29 Şubat 2012 Çarşamba

Bir Dönüm Noktası: ZAP

Yakın dönem Türkiye tarihi içerisinde en ciddi kırılma noktalarından biri şüphesiz Türk ordusunun 2008 yılının başında Zap’a yönelik düzenlediği ve Güneş Operasyonu olarak adlandırılan kara harekâtında aldığı yenilgiydi. 21 Şubat günü başlayan operasyon 29 Şubat günü geri çekilmiş fakat esas etkilerini bu tarihten sonra yapmıştı. 

1999 yılı 2 Ağustos tarihinde Kürdistan gerillalarının sınır dışına çekilmesi ardından başlayan ve 1 Haziran 2004 tarihinde sona erdirilen tek yanlı ateşkes, 2005 yılında yükselen ve Türk ordusu ile devletini oldukça daraltan bir sonuç yaratmıştı. Kürt sorununa yaklaşımda klasik inkâr ve imha politikasından şaşmayan iktidarlar geçen bu süreci sorunun demokratik barışçıl bir çözüm doğrultusunda kullanmak yerine uluslararası komplonun zayıflattığını düşündükleri Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tamamen tasfiye etmede kullanmayı daha uygun gördüler.

Bu şüphesiz yanlış bir hesaptı. Uluslararası komplocu güçler 9 Ekim komplosuyla imha edemedikleri Sayın Öcalan’ı 15 Şubat komplosuyla Türkiye’ye teslim ettiklerinde iktidarda bulunan Ecevit hükümeti daha komplonun ilk günlerinde, belirsizliğin en üst safhada olduğu bir dönemde PKK ve lideri Öcalan’a karşı başarısız olmuştu. PKK’nin 93 yılında başlattığı yeni stratejik yaklaşım, yani Kürt sorununa demokratik barışçıl bir çözüm yaratma hedefi ekseninde yaşadığı değişim ve dönüşüm, kendi sistemini ve yapısını buna göre yeniden yapılandırma hedefi uluslararası komploya rağmen İmralı sistemi içinde her türlü olumsuzluklara rağmen Öcalan tarafından başarıya ulaştırılmıştı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sunulan savunmalarıyla PKK’nin yeni ideolojik, felsefi çizgisini, teorik düzlemini yaratan Öcalan PKK’nin uluslararası komployla engellenme girişimlerini, Kürt sorununa demokratik barışçıl çözümde yeni bir algılayış yaratarak sekteye uğratmış, bunun sonucunda dönemin Ecevit başkanlığındaki üçlü koalisyon hükümeti yenilmişti. Komplocu güçlerin verdiği çürütmeye dayalı sistemi iyi yürütemeyen Ecevit en güçlü olduğunu düşündüğü bir dönemde görevinden düşürülmüştü.

Ecevit hükümeti yerine düşünülen ve Türkiye’nin gelmiş geçmiş en Amerikancı hükümeti olan AKP bu rolü ve misyonu üstlenen yeni güç olmuştu. Daha bir parti dahi olmamışken iktidarı onaylanan AKP İmralı sisteminin yeni bekçisi, gardiyanı görevine getirilmişti. 2002 Kasım seçimleri ardından Öcalan tarafından Kürt sorununa yaklaşımını netleştirmesi için üç ay mühlet verilen AKP hükümeti kapıdaki Irak işgalini fırsat bilerek bu konuda klasik devlet politikasının izlenmesinin kendi iktidarı için daha uygun olacağını düşündü ve üç ayı heba etti. 

Bu yetmiyormuş gibi PKK’yi içten çökertme planlarına uygun olarak 2003-2004 yıllarındaki iç tasfiyeciliğin gelişiminde önemli rol oynadı. İmralı’daki Öcalan’ı tecritle sınırlandıran, dışarıdaki örgütü de iç mücadeleyle parçalamaya çalışan AKP hükümeti her iki cepheden de yenilgiyle ayrılmak zorunda kaldı. 2004 yılına gelindiğinde artık ne İmralı üzerindeki tecridin, ne de PKK içindeki bir parçalanmanın yaratılamayacağı anlaşılmıştı. Bu imha politikaları karşısında 1 Haziran tarihinde Kürt hareketi tarafından alınan direniş kararı AKP’nin daha da sistem içileşmesine, toplumları kandırmak için öne sürdüğü mağduriyet tezlerinin gerçek dışılığını ortaya çıkartmıştı.

2005 yılında Kürt hareketinin ideolojik, örgütsel, toplumsal ve askeri alanda girdiği hamleler, 2005 Newroz’un da Demokratik Konfederalizm’in ilanı ve halkın sahiplenişi AKP’nin Kürt hareketi karşısındaki zayıflığını arttırmıştı. Bu çerçevede geliştirilen yeni imha konseptleri 2006 yılıyla birlikte devreye konulmuştu. 

Temmuz 2006’da, Gül’ün başkanlık ettiği Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Toplantısında Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ı hedefleyen yeni bir imha planı karar altına alındı. İki günlük TMYK toplantısında alınan karar hem hükümet hem de genelkurmay tarafından onaylanmıştı. Tansu Çiller’in oluşturduğu listenin benzerinin oluşturulduğu bu toplantıda zehirlenme yöntemi de netleştirilmişti. Bu çerçevede MHP’ye yakınlığıyla bilinen bir firma Öcalan’ın tutulduğu hücrenin boyama ihalesini alacak ve boyaya zehir katarak zamana yayılmış ve kronik bir hastalığın yarattığı bir ölüm izlenimi bırakacak tarzda yok edilecekti.

2007 yılı başında PKK’nin bu zehirlenme oyununu deşifre etmesi planları bir kere daha boşa çıkartmış, Kürt halkının ve PKK’nin direnişi Türk devletinin imhacı yüzünü tüm uluslararası kamuoyuna göstermişti. Kürt halk Önderi’nin imhasının zora girdiği dönemlerde bu sefer Kürdistan gerillalarına yönelik harekâtlara hız verildi. 2007 yılı başında dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt sınır ötesi operasyonu Türkiye gündemine getirdi. 

Hedef olarak sınır ötesi gösterilse de Kuzey Kürdistan sınırları içinde bulunan tüm gerilla alanlarına yönelik imha operasyonları daha yılın başından itibaren düzenlenmeye başlamıştı. Botan başta olmak üzere tüm Kürdistan dağlarında gerillanın tasfiyesini hedefleyen saldırılar yılsonuna dek aralıksız bir şekilde sürmüştü. Zaten hedef sonbahara kadar kuzeydeki gerilla etkinliği kırmak, daha sonra da anakarargahı imha etme amaçlı sınır ötesi operasyon düzenlemekti. 

Bu arada tabii ki 2007 yılında legal siyaset ve Kürt örgütlülüğü de ciddi bir baskı altına alınmıştı. 22 Temmuz seçimlerinden güçlü çıkan Kürt legal siyasi hareketi ırkçı, şoven dalganın etkisiyle neredeyse linç altında yaşamaya mahkûm kılınmıştı. Bir müddet sonra da DTP’nin kapatılma davası, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik girişimler, DTP bürolarına yönelik saldırılar gelişmişti.

Sınır ötesi operasyona izin veren tezkerenin geçmesi, 5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesi, hemen ertesi günü Medya Savunma Alanları’nda Amerikan keşif uçaklarının istihbarat toplaması, 16 Aralık’ta Kandil’den Zap’a dek tüm alanlara yönelik hava bombardımanı tansiyonu oldukça yükseltmiş, imha dışında herhangi bir yol bırakılmamıştı. 

Şüphesiz bunun karşısında Kürt Özgürlük Hareketi de o zamana dek hazırlanan en kapsamlı direniş hamlesi olan Êdî Bese hamlesiyle bu imha saldırılarına cevap vermek istemişti. Bu direniş Kürdistan gerillalarının Oramar eylemiyle büyük güç kazanmış, Türk ordusunun Gabar’da aldığı büyük darbe ardından adeta şok yaratmıştı.

Zap operasyonuna böylesi bir süreç sonucunda gelinmiş, adeta bir ölüm kalım savaşının yaşandığı zamana denk gelmişti. Türk ordusu hem PKK’nin bahar hamlesini engellemek hem de gerillaları hazırlıksız yakalama amacıyla operasyonu kış sonuna denk getirmesiyle avantaj elde edeceğini düşünmüştü. 20 Şubat günü tüm gün süren hava bombardımanı ardından Türk ordusu 21 Şubat sabahı kuzeyden 3 cephe şeklinde güneye inmek, güneydeki yerleşkelerinden de ağır, zırhlı araçlarla Zap’ı kuşatmaya almak istemişti. Güney Kürdistan’da bulunan askeri üslerindeki hareketlilik halkın direnişiyle boşa çıkmış, daha ilk gün darbe almıştı. Gerillalar da Çiyayê Reş mıntıkasında binlerce askeri durdurmuştu. Üçüncü gün Çemço-Şamke hattından ilerleyen ikinci ordu kolu da durdurulmuş, dördüncü gün ise Şikefta Birîndara hattındaki ordu birliği sıkıştırılmıştı. Daha beş gün dolmadan Türk ordusu güneye girdiğine pişman olmuş, çıkış yolları aramaya başlamıştı.

Tüm devlet yetkililerini adeta şoke eden bu gelişme Türkiye siyasetinde şüphesiz bir dönüm noktası olmuştu. Yok, etme, bitirme hedefiyle yola çıkan ordu Ankara’da geri çekilmeyi, yani kaçmayı bir başarı olarak ilan etmişti. Milliyetçi cephe başta olmak üzere tüm ırkçı, şoven kesimler orduyu yerden yere vurmaya, bu harekâtın sorumluluğunu üstlenen hükümete da hesap sormaya başlamışlardı.

Operasyonda Türk Kara Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan İlker Başbuğ’un bugün terör örgütü kurmakla suçlanması da içinde olmak üzere son yıllarda Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalardan onlarca generalin, subay ve askerin yargılanması şüphesiz ordunun Zap’ta aldığı yenilginin bir sonucuydu. Her ne kadar Erdoğan hükümeti askeri vesayeti bitirme olarak adlandırdığı bu sürecin başarısını kendi hanesine yazmaya çalışsa da bu duruma yol açanın gerillaların başarısı olduğu ortadadır. 

Bunun dışında tabii ki operasyonun farklı sonuçları da vardı. Kürt halk önderinin zehirlenmesi olayının açığa çıkması ardından Kürt halkının bağımsız bir heyetin incelemelerde bulunmak üzere İmralı’ya gitmesi talebi ardından adaya heyet gönderen CPT, aylarca açıklamaktan kaçındığı raporunu hemen operasyon ardından açıklamak zorunda kalmış, zehirlenme olayını doğrular tarzda belirlemelerde bulunmuştu. Yine çeşitli bahanelerle yaptırılmayan avukat ve aile görüşleri operasyonda alınan yenilgi ardından düzenli bir periyot izlemişti.

Yine operasyon öncesinde aşiret reisi, korucular gibi tanımlamalarla hitap edilen Güney Kürdistan parti liderleri Türkiye tarafından tanınmak, federe Kürdistan bölgesi üzerindeki politikalar değişmek zorunda kalmıştı.

Tabii en önemli sonuç olarak Kürt halkı arasındaki ulusal birlik ruhunun gelişimin göstermek yanlış olmayacaktır. Zap operasyonu tüm Kürtlerle Türk devleti arasındaki bir savaş olarak yaşanmıştı. Güney halkının Türk tanklarını durduruşu, diğer üç Kürdistan parçasındaki refleksler bu birlik ruhunun temellerini atmıştı. Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikasına araç kılınmaya çalışılan Zap operasyonunda gerçekleştirilen direniş korunanın salt Kürdistan gerillalarının, HPG’nin anakarargahı olmadığını, tüm Kürt kazanımlarının korunması savaşı olduğunu göstererek Kürt birliğinde önemli bir aşama, dönüm noktası rolü oynamış oldu.

Şüphesiz bu operasyonun daha birçok direk ve dolaylı sonucu da oldu. Askeri, siyasi, diplomatik, ekonomik sonuçları da ayrıca değerlendirilmeyi gerektiriyor. 

Kürdistan gerillalarının yenilmezliğini ispatlayan Zap direnişi bir dönemin imha ve inkâr sistemine karşı büyük bir başarının adı olarak tarihteki yerini koruyacak gibi görünüyor. Bunun karşısında operasyona neden olan zihniyetin değişmediğini, her yeni gün daha farklı yöntemlerle inkâr ve imha amaçlı saldırıların geliştiğini de unutmadan eklemek gerekir. Bu anlamıyla Zap direnişi halen sürüyor ve 2012 yılı içinde bu direnişin son hamlelerinin geleceğini bekleyebiliriz…

Umut Yeniçağ

Hiç yorum yok: