20 Mart 2012 Salı

Kürtlerin Onur Zaferi!..

Kürt halkının, kurtuluş savaşını kan ve yangınlarla bastıramayanlar, çare olarak, „bakın öldürmüyor, besliyoruz“ demeye getiren „iyi yürekli polis“ rolünü oynayıp, toplama kamplarını inşaya hız verdiler. Son iki yılda, 8 bin kişiyi rehin aldılar. Kürtleri zindanla korkutup, sindirme, öbür yanıyla başsız, dolayısıyla hareketsiz bırakma hamlesiydi, bu.

Ama yanılıyorlardı. Kürtler, artık dağınık değildi. Lider kadrolarını bulmuş, örgütlü bir halktı. Zulümleri arttıkça halk bileniyor, örgütlü direniş ruhu kavileşiyordu.

Kızılderili önder, köyünü yakan, bebeğini katledip kaçan asker üniformalı yurt hırsızı beyaz adamın ardından bakarken, savaşçı ruhunun onursal öfkesiyle, „yemin ediyorum, senin onurunu kıracağım“ diye bağırmıştı.

Yüz yıllık acıyı yüreklerinde taşıyan Kürtler, bir araya gelmemek üzere ayrışmış, dahası kurtulurken zalimin onurunu kırma yeminlisidirler. Dün açıklanan bir anketin sonuçları çarpıcıdır. Amed’li yüz kişiden yalnız 7,1 tanesi Ankara bağımlısı. Onlar da ruhunu satanlar ve polis, asker olmalı. Öteki yüz kişiden 74’ü bağımsızlık, özerklik ya da federasyon biçimiyle ayrılıktan yanadır.
Kürdistan’ın gerçeği budur. Adım adım değil, hızla kopuyor Kürdistan.

Ve Kürtler, Pazar günü, Kızılderili liderin yeminini hakikate eriştirerek zorbanın onurunu yerde sürükleyip, çiğnediler. Tarihi başkaldırı, Kürtlerin onur savaşında, önlenemeyen zaferdir, bu.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Generaller, 1981’de 1 Mayıs kutlamalarını yasaklamış, İstanbul’daki Taksim meydanına bayrak dikip, bir manga askerle işgal etmiş, Türkler korkudan yakınından geçememişlerdi.

Bünyesinde 12 Eylül işkencecilerini de barındıran AKP iktidarı, Kürtlerin ulusal kurtuluş savaşçıları olduğunun bilincinden yoksun, 31 yıl sonra askeri rejimi taklitle, ulusal bayramları Newroz’u (onlar Nevruz diyorlar) emre bağlamıştı. Ne de olsa Kenan Evren’den eksikleri yok, fazlalıkları vardı. Irkçı histeriyi emzirmede, en çok Kürt tutuklayan büyük Türk büyükleriydi, onlar. Tutuklu gazeteci sayısıyla Evren’i de geçmiş, dünya rekoruna ulaşmışlardı.

Kürtlerin İstanbul’da buluşacakları meydan ve Amed şehri baştan başa günlerce önceden işgal edilmiş, sokak başlarına korkuluk olarak polisler yığılmış, ses yayma aygıtları tutuklanmıştı.
Sinemanın büyülü yaratıcısı Felli’nin „Amarcord“ adındaki filminde Musolini Faşizminin polisi, ses cihazına kurşun yağdırıyordu. AKP’liler ticaret ruhuna ermenin aşkıyla zarar vermiyor, el koyuyor, insan avını Kürdistan boyutunda sürdürüyorlardı.

Nitekim, ilk defa Recep Tayyip’le Akbil vurgunu davasından adını duyuran, daha sonra Türkistan’ı kurtarma cemiyetiyle ırkçı sahnelere çıkan zehir zaptiye İdris Naim, bundan sonra Kürtlere „polis meydanları tutmuştur“ ültimatomu vermişti.

Ama ne oldu? Kürtleri evlerinde hapsedip, esir alamadılar. Ölümüne özgürlük diyen Kürt halkı, Amed ve İstanbul’da insan nehirleri halinde meydanlara akmaya başladı. Açıkçası, bayram bahane, bu bir başkaldırıydı.

Suriye’ye, ‘halkın isteklerine saygılı ol’ çağrıları yapan Recep Tayyip rejimi, halkı yıldırmak için, Suriye’de bile yapmadığıyla Amed şehrinin göklerinden zehir yağdırıyordu. Yerde polisler ateş açıyordu. İstanbul’da polis linç ekipleriydi. Yakaladıklarını bayılana kadar tekmeliyor, kalaslarla başlarını yarıyor, kemik kırıyorlardı. Bayramlıklarını giymiş çocuklar, zehirli gaz körü, anneleri, babaları yerde sürünüyor, kusuyorlardı. İstanbul’da Hacı Zengin’i döve döve katlettiler. Türk sivil ırkçı mangalar, polisle yan yana linç taarruzundaydı.

Öbür yandan, utanmadan Suriye rejimine insanlık dersi vermeye kalkışıyor, içeriye yıkım birlikleri sokuyorlardı.

Kürtler, İstanbul’da polis işgalindeki meydana giremediler, ama Amed’de, çağın en gelişmiş silahlarıyla takviye edilmiş polis barikatlarını yıkıp geçerek, zalimin onurunu yerlerde sürükleyerek, özgürlükleri uğruna, neleri göze alıp, hangi kan ve ateş nehirlerinden geçtiklerini anlattılar. Saygısızlara tarihi bir ders vererek…

Onların yasak gününde, Kürdistan’ın bütün şehirlerinde başkaldırı ateşleri yanıyordu. Türk polisi ve askeri güçleri, Hindistan’daki son işgalci İngilizler konumundaydı. Kitlelerin öfkesinden kurtulmak için kayıplarda…

Oysa, daha bir kaç saat öncesine kadar, „Nevruz’un tadını çıkarmak isteyenlere fırsat vermeyeceğiz“ diyorlardı. Amed’de Newroz alanı yasaklıydı. Ama alan başkaldırı deniziydi. Kadını, bebeği, ihtiyarıyla, belki bir milyon kişiden fazlaydı. Alan rengarenkti. Oraya gidenler, havadan ve yerden zehirli gaz yağdıran zalimin, bombalarına hedef olmayı da göze almışlardı. Peşinden koştukları özürlüğün bedelini, hayatlarıyla ödemeye razı…

Bu aşamaya gelmiş bir halkı tutmak, kurtuluşunu setlemek zalimin haddi değildir, artık. Milyon kişinin „ya azadî, ya azadî“ haykırışı efsanevi Qerejdağ’da yankılanıyordu.

Özgürlük bugün, dünden daha yakın. Başkaldırı pazarı, bunun göstergesidir.

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: