Ahmet Türk'ü dostlarına sorduk. Kemal Okutan için hep aşk filmleri
seyreden koğuş arkadaşı, Aysel Tuğluk'a göre 'hoşsohbet biri', Ertuğrul
Kürkçü'ye göre ise 'çelebi' sözcüğünün karşılığı...
"Ben iyiyim, merak etmeyin. Bu siyasetle Kürtleri susturacağını
zannediyor. Ama bu yol yol değil, bu yol akıl yolu değil. Hep
söylüyoruz, bu sorunlar ancak diyalogla çözülür".
Devlet efendinin 'yassak hemşerim' kabadayılığını takmayıp kendisine
oy verenlerle Newroz kutlamaya git-miş, kolonya niyetine gaz bombası
yemiş, kesmeyince, gözüne iki polisçe yumruk da patlatılmış bir
milletvekili, Ahmet Türk olmasaydı, kıyametleri koparmaz mıydı? Oğluna
trafik cezası yazdı diye polisleri sürüm sürüm süründüren mebusların
olduğu yerde, Ahmet Türk, yine bütün o derviş, kalender ve bilge adam
edasıyla "Benim derdim polisle değil" dedi.
Ulu Türk milliyetçilerinin o yumrukla yüreği soğudu mu bilinmez ama
hatırlatmak lazım: Yapışıp bırakmadığınız o şahane ananelerinizin
hangisi "70 yaşındaki bir adama yumruk atmayı" aferinler? Üstelik
kalbinde pil takılı bir adama! Lakin Kürt'e vurmak caizdir, elbet! Daha
bir yıl bile olmadı, Samsun'da yine şuur yoksununun teki Ahmet Türk'ün
burnunu kırınca o 'Yumruk'u kutsayan yazıyı paylaş paylaş doyamamıştık!
Ama o yumruk Ahmet Türk'e vız gelir tırıs gider. Diyarbakır Cezaevi'nden
canlı çıkmış adam o!
Diyarbakır 5 No'lu...
Yıllarca birlikte siyaset yaptığı arkadaşı Kemal Okutan "Ahmet
gençlik yıllarında aşiret çatışmalarında o kadar çok insan kaybetti,
onların acısını o kadar yaşadı ki... Bunlardan öğrendikleriyle siyasette
de hep barışçıl oldu" diye anlatıyor.
Şunu da ekliyor: "94'te Ulucanlar'da yatarken, Kızılderili, bir de
aşk filmlerini seyretmeyi severdi. Biz de zaten tutukluyuz, içimiz
acıyor, böyle filmleri seyrettirip bizim içimizi daha da yakma derdik".
Oysa Ahmet Türk'ün hayatı 'acı' lafını herkese yedirtecek türden.
1942'de Mardin'de 'aşiret çocuğu' olarak doğdu, 10 yaşında babasını
kaybetti. Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Okulu'ndayken milletvekili
ağabeyi Abdürrahim Türk kan davasında öldürülünce, yolu belli oldu.
Okulunu bırakıp köyüne, o muhteşem Kasr-ı Kanco'ya döndü ve yaşını
büyüterek ağabeyinin yerine DP'den milletvekili oldu, ailenin de reisi.
74'te artık CHP vekiliydi.
Vekil olurken, asla ve kat'a Kürt olmaması gerektiğini düşünemedi.
Daha sonra defaten gireceği cezaevine ilk girişi 12 Eylül'den sonraydı.
"Mahkemede biriyle selamlaşmıştım. Gelince beni çırılçıplak soydular.
200 askerin arasında götürdüler. Es at Oktay Yıldıran coplamaya başladı,
kendisi yorulunca, açık konuşmam lazım, 'Yok mu bunu becerecek biri?'
diye bağırdı. Başka bir askeri getirdiler, o devam etti coplamaya.
Dayaktan her yerimiz simsiyahtı. Bir gün adam copunu kaldırmış
'Atatürk'ün annesinin adı ne' diye sordu, bildiğim halde söyleyemedim,
aklım copa takılmıştı. Gece baskın yapılıyor, dayakla marş okutuluyordu,
korkudan 56 tane marş ezberledim. Cezaevinden çıktıktan sonra köyüme
gittim, evimde bile geceleri uykuda ayağa kalkıp marş okuyordum dayak
korkusundan."
Hiç konuşmadan konuşan
Yumruk mu dediniz acaba? Hadi canım! Cehennemi gördü ama inadına
bilgeliğini ve sakinliğini ve solduyusunu korudu. SHP'ye girdi, bu sefer
de Paris'teki Kürt konferansına katıldı diye ihraç edildi. 1990'da
HEP'in kurucusuydu, sonra DEP geldi. Vekilliği düşürüldü, DEP'lilerle
tekrar içeri girdi, çıktı. Arkasından HADEP ve DEHAP, DTP... Bu kadar
çok parti değiştirmek Türk'ün çılgınlığından değil herhalde. Kendisine
ve görev aldığı partilere açılan davaları yazmaya kalksak dünyanın
etrafını turlarız! Kürt siyasetinin en ılımlı, en ağırbaşlı, en
barışçıl, en babacan, en 'akil' adamını memleket kendine layık göremedi.
Ne yapsa, Kürt'e güven olmadığı için hep hep samimiyeti sorgulandı.
"Kürt'ten evliya, koyma avluya" korosu hep şakıdı: "Türk'ten ağır
tahrik", "Türk'ten başkaldırı çağrısı" gibi başlıklar, hiç eksik olmadı.
Bahçeli'yle el sıkışınca alkışlandı ama parti meclisinde üç dakika
anadili olan Kürtçeyi konuşunca yayın nasıl kesilecek diye amuda
kalkıldı. Üstelik de TRT Şeş'ten sonra! İkiyüzlülük milli sporumuzdu
nasıl olsa!
Akıllara zarar durumlar vardı, Türk milliyetçileri, Türk'ü Kürt
milliyetçisi diye suçlayıp durdu. Kulakları var duymazlar yapmasaydılar
Türk'ün ne dediğini anlayacaklardı: "Hiç kimsenin bayrakla, sınırlarla
bir sorunu yoktur. Ülkenin ortak dili Türkçe'dir, olmaya da devam eder."
"Kürtlerin hakları verilsin", "Yüzlerce insanı öldürmekle Kürt sorunu
çözülmüş mü olacak? 'Kobra helikopter, kırılmaya uğradı' deniyor.
Kırılmaya uğrayan yurttaşların duygularını nasıl tamir edeceksiniz?
Yıkılan köprüler tamir edilebilir ama gönül köprülerini nasıl
onaracaksınız?" Uzun yıllardır birlikte çalıştığı Aysel Tuğluk da şöyle
diyor: "Ahmet Bey, barış köprüsüdür. En kritik zamanlarda bile
hoşgörülü, sağduyulu ve sakin kalıyor. Üslubu yumuşak. Neye inanıyorsa,
neyi doğru biliyorsa hiç çekinmeden söyler.
Son olayda da zoruna giden şu: Ben hayatım boyunca yalan söylemedim,
beni yalancı çıkarıyorlar." Bir de arkadaş olarak tanıdığı Ahmet Türk
var: "Çok esprili biridir. Bir kere sohbet eden, tekrar ister. Her olaya
dair eğlenceli bir hikayesi vardır." Son sözü de yeni çalışma arkadaşı
Ertuğrul Kürkçü söylesin: "Eskiden özgün İngilizce Fransızca sözlüklerde
bazı kelimelerin yanında onları temsil eden gravürler olurdu. Bir kere o
kelimeyi öğrenince o gravür de zihninize kazınırdı. Ben şimdi bir
sözlük yapsam 'çelebi' kelimesinin yanına Ahmet Türk'ün bir portresini
koyardım. Öyle bir insan Ahmet Türk! Tarihin, hayatın üzerine yüklediği
işleri sızlanmadan yapan, yaptığını kimsenin kafasına kakmayan, hiç
konuşmadan konuşan. O konuşunca başkasının bir başka söz söylemesine
gerek bırakmayan biri. Dostları arasında ise üzerine sinek konmamış
fıkraların anlatıcısı, ince alaylarla ayar verme üstadı... Meclis'in
havanda su dövmesine ağır bir işkenceye katlanırcasına katlanıyor, bir
ihtimal bu mermerden havan delinir de su yolunu bulur diye..."
Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder