliğe yatkın ruhu”nun iklimsel karşılaştırmalarla yaygınlaştırdı. Batı’nın neredeyse “başka türden varlıklar” olduğu fikri, savunmacı bir narsizmin açığa çıkardığı basit bir etnosentrizm değildir. Bu fikriyatın dayanakları, Greko-Romen, Ortaçağ Hıristiyanlık Avrupa’sı, Rönesans, Reformasyon, Bilimsel Devrim, Denizlerin Fethi, Aydınlanma, Endüstriyalizm ve Kapitalist Modernite’nin başarılarına dayanır.


Batı’nın hakikat algısı


Burada Foucault’yan izlekte analiz etme kolaylaştırıcı olacaktır. Bu yüzden bilgi-söylem ve güç perspektifi önem arz etmektedir. Zira bilgi, söylem, akıl, güç ve sermaye birikiminin katlanarak zirve yaptırılması zihinsel hegemonyanın maddi temellerini kuvvetlendirdi. Bilgi, söylem ve gücün bileşkesinde iktidar olgusunun kurumlaştırılması vardır. İktidar da ideolojik, kültürel, ekonomik, atomize edici ve tarihsel-toplumsal hegemonyayı yerleştirerek zihinleri esir almıştır. Burada Batı, kendisine çizgisel bir anlayışla bakar ve logosun hakimiyetinde kadir-i mutlak bir hakikat olduğunu empoze eder.


Avrupa’nın tarihsel gelişim seyri Ortadoğu uygarlığıyla çatışmalı pozisyonla şekillendi. Özellikle Haçlı seferleri, ilk Hıristiyan Avrupalılık bilinci açısından da önemli bir zihniyet bütünselliğine yol açtı. Bir diğer bütünsellik de daha sistemli ve doyumsuz saldırganlıktaki kapitalist modernitenin düşünsel fethinin yükselişiyle gerçekleşti. Doğu’nun muazzam maddi ve manevi kültür değerleri gasp edildi. Batı bunu kendini çözdükçe hakikat algısını güçlendirerek yaptı ve sistemini egemen kıldı.


Kapitalist modernizm, oryantalist uygulamalarla yönelime geçmişti. Oysa 18. yüzyıla değin kendinden farklı bir öteki yaratmak ve öteki kültürü öğrenmek için didişmekteydi. 18. yüzyılın sonlarında artık başat konumundaydı. Ötekileştirdiğine karşı havariliğe soyundu. Üstünlüğü tescil oldukça, merkezden çevreye yayılımın zorunlu olduğu algısını ikame etti. Zihniyet hegemonyasıyla gelecekti. Endüstriyalizmle merhale kazanan Batı Avrupa, hakikat algısındaki üstün konumunu da arkasına alarak oryantalist düşünceleri egemen kıldı. 19. yüzyıldan itibaren de Doğu’nun zihniyet bağımsızlığı ağustos güneşi altında kalan buza benzedi.


Doğu imgesinin imalatı


Kolonyalist gözü dönmüşlükte sınır tanımıyorlardı. Teknolojik üstünlükte ateş gücü yüksek askeri varlığıyla geldi. İlk fiili adım, 1798’de Napolyon’un İskenderiye’ye ayak basmasıyla start aldı. Askerleri, filologları, bilim adamları, tarihçileri, mühendisleriyle istilaya gelmişlerdi. Doğu için “Dönülmez akşamın ufku” başlamıştı. “Militarizm, kapitalizmin zalim infazcısı ve kanlı çelikten duvarıdır” der Karl Lienknecht. Kapitalizm militarist gücüyle arzı endam eylemişti. Öte yandan dünya sisteminin baş aktörlüğünü kapma savaşı da eksik değildi. İngiltere dişlerini göstermişti. Mısır’dan Fransa’yı sökmesi zor olmadı. Başat rolü tartışmasızdı. 1815’te Waterloo savaşından da utkuyla çıktığında taşları yerine oturmuş, gözler Doğu’ya dönmüştü. Dört bir yandan “mal bulmuş mağribi” misali saldırıya geçtiler. Merkez çevreyi fethetmeye gelmişti. Damarlarda kan değil “kâr” akmalıydı. Bu saikten kapitalizm oryantalizmle tutsak etmeyi esas aldı. Oryantalizmin 19. yüzyılda erdiği düzey, Doğu imgesini daha sistemli ve analitik perspektiften üretmekti. Doğu önlerinde boylu boyunca uzanan deneysel bir alandı. Bu alan kolonyalist istila ve kuşatma uzamıydı. Freud, kadını “eksik erkek” olarak niteler. Doğu da Batı nazarında “eksik erkek” tahayyülüyle idrak edilmiştir. “Binbir Gece Masalları”nın yaşandığı Doğu imgeleminde şehevi bakışlarla kadınlaştırma anlayışı, Batı’nın eril zihniyetinin sonucudur. “Doğu eksiktir. Kendi kendini yönetmekten acizdir” denilerek kapitalist modernizmin oryantalist hegemonyasını özelleştiriyorlardı.


Zihinlerin fethi


Özellikle 19. yüzyılda, bilginin kullanımı, yorumlanması ve uygulanması çarpıcıdır. Zihinlerin fethinin doruğu olurken, 20. yüzyılın ilk çeyreğine de son rötuşları kalmıştı. Neydi yapılanlar? Avrupa merkezi uygarlığı 19. yüzyılda Doğu ile arasına “bilimsel” argümanları kullanarak, ideolojik sınırlarla ayrımlanmayı-ötekileştirmeyi derinleştirdi. Toplumsal sorun ve bunalımların derinleşmesine sebebiyet veren kavram ve imgelemlerin çıkışı bu yüzyılda boy attı. Etnocentrik kültür yayılımını gerçekleştirdiler. Bundandır ki, 19. yüzyılın başından itibaren kolonyal ırkçılığın doğuş kaynağı palazlandı. Dilbilimciler, modern Avrupa’daki dillerin Grekçe’yle aynı dil grubuna ait olduğunu ispatladıklarında dayanaklarını yaygınlaştırdılar. Greklerden başlayıp “üstün arî ırkı” söylemi zihinlere nakşedildi. Sömürgecileştirmede manivela rolü gören böylesi nitelendirmeler çok katmerlidir. Doğu “Barbar”dı onlara göre! “Barbar” kavramını ilk kullananlar Greklerdi ve “dilsiz” anlamında kullanılıyordu. Dolayısıyla Grekçe konuşmayanlar dilsiz tabir ediliyordu. Kapitalist oryantalist zihniyette de Batılı olmayanlar dilsizdi. Eksiktiler ve güdülmeyi bekliyorlardı. Başlarındaki çoban Batılı olmalıydı. Bu oluş zihinleri paralize ediciydi. Doğu’nun zihniyet bağımsızlığını “mazide kalan hoş bir seda”ya dönüştürdüler. Bunda, gücünü eski zihniyet kalıplarına oranla hakikate daha yakın bir algıyla yönelmelerinden alıyorlardı. Yetmiyordu! Ortadoğu’yu şekillendirirken kendi elleriyle ulus devletler de inşa ettiler. Ereği homojen teritoryal yapılanmalarla sömürgeleştirmeyi kolaylaştırmaydı. Kusursuz kuşatmasıyla omurgasızlaşan Doğu gerçekliği yaratıldı. Oysa Doğu, Batı’da yaratılan bir imgelemdir.


Hegemonyanın kavramsallaştırılması
 
Oryantalizmin 19. yüzyılda erdiği düzey, Doğu imgesini daha sistemli ve analitik perspektiften üretmekti. Doğu, önlerinde boylu boyunca uzanan deneysel bir alandı. Bu alan kolonyalist istila ve kuşatma uzamıydı. Freud, kadını ‘eksik erkek’ olarak niteler. Doğu da Batı nazarında ‘eksik erkek’ tahayyülüyle idrak edilmiştir. ‘Doğu eksiktir. Kendi kendini yönetmekten acizdir’ denilerek kapitalist modernizmin oryantalist hegemonyasını özelleştiriyorlardı
Bu imgelem Batı’nın hegemon söylemini oluşturdu. Bilginin öncülüğü tekelleştirildiğinden, iktidarın saldırgan yüzü sömürü ve talanı yöntem haline dönüştürdü. Tarihsel-toplumsal gelişimde, Batı, üstünlüğünü karşıtlaştırma esamisiyle şekillendirdi. “Biz-onlar” dualizminin bilimsel donelerle izahını “logos” ve “mitsel” kavramsallaştırılmasında bulmak mümkün. Logos, Batı’ya tekabül ederken, mit de Doğu’ya yakışırdı. Nitekim mitik evrede kaldığından bitik farz edildi. Bu yüzden tarihi misyon dışında rol paylaşımına gidilemezdi. Şimdisi ve yarını insanlarıyla birlikte ipotek altına alınmalıydı. Zira mitik söylem, karanlık, cahillik, vahşet, batıl inanç, despotizm, değişmezlik, stratejik yapı, tarih öncesinden gelen donmuş zihniyet ve bilcümle irrasyonalizme tekabül ediyordu. Batı’ya atfedilen logos ise, aydınlık, bilgi, rasyonalizm, pozitivist ilerlemecilik, gelişim, dinamizm, kurtarıcı ruh ve gelecek demekti.  Aldatmacanın en büyüğü kapitalist modernite denilen kötülük odağıdır!

Kapitalist modernitenin Ortadoğu’yu fethetmesi son tahlilde kendi toplumsallığının Ortadoğu’daki toplumsallıklar karşısında ihtiva ettiği hakikat temsilinin üstünlüğünden ileri gelmektedir. Batılı hakikat karşısında Doğulu hakikat zayıftı ve yenilmeye mahkumdu. Yenilgi tüm topluma mal edilemezdi. Yenik düşenler hakikatin resmi temsilcileri yani iktidar ve devlet sahipleriydi. Çünkü “hakim hakikat onların temsil ettiği hakikatti” diye tespit edilmiştir, Bilgelik Kitabesi’nde.


Evet, hakikati mümkün kılan insanda umut yeraltındaki magma misali bitimsizdir. Maruz kalınan kuşatma baki olmayacak elbet! Ol sebepten Ortadoğu toplumunun kapitalist moderniteyle ilişkisi doğru kavranmalı. Doğru kavrandıkça içkinleşmiş oryantalizmin kötücüllüğü yağmur sonrası çıkan mantarlar gibi görünür. Çıkacaklar zehirli mantardır, biline! Oryantalizm denilen illetlik kuşatma olmadan kapitalizmin fiziki hakimiyeti bir başına anlamlandırılamaz.


Ötekinin ötekisi


Sosyo-biyolojik düşünceler ve öjenik doktrinlerle Doğu’nun genetiğini değiştirmeye gelmişlerdi! Teşrih masasında kadavraymışçasına organlarını kesmedeydiler. Açığa çıkan Frankeyştanlaşma oldu. Lakin bu Frankeyştan, bio-iktidarın sadık kuluyken, kendi toplumunun celladı olacaktı. Böylelikle tarihsel gerçekliğinden kopartılan, parçalanan toplumsal yaşamdaki bunalım derinleşerek sürekli hale geldi. Ortadoğu cendereye alınmıştı. Çıkış yolunun bulunamaması haya kırıklığını daha bir körüklemekteydi. Olay ve olgular tespit edilebiliyor ama çözüm alternatifi zihni ablukayı yaracak pozisyondan uzaktı. İnkârın temel argümanı olan ötekileştirme üstten alta doğru hücrelerine değin etkide bulunması, toplumsal belleksizleştirmede bilinç çarpıklığının vardığı düzeye işaret eder. Batı’nın ötekisi Doğu idi. Arap’ın Bedeviler, Sünni’nin Şii, Türk’ün Kürt... En alta da yerleştirilecek öteki de Kürt kadınıdır. Ötekileştirilenlerin ötekileştirmesi ne yaman bir çelişkidir! Etnik-mezhepsel-cinsel ötekileştirmeler, ayrımlandırmalar musibetin beslendiği kaynak olmakta.


Önyargılarla aşılanan ötekileştirme virüsü bilinçaltlarından sökülüp atılmayı bekler. Ötekileştirmenin başladığı yerde kötülük peydah eder. Tahakküm, boyunduruk ve yabancılaşmaya zemin yaratan bu zihniyet aşılmadıkça oryantalizmin yaratıcısı olan kapitalist sistem aşılamaz.


Artık küresel çağda yaşıyoruz! ‘Milenium’ diye allanıp-pullanan ahir zamanda da zihinlerin esareti karşıtlaştırma ve ötekileştirmede ‘yetkin’leştirilmekte. 11 Eylül 2001’in ardından dünya sisteminin baş aktörleri “Haçlı Seferleri”ni yeniden dillendirmiş olmaları bilinçaltlarındaki oryantalizm ile nasıl da derin zehirlenilmiş olduğunu bir kez daha açığa çıkardı. “Biz ve onlar” dualizmi keskin sınırlarla yeniden çizilmekte. Faşist Hitler’in ‘akil adamlarından’ Carl Schmitt’in siyaset anlayışında ifadeye kavuşan “Dost-düşman” ayrımı düzlemindeki söylemsel kurulum hortlatıldı yine! “Bizden olanlarla düşman ötekiler” formülasyonuyla çözümlerini gösterdiklerini sanan kalın kültürel çizgi, “Medeniyetler Çatışması” biçimindeki ideolojik hegemon zihniyetle bir kez daha uluslararası arenada, kapitalist modernizmin oryantalist kuşatılmışlığının katmerleşmesine eksen yaratılmakta.


İktidar giz ustasıdır!


Gelinen aşama tahayyül edilemez boyutlara erdirildi. Merkez çevrede boş mekan bırakmadı! Merkezi uygarlığın karşısındaki her yere yaklaşım oryantalist artık. Dünyaya hakim kıldırılan oryantalizm, dünya sisteminin sermaye ve iktidar birikiminin sekteye uğramaması ve tıkırında işlemesi için çevreye empoze ettikleri zihni hegemonyaya dönüştürüldü. Bilinir elbet, iktidar giz ustasıdır! Gizler ve hakikatleri çarpıtır. Ama ulaştığı zirvenin ötesi yok. İndirmeli zirvesinden. Kaybedilecek zaman da kalmadı. Zihinlerin fethine karşı oryantalizme karşı çıkılmalı! Anti-oryantalist olmak için yaratıcısı-tasarlayıcısı kapitalist moderniteye de karşı durulmalı. İkisi bir elmanın iki yarısıdır. Kötülüğü-zulmü temsil eder. Bu dünya sisteminin vardığı düzey, insan-doğa ve toplumu yenilenemez, geri dönüşümsüz uçurumun kıyısına getirdiği unutulmamalıdır. Fikir, zikir ve eylemsel triatta akışa geçilmeli ki insanlığa can suyu taşınabilsin! “İnanna’nın Me”leri gaspçılardan kurtarılmayı bekler.


Tüm bunları yaparken yanlış sapaklardan da kaçınılmalı. Dünya sistemi Janus’tur. Janus’un iki yüzü vardır. Biri oryantalizm ise diğeri de Garpçılık yani oksidentalizm’dir. İkisi birbirinin alternatifi değildir, aksine dünya sisteminin elindeki oyuncaklardır. Oksidentalizmin götürebileceği yer ancak milliyetçilik ve fundemantalizm batağıdır. Onlar için hava hoş nasıl olsa! Janus’un hangi yüzü olursa olsun, sermaye ve iktidar birikimi açısından ‘her şey kontrol altında’ anlamına gelir. Sistemi aşmak demokratik modernist paradigmayı yaşamsallaştırmakla gerçekleşir. “Doğu Doğu’dur, Batı da Batı”ya inat; Doğu da, Batı da bir ve bütünün parçalarıdır diyerek, doğa ve toplumun armonik ahengini yakalamada inkâr, ötekileştirme, köleleştirme ve her türlü boğazlaşmayı zihinlerden-yaşamdan arındıralım ki “Yeryüzü Aşkın Yüzü” olabilsin!

 
Kaynakça

Şarkiyatçılık, Edward Said, (Metis Yayınları);
Bilgelik Kitabesi 4-5. Ciltler;
Modernlik ve Müphemlik, Zygmunt Bauman (Ayrıntı Yayınları);
Doğu Batı-Oryantalizm 1-2 (sayı 20-2002);
Herodotos-Tarih (İş Bankası Yayınları-2006);
Batıdaki Doğu, Jack Goody (Dost Yayınları).

Hiç yorum yok: