25 Mart 2012 Pazar

Mülksüzler!

Anarşizm üzerine pek çok eser yayımlandı. Ancak edebi metinler açısından bakıldığında, kuramsal eserlerin çokluğuyla doğru orantılı bir yoğunluktan söz etmek kolay değil.

Ursula K. Le Guin bu alandaki özgün örneklerden birini oluşturmakta. Nitekim romanlarında bilim kurgu ve yarı gerçekçi-yarı fantastik temaları ön plana çıkaran yazar, ilk kez 1974’te yayımlanan ve Metis Yayınları’ndan çıkan Türkçe çevirisi 10 baskı yapan “Mülksüzler” adlı bilim kurgu romanıyla anarşist külliyatın edebi birikimine önemli bir katkı sunmakla kalmamış, bir klasik de yaratmıştır.

Le Guin’in eserlerinin tümü, ancak hayal edilebilecek bir bütünün farklı yüzleri gibidir. Başka bir gerçekliği tanımaya çaba gösterir. Günümüz sistemlerinin içine sıkıştığı yapay gerçekliğin eleştirisi üzerinden “ötekine” ait bir söylem geliştirir. İnsanlığın temel durumlarını anlatırken yeni bir dil kurar. Le Guin’de fantezi, bu dili ve yolculuğu anlatma aracıdır bir bakıma. Bu açıdan “Mülksüzler”i okurken hissettiğimiz şey tam olarak bir ütopya fikri değil aslında. Kelimeleri tanıdık gelen kadim bir dilden bahseder.

İmkansızlıklar ve kıtlık içinde, maddi açıdan parlak ve zengin bir gelecek vaat etmeyen bir gezegende umuda, yolculuğa ve insanın bir şeye sahip olmadan; sahip olmanın yarattığı dile dönüş arayışıyla ilgili, romanın bütününe serpiştirilmiş ve zekice kurgulanmış bir felsefeyle, yolculukla karşılaşıyorsunuz. 

Sınıflaşma, iktidar ve onun hem yaratanı hem de türevi olan mülkiyetçilik üçlüsünün, tarihi boyunca toplumun özgür doğasına ait hakikati tersyüz etmeye yol açtığı gerçeğini göz önüne aldığımızda, “Mülksüzler” romanında o özgür doğaya dönüşü umudu yaratma arayışı olduğunu görmek mümkün. Bu arayış ise katıksız bir özgürlük fikrine işaret etmektedir.

“Özgürlük nedir?” sorusuna kitapta “Özgür olmak, hiçbir şeye sahip olmamaktır” diye yanıt verilip, mülkiyetçiliğin bağımlılaştırıcı karakterine göndermede bulunurken, “Nerede mülkiyet varsa orada hırsızlık vardır. Bir hırsız yaratmak istiyorsanız bir sahip yaratın” diyerek, roman kahramanının ağzından, romanın üzerinde kurgulandığı ana fikri anlatmaya çalışıyor. Hakeza, özgürlüğün birbirine karşı sorumluluğu içerdiğine, o sorumluluktan kaçmanın özgürlüğü yitirmek anlamına geleceğine; herhangi bir türün varlığında en güçlü ve en insani olanın toplumsallık olduğuna vurgu yaparak, özgürlük ve toplumsallık arasında birbirini koşullayan dolaysız bir ilişki bulunduğunu söylüyor yine.

“Devrim zorunluluğumuzdur, devrim bizim evrim umudumuzudur. Devrim ya bireyin ruhundadır ya da hiçbir yerde değildir. Eğer herhangi bir biçimde sonu var gibi görünüyorsa gerçek anlamda hiç başlamayacaktır” diyerek, devrimin ve devrimciliğin bir iktidarı yıkıp yerine yeni bir iktidar kurma anlayışıyla kurgulanabilecek sonlu bir süreç ve duruş olmadığını, tam tersine toplum ve insan, mülkiyetçilik ve iktidar var oldukça sürecek olan bir oluş ve akış hali olduğunu anlatılıyor.

“Mülksüzler”i okurken, “beni izlemek istiyorsanız kendinizi inkar edin” diyerek amaca koşulsuz ve fedakarca bağlığı öğütleyen Hz. İsa’dan, Thomas More’un “Ütopia”sına, Karmatilerden Şeyh Bedrettin’e, oradan günümüzde mülkiyetçi sistemlerin ve devletçi uygarlığın dışında çözüm arayan ve toplumsal hakikatin, toplumun özgür ve komünal doğasında olduğu ön kabulüyle hareket eden Kürt Özgürlük Hareketi’ne kadar, “başka bir dünya mümkün” diyen herkese dair izler bulmak mümkün. Mülkiyetçi sistem ve ideolojilerin başat olduğu bir dünyada başka ve daha özgür bir yaşamın mümkün olduğunu düşünen herkes için ipucular barındıran “Mülksüzler” bu yanıyla okunmayı hak eden bir kitap… 

HALİL DAĞ / Tokat T Tipi Cezaevi’nde tutsak

Hiç yorum yok: