30 Aralık 2011 Cuma

Kürkçü: Katliamın Bedelini Ödetmeyen Namert Olsun

Roboski Köyü'nde gerçekleştirilen katliamı protesto gösterisinde konuşan BDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, 'bütün yaşananların bedelinin ödetileceğinin vurgusunu yaparak, "Ödetmeyen namert olsun. Bu işin hesabı soruluncaya kadar dur durak yok" dedi. Kitlenin sık sık "Bijî Serok Apo" sloganı atması üzerine de Kürkçü, "Evet, çok doğru söylüyorsunuz. Bijî Serok Apo, bunu sırf bir slogan olarak söylemiyoruz" diye konuştu.

Uludere'de gerçekleştirilen katliama tepkiler devam ediyor. Mersin'de ise Akdeniz İlçesine bağlı Güneş Mahallesi'nde bulunan Akdeniz Belediyesi Sosyal Tesisleri önünde bir araya gelen binlerce kişi, "PKK intikam", "Bijî Serok Apo", "İntikam, intikam" sloganları eşliğinde BDP Akdeniz İlçe binasına kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Yürüyüşe BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, BDP PM Üyesi Mehdi Aslan, BDP Örgütlenmeden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Fatma Kurtulan, Mersin İl Eşbaşkanları Musa Kulu ile Aynur Aşan katıldı.

Yürüyüşte PKK bayrakları ile sarı, kırmızı ve yeşil flamalar, katliamın fotoğrafları taşındı. Akdeniz İlçe binası önünde ilk olarak kitleye seslenen Aşan, "Siz bombalayabilirsiniz, kimyasal da atabilirsiniz. Katliamlar da yapabilirsiniz ama Kürt halkı iradesinden, siyasetçilerinden ve önderleri Abdullah Öcalan'dan asla vazgeçmeyecektir" şeklinde konuştu. Ardından konuşan Musa Kulu ise, "Kürt halkını bombalayacaklar önceden de öyle yaptılar. Öldürmeye de devam edecekler. Ama biz direneceğiz. Biz kazanacağız" dedi.

BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü de, Kürt halkının söylenen yalanlarla başa çıkacağını belirterek sözlerine şu şekilde devam etti: "Dünyanın tüm uluslararası barış kuruluşlarını Türkiye'ye davet etmek istiyoruz. Bölgeyi ziyaret edip gerçeği ortaya çıkarsınlar. Bu onların görevidir. 35 insanı ortadan kaldırdılar. Uluslararası kuruluşları ve Meclis'teki tüm partileri bir komisyon kurmaya ve burada çalışmaya davet ediyoruz. Hakikatleri ortaya çıkarmak için çalışmaya davet ediyoruz. Bu komisyonu reddedenler katildir. Hükümet ordunun denetimini halk adına takip etmektir. Bunları denetlemeyecekse kendini lağv etsin daha iyidir. 3 Ocak'tan itibaren Meclis'e getireceğimiz konu budur. Devletin halkına karşı katliamı araştırılacaktır. Halkına karşı suç işlediği için yargılanacaktır. Ya hükümetin kendisi yapar ya da biz yaptırırız."
Bütün yaşananların bedelinin ödetileceğinin vurgusunu yapan Kürkçü, "Ödetmeyen namert olsun. Bu işin hesabı soruluncaya kadar dur durak yok. Yeni katliamlarla önümüzü kesmeye çalışabilirler, arkadaşlarımızı hapsetmeye devam edebilirler. Ama biz yılmayacağız. Öfke baldan tatlıdır. İntikam soğuk yenen bir yemektir. Düşüne taşına dedik, bize yapılan kötülüklerin hesabını en iyi nasıl alabiliriz? Kötülüklerin hesabını almanın en iyi yolu bunların hakimiyetini kaldırmaktır. Türkiye'nin tüm ezilen güçleriyle bir araya gelmektir" dedi. Yaşanan zulmü unutmayacaklarını belirten Kürkçü, "Bu ülkenin tüm sokakları, tüm meydanları, meclisleri bu katliamın kınandığı yerler olacaktır" dediği esnada kitle "Bijî Serok Apo" sloganlarını attı. Bunun üzerine Kürkçü, "Evet, çok doğru söylüyorsunuz. Bijî Serok Apo, bunu sırf bir slogan olarak söylemiyoruz. İmralı/dan Kürt halkına ve tüm Türkiye halklarına yapılan açıklamalar, gösterilen yol halkların kardeşliği ve ortak mücadelesidir. Onun için bijî, onun için, onun için" dedi. Yapılan konuşmaların ardından etkinlik sona erdi.

Öldürülenlere ‘Sivil’ Bile Diyemeyen Bir Medyanın Mensubu Olmak

Koray Düzgören


Gazetecilikte tam 45’inci yılıma giriyorum. Bu zaman dilimi içinde Türkiye’de meydana gelen hemen her olayın tanığıyım.

27 Mayıs darbesi öncesi ve sırasında henüz ortaokul öğrencisiydim ama o dönemden başlayarak, 12 Mart, 12 Eylül darbelerini, katliamları, katliamlardan sonra ilan edilen sıkıyönetimleri, onların ardından gelen olağanüstü halleri, 28Şubat darbesini, çeşitli darbe girişimlerini ve hep birlikte yaşadığımız daha nice olayları, baskının her türlüsünü, hayatımızın her alanına yerleşen şiddeti, ifade ve basın özgürlüklerine getirilen yasakları, medyadaki genel ve özel sansür uygulamalarını yaşamış ve bunlara bedeller de ödeyerek karşı çıkmışve çıkmaya devam eden bir gazeteciyim.

Bu süre içinde medya ile de ilgili çok şey gördüm ve yaşadım.

Zaten ifade ve basın özgürlüğünün birçok baskıcı, evrensel değerleri hiçe sayan ve özgürlükler karşıtı yasa ve uygulama ile sınırlandırıldığı, bu konularda bir çok sorunun bulunduğu ülkemizde gazeteciliğin çok zor süreçler içinden geçtiğini ve sayıları her zaman çok az da olsa gerçeği ortaya çıkartmaya çalışan gazetecilerin böyle dönemlerde çalışma koşullarının daha da ağırlaştığını, hatta bu gibilerin her zaman ‘bedel ödeyenler’ olduğunu biliyoruz. Cezaevlerinde bulunan gazeteci,yazar ve yayıncı arkadaşlarımı burada anmadan geçemeyeceğim.

Türkiye’de gerçeklerin ortaya çıkartılmasına çalışmaktan daha zor bir iş olduğunu sanmıyorum.

Buna rağmen bugün ( 29 Aralık 2011) sabah saatlerinde, önce internet sitelerine düşen daha sonra TV haberlerine de yansıyan Şırnak civarında, sınır bölgesinde Kürt köylülerinin savaş uçakları tarafından bombalanması olayını izlerken duyduğum umutsuzluk ve acıyı daha önce hiç bu kadar derinden hissetmemiştim.

Olayla ilgili gelişmeleri internet sitelerinden, Kürt ve dünya medyasından izledikten sonra Türkiye televizyonlarında üç kanalın Türkiye saatiyle 13.00’de verdikleri öğlen bültenlerini karşılaştırmalı olarak seyrettim.

Kelimenin tam anlamıyla utanç duydum.

İnternet sitelerinde olayın veriliş tarzına bakınca ve benzer olaylarda TV kanallarının gösterdikleri devlet ve hükümet yanlısı militarist refleksleri bilen biri için televizyonlardaki haberlerin gerek içerik gerekse sunuluşlarının fazlaca sürpriz olmaması gerekirdi.

Ayrıca, Türkiye medyasının zaten uzunca bir süredir gerçekleri olanca yalınlığı ile ve her boyutuyla inceleyerek, doğruluğunu değişik kanallardan kontrol ederek vermek, sadece devlet ve kurumları değil, olayın taraflarını da dikkate almak gibi bir yaklaşımının olmadığını tabii ki biliyorum.

Türkiye medyası oldum olası zaten kendisini devletin, kurumların, hakim güçlerin ve çıkar çevrelerinin medyası olarak görüyor. Bu da bilinen bir gerçek.

Medyanın genel anlamda bağımsız ve bağlantısız olmadığı bir gerçekken böylesine önemli olaylarda Türkiye medyası aracılığı ile gerçeklere ulaşmak çok uzun bir zamandır okurlar ve izleyiciler açısından neredeyse imkansız bir şey.

Gazetecilik meslek etiği, dürüstlük, insan haklarına, özgürlüklerine ve onuruna saygı ise çoktan bırakılan mesleki ilkelerin başında geliyor.

Ama bütün bunları bildiğim halde bu üç televizyonun öğlen kuşağı haberlerine baktığımda dediğim gibi yine de utanç duydum.

Gazeteciliği böylesine utanç duyulacak ve yukarıda sözünü ettiğim dönemlerde bile örneği az görülen boyutlarda bir bülten sunuculuğu işine çevirmekten hiç rahatsızlık duymayan bir takım insanlarla aynı meslekten olmaktan utanç duydum.

Tabii asıl utanç duyması gerekenler onlar.

Her sabah izleyenlerin karşısına haber toplantılarıyla çıkıp boy gösteren ve sanki gazetecilik yapıyormuşçasına rol kesenler de onlar.

İzleyenler nasılsa görmüştür ama yaptıkları özetle şuydu:

İsimlerini vermemde hiçbir sakınca yok; Haber-Türk, NTV ve CNN Türk televizyonlarını, benzer hatta aynı haberleri vereceğini tahmin ettiğim için aynı anda, zaplayarak izledim.

Sadece haberin verilişine bakarak Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü konusunda neler olduğunu ve medyanın bu olayda nerede durduğunu anlamak çok kolay.

Haberi,“Olayda 30’dan fazla insanın öldüğü” şeklinde veriyorlardı.

Buna da şükür diyenleriniz vardır mutlaka.

Ama konuşu: Öldürülenler PKKlı olsa zaten haberlerini, ortalığı sarsacak derecede sansasyonel başlıklarla en hafifinden, “Türk jetleri PKK’li teröristleri vurdu” gibisinden başlıklarla donatırlardı, “Flaş Flaş Flaş” diyerek sevinçten yeri göğü inletirlerdi.

Ama ölenlerin PKK’li olmadığı o kadar belliydi ki...

Bir kere cesetlerde ya da ceset parçalarının hiçbirinde herhangi bir silah, askeri bir techizat ya da giysi bulunamamıştı.

Daha bir sürü belirti vardı ölenlerin, öldürülenlerin PKK’li olmadığını anlamak için. Türkiye medyası bile bu insanlara PKK’li diyememişti. En ufak bir belirti bile bulsalar öyle bir derlerdi ki!

O nedenle“maalesef” PKK’li diyememişlerdi. Öyle de diyebilirlerdi. Türkiye medyasının yalan söylemek konusunda hiç zorlanmadığını biliyoruz.

“Yalan söyle izi kalsın” Türkiye medyasının ne zamandır kullandığı yeni etik ilkelerinden biridir.

Nitekim olayı değil de olaya ilişkin olarak verdikleri Genelkurmay bildirisini haber olarak verdiler. Bu açıklamada da bir sürü tevil, dolambaçlı ifade ve yakıştırmaya rağmen bu insanların PKK’li oldukları belirtilemiyordu...

Peki kimdi ölenler?

İnsandılar...

Onu anladık. Kimdi bu insanlar?

Bu insanlara gazetecilik dilinde ‘sivil’ deniyor.

Haber dilinde, hani tıpkı sık sık Pakistan ve Afganistan’da NATO uçaklarının‘yanlışlıkla’ bombaladığı gibi adı geçen insanlara ‘sivil’ deniyor.

Bu insanlara çok sonraları, artık olay tevil götürmez bir şekilde ortaya çıkmaya başlayınca önce hükümet, arkasından onlar yani medyamız, ‘sivil’ demeye başladı. Ama önce değil.

Netice olarak Türk savaş uçakları Kürt sivilleri öldürmüş oluyor PKK’li diye. Haberin aslı bu.

Nitekim bu insanlar illegal bile sayılamayacak sınır ticareti (Çünkü yerel devlet otoritelerinin, jandarmanın vb. bilgisi ve işbirliği olmadan kimse öylesine tehlikeli bir bölgede o otoritelere haber vermeden ne kaçakçılık, ne ticaret falan yapamaz. Bunu ancak o bölgeyi iyi bilenlerle bu gerçeği öğrenmeye istekli olanlar bilebilir) ile geçimlerini sağlamaya çalışan ve içlerinde korucu yakınları da olan köylüler.

Gerçek buyken Türkiye medyasının ana haber kanalları bunu izleyicilerinden gizleyebilmenin ya da olayı hafifletebilmenin cansiparane militanlığını yapmaya çalışıyorlardı. Kavramlarla, gazeteciliğin en temel ilkeleriyle oynayarak.

Öyle bir havadaydılar ki, besbelli tepelerinde öyle bir otorite -ne olduğunu çok iyi biliyoruz artık- vardı ki... Onun istediği tarzın ve üslubun bir milim dışına çıkmamak için spikerlere baktım, zavallı bir çaba içindeydiler.

İşte ben bu kadar bağımlılığı, bu kadar fütursuzca gazetecilik ilkelerini çiğnemeyi ve bu uğurda bu kadar sadakati hiçbir dönemde görmedim desem yanlış söylemiş olmam.

Korkuyu diyemeyeceğim kusura bakmayın. Burada olsa olsa çıkarlarından olmamak, bulundukları mevzileri elden kaçırmamak, gözden düşmemek ve siyasal otoritenin hışmına uğramamak için gazetecilik yapmaktan vazgeçmiş bir topluluk var karşımızda.

Türkiye medyasının ana organlarına baktığımızda bunu net olarak görüyoruz. Milliyetçi, devletçi, militarist, şiddet bağımlısı alt yapıdan da destek alarak bilerek ve isteyerek yapılan bir medyatik cürüm söz konusu.

Bu cürümü yani gazetecilik ihanetini anlatmaya devam edelim:

Haberin ana başlığından sonra haberin veriliş tarzı daha da vahimdi.

Olayı anlatmak, yalan yanlış da olsa önce olayı vermek, sonra açıklamalara ve artık ne varsa malzeme olarak onlara yönelmek yerine bizimkiler habere neyle başlamış olabilirler?

Tabii ki Genelkurmay’ın bildirisiyle.

Öyle ki, haber daha ortada yok. Kanalın birinde Diyarbakır muhabiri orada bekletiliyor. Ondan, yani belki de haberin aslını verecek olan muhabirden birşey alınmadan Genelkurmay bildirisi veriliyor.

Tıpkı sıkıyönetim dönemlerinde olduğu gibi.

O dönemlerde de olayın kendisi haber olarak verilmezdi. Olayı, sıkıyönetim bildirilerinden ya da 12 Eylül döneminde Kenan Evren’in ve diğer generallerin o olaya ilişkin nefret ve şiddet saçan açıklamalarından öğrenirdik.

Burada da öyle oldu. Önce Genelkurmay bildirisi, ardından Şırnak Valisi’nin bildirisi, muhtemelen daha sonra bakanların, hükümetin bildirileri falan da devreye girmiştir ya da girecektir ama haberin aslı, yani sivillerin PKK’li diye vurulduğu rezaleti bilmiyorum ne zaman yansıyabilecektir bizim medyamıza? Yansıdığı zaman da nasıl yansıyabilecektir?

Haber verilirken resmi kaynakların dışındaki yerel kaynaklara, başka kaynaklara da başvurulabilecek midir? Hatta PKK kaynaklarına da bakılabilecek midir?

Yoksa özellikle de Başbakan Erdoğan’ın medya patron ve yönetmenlerine verdiği brifingden sonra, gazeteciliğin bu en basit ‘Önce olayı ver, sonra olayla ilgili gelişmeleri vermeye başla’ şablonundan dahi vaz mı geçilmiştir?

Artık hiç olmazsa şeklen de bir yayın organı oldukları gerçeğini bizzat inkar mı etmektedirler?

Kaldı ki bu kadar bildiri ve işin aslını saptırmak için yapılan onca resmi açıklama, oradan kalkıp PKK’ye yönelik ve olayın asıl sorumlusunun PKK ve hatta onu destekleyen Kürtlerin olduğuna ilişkin başka düzmece haberler, açıklamalar ve röportajlardan sonra işin özü, aslı ortaya çıksa neye yarayacak?

Bu haberler net bir şekilde şunu anlamamızı sağlıyor: Türkiye medyası savaş gazeteciliği yapıyor. Savaş gazeteciliği gazetecilik değil devlet propagandacılığıdır. Doğruyla ilgilenmez savaş destekçileri. Amaçları savaşa verilen desteği artırmak ve bu uğurda kendini feda edecek insan sayısını çoğaltmaktır.

Bunun adı Goebbels gazeteciliğidir. Goebbels gazeteciliği sayesinde yenilmiş ve her cephede gerileyen Alman ordusu, saflarına düşünmeden katılacak çocukları bulabildi.

Diğer taraftan, ‘ölenler insan değil, düşmandır’ bu propagandistlerin dilinde.

35 köylü öldürülüyor, Türkiye medyasında ölümlerin ardından görmeye alıştığımız ağıt, gözyaşı görüntüleri yok. Günahlarını almayalım, düşman demediler ama sivil ya da köylü demeye de dilleri varmadı.

Kürt meselesini çözmek için 1990’ların savaş ve şiddet yöntemlerine dönülmüş olması ve bu uğurda devam eden operasyonlar tartışılabilecek ve insanların ölmemesi ve ülkenin huzura kavuşabilmesi için bu meselenin barışçı yöntemlerle çözülebilmesi adına adımlar atılması konusu konuşulabilecek midir? Bu meseleyi bu şekilde dile getiren konuşmacılara, tartışmacılara konulan ambargolar, kısıtlamalar, yasaklar kaldırılabilecek, barışın ve demokratik çözümlerin savunuculuğunu yapanlar kendilerine bu kanallarda yer bulabilecekler midir?

Daha doğrusu bu kanallar ve diğer medya organları devletin ve militarizmin sözcülüğü yerine gerçek gazeteciliğe, yayıncılığa dönebilecekler midir?

Sorun aslında budur?

Ben şimdi o kanalların genel yönetmenlerinin, haber müdürlerinin vb. adlarını sayıp sorsam, “Bu haberleri böyle sunmaktan utanmıyor musunuz?” desem, inanıyorum ki hiçbirinin yüzü bile kızarmayacaktır.

Belli ki onlar mesleğe ve hayata ilişkin hesaplarını yapmış ve hedeflerini belirlemiş olmalılar: Bulundukları yerlerde mümkün olduğu kadar oturabilmek ve yaşamlarının bundan sonrasını sağlama bağlayarak belli bir refah düzeyinde kalabilmek...

Herhalde bu nedenlerle kendilerine gazeteci diyen bu kişilerin yaşama ilişkin yaklaşımlarında, gazeteciliğin temel kuralları, gazetecilik etiği ve en önemlisi insani bazı değerlerin bir karşılığının olmadığı anlaşılıyor.

Böyle demek zorundayız maalesef, bunun başka bir izah tarzını bulamıyorum.

Oysa medya tarihi bu gibi gazetecileri ve yayıncıları anımsamıyor bile. Medyanın hafızasında bunların yeri yok.

Medya hafızası, o kanalların haber masalarının çevresinde oturup gerçek gündemi gözardı etme, ters yüz etme, olmazsa yok etme simyacılığının keyfi ile günlerini sürenleri değil, gerçeklerin ortaya çıkabilmesi için mücadele ederek, baskılara, yönlendirmelere boyun eğmeden gerçekleri dile getirmeye çalışan ve bu uğurda bedeller ödeyen gazetecileri anımsıyor.

Anımsayacak da.

Diyarbakır'da Katliama Büyük Tepki

BDP Diyarbakır İl Örgütü tarafından yapılan protesto eylemine on binlerce kişi katıldı. Bütün engellemelere rağmen yürüyen kitleye seslenen BDP Milletvekili Nursel Aydoğan, "Amed halkı olarak Bakanı istifaya çağırıyoruz. Erdoğan bu katliamın hesabını tüm dünyaya vermeli" dedi. BDP Milletvekili Altan Tan ise, Kürtlerin direncinin Kemalistler, İsmet Paşa, Tansu Çiler, Süleyman Demirel tarafından kırılamadığını ifade ederek, "Siz de kıramayacaksınız" dedi. Açıklamanın ardından dağılan kitleye polis müdahalede bulundu. Olaylar devam ediyor.

Şırnak'ın Uludere İlçesi'nin Ortasu (Roboski) köyünde sivillere yönelik yapılan katliamı protesto etmek amacıyla Koşuyolu Parkı'nda on binlerce kişinin katılımıyla açıklama yapıldı. Olayı protesto etmek için sabah saatlerinden itibaren halk Batıkent Meydanı'nda toplanırken, alan polisler tarafından ablukaya alınarak, kitlenin meydana girişine izin verilmedi. Durumu protesto etmek için alana giren BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'a çevik polisler kalkanlarıyla müdahalede bulundu. Ardından polis kitleye müdahalede bulundu. Olayların başlangıcında ayrıca dün polisler tarafından ölümle tehdit edilen Arif Akkaya polis tarafından darp edildi. Olayların sakinleşmesiyle, BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, BDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Zübeyde Zümrüt'ün polislerle yapılan görüşmenin ardından on binlerce kişi Koşuyolu Parkı'na doğru "KCK", "PKK" bayrakları taşıyarak, "Katil Erdoğan", "Katil Devlet" sloganları eşliğinde yürüyüş yaptı.

Koşuyolu'na gelindikten sonra polisler "KCK" ve "PKK" bayraklarını gerekçe göstererek açıklama yapılmasına izin vermedi. Tekrar yapılan görüşmeler ardından burada açıklama yapıldı. BDP İl Eşbaşkanı Zübeyde Zümrüt on binlerce kişiye seslendiği sırada kitle sık sık konuşmayı "PKK intikam" sloganları ile kesti. Zümrüt, Başbakan'ın demokrasi adına Halepçe'yi yaşattığını söyleyerek, "Demokrasi sizlerin ağzına yakışmayacak kadar anlamlı ve kutsaldır. Demokrasiyi ağzınıza alarak kirletmeyin" dedi. Fethullah Gülen'in Kürtlere yönelik yapmış olduğu beduaları hatırlatan Zümrüt, "Fethullah Gülen, yakın, yıkın, tutuklayın fetvasını verdi. Bunun üzerine 35 Kürt genci vahşice ve acımasızca planlı bir şekilde katledildi" diye konuştu.

ERDOĞAN BU KATLİAMIN HESABINI VERMELİ

Zümrüt'ün ardından konuşan BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, Roboski Köyü'nde yapılan katliamı protesto eden kitleye teşekkür ederek, "Katliamı protesto eden direnişçi Amed halkını selamlıyorum. Katliamcıları şiddetle kınıyorum" dedi. 35 kişinin ölümüne neden olan askeri operasyonları yapanları yargılama cesaretinde olan savcıları göreve çağırarak, "Savcılar bu yaşanan katliamı ortaya çıkarın. Çıkarın ki bir daha böyle bir katliam yaşanmasın" diye konuştu. Demokrasi ile yönetilen dünya ülkelerinde böyle bir olayın yaşanması durumunda İçişleri Bakanlarının anında istifa edeceğini belirten Aydoğan, "Bakıyoruz Türkiye'nin İçişleri Bakanından ses seda yok. Amed halkı olarak bakanı istifaya çağırıyoruz" şeklinde konuştu. Diyarbakır'da kalkan savaş uçaklarının sınırdan geçen kişilerin sivil olduğunu bildiğini söyleyen Aydoğan, "Erdoğan bu katliamın hesabını tüm dünyaya vermeli" diye konuştu.

Aydoğan, Roj Tv ile Dicle Haber Ajansı'nın (DİHA) olayın ilk saatinden yayın yaptığını söyleyerek, "Bu yayınlar olmasaydı kimse katliamı duymayacaktı. İşte bu yüzden özgür basına baskınlar yapıldı. Gerçeklerin yayınlamasını istemedikleri için tutuklamalar yapıldı. Roj Tv'ye bunun için dava açıldı" dedi. Kürt sorununun muhatabının PKK Lideri Abdullah Öcalan olduğunu söyleyen Aydoğan, "Çözümün muhatabı Sayın Öcalan'dır. Masadadır" ifadesinde bulundu.

KÜRTLERİN DİRENCİNİ KIRAMAZSINIZ

BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ise, Kürtlere uygulanan katliamların bitmesini istedi. Dün BDP'ye yönelik müdahaleyi hatırlatan Tan, "Ateşe benzin dökmek istemiyoruz. Çözüm istiyoruz. Benzini dökenlerin elini kıracağız" diye konuştu. Kürt halkının yüzyıldır direndiğini, direncinin hiç kimsenin kıramayacağını söyleyen Tan, "Kürtlerin direncini, Kemalistler, İsmet Paşa, Tansu Çiler, Süleyman Demirel kıramadı. Siz de kıramayacaksınız" şeklinde konuştu. Devlete seslenen Tan, "Bırakın Kürtler ölülerine ağlasın. Bunu bile yapmanız bir onurdur. Ama yok izin vermeyiz deyip engellerseniz. Kürt sorunu derinleştirirsiniz. AKP'nin yandaş medyası en küçük haberi flash olarak verirken, Roboski Köyü'nde yaşanan katliamı 12 saat aradan sonra verdi" diyerek tepki gösterdi.

Konuşmaların ardından dağılan kitleye polis gaz bombaları ve tazyikli su ile müdahale etti. Kitle AKP İl binası önünden geçtiği esnada, binayı taşlamaya başladı.

Öte yandan BDP İl Binası önünde bir araya gelen binlerce genç polislerle çatışmaya devam ediyor. Ortalığın savaş alanına döndüğü olay yerine çok sayıda çevik kuvvet polisi sevk edilirken, BDP İl binası adeta kuşatıldı. Sabah saatlerinden itibaren bir helikopterler ise sürekli Diyarbakır üzerinde uçuşlar yapıyor.

ANF NEWS AGENCY

3 Kente Katliam Protesolarında Çatışma

Muş, Başkele ve Diyarbakır’da Roboski Katliamını protesto eden onbinlerce kişiye polis gaz bombaları ile saldırdı. Çok sayıda kişi yaralanırken BDP Milletvekili Altan Tan’da polis tarafından tartaklandı. Polis saldırısı ardından başlayan çatışmalar devam ediyor.

Muş’ta Roboski Katliamını kınamak için belediye binası önünde toplanan binlerce kişi, İstasyon Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçti. Polis yürüyüşe geçen binlerce kişiye, gaz bombaları ve tazyikli su ile saldırdı. Halkın karşılık vermesi üzerine başlayan çatışmalar devam ederken, polisin attığı gaz bombasının yüzüne isabet etmesi sonucu yaralanan bir kişi Muş Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Kentteki olaylar sürüyor.

BAŞKALE’DE ‘KATİL ERDOĞAN’ SLOGANLARI YÜKSELDİ


Van’ın Başkale İlçesi’nde Roboski Katliamı düzenlenen bir yürüyüşle kınandı. BDP İlçe binası önünde bir araya gelen ve aralarında BDP yöneticileri ve belediye meclis üyelerinin bulunduğu kalabalık grup ellerinde katledilen 35 köylüyü simgeleyen 35 gülün üzerinde bulunduğu siyah bezle çarşı merkezinden Saruhan Caddesi'ne kadar yürüyüş düzenledi. Burada açıklama yapan BDP İlçe Başkanı Derviş Polat, yaşanan katliamı kınayarak, katliamın AKP ve Fethullah Gülen koordinatörlüğünde gerçekleştiğini söyledi. Kürt halkının asla yaşanan katliama sesiz kalmayacağını dile getiren Polat, olayın sorumlularının ortaya çıkarılıncaya kadar alanlarda olacaklarını dile getirdi.

Yapılan açıklamadan sonar kitle, "İntikam", "Bijî Serok Apo", "Katil Erdoğan" sloganlarını atarak BDP İlçe binasına doğru tekrar yürüyüşe geçti. Yürüyüşe geçen kitleye polis gaz bombası ve tazyikli suyla saldırdı. Polisin saldırısına gençler taşlarla karşılık verdi. Olaylarda yüzüne gaz bombası isabet eden Fesih Erez isimli kişi yaralandı. Yaralanan Erez, Başkale Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alındı. Olayların sürdüğü ilçede aralarında bir çocuğun da bulunduğu 5 kişi gözaltına alındı. 16 yaşından küçük bir çocuğun ise polisler tarafından tartaklanarak gözaltına alındığı görüldü.

POLİSLER MİLLETVEKİLİ ALTAN TAN’A SALDIRDI


Diyarbakır'da Batıkent Meydanı'nda yapılacak protestoya katılan halk da polis saldırısına maruz kaldı. Sabah saatlerinden itibaren BDP İl binası önünde toplanmaya başlayan kitle Hatboyu Caddesi üzerinde bir araya gelerek Batıkent Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Valilik kararıyla meydana girişlerine izin verilmeyen kitleye polis gaz bombaları ile saldırdı. Saldırı ardından yaşanan çatışmalar sırasında polis BDP Milletvekili Altan Tan’ı tartakladı.

ANF NEWS AGENCY

Uludere-Roboski'de Katledilenler Toprağa Verildi

Roboski'de hayatını kaybeden 35 Kürt köylünün cenazeleri toprağa verildi. 30 bini aşkın kişinin uğurladığı 35 katledilen Kürt, Güzelyazı Köyü'nde yan yana açılan mezarlarda toprağa verildi. Cenaze sırasında konuşan Ahmet Türk, Selahattin Demirtaş katliama tepki gösterirken, yurttaşlar da bombalanan köylülerin cenazelerini görünce AKP'ye öfke kustu.

Şırnak'ın Uludere (Qileban) İlçesi'ne bağlı Ortasu (Roboski) Köyü'nde TSK'ye ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucu katledilen 35 köylünün cenazelerini taşıyan cenaze araçlarına eşlik eden binlerce araç, Güzelyazı Köyü'ne vardı.

"KATİL ERDOĞAN, PKK İNTİKAM" SLOGANLARI

Cenazede konuşan Ahmet Türk, "Bu soykırım değil de nedir" diye sorarken, Selahattin Demirtaş da, "Türk medyası büyük bir kahramanlıkla burada yapılan katliamı saklamıştır. Eğer böyle bir acıda ortaklaşmayacaksak, 'yaşanan acı Kürdün acısıdır' deniliyorsa asıl bölücülük şu anda olmuştur" diye konuştu.

Gülyazı Köyü girişinde duran cenaze araçlarından kesk û sor û zer flamalarına sarılı 35 yurttaşın tabutları omuzlara alındı. 30 bini aşkın yurttaşın katıldığı cenaze töreninde PKK lideri Abdullah Öcalan'ın fotoğrafları taşınırken, bir kilometre uzaklıktaki mezarlığa yüründü. Yürüyüş boyunca "Katil devlet hesap verecek", "Katil Erdoğan", "PKK intikam" ile PKK Lideri Abdullah Öcalan lehine sloganlar atılırken, mezarlıkta da cenazeler alkışlar ve kadınların yaktığı ağıtlarla karşılandı. Cenazelerin toprağa verilmesi esnasında aileler Türk devleti ve AKP hükümetine tepkiler yağdırırken, yakılan ağıtlar duygulu anlar yaşattı. Ailelerin çocuklarının cenazelerinden bir türlü ayrılamaması ve onlarla birlikte kazılan mezara girmeleri ise yürek dağlattı.

Bombardıman esnasında cenazesi paramparça olan 15 yaşındaki Aslan Encü'nün vücut uzuvları cenaze torbasıyla toprağa verildi. Yurttaşlar, "Bunun adı ölüm olmaz bu bir vahşettir" diyerek tepki gösterdi. Ayrıca kadınlar defin işlemi sırasında ellerinde kına tepsisi taşıdı.

Cenaze törenine BDP Eşbaşkanları Gültan Kışanak, Selahattin Demirtaş, DTK Eşbaşkanları Aysel Tuğluk, Ahmet Türk, BDP'li milletvekilleri, BDP'li il, ilçe ve belde belediye başkanları BDP yöneticileri, PM ve MYK üyeleri, KESK, DİSK, Türkiye Barolar Birliği, MAZLUMDER, Türk Tabipler Birliği Genel Merkez yöneticileri, İHD yöneticileri ile sivil toplum örgütü temsilcilerinin yanı sıra Federal Kürdistan Bölgesi'nden Mesut Barzani'yi temsilen Azad Goyî ve beraberindeki heyet de katıldı.

TÜRK: SOYKIRIM DEĞİLSE, NEDİR?

DTK Eş Başkanı Ahmet Türk de cenazede yaptığı konuşmada, "yapılan bir soykırımdır" dedi. Yıllardır sürdürülen baskılarla birlikte Kürt halkının sessiz, haksız, hukuksuz bırakılmak istendiğini eden Türk, dünyaya, Türk devletine ve Erdoğan'a seslendi: "Bilsinler ki Kürt halkına baskılarla mücadelesinden geri adım attıramayacaklar. Soykırımdan bahsedenler bu soykırım değilse nedir. Soykırımdan bahsedilen nedir anlatsınlar bana. Sınırda mahsum köylülerin olduğu bilindiği halde, bombardımana tutularak 35 kişi şehid edildi. Esad'ı Kaddafi'yi eleştirenlerin bugün yaptıkları, Esad ve Kaddafi'nin yaptıklarını kat be kat geçmiştir. Onlar kendi halklarını bombardımana tutmuyorlar. Kaddafi ve Saddam'ı aratmayacak bu soykırım tarihte yerini bulacaktır. Başbakan Erdoğan da soykırımcı Başbakan olarak tarihte yerini alacaktır.

DEMİRTAŞ: PLANLI BİR KATLİAM


BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise, katliamın planlı olduğuna ve bunu ortaya çıkaracaklarına dikkat çekerek, "Bunun planlı bir katliam olduğu ortaya çıksın ki bir daha böyle bir alçaklık yapılmasın" dedi.

TÜRK MEDYASINA TEPKİ


Demirtaş, medyanın tutumunu da, şu sözlerle değerlendirdi: "Türk medyası da büyük bir kahramanlıkla burada yapılan katliamı saklamıştır. Eğer böyle bir acıda ortaklaşmayacaksak, 'yaşanan acı Kürdün acısıdır' deniliyorsa asıl bölücülük şu anda olmuştur. 35 kişi savaş uçakları ile bombardımana tutularak bedenleri paramparça edilmiştir. Bunun üzerinden 24 saat geçmiş Cumhurbaşkanı çıkıp bir başsağlığı dilemedi. Muhalefet taziye dileklerinde bulunmadı. Başbakan çıkıp 'ailelerin başı sağolsun' demedi. Bunlar 'sizin acınız sizindir' demiştir. Bilsinler ki Kürt halkı sahipsiz değildir. Parçalanan bedenleri ve cenazeleri hiçe sayanlar bilsinler ki bu ülkeyi bu gençler özgürleştirecektir. Bu ülkede böyle bir halk yokmuş gibi olayı dünya basınından saklayanların önünde, özgürlük mücadelesi dağlar gibi büyüyerek duracaktır."

'Bu ülkeyi siz böldünüz'

Sorumluların adil bir şekilde yargılanması isteniyorsa tanıkların, delillerin ve her şeyin ortada olduğunu sözlerine ekleyen Demirtaş, "Ama bırakın adil yargılamayı Başbakan halkın acısını bile paylaşmıyor. Bu ülkeyi siz böldünüz. Bu ülke delinmiştir. Bugün bundan bir kez daha emin olduk. Medya kuruluşlarına talimatlar vererek, gerçeklerin yansıtılmasını engelleyenler, 50 bin defa bu toprakları bombalayanlar, 50 bin defa bu halkı katliamlardan geçirenler bilsinler ki bu toprakların adı Kürdistan'dır, bu halkın adı da Kürttür. Bu gerçeği hiç kimse hiçe sayamaz" ifadesinde bulundu.

'Haberi yapmayanlar bilsin ki bu defter kapanmayacaktır'

Medyaya eleştirilerini sürdüren Demirtaş, "Bu katliamın haberini yapmayanlar bilsinler ki bu defter burada kapanmayacaktır. Sizi insanlık suçundan mahkum edinceye kadar mücadelemiz devam edecektir. Ulusal ve uluslararası bütün girişimleri sürdüreceğiz" şeklinde konuştu.

Demirtaş, AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik ve Erdoğan'ın BDP'yi provokatörlükle suçlamasına da tepki gösterdiği konuşmasını, şöyle sürdürdü: "Yapılan katliam ortadayken, utanmadan bizi provokatör olarak yansıtıyorlar. Ama halbuki halkın acısını paylaşmayanlar, valiler buraya gelerek, cenazeler birlikte defnedilmesin diye taziyeler birlikte kabul edilmesin diye aileleri tehdit etmişlerdir" diyerek, Şırnak Valiliğinin aileleri tehdit ettiğini açıkladı. Demirtaş, "Bizi tamamen kılıçtan geçirseniz bile bizi yok etseniz bile hiçbir şey kalmasa bile, senin kirli kanlı ellerin bizim de şanlı direnişimiz kalacaktır. Katliamın üstünü örtmeye çalışıyorlar ortada planlı programlı bir katliam var. Geri adım atan bizim adımıza namert olsun."

'KATLİAMI TEMİZE ÇIKARMA İŞİ BİR KÜRDE VERİLMİŞ!'

Kimsenin köyünü yakmadıklarını, dilini, kültürünü kimliğini yasaklamadıklarını söyleyen Demirtaş, Hüseyin Çelik'e de tepki gösterdi: "Bir halk kendi topraklarında özgürce yaşamak istiyor. Bunun karşısında duran faşizmdir katliamdır. Tarih şu dağlarda bir katliamı daha yazmıştır. Ne yazık ki bunu temize çıkarma işi bir Kürde yaptırılmıştır. AKP'li Kürt vekile yaptırılmıştır. Ankara'dan 'İş kazası' diye bu katliam bir Kürt tarafından temize çıkarılmaya çalışıldı. Bu utancı da tarih yazacaktır."

'ÖLÜLERİMİZ DE, YAŞAYANLARIMIZ DA EL ELE...'

Bombardımanda yaşamını yitiren iki çocuğun cenazesine ulaşıldığında el ele tutuştuklarının görüldüğünü anlatan Demirtaş, şöyle dedi: "El ele tutulmuş vaziyette cenazeleri çıkarıldı. İşte bu bize verilen bir mesajdır. Cenazeler el ele tutuşmuşsa eğer, dirilerimiz de el ele verecek bu topraklarda onurluca özgürce yaşayacağız."

Yapılan konuşmaların ardından kitle mezarlıktan ayrılırken, acılı aileler ise mezarlara kapanarak ağıtlarını sürdürdü.

ANF NEWS AGENCY

Türk Medyası: Devlet Kadar Irkçı, Hükümet Gibi Militarist

Türk egemen medyası, siyasi iktidarla ilişkisi ne olursa olsun, özellikle Kürt meselesine ilişkin bir olay meydana gelince, ırkçı, militarist, tahrifatçı, kör kimliğini bir refleks olarak hemen gösteriyor.

Uludere katliamı hakkında yazılacak, tartışılacak çok şey var. Bu konuların önemli bir kısmı son 2 gün içinde sosyal medyada (ki giderek 'yurttaş medyası' sıfatını hak etmeye başladı) yer aldı. Bir başka açıdan bakıldığında ise, yazılacak/ deşilecek çok fazla bir şey yok diyebiliyoruz. Çünkü katliamın her boyutu o kadar açık ve net ki...

29 ve 30 Aralık günleri medyanın hâki ya da yeşil renkli apoletli organlarını, özellikle de televizyon kanallarını ve internet sitelerini izlediğimizde ortaya çıkan manzaradan bazı tespitler:

* Genel Kurmay açıklama yapıncaya kadar haberi vermemek, bu medyanın olgular temelinde değil siyasi hiyerarşi temelinde hareket ettiğini gösteriyor. Apoletli medya, emir-komuta zinciriyle yayın yapıyordu, yapıyor, yaptı.

* Gazetecilik kafanın, varsa gönlünün ve bilincinin içindekini söze, yazıya, resme dökmek olmadığına göre, olaydan 24 saatten fazla geçmesine rağmen egemen medya, olayı izleyip aktarmak ve takip etmek için hiçbir muhabirlik/istihbarat faaliyeti göstermediğine göre, baştan bu kara lekeyi unutturmak, mümkünse yok saymak için şimdiden kolları sıvamış durumda.

* Katliamın çeşitli unsurları ortaya çıktıktan, hatta Hüseyin Çelik'in yarım ağızla da olsa 'operasyon hatası'nı itiraf ettikten sonra bile, yandaş medyanın 'Hava kuvvetlerini MİT yanılttı' ya da 'Gediktepe sendromu' gibi yaklaşımları benimsemesi, yani katliamı mazur göstermeye çalışması, Kürt düşmanlığının, iktidar bağımlılığının en bariz örnekleri.

* Medyanın, askeriyeden özellikle de siyasi iktidarın sözcülerinden demeç-görüş alması gerekirken, tek açıklamayı, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'in ne sıfatla ve neden yaptığını bile sorgulamadı. Üstelik, Çelik, 'Son sözü idari ve adli soruşturmadan sonra söylemek gerekir' demesine rağmen, olayın kasdi olmadığını, 33 Kurşun hadisesine benzetilmemesi gerektiğini söyledi. Neden ki? Hani adli ve idari soruşturma bitmeden kesin yargıya varılmayacaktı... Ya bu soruşturma sonucunda (çıkmaz ya) olayın planlı ve kasıtlı olarak organize edildiği ortaya çıkarsa?

* Arkaplan bilgi (Background information), bir haberi zaman ve mekan boyutunda konumlandırmak açısından en önemli bilgi demeti. Bizim egemen medyada bu konuda tek satır yok. Oysa ki mesela CHP Dersim milletvekili Hüseyin Aygün, 90'lı yıllarda bu tür çok sayıda operasyon yapılmış olduğunu hatırlatıp bunların teşhir edilmediğini/deşilmediğini açıkladı. Arşivler bu konuda yeteri kadar zengin. TSK ilk kez, kendi deyişiyle 'operasyon hatası' yapmıyor ki

* Türk egemen medyasının şiddet konusunda, eskiden beri, tek yanlı bir şekilde TSK şiddetini överken, sadece karşı şiddete karşı çıkma iki yüzlülüğü bir kez daha iflas etti.

Her şeyden önemlisi, Uludere katliamının Türk egemen medyası tarafından izlenip aktarılma yöntem/biçim/yaklaşımını, mesela Bingöl'de 33 askerin vurularak öldürülmesi ya da iki ay önce PKK'nin Çukurca saldırıları ile kıyasladığımızda, bu medyanın açıkça ırkçı ve militarist bir kimlik taşıdığını bir kez daha gördük.

Öldürülenler Türk askerleri ya da siviller olduğunda, egemen medya Kürt düşmanlığı yaparak olayı en geniş boyutlarıyla işliyor, muhabirler hatta anchorman'ler olay yerine gönderiliyor, aynı cepheden görüşler alınıyor, onlarca yorum yazısı çıkıyor, onlarca fotograf yayınlanıyor, hükümet ve devlet yetkilileri demeç üstüne demeç veriyor ve konu medyanın neredeyse tek konusu olarak sayfa ve ekranları tıka basa kaplıyor. Propaganda bombardımanı bütün hızı ve gücüyle devreye giriyor.

Öldürülenler sivil Kürtler olduğunda ise, medya, olayı önce sessizlikle geçiştirmeye çalışılıyor, sonra mecburen Genel Kurmay'ın bildirisini yayınlıyor, ardından da olayın gerçek boyutlarını tahrif etmek ve önemini küçümsemek için elinden geleni yapıyor. Bu katliamı kınayan haklı protestolara karşı çıkıyor. Egemen medyanın Uludere katliamına verdiği yer ise neredeyse sıradan bir olaya verilen yer kadar. Çünkü olay devleti, AKP'yi, Kürt karşıtlarını zor sokan bir olay. İşin insani yanına şimdilik hiç girmiyorum.

Egemen medyanın eskiden bir panzehiri vardı: Yabancı medya. Şimdi bir engeli daha var: Sosyal medya. Böylesine büyük ve vahim boyutta bir olayı gizlemek hatta küçümsemek artık mümkün değil.

Sizin, sanatçıyı akademisyeni, şairi bile terörist olarak gören bir İç İşleri bakanınız varsa, (Şimdi neden sustu?), sizin 'Kürt kardeşlerim' diye nutuk atan bir Başbakanınız varsa, sizin 'Genel Kurmay siyasi iradenin emrindedir' diyen bir Genel Kurmay Başkanınız varsa ve Uludere katliamı gerçekleştiğinde ağızlarını bıçak açmamışsa, bu suskunluk bile tek başına suçluluğun tezahürü olsa gerek...

Bu arada 'Yetmez ama Evet' diyenleri, yandaş medyanın AKP hayranı kalemlerini burada bir kez daha saygı ve sevgiyle analım...

Ragıp DURAN

Kaynak: http://apoletlimedya.blogspot.com/

Fetullah Gülen Dosyası-2

Amerika'nın Ortadoğu'da 'ılımlı İslam' ve 'Yeşil Kuşak' projesi kapsamında destek verdiği Fethullah Gülen, 4 Eylül 1997 tarihli Zaman'da, şunları söylüyordu: "İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı'yla entegrasyon karşısında, Amerika'yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez."
 
ABD'ye ne kadar biat o kadar olanak

F. Gülen'in anatomisi ve Said-i Kurdî'nin sızlayan kemikleri -II-

Büyük çoğunluğu Müslüman olan Kürtlere Fethullah Gülen'in savaş ilan etmesi ve AKP iktidarına talimatlar vermesinin önemli dayanakları var. AKP iktidarı, ABD destekli Gülencilerle aşırı milliyetçi kesimin koalisyonudur. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın birçok kez Kürtlere 'onlar Zerdüşttür' demesi katli vaciptir anlamına getirmek istediği bir sır değil. Uygulamalarda zaten bu doğrultuda. Hitler'in Yahudi düşmanlığını, Gülen'in ise Kürt düşmanlığını salt politik analizlerle açıklamak yetersiz kalacağından buna birde psikolojik analizler ilave etmek lazım.

Otuz yıldır Kürtlerin ulusal demokratik haklarını vermek istemeyen ulus devletle F.Gülen aynı doktrinin ürünü. Fakat hak ve hukuka dayalı bu insani mücadelenin kanla bastırılmasında da farklı düşünülmüyor. Yöntem ve metodlar aynı; asimile et başarılı olmazsan sindir ve katlet. Tarih bize defalarca bu yöntemin başarılı olamayacağını göstermiştir.

A.Einstein, "aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuç almayı uman kişiye aptal denir" diyor demesine de İsmet Şerif Vanlı'nın dediği gibi ''beyinler ırkçılıkla zehirlendi mi aynı zamanda insan aptallaşır ve gerçeklik kör olur'' elbette. İşte bizim coğrafyada aynı şey sekseni aşkın yıldır tekrarlanıyor.

Bülent Ecevit dahil Türklerin Amerikancı liderleri sayesinde Fethullah Gülen'in Amerika'nın Ortadoğu'da 'ılımlı İslam', 'Yeşil Kuşak' projesi kapsamında CIA ile kurduğu köprü hep işlektir. Gülen, "başarısı"ndaki trendi aynı zamanda örgütün kuruluşuna harç koyan, 1960'lı yıllarda dönemin uzun süre başbakanlık yapan Süleyman Demirel'dir.

ABD ve 'Ilımlı İslam'

12 Eylül döneminde örgütlenme faaliyetleri katlanarak devam etmiştir. Gülen, 1986'da yakalanmışken onu İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı'nın elinden alan dönemin başbakanı Turgut Özal'dır. 

Gülen, en büyük gelişmeyi, ABD vatandaşlığı ve CIA görevliliği Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nce soruşturulan Tansu Çiller'in başbakan olduğu 1993-1997 yılları arasında yaptı.

Gülen, Çiller iktidarında epey güçlendi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terfi ve tayinlerine bile müdahale edecek güce ulaşmıştı. F.Gülen, bir orgeneralin kuvvet komutanı olarak atanmaması için hangi girişimlerde bulunduğunu bizzat kendisi 10 Ekim 1995'te basın toplantısında açıklamıştı.

ABD'nin "Project Democracy"si İslam ülkelerinde 'ılımlı İslam'ın geliştirilmesi ABD'nin laiklik zemininde yükselen ulusal devletleri tahrip etmesinin aracı olarak işlev görüyordu.  

Ilımlı sözcüğü, İslam fundemantalizminde bir ılımlılık değildi. Şeriat'ın koyu iktidarı için mücadele eden 'ılımlı İslam'cı örgütler, ABD yönetimine ve politikalarına karşı 'ılımlı' olmalıydı.

Pentagon tarafından müslüman ülkelerde 'ılımlı İslam' hareketinin öncüsü olarak sayılan F.Gülen, Zaman gazetesinin 4 Eylül 1997 tarihli sayısında, Batı ile ilişkiler hakkında şu değerlendirmeleri yaptı: "İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı'yla entegrasyon karşısında, Amerika'yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez."!!!

Gülen Gladio'nu hizmetinde

Gülen cemaati-örgütü, 12 Eylül Amerikancı darbesinin 'Türk İslam sentezi'ni resmi kültür politikası olarak benimsediği, yıllarda palazlandığını görüyoruz. Tarikatların "sivil toplum örgütü" olarak lanse edildiği, yeşil sermayenin önünün dizginsiz açıldığı koşullar hareketin kat kat geliştiği yıllardır. Devlet içinde örgütlenen Amerikancı paralel devletin doğrudan bir müdahalesi var. Gülen'in Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'nca yakalanmasına karşın aynı gün serbest bırakılmasıyla cezaevindeki ülkücü gençlerin gruplar halinde F.Gülen örgütüne intisap etmeleri aynı döneme rastlıyor.

Gülen salt bir alim olsaydı birçok devrimci demokratı katleden MHP'nin ve Gladio'nun tetikçileri Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı'larla ilişkisi olmazdı. 1980 öncesinde MHP'ye bağlı Ülkü Ocakları Derneği'nin Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Çatlı'nın 1996 yılında (Susurluk) Türkiye'de büyük yankılara yol açan bir trafik kazasında üst düzey bir emniyet mensubuyla birlikte ölmesiyle, Özel Harp Dairesi'nin yetiştirdiği Gladio tetikçilerini kamuoyu önüne çıkarmıştı.

Gülen, bu yıllarda cezaevindeki ülkücülere büyük maddi yardımlarda bulunuyor. MHP'nin ikiye bölünmesi, Muhsin Yazıcıoğlu'nun Büyük Birlik Partisi'ni kurmasında da Fethullah Gülen'in belirleyici rolü saptanıyor. BBP'nin militanları 1990 sonrasındaki bütün uluslararası etnik terör eylemlerinde rol alıyor: Kürdistan'dan Bosna'ya, Çeçenistan'dan Gürcistan'a, Azerbaycan'dan Keşmir'e şeriatçı terör örgütlere militan devşirme kaynağı haline geliyor.

Diyalog ve Moon Tarikatı

Ve Fethullah Gülen'in CIA ile ilişkilerini dinlerarası diyalog adı altında Moon Tarikatı'nın sağladığı söyleniyor. CIA denetiminde yürütülen bu faaliyetin ilk başarılı örneği 1951'de Kore'yi işgal eden ABD, Güney Kore'yi sömürgeleştirirken bir de Moon Tarikatı aracılığıyla Hristiyan tarikatı kurdu. Ve Güney Kore nüfusunun yüzde 40'ı, Budistlikten vazgeçip Hristiyan yapmayı başardılar. Bu Moon Tarikatı'nın (Birleştirme Kilise) önemli bir başarısıydı. Tarikat ABD'nin önemli dış dayanaklarındandır.

"CIA'nın kurduğu Kore CIA'nın Washington temsilcisi Albay Bo Hi Pak da, Moon Tarikatı'nın en güçlü ismi. CIA, Moon Tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Ligi'ni örgütledi. Türkiye'de kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri de, Dünya Anti Komünist Ligi'nin uzantıları. Moon Tarikatı, 1978'de, ABD'de bir Kongre soruşturmasına uğradıysa da etkisini yitirmedi. Reagan döneminde Irangate skandalında boy gösterdiğini görüyoruz. George W. Bush iktidarında Moon Tarikatı'nın sahibi olduğu Washington Timas gazetesi, neoconservatism(Yeni Muhafazakarlık) ve ABD saldırganlığının başlıca araçlarından biri oldu. F.Gülen'in Türkiye'de yayınlanan Zaman Gazetesi ile Washington Times arasında sıkı işbirliği artarak sürüyor." (Adnan Akfırat, Teori dergisi 1995)

İsrail ile ilişkinin ayırt ediciliği

Moon Tarikatının, Latin Amerika'daki askeri diktatörlüklerle, İsrail üzerinden kurduğu uyuşturucu ve terör bağı dikkat çekici. F.Gülen'in İsrail ile yakın ilişkisi de onun en ayırt edici özelliği. Körfez Savaşı'nda, Irak yönetiminin İsrail'e attığı Scud füzesi üzerine İstanbul'da verdiği vaaz ve döktüğü göz yaşları ve ettiği bedduaların kaseti, İslamcılar tarafından elden ele dolaştırılıyor. İsrail ile ilişki, ABD açısından kilit öneme sahip. Graham Fuller'in İslamcı hareketi konu alan 'Kuşatılanlar' kitabında, İslamcı hareketlerin Batı ile entegrasyon için yapması gerekenlerin başında İsrail ile iyi ilişki geliyor. (G. Fuller, I. O. Lesser, Kuşatılanlar, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, s.126.)

Gülen'in İslamcı kitleleri kendisinden soğutma tehlikesine karşın, Kudüs Başhahamı ile yakın ilişkisi ve Fethullahçıların işadamları derneği İŞHAD'ın İsrail'le bağları, bu politikanın gereği olarak kuruluyor.

CIA aracılığıyla, AKP'nin başı Erdoğan'nın Arap dünyasınnın idolu haline getirilmek istendi. Ekonomik, diplomatik ve askeri destek sunuldu. Bir anlamda Arap dünyasında Mısır'ın hamiliği yerine Türkiye'nin Araplara hamiliği istendi ve bunun için ne gerekiyorduysa onlar yapıldı. Obama ile birlikte Türkiye'nin bu rolü dahada pekiştirildi. Arap kamuoyunda İsrail'in sevilmediği ve Türk-İsrail dostluğunun Türkiye'ye biçilen yeni role uymadığı dikkate alınarak bir anlamda danışıklı bir şekilde İsrail'in eleştirilmesi ve Filistin'e sahip çıkılması gerekiyordu ve gerekenler yapıldı. Diplamatik krizler çıkartıldı, Erdoğan, AKP ve Türkiye Arap kamuoyuna beğendirilmeye çalışıldı, çalışılıyor. Türkiye ABD'nin bir kolu gibi Arap dünyasında şimdilik işbaşında.

CHP'den Beyaz Saray'a referans

Moon Tarikatı'nın Türkiye halifesi, CHP eski Genel Sekreterlerinden Kasım Gülek ile F.Gülen'in dostluğu da saklanmıyor. Gülen'in reklamını değişik yayın organlarında yapan yazar Hulusi Turgut, 21 Ocak 1998 tarihli Yeni Yüzyıl'da bu ilişkiyi şöyle anlatıyor:

"Kasım Gülek, Fethullah Gülen'le çok iyi dostluk ilişkileri içinde bulundu. Gülen, Kasım Gülek'le sık sık görüşürdü. Vefatı üzerine bu eski dostunun cenaze namazını kıldırmıştı. Fethullah Gülen'e sorduk:
'Amerika, sizlerle ilgili referansı merhum Kasım Gülek'ten mi aldı?' Gülen bu konuda şunları söyledi: 'Kasım Gülek beyin baldızı Amerika'daydı. Yani Pentagon'la irtibatları vardı. Eğer kendisine değişik patformlardan, Beyaz Saray'dan sormuşlarsa 'Bunlar nedir?' diye, o da 'Endişe edilecek bir şey yoktur' demiştir, referans vermiştir." (5 Yeni Yüzyıl gazetesi, 21 Ocak 1998)

Gülen, 1 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde bu ilişkiyi şöyle açıklıyor: "ABD'de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz idi. O, Türkiye'de bir zaman elçi olarak kalmıştı. Müşterek dostumuz Kasım Gülek bey vardı. Onun vasıtasıyla gıyaben onu tanıyorduk... 

Türkiye, şimdiye kadar çok ölüm-kalım krizlerine maruz kalmıştır. Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim. Hatta bu ses, imkanı varsa Beyaz Saray'a kadar, Kongre'ye kadar, Pentagon'a kadar götürülmeli dedim." (Zaman gazetesi, 1 Eylül 1997)


Gülen'in Alevi düşmanlığı

Gülen, talimatlarının çoğunu video kasetleri ve teşkilatına bağlı televizyonlar acılığıyla bildirir. Bir kasetinde: "Önlem alınmazsa, arkadan Kızılbaş meselesi geliyor. Bunların içinde mollalar, hocalar, şeyhler ve dindarlar var. Açtığımız okullarda ve ders verdiğimiz üniversiteye hazırlık kurslarında bunlarla diyalog kurabiliyoruz. Bir ölçüde bu dalgaları, sertlikleri kırma imkanı olabiliyor. Fakat Türkiye'de onlara ben Alevi demiyorum. Onlar Alevi değildir. Anadolu'daki Aleviler Türkiye'deki Aleviler, bizim Tahtacılar olarak nitelediğimiz Yörükler, her zaman anlaşacağımız insanlardır."
 
Alevileri kendi içerisinde sınıflandırırken özellikle Kürt Alevileri olarak gösterilen 'Kızılbaşları' hedef tahtasına oturtuyor. Kurdukları okullarla ve dershanelerle Alevi çocuklarının asimile etmeye çalıştıklarını özellikle vurguluyor. Dersim'de, Sivas'ta, Elazığ ve Malatya'da açtığı kolej ve öğrenci yurtları devşirme politikasının önemli bir aracıdır. Gülen kasetteki konuşmasının devamında şunları söylüyor: "Fakat esas, aslen Nuseyri olan, Ermenilerden, Süryanilerden meydana gelmiş, aslen Nuseyri olan, Tunceli civarındaki Aleviler bu işin arkasında... Bunlar Türkiye'de gaileler açtığı zaman, devletinizle, ordunuzla bu işin karşısına çıkamazsınız. Ve bunların dinleri yoktur. Nuseyri akidesi vardır. Allah insandır, insan Allah'tır. Allah insanın içine girmiştir. Allah insanlığa itaat etmiştir. Bu anlayış hakimdir... Şimdi Güneydoğu'yu verelim dediğimiz zaman bile, Sivas'a kadar talep edeceklerdir. Çok sıkı durmak lazım. Bu konuda taviz vermemek lazım" diyor.


G.Kürdistan'da Gülen'in katilleri...

F.Gülen, 1992 yılında ABD'ye gittiğinde, Kasım Gülek'in, Pentagon'da albay olarak görev yapan, sonra şüpheli bir şekilde ölen baldızı aracılığıyla Pentagon ve CIA yönetimi ile ilişkiye geçtiğini de anlatıyor.

Moon Tarikatı ile F.Gülen'i birleştiren bir diğer isim; Galdoy'nun tetikçisi Abdullah Çatlı. Çatlı, 1981 yılında Dünya Anti Komünist Ligi'nin toplantısına katılıyor. 1992'de Gülen'i ABD'de havaalanında karşılayan da katliamcı Çatlı ve ekibidir. Çatlı aynı zamanda MİT teşkilatının bombacı ekibindedir; Irak'ta Kürdistani bir oluşumu sabote etmek, kaos ve güvensizlik yaratmak için birçok yerde sivillerin katledildiği bombalamaların organizatörüdür. Bunu bilen Güney Kürdistan yönetimi Türkiye ile karşıkarşıya gelmemek için direk bir suçlamada bulunmaktan kaçındı, ancak yerel kaynaklar durumu defalarca yazdı.

Güneyli Kürt Yönetimi'nin Türkiye ile "iyi" ilişkilerin sağlanmasında ABD'nin rolü yadsınamaz. Türkiye Güney Kürdistan'da kısa zamanda salt ekonomik hegomanyaya sahip olmakla kalmadı, Kürt ve Kürdistan'ı ilgilendiren politikasını belirlemeye başladı.  

Bir süre önce yapılması planlanan Kürt konferansının iptalini Türk devleti istemişti. Öte yandan okulları ve kültürel müdahalelerle asimlasyona da hız vermiş durumda. Gülen, Güney'e yönelik siyasetinde Türk hegemonyasını yayma amaçlı bir strateji izlemektedir. Böylece Türk ulus-devletinin dış politikasına stratejik derinlik katarken, Kürt federe oluşumunu içten feth etmeyi amaçlamaktadır.  

Gülen için ırki esaslara dayalı Türkçülük amaç, ümmet ise araçtır. Kendine 'ılımlı Müslüman' diyerek emperyalist güç odaklarının desteğini alırken Kürt düşmanlığına küresel boyutlar katmaktadır.

Ayrıca, Kürt halkını, savunucusu KCK'ye karşı köy kurucularının kent cehpesini oluşturma çabası‚ Kürt açılımı ile başladı. Kürt ulusal hareketine karşı, ne yazık ki Kemal Burkay, İbrahim Güçlü, Orhan Miroğlu kullanılan birkaç şahıstan biridir. Oysa KCK programıyla Kürt halkına her parçada en doğal hakkı olan özerklik kazanma projesidir. KCK, Kürt emekçilerinin hareketi Kürt kadınının, Kürt gençliğinin, yurtsever aydının ve dindarın özgürlük hareketidir. Kaldı ki KCK adı altında BDP, Gündem gazetesi, Asrın hukuk bürosu avukatları ve ne kadar kurum varsa Nazi dönemini aratmayan militarist yöntemlerle saldırılmakta ve her gün onlarca politikacı tutuklanmakta. F.Gülen Kürt emekçi hareketine düşmanlık yaparken sermayeyi, tarikat ilişkilerini, devlet gücünü, medyayı, diplomasiyi, yani bulabildiği bütün araçları kullanmaktadır.

CIA'nın açık desteği

Sovyetler Birliğinin çökmesiyle CIA'nın aracılığıyla açılan okulların ülkelere dağılımı şöyle oldu: Kazakistan (28), Rusya Federasyonu'na ait çeşitli bölgeler (24), Özbekistan (18), Türkmenistan (15), Azerbaycan (14), Kırgızistan (11). Bunları Arnavutluk ve Moğolistan (4'er); Afganistan, Irak, Gürcistan, Ukrayna ve Romanya (5'er); Moldova (2); Pakistan, Bangladeş,  Makedonya, Macaristan, Fas, Güney Afrika, Sudan, Endonezya, Tayland ve Tayvan birer okulla izliyor.

Dünyadaki uyuşturucu merkezlerinden Tayland'ın sınırındaki Çenday kentine gidip okul ve yurt açmanın Türkiye açısından bir anlamı bulunmuyor, ama CIA açısından çok anlamlı.

Okullar için açılan şirketler

Beş kıtaya yayılan okullar için Türkiye'de şirketler kuruldu. Bu şirketler, yurtdışında açacakları okullar için Türk Milli Eğitimi'ne başvurup, izin aldı. Ardından, görev alacak eğitim ordusu belirlendi. Sayıları 4 binin üzerinde olan öğretmenlerin yaşları 22-35 arasındaydı. Hepsi, çok iyi İngilizce öğrenmişti. Fethullah Gülen'in tavsiye ve teşviklerine uyarak okulları açmak için şu şirketleri kurdular:

Çağ Öğretim İşletmeleri AŞ, Feza Gazetecilik AŞ, Şelale AŞ, Eflak AŞ, Kazak Türk Liseleri Genel Müdürlüğü, Sebat AŞ, Silm AŞ, Taşkent Eğitim Şirketi, Serhat Eğitim Öğretim ve Sağlık Hizmetleri AŞ, Tolerans Vakfı, Ufuk Eğitim Vakfı, Toros Eğitim Hizmetleri Turizm ve Ticaret AŞ, Ertuğrul Gazi Eğitim Öğretim AŞ, Karaçay Çerkes Toros Eğitim Hiz. Tur. ve Tic. AŞ, Palandöken Eğitim Öğretim Hiz. AŞ, Dunae 94 Şti., Özel Burg AŞ, Dostluk Yurdu Derneği, International Hope Ltd. Company, Fezalar Eğitim Öğretim Ticaret Limited Şirketi, Çağlar Eğitim Mal. Ltd. Şti, Balkanlar Eğitim ve Kültür Vakfı, S.C. Lumina SA Şirketi, Gülistan Eğitim Yayın ve Ticaret Ltd. Şti., Sema Eğitim Öğretim İşletmeleri AŞ, Samanyolu AŞ, Türkiye Sağlık ve Tedavi Vakfı, Yayasan Yenbu Indonesia Vakfı. DEVAM EDECEK

AYDIN DERE   

Buyruk Kesindi!

 Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı
Sığınabilirdi yuceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı
Yanan cigaranın külünü
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı
Buyruk kesindi
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...

Ahmet Arif, 33 Kürt köylüsünün sömürgeci Türk generallerinin buyruğuyla kurşuna dizilmesini böyle yazmıştı...

AKP'li Kürt haini Hüseyin Çelik, Qilaban katliamını PKK'lileri öldürmek isterken meydana gelmiş bir "kaza" olarak açıkladı ve özürlerini bildirdi.

Kral, karısı ile birlikte hızla sarayın basamaklarını çıkmaktadır. Vezir, arkadadır. Vezir, kralın karısına arkadan parmak atmak isterken, parmak krala isabet etmiştir. Kral, kahredici bir tarzda dönüp vezire bakar. Korkudan basamaklara çöken Vezir:
"Özür dilerim efendim," diye kendini savunur. "Sizi karınız belledim."

"Özürü kabahatından büyük" lafına bir örnek...
Sivilleri katleden Türk devletinin özürü kabahatinden büyüktür:
"Pardon, onları PKK'li sanmıştık!"

Sömürgeci Türk devleti ve onun faşist AKP hükümetinin Qilaban'da gerçekleştidiği katliam, planlı, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir Kürt katliamıdır. Bir Kürt haini aracılığıyla dilermiş gibi göründükleri özür ise, kabahati büyütmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Kürt hainlerinin de oylarını alarak iktidara gelen dinci ve ırkçı AKP faşizminden bu katliamın hesabı sorulacaktır.

Kürdistan'da Kemalizmin kaleleri çoktan yıkılmıştır. Yıkılmayan ve yıkılması gereken AKP şahsında temsilini bulan Türk İslam faşizmi ve bunların Kürdistan'da kurumlaşmış hain odaklarıdır. 

Kürdistan'daki AKP destekçiliği, Türk sömürge uşaklığının ta kendisidir.

Din, çıkar ilişkisi, memurluk, cemaat, her ne ad altında örgütlenmiş olurlarsa olsunlar, Kürt halkının en büyük dinamizmini ve emeğini bağrıdan toplayan ulusal hareketin, hanetçi bu güruha tavır alması gerekmektedir.

Kürt halkının acısı büyüktür. Ama Kürt halkı çaresiz değildir. Fars, Arap ve Türk uşaklığının Kürt çocuklarının bozkırlara bıraktığı çişi bile temsil edemeyeceği günler gelecektir.

Bu katliam, Kürt halkının sömürgeci Türk devletinin ırkçı namluları altında hiç bir zaman can güvenliğinin olmayacağını bir kez daha kanıtlamıştır.

Sonraki nesillerin şeref ve onurlarıyla yaşaması için ayrılık düşlerinizi büyütün.  Çocuklarınızı sokaklara düşüren İstanbul'un karmaşası, Kürtçe şarkı isteyene kurşun sıkan Ege'nin mavi işçiliği, Akdeniz'in iki de bir kovulan Turist eğeldiriciliğine tamah etmektense Adalet ve özgürlük düşlerinizi büyüteceğiniz özgür bir Kürdistan isteyin.   

Onur ve şerefi yerden kaldırılmış bağımsız ve özgür Kürdistan düşü,  insanca yaşamanın tek yoludur.

Irak Devlet Başkanı Talabani ve yardımcısı Haşimi, birleşik onca yıldan sonra Kürdistan'a sığınmak zorunda kalmışlarsa, bu durum dört parçadaki Kürtlere ne pahasına olursa olsun kendi devletlerine sahip olmalarını emretmektedir.

Türk devleti Kürtleri her zamanki gibi bir kez daha kalbinden bıçaklamıştır.

Kürdistan halkının başı sağ olsun.

bildiricihasan@hotmail.com

İşte Bu Memlekette Bunlara 'Haber Kanalı' Diyorlar!


TSK'nın, Şırnak'ın Uludere ilçesinde, PKK'lı diye köylüleri vurmasını, haber kanalları saatler sonra bile görmedi. İşte detaylar...
Şırnak'ın Uludere (Qılaban) İlçesi'ne bağlı ve Federal Kürdistan Bölgesi sınırına yakın Ortasu (Roboski) Köyü'nün sınır noktasında Türk savaş uçaklarının gerçekleştirdiği bombardıman sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı 35'i buldu.Ancak 35 köylünün yaşamını yitirmesini, üç büyük haber kanalı saatler sonra bile görmedi. İşte detaylar...

VALİLİK AÇIKLAMA YAPTI


Sosyal paylaşım siteleri ve kimi haber sitelerinde haber verilirken yaşananlarla ilgili ilk resmi açıklama sabah saatlerinde Şırnak Valisi Vahdettin Özkan'dan geldi. Özkan ilk belirlemelere göre 20'yi aşkın kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Bazı haber kanalları 12 saat boyunca suskunluklarını Valiliğin açıklamasının ardından bozdu ve yaşananları 'iddia' olarak izleyicilerine duyurdu.

'SON DAKİKA'LAR GEÇ KALDI

Her fırsatta Türkiye'nin haber kanalı olduklarını öne süren kanallar bir anda tüm habercilik refleksini yitirdi. Türkiye'ye haber vermeyen kanallar, Türkiye-Irak sınırında hayatını kaybeden 30'dan fazla kişiyi yok saydı.

Birçok normal gelişme karşısında 'son dakika' bantlarını cömertçe kullanan üç büyük haber kanalı, ancak saat 11.50'de TSK'nın açıklamasını 'son dakika' gelişmesi olarak verdi.

34079


VALİLİK AÇIKLMASI 4 SAAT SONRA EKRANDA

Yaklaşık 12 saat önce meydana gelen bombalama olayı sonrası NTV öğlen bülteninde Şırnak Valiliği'nin açıklamasından tam 4 saat sonrasında haberi geçti.

CNN Türk televizyonu da olayla ilgili herhangi bir haber geçmezken yayın akışındaki programlarda üstü kapalı olarak yaşananlara değindi.

Habertürk televizyonu ise tüm yaşanan gelişmelere kayıtsız kalıp sadece Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı 8 maddelik açıklamayı son dakika olarak verdi.

Zaman'ın Adaleti Nere, Allah'ın Adaleti Nere?

Uludere'de 35 köylünün öldürülmesi sonrası bütün haber kanalları sınıfta kaldı belki ama Fetullah Gülen Cemaatinin sesi Samanyolu Grubu gün biterken hala olan bitenden habersiz gibi davranmaya devam etti...
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'in resmi bir açıklama yaparak olayı doğrulaması ve ölenlerin kaçakçılık yapan köylüler olduğunu duyurması Zaman grubu ve STV Haber'i uzun süre tatmin etmedi. Kanal gece bülteninde dahi ölenlerin terörist değil köylü olduğunu kabullenmiş değildi. Bültende sadece ölenlerin köylüler olduğu yönünde bazı yerel iddialar olduğu notu düşülürken Genelkurmay'ın açıklaması esas alındı. Hüseyin Çelik'in açıklaması bile uzun süre görmezden gelindi.

34083


Bununla da yetinmeyen STV Haber, ölenlerin köylü olduğu yönündeki iddiaları not düşüp hemen ardından ilginç bazı ''uzman'' görüşlerini ekrana getirdi. Bu 'uzmanlar' PKK'nın son dönemlerde kaçakçıların kılığına girerek hareket ettiğini iddia ederek haberin perde arkasındaki 'aklı' çok çabuk deşifre ettiler.

34084
 

Olayın üzerinden 24 saat geçti... şimdi de vatandaş oldular!

STV Haber, 35 insanın trajik ölümüne dayanan bir haberi bütün gerçeğinden soyutlayıp karartarak kendi yarattığı kurmacayı ekrana taşıdı.

CNN Türk Rejisini Uludere İçin Kim Bastı?

Geldiğimiz son nokta bu... CNN Türk yöneticisi rejiyi basıp canlı yayına sansür uygulamaya kalktı... Kulisler bu olayla çalkalanıyor.
Bu olay medyanın "helvasını kavurup" haberciliğin ruhuna Fatiha okuttu... 

CNN Türk koridorları, rejisi, kameramanı, yönetmeni, editörü, çaycısı... Hepsi bu olayın tanığı...

Saat 11.00 suları... (29 Aralık 2011)

Uludere vahametinin internet sitelerine düştüğü, twitterin bu olayla çalkalandığı anlar... CNN Türk'te o sırada Medya Mahallesi başlıyor. Yılların deneyimli ismi Ayşenur Arslan ekranda, konuğu da bir diğer deneyimli gazeteci Can Dündar...
Ayşenur Arslan programın açılışında Uludere'deki olayı duyuruyor ve "Çok fena bir haber geldi. Televizyonlarda resmi açıklama bekleniyor. Vali kısa süre önce açıklamayı yapmış, haber kanalları girer mi bilmiyoruz ama biz biraz sonra ayrıntısıyla vereceğiz" diyor.

YÖNETİCİ REJİYİ BASTI

Bu anonstan sonra CNN Türk'te meslek adına utanç verici olaylar yaşanıyor... Ayşenur Arslan'ın anonsunu duyan yönetici bir zat koşup geliyor ve rejiyi basıyor. Canlı yayını sansür etmeye çalışan bu haber kanalı yöneticisi, yönetmen ve teknik ekibin şaşkın bakışları arasında Ayşenur Arslan'ın kulaklığına şu sözleri söylüyor:

-"Uludere olayına girmeyin! Bu haber verilmeyecek"...

Vahim ve bir o kadar da acınası bir tablo... 

İşi haber vermek olan haber kanalı yöneticisi, Türkiye tarihine kara bir leke olarak düşecek 35 kişinin ölümünü duyuran programcısını SUSTURMAYA çalışıyor. 

Canlı canlı baskı, canlı canlı sansür uyguluyor, uygulamaya niyet ediyor. 

Bu yönetici "korkudan öyle sinmiş" öylesine kendini kaybetmiş ki talimatla susturmaya kalktığı kişinin bir spiker değil yılların deneyimli habercisi olduğunun ayırdına bile varamıyor.

Nihayetinde Ayşenur Arslan bir süre duralasa da bildiğini okuyor... 

Şırnak Valisi'nin yaptığı açıklamayı canlı yayında duyuruyor. O sırada rejide olan zat bu kez ekrana yansıyan KJ'yi sansürlüyor. Yayına VALİ'DEN AÇIKLAMA gibi "açıklamaya" muhtaç, anlamsız bir alt yazı veriliyor.

NOT YAZIP YOLLUYOR

Resmi makamdan gelmiş vali açıklamasından bile korkan CNN Türk yöneticisi, bu kez özel bir not hazırlayıp stüdyoya, Ayşenur Arslan'ın önünü yollatıyor. Notta ne yazdığını bilmiyoruz ama tahminde zorlanmıyoruz; "SUS!" diyor CNN Türk'ün "korkudan benliğini kaybetmiş" yöneticisi... Ayşenur Arslan o notu da takmıyor ve Can Dündar ile birlikte Uledere olayını (medyanın ürkütücü sessizliğini de yererek) veriyor...

VAHİM!

Vahim olay ile CNN Türk'ün vahim hali de su yüzüne çıkıyor.

Öğreniyoruz ki 35 kişinin ölümünü halktan gizlemeye çalışan bir haber kanalı var bu ülkede...

Öğreniyoru ki... Canlı yayını sansürleyen, programcısını susturmaya çalışan bir haber kanalı yöneticisi var bu ülkede...

Öğreniyoruz ki... Vali'nin açıklamasını bile vermekten korkan bir medya var bu ülkede... 

Vahim hem de çok vahim!

Sadece CNN Türk değil, SKY Türk, NTV gibi önünde "haber" kanalı ünvanı olan tüm kanallar bu olayda alınlarına SANSÜR lekesini yapıştırdılar.

Hem de devlet kanalıyla bile değil OTOSANSÜR denilen sinmişlik eliyle... 


Ne diyelim...

Rahmetli haber kanalları ruhuna EL FATİHA!...