30 Mart 2012 Cuma

Karayılan: Kürtler Ortak Yaşayıp Yaşamamayı Gündemine Almalı

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türkiye’nin Suriye’deki Kürt bölgesine yönelik olası bir müdahalesine karşı Kürtlerin direneceğini söyledi. Karayılan, AKP rejiminin “düşmanlık politikasına” karşı Kürtlerin de artık Türkiye devletiyle “ortak yaşayıp yaşamamayı” gündemine koyması gerektiğini vurguladı.

ANF’ye konuşan Karayılan, Suriye etrafında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Karayılan, “Ortadoğu’daki bu alt-üst oluş süreciyle birlikte kendi başımızın çaresine bakma siyasetini gündemimize almak zorundayız” mesajını verdi.

TÜRKİYE SINIRDA TAMPON BÖLGE KURMAK İSTİYOR
* Geçtiğimiz hafta sonunda ANF’ye verdiğiniz bir mülakatta Türk devletinin Suriye Kürtlerin yönelik müdahalesi olursa Kürdistan’ın savaş alanına döneceğini söylediniz. Özellikle Seul’de yapılan Obama-Erdoğan görüşmesi ardından bir saldırının olma ihtimali daha da güçlendiği söylenebilir mi? Türk tarafının başta büyükelçisi olmak üzere tüm bürokratlarını Suriye’den çıkarması gibi gelişmeler bir müdahaleye mi işaret ediyor?
Şimdi açık ki Türkiye, Suriye sürecine müdahale etmek istiyor. Yani en azından Türkiye-Suriye sınırında bir tampon bölge oluşturarak Suriye’nin geleceğinde rol oynamak, ağırlık oluşturmak istemektedir. Fakat sanırım uluslararası güçler ve yine Arap güçleri buna henüz tam olarak evet dememektedirler. Yani Türkiye’nin bekliyor olmasının nedeni budur. 2 Nisan’da İstanbul’da gerçekleşecek olan sözüm ona “Suriye’nin Dostları” adı altındaki toplantıda bunun uygun koşullarını sağlayabilirse, Türkiye’nin sınırda bir tampon bölge oluşturmayı düşündüğü anlaşılıyor.

NEDEN TAMPON BÖLGE?
* Türk devleti neden tampon bölge kurmak istiyor?

Türkiye’nin tampon bölge kurulmasını istemesinde çeşitli amaçları vardır: Türkiye, yeni Suriye’nin şekillenmesinde rol oynamak ve en önemlisi de orada bulunan Kürtlerin Suriye’nin yeni anayasasında resmi bir statü kazanmasının önüne geçmek istiyor. ABD’nin 2003’te Irak’a müdahalesi sürecinde yaşanan tezkere olayında Türkiye ve AKP yöneticileri defalarca bu konuda hayıflandıklarını ve bir fırsatı değerlendirmediklerini belirtmişlerdir. “Biz eğer sürece dahil olsaydık, Kürtler bu kadar inisiyatif kazanmazdı, Irak’ta biz daha etkili olurduk, Kürt Federe Devleti oluşmazdı” diye her fırsatta söylemişlerdir. Şimdi de Suriye’nin yeniden şekillenmesinde daha erkenden müdahale edip etkin olmak ve böylece Kürtlerin orada herhangi bir statü elde etmesinin önüne geçmek istemektedirler. Ancak bunu ne kadar ve nasıl yapar, o ayrı bir tartışma konusu.

SURİYE İLE İLİŞKİMİZİN OLDUĞU İDDİALARI GERÇEKDIŞI
*Türk devleti bir yandan bu belirttiğiniz hazırlıkları yaparken diğer yandan da kendine bir dayanak olarak hareketinizin Suriye ile ilişkileri bulunduğunu dile getiriyor. Suriye devletiyle gerçekten bir ilişkiniz var mı?

Bizim Suriye ile ilişkimizin olduğu yönündeki iddialar tamamen gerçek dışıdır. Burada açıkça söylüyorum; bu, Türkiye’nin oluşturmuş olduğu bir senaryodur. Bizim öyle bir ilişkimiz yoktur. Varsa belgelerini ortaya koysunlar. Nerede bir Suriye yetkilisi ile görülmüşüz. Kaldı ki biz, halk hareketlerinden yana olan bir hareketiz. Yani biz Ortadoğu’da gelişen, diktatörlüklere karşı yükselen halkların özgürlük mücadelesini yeni bir sürecin başlangıcı olarak görüyor ve bu süreçte Kürt halkının da özgürleşeceğine var gücümüzle inanıyoruz. Hareket olarak en temel ilkemiz halkların özgürlüğüdür. Bu açıdan bizim Baas rejimi gibi baskıyla, şiddetle kendini ayakta tutmak isteyen, kendini demokratik reformlara kapatan, Kürt sorununun çözümü konusunda herhangi bir adım atmayan bir devletle ilişki kurmamızın hiçbir mantığı yoktur ve böyle bir ilişki de söz konusu değildir.

PKK’YE İLİŞKİN İDDİALARIN AMACI
* Peki, Türk devleti neden bu gerekçeyi sıkça dile getirme gereği duyuyor?

Böyle bir iddianın ortaya atılmasında tabii Türkiye’nin amaçları vardır: Bir amacı Suriye’yi baskılamak, işte muhtemel “PKK ile ilişki kurabilir” endişesiyle peşinen baskılamaya çalışmaktır. AKP’li bir bakan bir keresinde, “PKK ilişki kurmak istedi de Suriye yönetimi kurmadı” diye bir şey ifade etmişti. Onlar da biliyor ki öyle bir ilişki yok ama kurulabileceğini varsayarak baskılama amacıyla bu kadar propaganda yapıyorlar. Zaten bizzat tehdit de etmişlerdir. “Aramızda ne kadar sorunlar olsa da Kürt sorununu birbirimize karşı kullanmayalım, PKK’den uzak durun” biçiminde çok kesin ültimatomlar vermiş ve açık tehditler yapmış olduklarını biliyoruz. Bu yüzden Suriye de böyle bir ilişkiye açık olmamıştır, biz de açık değiliz.

İkinci amacı, işte uluslararası düzeyde “bakın PKK, Suriye ve İran’ladır, bu mihverde yer almaktadır” söylemini dillendirerek hareketimize karşı ABD’den daha fazla yardım ve destek almayı hedeflemektedir.

Üçüncü amacı olarak, Suriye’ye müdahalede onu da bir gerekçe olarak kullanabileceğini düşündüğü için sürekli bir biçimde PKK’nin Suriye ile ilişki halinde olduğu yönündeki iddiayı ortaya atmaktadırlar.

Koysunlar ortaya, ispatlasınlar, hangi yetkilimizi orada Suriye devleti ile ilişki halinde görmüşler veya Suriye bize hangi yardımı yapmıştır, onu söylesinler? Böyle bir şeyi ortaya koyamazlar, çünkü böyle bir şey yoktur.

* Bu iddialarına bir dayanak olarak da Suriye devlet güçlerinin Kürtlerin gösterilerine saldırmamalarını gösteriyorlar…

Bakınız, Suriye Devleti Hafız Esad döneminde Kürtleri fazla hedeflemezdi; zımni bir uzlaşma vardı. Şimdi Suriye’de bu olayların baş göstermesiyle birlikte Beşar Esad yönetimi de tıpkı Hafız Esad dönemi gibi Kürtlere karşı zımni bir uzlaşma politikasını gütmektedir. Kürt bölgesindeki yürüyüşlere fazla müdahale etmemekte, oradaki mitinglere Humus ve İdlib’te yaptığı gibi şiddetle saldırmamaktadır. Böyle dengeli bir yaklaşım geliştirdi. Tabii Kürtler de buna karşılık direk devleti hedefleyen sert yönelimlere girmedi. Bu, Suriye Devleti’nin sadece bir partiye karşı değil, oradaki tüm Kürtlere karşı geliştirdiği bir taktik yaklaşımdı. Buna karşı Kürtler de benzer bir dengeci taktikle yaklaştılar. Bunun bizimle herhangi bir alakası yoktur. Devletin Kürtlere, Kürtlerin de devlete dönük bir politikasıdır. Aslında bu öteden beri Suriye’de zaman zaman öne çıkan bir politikadır.

Ama son günlerde çatışmalar da oluyor. Şimdiye kadar birçok şehirde ölümler de yaşandı. PKK ile ilişkilendirilen PYD’nin birçok üyesi Suriye devlet güçleri tarafından vurulmuş ve şehit edilmiştir. Onlarca üyesi halen Suriye zindanlarında yatmaktadır. Eğer belirtildiği gibi ilişkiler olsaydı bunlar olur muydu? PYD’nin Gulê Selmo adında bir üyesi bir hafta önce Halep’te Suriye güçleri tarafından şehit edildi; yine Kobani’de 1 PYD üyesi şehit edildi; en son iki gün önce Dırbesiye’de 2 Kürt genci -ki bunlardan birisi PYD üyesi- şehit edildi. Açık ki Kürtlere saldırı yapılmıyor, Kürtlerle Suriye arasında keskin bir çatışma yoktur tezinden hareketle, “PKK ile Suriye’nin ilişkisi var” demek bir saçmalıktır. Kaldı ki Kürtlerle Suriye Devleti arasında belki her tarafa yayılan keskin bir çatışma yok ama sürekli bir gerginlik ve yaşanan birçok çatışma da vardır. Bize göre buradaki Kürt halkının ve siyasetinin hemen öne atılmayıp kendisini hedef yapmaması daha doğru bir siyasettir ve bunu sürdürülmesinde de fayda vardır. Kürtler mücadelesini şiddet dışı, siyasi yollarla sürdürmeli, sivil halk hareketini geliştirerek haklarını aramalıdır. Burada doğru yöntem budur. Ama Kürtler Suriye’nin demokratikleşmesinde ve özerklik hakkının elde edilmesinde gereken her türlü fedakarlığı da gösterebilmelidir. Nitekim öyle de yapıyor.

SURİYE’DE DEMOKRATİK ÖZERKLİK TALEBİNİ DESTEKLİYORUZ
* Batı Kürdistan’da örgütlendiğiniz iddiaları da sürekli gündemde…

Suriye’deki Kürtlerin genel olarak Önderliğimize karşı bir sempatileri vardır ama bizim PKK olarak orada herhangi bir örgütsel yapımız ve çalışmamız yoktur. Biz Suriye Kürtlerini destekleriz; tüm parçalardaki Kürtleri desteklediğimiz gibi elbette ki Batı Kürdistan’daki Kürtlerin de mücadelesini destekleriz. PYD ayrı bir partidir, biz ayrı bir partiyiz. Kaldı ki bizim ilişkimiz sadece PYD ile değil, oradaki diğer Kürt örgütleriyle de vardır. Biz genel olarak Batı Kürdistan’daki Kürtlerin “Demokratik Suriye-Demokratik Özerk Kürdistan” eksenindeki mücadelesini destekliyoruz. Yani bundan hareketle kalkıp bizim orada faaliyet yürüttüğümüzü, Suriye devleti ile ilişki içinde olduğumuzu varsaymak tamamen kasıtlıdır. Türkiye’nin bu yönlü temelsiz iddialarına bazı tarafsız kesimler de kanıyor. Bunun doğru bir tarafı yoktur, hiçbir biçimde doğruluğu söz konusu değildir.

İLKESEL OLARAK MÜDAHALELERE KARŞIYIZ
* Peki, Türkiye Suriye’ye müdahale ederse ve bu müdahale esnasında Kürt bölgesine de girip Kürtlerin köyleri ve alanlarında kontrol sağlamak isterse ne olur? Ayrıca Kürtlere dönük bir girişim olmadan direk Suriye’ye dönük bir müdahale gerçekleşirse Kürtler nasıl bir tutum takınır?

Oradaki Kürt oluşumlarının da açıkladığı gibi Kürtler, Kürdistan parçasına dönük böyle bir müdahaleye karşı direnir. Yani kendi içine müdahale edilmesine karşısında kendisini savunur. Ben bunu daha önce de söyledim. Yoksa biz PKK olarak iki sömürgeci devletin kendi aralarındaki çatışmada herhangi bir biçimde taraf olamayız.

Biz ilkesel olarak müdahalelere karşıyız. Sadece Suriye’de değil, her tarafta müdahalelere karşıyız. Ama kalkıp da silahımızla tüfeğimizle müdahalelerin önünde cephe kuracak da değiliz. Biz müdahalelerin sonuç vermeyeceğini, hele hele Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinin hiç sonuç vermeyeceğini düşünüyoruz ve bu müdahaleye karşıyız. Biz devrimlerin halkların özgücüyle gerçekleşmesinden yanayız. Dışarıdan ihraçla olan her şey sahtedir, gerçekçi olamaz. Gerçek özgürlük ve demokrasiyi de getiremez. Eğer böyle bir müdahale süreci gelişir ve Türk ordusu Kürt bölgesine girer ve oradaki insanları da Kuzey’deki gibi baskı altına almaya çalışırsa oradaki Kürt kardeşlerimizin direneceklerini iyi biliyorum. Ve bizim de onları destekleme amaçlı Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürtler olarak tepki göstereceğimizi, bu temelde Suriye Kürdistanı’na Türk ordusunun girmesi halinde Kuzey’de de her yerde çatışmaların yaygınlaşacağını belirttim de. Benim belirttiklerim bu çerçevededir. Ama Kürt bölgesine girmez, gider Suriye’ye girerse buna Kürtler ilkesel olarak karşı dursa da pratik bir şey yapmaz.

AKP HÜKÜMETİNİN DÜŞMANCA BİR POLİTİKASI VAR

Yalnız burada şunu belirtmek gerekiyor: AKP hükümetinin sadece Suriye’deki Kürtlere dönük değil, tüm Kürtlere dönük bir zayıflatma stratejisi vardır. Bu bir düşmanca politikadır. Dikkat edin; Şimdi Kuzey’e dönük bir saldırı başlatıldı. Her biçimde bir saldırı ile Kürtleri Kuzey’de sindirme ve zayıflatma stratejisi geliştiriliyor. Aynı konsept çerçevesinde Güney Kürdistan’a dönük de bir baskılama ve bir operasyon planlaması var. Belki bunu PKK’ye karşı yapıyorum diyor ama esasen tüm Kürtleri baskılamaya dönük bir girişimdir. Şimdi Batı Kürdistan’a da aynı biçimde el uzatırsa bu ne anlama gelir? Türk devletinin hem Batı, hem Güney, hem de Kuzey Kürdistan’a karşı bir savaş pozisyonuna girmesi anlamına gelir. Bu, Kürtlere karşı bir topyekun savaş demektir. Elbette Kürtler de buna karşı direnecektir.

ARTIK TÜRK DEVLETİ İLE ORTAK YAŞAYIP YAŞAMAYACAĞIMIZA KARAR VERMELİYİZ

AKP’nin şimdi yapmaya çalıştığı budur. İşte, “benim Barzani hareketi ile iyi ilişkilerim var, bunun üzerinden ben dengelerim” yaklaşımı içindedir. Bana göre Barzani de böyle bir şeye vesile olmaz, olmamalıdır; buna tavır alması gerekir. Çünkü AKP’nin bu politikası tüm Kürtleri zayıflatmaya dönük bir politikadır. Suriye’ye el atmasının nedeni Kürtlerin statü kazanmamasını istediği içindir. Çünkü Kuzey’de de herhangi bir statü vermek istememektedir. Bu, nihayetinde Güney Kürdistan’daki statüyü de kuşatma, orayı da zayıflatma hareketidir. Biz, “tüm Kürtlerin bunu doğru görmesi gerekir” diyoruz.

AKP’nin daha önce Suriye muhalefetinin en önemli bir gücü olan Suriye Ulusal Meclisi’yle anayasada Kürtlere yer vermeme temelinde bir anlaşma yaptığı basına yansımıştı. Yani Suriye’de Sünni-Arap şovenizmine dayalı merkeziyetçi bir devlet yapılanmasının gelişmesi için çaba göstermektedir. Türkiye devleti muhalefet içerisinde bu tür eğilimleri etkili kıldığı için dün İstanbul’da gerçekleşen Suriye Meclis Toplantısında Kürt temsilcilerinin tüm ısrarlarına rağmen Suriye toplumunun çoğulcu bir yapıdan oluştuğunu ve Kürtlerin kimlik hakkını tanıyan bir maddeyi kabul etmediler. Zaten Türkiye’nin de istediği buydu. Ama öbür yandan Türkiye sözüm ona PKK karşıtı Kürtlerin bu meclise dahil olmasına da çaba göstermektedir. Fakat meclise dayatmış olduğu perspektif de dar-ulusalcı bir perspektiftir. En son İstanbul’da yaşanan bu durum, Türkiye’nin Kürtler hakkındaki gerçek niyetini en iyi bir biçimde ortaya koyan bir durumdur.

Türk devletinin adeta Osmanlı’nın eski mirası olan Kürdistan bölgelerini bu biçimde hedeflemesi Kürtlere karşı bir düşmanlıktır; biz buna karşı direniriz. İşte Güney’e el atacak, Batı’ya el atacak, Kuzey’i zaten her gün işkence altında tutuyor. Bu biçimde Kürtler de artık kendi başının çaresine bakmak zorundadır. AKP devletinin bu biçimde bir Kürt düşmanlığını pratikleştirmesi karşısında biz Kürtler de artık Türkiye devletiyle ortak yaşayıp yaşamamayı gündemimize koyma ve bu temelde Ortadoğu’daki bu alt-üst oluş süreciyle birlikte kendi başımızın çaresine bakma siyasetini gündemimize almak zorundayız. Biz bunun için Kürt birliğini önemli görüyoruz. Kürtler de artık kendi geleceğini düşünmek zorundadır.

AKP’Lİ BAZI KÜRTLER
* Bazı Kürtlerin AKP’nin politikasının arkasında durduğu nasıl izah edilebilir?

Türk devletinin geliştirdiği strateji, Kürdü statüsüz bırakma ve zayıflatma stratejisidir. Başka bir şey değildir. Bu konuda bazı ihanet etmiş, halkına ve halkının değer yargılarına ters düşmüş, AKP’nin yardakçılığına soyunmuş tiplerin papağan gibi konuşmaları bizim için hiçbir anlam ifade etmez. Kürt toplumu o tür kesimleri dinlememelidir, dinlemeyecektir de. Bu stratejik aşamada Kürtleri zayıflatmaya dönük sürdürülen politikaları doğru görmemiz, doğru deşifre etmemiz gerekiyor. Buna yandaşlık eden işbirlikçi Kürt kesimleri varsa bunları da iyi teşhir etmek ve böylece oynanacak olan oyunu bozmak gerekiyor. Bu, bizim ve Kürdistan’daki tüm demokratik kurum, kuruluş ve yurtsever çevrelerin görevidir. Açık açık halkımızı zayıflatmak isteyen, geleceğimizi bu anlamda ipotek altına almak isteyen, halkımızı statüsüz bırakmak isteyen sömürgeci uygulamalar karşısında mücadele yürütmek her yurtseverin görevidir.

Ama AKP devleti şimdi diyor ki, “biz sadece PKK’ye karşıyız, biz PKK’yi ezeceğiz, Kürtler de kardeşimizdir.” Bu nasıl kardeşliktir? PKK de Kürt’tür. Bu bir safsata; “PKK’ye karşıyız” adı altında aslında tüm Kürtleri güçsüzleştirme politikası sürdürülmektedir. Bu kesinlikle böyledir. Önemli olan bunun herkes tarafından görülmesidir.

TAMPON BÖLGE KARŞISINDA KÜRTLERİN TAVRI

Eğer Türkiye’nin Suriye’de oluşturmak istediği Tampon Bölge, Kürt bölgelerine kayarsa ve oradaki Kürt halkını denetim altına almaya çalışırsa Kürtlerin de buna karşı tavır alması gerekir diye düşünüyorum. Yani o zaman oradaki kardeşlerimizi desteklemek, her Kürdün görevi haline gelir. Bu konuda en başta durumu tayin edecek olan bizzat Batı Kürdistanlı örgütlerin kendileridir. Biz Batı Kürdistan’da halkımızın kimsenin oyuna gelmemesi gerektiğini belirtmek istiyoruz. Özellikle en son, iki gün önce Dırbesiye’de yaşanan ve 2 Kürt gencinin devlet güçleri tarafından katledilmesine yol açan olayın bir provokasyon olduğu anlaşılıyor. Ben, bu olayda şehit düşen iki değerli gencimiz Kemal Ehmed ile Ciwan Kutnê’nin Suriye rejiminin güçleri tarafından pusuda alçakça katledilmelerinden dolayı ailelerine ve tüm Batı Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Onların anıları özgürlük mücadelesinde yaşatılacaktır. Kürt halkının Batı Kürdistan’da oyuna gelmemesi gerektiğini, bu tür provokasyonlara karşı uyanık olması ve kendini savunabilmesi gerektiğini önemle vurgulamak istiyorum.

DEMOKRATİK SURİYE, ÖZERK KÜRDİSTAN

Bu olay da bir kez daha gösterdi ki Batı Kürdistan’da Kürtler kendi birliğini mutlak surette kurmalıdır. Ayrıca İstanbul’daki Suriye Ulusal Meclis Toplantısı’nda Kürt haklarını resmi kabul eden bir maddeye yer verilmemesi gerçeği de olmazsa olmaz bir biçimde Kürt birliğinin kurulmasını dayatmaktadır. Sanırım şimdi tartışıyorlar. Bu tartışmanın mutlaka güçlü bir birlikle sonuçlanmasını diliyorum. Eğer birliği istenilen düzeyde sağlamazlarsa, bu, oradaki Kürtlerin pozisyonunu ciddi anlamda zayıflatacaktır. Bu açıdan biz sadece bir partinin değil, oradaki tüm halkımızın birliğinden yana tavır geliştirmek durumundayız. Özellikle halkımızın orada “Demokratik Suriye” ekseninde “Özerklik” hakkını elde etmesi doğrultusundaki mücadelesini destekliyoruz.

Biz her yerde halkların özgürlük mücadelesinin yanındayız. Aynı biçimde demokratik bir Suriye kurmaya dönük Suriye halkının yürüttüğü mücadelenin de yanındayız. Artık diktatör rejimlerin dönemi geçmiştir. Hiçbir iktidar baskı ve şiddetle varlığını sürdüremez. Bunu Suriye rejimi de anlamalı, muhalefet de Kürt halk gerçekliğini görmelidir. Bu temelde sorunun demokratik dönüşümle çözülmesi gerektiğini tarafların görmesi her şeyden evladır.

Bu kapsamda BM’nin Kofi Annan öncülüğünde geliştirdiği girişimi dikkatle izlemek gerekiyor. Suriye’deki mevcut çatışmalı sürecin önüne bu türden bir diyalog süreciyle geçilirse bundan bütün taraflar ve Suriye halkı istifade edecektir. Ama yok, dış müdahaleler ve şiddetle sonuç alınmak istenirse mevcut var olan çatışmalı durum ve iç savaşın Suriye’de derinleşeceği ve bu biçimde de çok fazla sayıda can kaybına yol açılacağı şimdiden görülmektedir. Bütün bu durumlar karşısında Kürt halkı bize göre o parçada şiddetle değil siyasi yöntemlerle mücadelesini sürdürmeli, demokratik Suriye’yi eksen alan mücadele esprisiyle yaklaşmalı, erken öne atılmamalı, haklı davasını siyasi yöntemlerle savunmayı esas almalı ama kendisine karşı saldırının geliştiği vakit de silah dahil her biçimde kendisini savunabilmelidir; bunun için gerekli örgütsel hazırlıklarını yaparak Suriye’nin demokratikleşmesinde ve kendi değer yargılarını savunmada etkin bir rol üslenmelidir diye düşünüyoruz.

SİVİL CUMA
* BDP Amed Milletvekili Altan Tan’ın sormuş olduğu soruya, Bakan Bekir Bozdağ’ın vermiş olduğu yanıtla camilerde Kürtçe vaaz verilmesinin önünün açılabileceği belirtiliyor. Siz verilecek böyle bir kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet. Kürt yurtsever-dindar çevreler bir yıldan bu yana camilerde değil, dışarıda meydanlarda namaz kılarak “Devletsiz-Sivil Cuma Namazları” adı altında bir tavır geliştirmiş bulunuyor. Biz hareket olarak Kürdistanlı yurtsever dindarların bu tutumunu takdirle karşıladık. Bu tutum, gerçekten de çok anlamlı ve çok değerli bir tutumdur.

Bilebildiğim kadarıyla Kürdistanlı yurtsever dindarların bu sivil Cuma hareketini geliştirmelerinin birkaç belli başlı nedeni vardı: En temel nedenlerinden birisi camilerde dayatılan asimilasyoncu devlet politikasıydı. Yani vaazları da Türkçe vererek din yoluyla da halkımızı asimile eden, Kürt halkının ve Kürt dilinin varlığını yok sayan, Kürtleri yadsıyan tutuma karşı bir tavır idi. Eğer şimdi bu konuda devlet geri adım atıyorsa bu iyi bir şey. Yani Kürdistan’da geliştirilen topyekun savaşa rağmen, bu konuda böyle bir durum varsa bana göre Kürt yurtsever dindar çevreleri bunu değerlendirebilirler. Eğer gerçekten Kürdistan’daki camilerde vaazlar Kürtçe verilir, asimilasyoncu yaklaşım zorla dayatılmazsa bunu Kürt dindarları da değerlendirebilirler. Onların alacağı her türlü karara biz her zaman saygı duymuşuzdur, şimdi de saygı duyarız.

Özellikle bir toplumun doğal dilini sahiplenme, İslam dininin en temel gereklerinden birisidir. Mümin bir Müslüman’ın Allah’ın verdiği diline sahip çıkması, onu her yerde ne pahasına olursa olsun sahiplenmesi dürüstlüğün ve inancına samimiyetin bir ilkesidir. Kürdistanlı yurtsever dindarlar da bunu yaptılar. Gerçekten de kışın kara ve soğuğa, yazın kırk derecenin üzerindeki sıcağa rağmen meydanlarda namaz kılarak bunu gösterdiler. Bu çok saygın bir tutumdur. Eğer şimdi bu konuda böyle bir durum varsa tabii ki kendileri yeniden değerlendirebilirler. Türk devleti bir taraftan Kürtleri sindirmek ve özgürlük hareketini yok etmek için yeni bir konsept geliştirirken, öbür taraftan da dindar kesimleri teskin etmek için böyle bir adım atmış olabilir. Böyle bir adımla mutlaka amaçladıkları vardır. Bunu bilerek yaklaşmak ve buna göre değerlendirmek gerekiyor.

DİNDAR TÜM KESİMLERİ ETKİLEMEK İSTİYORLAR
* Bu girişimi, AKP’nin yeni bir oyunu olarak görmek mümkün mü?

Evet, onlar bununla tüm dindar kesimleri etkilemek isteyeceklerdir ama yurtsever dindarlar da elde edilmiş olan bu sonuçları doğru değerlendirerek, öyle sömürgeciliğin etkisine girme değil, tersine mücadeleyi daha ileri bir aşamaya taşımada değerlendirebilirler. Yani camilerde yurtseverliği yayma, Kürtçe vaaz verme suretiyle camileri asimilasyon sahası olmaktan çıkarabilirler. Bilindiği gibi günümüzde her sahada sömürgecilikle özgürlük hareketinin karşılıklı bir mücadelesi vardır. Her cephede onlar bizi ve halkımızı zayıflatmak istemektedirler. Kürt siyasetini, Kürt sosyalitesini, Kürt kültür çevresini, Kürt yazar-çizer çevresini, Kürt dindar çevresini zayıflatmak, güdümlerine almak istemektedirler. Bakınız, Kürt basın-yayın çevrelerini nasıl hedefleyerek, yöneldiler. En son Özgür Gündem Gazetesi’ni de kapattılar. Amaç tahakküm kurmaktır. Aynı biçimde Kürdistanlı yurtsever dindarlar üzerinde de bir baskı ve tahakküm kurma amacı vardır. Kendi zeminine çekerek, etkilemeye çalışma hedefi vardır.

ASKERE GİTMEYİN, KÜRTÇE KONUŞUN
* Son olarak belirtecekleriniz nelerdir?

Son olarak; Kürtler her yerde kendi dinine bağlı kalmalı ve inancıyla, ulusal değerleriyle, sosyalitesiyle kendisini savunabilmelidir. Bunun için diyoruz ki, Kürtler devletin zorla dayattığı Türkçe dilini konuşmak yerine her yerde Kürtçe konuşmalıdır. Biz Türkçeye karşı değiliz, tersine biz halkların ve kültürlerin kardeşliğinden yanayız. Ama mademki devlet bir sömürgeci politika gereği bize bunu dayatıyorsa o zaman biz Kürtçe konuşmalıyız. Bu bir kere her yerde bir yurtseverlik tutumu olmalıdır. Hiçbir yerde, hiç kimse başka dil konuşmamalı, kendi anadilini konuşmalıdır. Artık biz devletle bu biçimde yürüyemeyeceğimizi daha değişik yaşam alanlarında da göstermeliyiz.

Dil konusunda göstereceğimiz gibi, aynı zamanda gençlerimizin de artık askere gitmemesi gerekmektedir. Bu önemli bir husustur. Kimse askere gitmemelidir. Zaten gidenlerin bir kısmı bir biçimde vuruluyor, ardından “intihar etti” deniliyor. Diğerleri ise Kürdistan’a düzenlenip, gerillayla karşı karşıya getiriliyorlar. Yani Kürt halkının gençleri bu aşamada artık askere gitmemelidir.

Kısaca halkımız bugün önemli bir mücadele sürecine girmiştir. Önümüzdeki 1-2 yıl halkımızın geleceğini belirleyecek olan bir süreçtir. Bu süreçte tüm yurtsever Kürtler kendi yurtseverliklerinde ısrar etmeli, onun gereklerini yerine getirmelidir. Kimse askere gitmemeli, kimse Türkçe konuşmamalı, vergi vermemelidir. Artık sömürgeciliği işleten değil, en azından sivil itaatsizlik yöntemleriyle sömürgeciliği tıkatan bir tutumu geliştirmek gerekiyor. Halk olarak Kürt toplumu artık bunu yapmalıdır. Eğer gerçekten bu sorunun çözülmesi ve artık Kürtlerin de kendi doğal-ulusal haklarına kavuşmasını isteniyorsa, hem Kürt halkı hem de Kürtlerin dostu durumunda olan Türkiye’deki demokratik çevrelerin, bu dönemde daha fazla fedakarlık yapmaları ve AKP rejiminin Kürdistan’daki uygulamalarına karşı mücadelesini her biçimde yükseltmeleri gerekmektedir.

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: