20 Mart 2012 Salı

Ateşe Oynamak Veya Ateşle Oynamak

Newroz, bu gün Kürtler için bir kimlik beyanı ve bir nevi hedefler manifestosu olmaktan çıkmıştır. Geleneğin icadının tersine bastırılmış ve üzeri örtülmüş bir geleneğin bin bir bedelle yeniden diriltildiği ve asimetrik güç dengesine rağmen harcını kandan ve gözyaşından alan devrimci bir inada dönüşmüştür.

Ateşle oynayanlar ateşe vuruldular…
Ateşe oynayanlar ateşte can buldular…


1978 yılının 21 Mart’ında Qiran Tepelerinde ilk Newroz ateşi yandığında, „Qominîstan dîsa agir dadane“ diye fısıldaşan kadınların yetmiş yaşına geldiklerinde kan akacağını bile bile Newroz alanlarına nasıl aktıklarını tarih çoktan seyir defterine kaydetmiş bulunmaktadır. Hakkari’de Kawacı efsanevi devrimcilere rağmen Kawa’nın yaktığı ateş hakkında malumat sahibi olamayan bir halkın ironisi devrimin belleğinde hala taptazedir. Yetmiş yıl boyunca tıpkı Dehak misali omzunun birinde faşizmi, öbür omuzda inkar ve gericiliği besleyen devlet, büyük bir kapatma ve gizlemeye rağmen Newroz’un Kürtler için derin bir tarihsel geleneğe yaslanmış kolektif bir duygu ve bir itiraz günü olduğunu gizleyemedi.

Demirci Kawa efsanesinden üç bin beş yüz yıl sonra Ekbatan ve Zagros’larda sönmüş ateşlerin külleri alev aldığında Kürtler, ateşe oynamaya ve ateşle oynamaya tekrar başladılar. Ateşle oynamanın ateşte vurulmaya, ateşe oynamanın ateşte can bulmaya denk düştüğünü bilen ateşböcekleri, Zagros doruklarından Amed Zindanlarına kadar sıra sıra dizilmiş, onlara bayramı zehir etmeye hazırlanan muktedirlerin namlularına ve amansız sorgularına çırılçıplak göğüslerini tekrar açmışlardı.

Newroz Ortadoğuludur; Kafkasyalıdır; Ortaasyalıdır! Kuzeyli hangi kavmin lisanından okunursa okunsun yeni gün ve diriliş demektir; iyimserliktir; müjdecidir. Kürdün lisanında ise devletin milli sanatçısı Müjde Ar’ı ateşin üzerinden atlatmayacak kadar ağırbaşlıdır! Her tarafından testosteron ve erkeklik akan bakanların yumurta tokuşturma laubaliliğine burun kıvıracak kadar ciddidir! Kürenin Kuzeyine düşen topraklarda kolektif bir umudun imgesi, İrani kavimlerde dünyanın inşa edildiği gün gibi derin bir anlama büründürülmüş olan Newroz, bir tek devletin mermerden bütünlüğü ve üniter ciddiyetinde bir psiko-nevrozdur; bir sapmadır; ‘Kürt ateşle temas etmemelidir’ düsturunun dışavurumudur. 

Dağdan ovaya inen öfke

Zalimlerin bütün basıncına ve kapatmasına rağmen tarih, bu kutlu günü Kürtler için bir başkaldırı ve nümayiş günü olarak kayda geçmiştir. 1970’lerde kitleselleşememiş Kürt Özgürlük Mücadelesi döneminde sadece devrimci gençlerin kutladığı Newroz, 1980’lerde Amed Zindanlarında bir halkı yok oluşun eşiğine sürükleyen faşizme karşı bedenlerini ateşe veren Kürt devrimcilerinde yeni bir anlama büründü. 1990’larda dağdan ovaya doğru inen öfkenin temsiline dönüştü Newroz. 1991’de devletin resmi bekâret sınırı gibi algıladığı ve o güne kadar Kürtlerin sızamadığı özerk bir burjuva alanı olan Cumhuriyet Caddesine bin kadar genç yürüdü! Bir yıl sonra Van’da on binlerce insan, bir gün boyunca şehri boydan boya kuşatmıştı. 1992’de Kürdistan’da gözaltılar yüzlerle ifade edilirken Cizre, Şırnak ve Nusaybin hattı tam bir serhildana tanıklık ediyordu.

Kökenlerini Mezopotamya’nın isyan, talan ve keder dolu tarihinden ve mitolojisinden alan Newroz, Kürtler için salt kültürel bir tema ya da mitolojik bir unsur olmaktan öte güncel politik ve tarihsel temalar yüklenilmiş bir gündür. Yeryüzünde sadece baharın gelişini kutlarken meydanlara bu kadar çok cenaze bırakan ve caddeleri oluk oluk kan akan Nusaybin’leri ve Cizre’leri olan başka bir kavmin varlığına henüz rastlanmamıştır. Yaklaşık yüz yıldır repertuarını genişletmek için oradan buradan şarkılar aşıran üçüncü sınıf bir şarkıcıyı oynayan devlet, altmış yıllık bir uykudan sonra Newroz’u 1970’lerde yeniden ivme kazanan Kürt Özgürlük Mücadelesine inat, tekrar kendi milli bayramlar koleksiyonuna eklemiştir.

Hedeflerin manifestosu: Newroz

Newroz, bu gün Kürtler için bir kimlik beyanı ve bir nevi hedefler manifestosu olmaktan çıkmıştır. Geleneğin icadının tersine bastırılmış ve üzeri örtülmüş bir geleneğin bin bir bedelle yeniden diriltildiği ve asimetrik güç dengesine rağmen harcını kandan ve gözyaşından alan devrimci bir inada dönüşmüştür. ‘Benim olan, benimdir’ haklılığıyla meydanlara akan milyonlarca insanın kolektif bir itirazına denk düşen günlerin içinde en önemli olanıdır.
Dünya Irkçılıkla Mücadele Günü olarak kabul edilen 21 Mart tarihi, 1990’ların başından itibaren Türkiye’nin diğer Türki Cumhuriyetlerini kendi Irkçı-Turancı fantazisinin birer katmanı olarak görüp onların ağabeyliğine soyunmaya başladığı zaman dilimine denk gelmiştir. Tarihin kalın harflerle not düşeceği bir ironi de budur! Valisiyle, askeri ve mülki erkânıyla, o büyük kibiriyle ateşin üstünden atlarken devletli gelenek sahipleri, Kürtlerde politik bir duruşun sembolü haline gelen Newroz’un karşısına resmi Nevruz’u dikme girişimleri aslında Kürtlerin Newroz alanını ve politik mesajını daraltma girişimi olarak okunabilir. Türklerin Ergenekon’dan çıkış gününün neden Kürtlerin Zagros’larda özgürlük ateşleri yakıp Ortadoğu halklarını Asur gibi bir savaş makinesinden kurtardıkları bir güne denk getirildiği bile başlı başına buna dair bir göstergedir. Kendisinin bile inanmadığı bir güne dair kutlama yapan bir devlete bir Kürdün haliyle şu soruyu sorması çok da anlamsız olmayacaktır: Siz Ergenekon’dan çıkacak başka bir gün bulamadınız mı?

O mutlak gelecek gün için!

Muktedirin içini boşaltmak için olmadık dolaplar ve hileler çevirdiği ve bazen devlet cephesinde ilkokulda oynanan bir skeç kıvamına getirilen kutlama ritüelleri her defasında Amed Burçlarına toslayıp Kürtlerin Kawa ile başlayan ve bu güne yayılan o sarmal tarihsel ilişkinin derin itirazına çarpıp dağılmıştır. 1 Mayıs’ı Bahar Bayramı ilan edenlerin Newroz’un W’sini törpülemek için bazen bu günü bir yumurta kırma ve ateşin üstünden atlama günü ilan etmelerinin altında derin bir manipülasyon ve talan kültüründen beslenen kültürel bir faşizm yatmaktadır. Bedenini bir anlama feda etmenin kahramanlığını ve devrimci inadını, bir halka ateşten bir gömlek giydirilmeye çalışılırken o gömleği giyerek, kendi bedenini bir ateş topuna dönüştüren devrimcilerin öfkesini anlamak hiçbir zaman bir soytarıya ve burnundan kıl aldırmayan bir faşiste nasip olmayacaktır. Onlar yumurtalarını tokuşturmaya devam etsinler! 

Hem Kürtlüğe dair ne varsa ehlileştirip hadım etmek için olmadık hileler peşinde koşan iktidarlar bedenlerini ateşe yatıran insanların siyasal mesajını bırakın yüzbinlerin Amed Meydanına akmasını görmezden gelme aymazlığını yıllardır elden bırakmamışlardır.
Kürtlerin Newroz konusunda neden bu denli ısrarcı olduklarını birkaç basit alt okuma ya da psikolojik tahlille açıklamaya çalışmak kuşkusuz zordur. Newroz aynı zamanda Kürtler için kolektif bir kimliğin bir arada vücuda geldiği, yüz binlerce insanın aynı öfke, özlem ve binlerce farklı duygunun harelerini doldurduğu, Kürde söylemesi yasaklanmış birçok şeyin söylendiği tarihsel bir sahne işlevi de görür. Newroz alanları, her Kürdün biraz daha Kürtleştiği ve Kürtlüğü biraz daha öğrendiği kültürel ve politik bir cephe görevi de görür. Devletin algı dünyasında ‘teröristlerden ve bölücülerden geri alınması gereken bir gün’ olarak kodlanan bu gün, birinci gün sadece Türklerin Turani kardeşliğine gönderme yaparken bir gün sonra Kürtlerin alanlarla inmesiyle birlikte „Bu bayram tüm Ortadoğulu halkların bayramıdır“ söylemine dönüşebilir. Devletin yüzyıllardır sıkıştığı anda imdadına her defasında yetişen kardeşlik söylemi devletin varoluş hanesinde bir oportünizm ve kıvırma gününe daha dönüşebilir!

Ankara’da şık giyimli bürokratlar ateşin üzerinden atlarken ve örse çekici o yumuşacık elleriyle indirirken bir panzer Gever’de bir çocuğun kafatasını parçalayıp bir anneyi daha Nevruz’a küstürebilir… Ama yine de ateşböcekleri Medlerin yurdunda dağ, taş, şehir demeden Kawa’nın çekicinden çıkan kıvılcımlarla Kürdün büyük baharını döllemeye devam edeceklerdir! Bütün Dünya Halklarının Amed Meydanına misafir ettiği ve muktedirin öfke nöbetlerinden kurtulup bütün cüppe ve üniformalarını çıkardığı o mutlak gelecek gün için! „Kûrê min li Newrozê hat kûştin“ diyen anaların içlerine sessizce akıttıkları o güzelim gözyaşlarının yüzü suyu hürmetine! Newroz Pîroz Be!

YARIN:  1992 Cizre Newrozu koordinesinde yer alan Weliyê Botî (Hasan Baykara) ile söyleşi…

SELAHEDDÎN BIYANÎ



En çok dağlar özledi baharı


Kürdistan dağları kışın son günlerini yaşıyor. Malum, önümüz bahar. Ve dağlar hala kar altında; sessiz, durgun… Tıpkı bu dağlarda silah çatanlar, fırtınada nöbet tutanlar gibi! Ama yalnızca şimdilik…

Dağlar beyaz bir örtü şimdi. Uçsuz bucaksız bembeyaz bir halı. Son on yılın en sert kışı yaşanıyor Kürdistan dağlarında. Sıcak bir bahara gebe bir kış…

Mart güneşinde göz alıcı beyazlığıyla boylu boyunca uzanıyor karlı dağlar. Büründükleri renk daha bir heybetli, asi ve bir o kadar aşılmaz kılmış dorukları. Ağaçlar kar beyazı süslerle ihtişamlı, gölgemsi! Alacakaranlık kuşağı gibi ürkütücü manzaralar oluşturuyor koruluklar, siluet gibi hayalimsi varlıkları anımsatıyor. Kar, geçitleri geçilmez kılmış bu kış. Sular daha bir durgun; adeta fırtına öncesi sessizliği andırıyor.

Kışın etkilerinden çabucak sıyrılacak güneşli günleri bekliyor dağlar. Uzun süren bir dinlenmenin vermiş olduğu dinginlik, baharla birlikte zindeliğe kavuşmanın arefesinde şimdi.   
Dağlar gibi dağdakilerin de gözü baharda. Newroz ateşinde demlenmeye hazırlanıyorlar. ‘Hele bir bahar olsun’ der gibiler. Anlaşılan bu bahar başka bahar olacak, hem dağlar hem de dağdakiler için.

Bu coğrafya ve onun zirveleri mesken eylemiş esmer tenli çocukları, baharın özlemini doruklarda yaşıyor. Gözler bahar özlemiyle ışıl ışıl. Baharın yakınlaşmış olmasının mutluluğu, çocuksu bir neşe ve sevinç katmış yüzlere. Kürdistan dağlarında baharı dört gözle bekliyor gerilla. Çünkü bu baharı kendi baharları olarak görüyor dağdakiler. Bu bahar destansı bir bahar, Newroz bir başka Newroz onlar için. Onun için öyle özlemle, sevinçle ve sabırsızlıkla bekliyorlar dağların yeniden sarı, kırmızı ve yeşile çalmasını…

Bir baharla, Newroz’la tarih sahnesine çıkan bu halkın çocukları, yeniden bir doğuşu gerçekleştirmek için bahara durmuşlar. Doğayla birlikte canlanmak, sularla birlikte kaynayıp coşmak için. Zap, Fırat, Dicle; Zağros, Kandil, Cudi misali!

Bazıları ilk kavgalarına tutuşacak


Dağlar şimdi ilk yağmurları beklerken; tıpkı çiçekler, ağaçlar, vadiler gibi dağların asi çocuklarını da baharın heyecanı sarmış durumda. Bahar doğanın durağanlıktan sıyrılması, canlanması demek çünkü. Ve o zaman engeller kalkacak, ağaçlar çiçeğe duracak, sular daha özgür akacak ve dağlar yol verecek umut yolcularına. O zaman başlayacak yeni yolculuklar, yeni maceralar ve yeni kavgalar… İlk kavgalarına tutuşacak bazıları; bu kavganın ustaları ise yeni kavgalarla sınayacak engin bilgilerini ve yüreklerini. Onun için sabırsız bir heyecanla bekliyorlar, adeta iple çekiyorlar baharın gelişini.  

Dağlar rengarenk olup coşkun sular bentlerinden taştığı vakit, onlar da öyle akacak yeni kavgalara. Bir halkın özgürlük kavgasının ağır yükünü omuzlamış genç yüreklerin bahardan beklentileri büyük.
Besledikleri büyük umutlar sığmıyor yüreklere. “He dese koparacak dizginlerini” misali sabırsız bir bekleyiş içerisindeler. Bu baharda bütün kozlarını oynamak, performanslarını sergilemek için ‘hazır ol’da bekliyorlar. Dağların heybeti, en yenisinde bile büyük bir özgüven yaratırken; kara kış ise karanlığa karşı öfkelerini beslemiş. Onlar için varsa yoksa bahar...

Yaşamın yeniden keşfidir bahar


Aydınlık yarınların sembolüdür bahar. Bir yanda umutları, öte yanda kinleri büyüyor dağdakilerin. Yarınlara dair umutları ve yarınlarını karartmak isteyenlere karşı büyüyen nefret, kin… Bu iki duygu, dağ yürekli gençlerin motivasyon gücünü oluşturuyor. Yeni baharda bütün kötülüklerden, çirkinliklerden hesap sormak için her an tetikte, sabırsız bir bekleyiş halindeler.

Kısacası dağlar bahara hazır. Bir kıvılcımla alev topu olmak, çığ olup akmak ve su olup bentler aşmak için.

Bahar her insanda güzel duygular uyandırır. Umutlar büyütür, beklentiler yaratır. Yaşamın yeniden keşfidir bahar. Onun için hayata ve kavgaya daha bir tutunur insan. Büyük amaçlar peşinde koşan insanlarda ise bu duygular daha yoğun yaşanır. Umudun kırıntısı bile başarmanın en büyük dayanağıdır onlar için. Ve o dayanağa sıkı sıkıya sarılır, dünyayı değiştirmekten başka düşüncesi olmayanlar. Öyle büyür umutlar. Ve gün gelir zafer coşkusuna dönüşür umut.

Baharı en yakından tanıyanlar baharı ilkin yaşayanlardır. Yol kenarlarındaki, parklardaki ‘suni doğa’da değil, gerçek doğanın bir parçası olarak yaşayanlardır doğayı en saf haliyle bilenler. 
Dağlardan esen yelin havasını teneffüs eden, ağaçların tomurcuklanmasını ikinci elden değil, doğanın kendi canlı ekosisteminde gözlemleyenler. Onun için doğada yaşanan değişimi ilkin fark edenlerdir baharı en çok sevenler. Yaşamın doğal akışını, doğanın canlılar üzerinde yarattığı değişimi onlar ilk elden görür, yaşar. Onlar kış günlerinde baharın özlemi ve coşkusuyla ısınırlar çünkü. Dağları yurt edinmiş olanların baharı bayram havasında karşılaması işte bundandır. Yaşamlarının her anını baharla doldurur, bahar tadında yaşarlar. Ondandır bahar dendi mi ilkin dağlar gelir aklıma ve bir de dağdakiler.  

Ateş, Newroz demektir...

Dağlar; Kürtlerin hep umut, özlem ve sevgi ile baktığı, çocuklarına ninni diye masallarını anlattığı mekanlar. Kendilerinin bir parçası olan masallar… İçinde güzel günlerin, mutlu yaşamların olduğu eskiye ait anılar; geleceğe dair umutlarla dolu gerçek dağ hikayeleri. Ve bu hikayelerin gerçek kahramanları… Zulmün karabasan misali her gece kabus olup rüyalarına aktığı insanlar için umut kıvılcımıdır dağlar. Bir de bu umudu hep diri ve canlı tutan, ‘umudu zaferden daha değerli gören’ umut bekçileri elbette! Onun için Mezopotamya halkları için kutsaldır dağlar ve dağdakiler… Onların yaktığı ateş aydınlatır ovadakileri, yön verir geleceklerine. Rotası olmayan gemiler, yolunu kaybetmiş yolcular için kuzey yıldızıdır. Canlı bir bellektir bu ışık ve geçmiş ile geleceği tek anda, o anda birleştirir, bütünleştirir. Ateş, Newroz demektir, Newroz da bahar. Bahar ise, yeniye adım atmanın bir diğer adıdır. Yeni başlangıçtır, yeni açılan tertemiz bir sayfadır bahar.

Şimdi yeni bir sayfa açılıyor, bir bahar başlıyor Kürdistan’da. Bu sayfada büyük harflerle umutlar, amaçlar ve büyük kararlılık yazılı. On yıllarca, yüz yıllarca, bin yıllarca büyütülen güzel hayalleri bir an önce gerçekleştirmek için kollar sıvanmış. ‘Güneşi zaptedeceğiz, güneşin zaptı yakın’ diyerek akın ediyorlar güneşe! 

Bin yılların tozunu atmak

Kürtler umutlarını, geleceklerini, beklentilerini hep dağlara yüklemiş bir halk. Dün olduğu gibi bugün de Kürdün gözü yine dağlarda. Umutlar besleniyor yarına dair. O yüzden halkının bin yılların özlemini bu baharda arıyor Kürdistan gerillası. Bahara öyle bakıyor, öyle karşılıyor yeni baharı.

Kürdistan dağlarında gerillanın baharı karşılayışını daha önce de gözlemledik. Gerilla bahara hep yeni anlamlar yükler; ancak bu kez yüklenen anlam çok daha farklı ve daha büyük. Bu baharla özgür bir yaşama adım atacakları sözünü veriyorlar birbirlerine. 2012 baharını özgürlük baharı olarak adlandırıyorlar. Buna kilitlenmişler, baharı en önce karşılamak için yarışıyorlar. Bütün telaşları, kaygıları ve beklentileri bu! Sanki başka bahar yokmuş, hiç olmayacakmış ve ellerindeki tek fırsatmış gibi dört elle sarılıyorlar bu bahara. Bin yılların tozunu toprağını atmak; zalim Dehakların kirini-pasını bu kutsal topraklardan söküp atmak ve yeniden dirilmek için dağlar Newroz’a durmuş. Tıpkı bu coğrafyada yaşanan Demirci Kawa efsanesinde olduğu gibi! Aynı geleneğin, aynı kavganın sürdürücüleri, özgürlük bayrağını devralanlar, yine bir Newroz günü yine Kürdistan dağlarında tarih yazıyor.
Tahammülleri kalmamış kışlara. Artık bahar olsun ve hep öyle kalsın istiyorlar. Yine bir baharda kendilerini ve bir halkın geleceğini arıyorlar.

Bahar ilkin dağlara gelecek. Çünkü baharı en fazla bu dağlar ve daların doruklarındakiler özlemiş... efsaneyi gerçeğe dönüştürmek için…

CİHAN ÖZGÜR

Hiç yorum yok: