26 Aralık 2011 Pazartesi

Gülen Cemaati Yoksul Aileleri Tehdit Ediyor

Fethullah Gülen cemaatinde 9 yıl kaldıktan sonra PKK saflarına katılan üniversite öğrencisi Mazlum Rodi, “Cemaatin evlerinde ve cemaat ortamında Kürtçe konuşmak, Kürtleri ilgilendiren siyasi tartışmalar yapmak ve hatta Kürtçe şarkı söylemek bile yasak. Bu yasaklara uymayan gençlere çeşitli cezai yaptırımlar uygulanıyor. Cemaat yoksul Kürt ve Türk çocuklarının ailelerini baskı altına alıyor, zaman zaman tehdit ediyor” dedi.

Erzurumlu Mazlum Rodî, 9 yıl gibi uzun bir süre Gülen cemaatinde kaldıktan sonra, PKK saflarına katılan bir Kürt genci. Yoksul bir ailenin çocuğu olan gerilla Mazlum Rodî, 2001 yılında hem okumak, hem de çalışmak için gittiği İstanbul’da arkadaş çevresi aracılığıyla cemaatle tanışmış. Lise ikinci sınıfta Gülen cemaatinin burslu eğitim vaatleri sonucunda cemaate üye olan Mazlum, liseyi bitirdikten sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde eğitimine devam etmiş.

Cemaat içerisinde bulunduğu süreç boyunca yoğun çelişkiler yaşadığını ifade eden Mazlum, cemaat içerisinde Şakird (talebe) denilen yeni üyelerin eğitmenliğini yapan ‘abi’ denen kişilerin mertebesine kadar yükselmiş. Cemaatte geçen onca yıla rağmen hiçbir zaman cemaatin arayışlarına cevap olmadığını belirten Mazlum, bu arayışları sonucunda 2010 yılında cemaatten ayrılarak PKK saflarına katılmış.

ÇALIŞMALAR DEVLET ELİYLE YÜRÜTÜLÜYOR

Kürt illerinde cemaatin devlet kurumlarının eliyle örgütlendiği söyleyen Mazlum, şunları anlatıyor:

“Babam imam, İslami inancı sağlam yurtsever bir ailenin çocuğuyum. Ben cemaate dini inancımdan dolayı katıldım. Arkadaş çevremde de cemaatin dini inancını geliştirmek için propaganda yapılıyordu. Ben de bu esas üzerinden cemaate üye oldum. Kendimce arayışlarıma cevap olabileceğini düşünüyordum. Gülen cemaati çalışmalarının çoğunluğunu devletin kaymakamlık, valilik, bakanlık ve başbakanlık gibi kurumların yardımları ile yürütüyor. Özellikle de Kürdistan’da Fethullahçılar bunu devlet eliyle yapıyor. Van, Batman, Diyarbakır, Erzurum, Hakkâri gibi yurtseverliğin yüksek olduğu kentlerde Fethullahçılar yoğun bir örgütlenme çalışması içindeler. Özelde aileleri ile bağlantı kurarak Kürt gençlerine ulaşmaya çalışıyorlar.”

YOKSULLUĞU KULLANIYORLAR

Cemaatin, PKK’ye katılımları engellemek için her türlü çabayı gösterdiğini belirten Mazlum, Kürt gençlerinin bunu tam olarak idrak etmediğini söylüyor. Bu hususta ailede genç olan bireyleri kendi mensubu yapmak için cemaatin aileyi de kullandığını belirten Mazlum, şöyle devam ediyor:

“Hedeflerinde ağırlıklı olarak lise ve üniversite gençleri var. Üç temel nedenden dolayı Kürt gençlerini örgütlüyorlar. Öncelikle hedef fakir Kürt ailelerin çocukları. Gençleri üniversite ve geleceğe yönelik ‘yoğunlaşma mekânları’ adı altında eğitime alıyorlar. Cemaate yeni girenlere daha politik daha ince tarzda yaklaşıyorlar. Örgütlenme sistemi daha çok bölge sistemiydi. Her bölgeye bağlı olarak cemaatin birçok evi var. Bunların sayısı verilemeyecek kadar çoktur. Bu evleri bölge ‘abileri’ denen kişiler yürütüyorlar. Ayrıca her evin içinde bir ev ‘abisi’ var. ‘Abi-abla’ denen kişiler yeni gelenleri örgütlemeye çalışıyorlar. Yeni gelenleri muhakkak suretle cemaat dışına çıkmamaları için şiddetle uyarıyorlar.”

VALİLİK VE KAYMAKAMLIK SINAVLARI

Cemaat Kürtlere karşı dini bir araç olarak kullanıyor. Burada da en fazla devletin kaymakamlık ve valilik gibi temel kurumlarının kullanıldığını ifade eden Rodî, cemaatin nasıl çalıştığını şu şekilde anlattı:

“AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte cemaatin örgütlenme tarzını değiştirdi. Ağırlıklı olarak vali ve kaymakamların çoğu cemaatin elemanlarıdır. Cemaat kendi içinde özel sınavlar yapıyor. Kim vali olacak kim kaymakam kim polis...”
CEMAATTE KÜRT OLMAK!

Mazlum, “Cemaatin evlerinde ve cemaat ortamında Kürtçe konuşmak, Kürtleri ilgilendiren siyasi tartışmalar yapmak ve hatta Kürtçe şarkı söylemek bile yasak. Bu yasaklara uymayan gençlere çeşitli cezai yaptırımlar uygulanıyor. Aslında sadece Kürt gençleri değil Türk gençleri de asimilasyona uğratılıyor.

Aslında Kürt gençleri cemaatte çok sinsi bir şekilde kimlik kıyımına uğratılıyor. Benim dayımın oğlu da bu cemaatin bir üyesidir. Onu oradan çıkarmak için çok uğraştım ama başaramadım. Aslında Gülen cemaati Kürtleri kendi siyasal amaçları için kullanıyor. Bunu da Kürt gençleri üzerinde beyin yıkama faaliyeti yaparak gerçekleştiriyor. Kürt gençlerini Kürt özgürlük hareketinden soğutmak için PKK ‘terör örgütüdür’ lafını herkese ezberletiyorlar.”


“Ben yurtsever bir ailenin çocuğu olduğum için bunun böyle olmadığını biliyordum” diyerek konuşmasına devam eden Mazlum, cemaat içinde PKK’nin dine karşı olduğunun propagandasının yoğunca yapıldığını söylüyor.

YENİ HAMİDİYE ALAYLARI

Mazlum’un anlattıklarına göre, Gülen cemaati yoksul aile çocuklarını alıp eğiterek, AKP’nin son dönemlerde oluşturmaya çalıştığı özel-paralı orduda subay rütbesine kadar yükseltiyor. Bir anlamda Osmanlı döneminde Abdulhamid tarafından kurulan Hamidiye Alayları günümüzde AKP eliyle kurulmak isteniyor. Cemaatin, maddi durumu kötü olan ailelerin çocuklarını alıp yıllarca eğiterek, ordu içinde onları kullanmaya ve kendi kardeşlerine karşı savaştırmaya çalıştığını belirten Mazlum, bu sistemin nasıl işlediğini “Mesela benim kuzenim de bu şekilde ordu içerisine sokuldu. Ama şimdi çıkmak isterse bile çıkamıyor. Hatta çıkmak isteyen bir Türk arkadaşımız vardı, cemaat aileyi süründürdü” sözleriyle anlatıt.

KÜRT GENÇLERİNE ÇAĞRI

Gülen cemaati konusunda Kürt gençlerini uyaran Mazlum, “Kesinlikle maddi durumları ne kadar kötü olursa olsun, Kürt gençleri bu tür politikalara kanmasınlar. Kürt gençleri onurlu yaşamak istiyorlarsa kendi imkânları ile çalışmaları daha iyidir. Kürt gençlerinin dini inançlarını sömüren hem de kendi halkına karşı savaştıran bir cemaate sakın kanmasınlar” dedi.

Zeyno Çıkacak, Yine Yazacak

Ayşe Emel Mesçi *


Nâzım’ın sözleriyle “kokmuş karanlığımız”ı biraz olsun aydınlatmak, unutulmuşların sesi olmak için 24 saat çabalayan bu genç gazetecilere, her şey bir yana, hukuk ve demokrasi adına sahip çıkılması gerektiğine inanıyorum

Eski bir söz vardır: “Gençler düşünebilse, yaşlılar yapabilse” diye… İlk başta doğru gibi gözükse de tartışma götürür bir sözdür bu. Çünkü “düşünme”nin, “düşünebilme”nin, dayatılan kalıpları, toplumsal suskunluk uzlaşmalarını kırıp onun dışında “düşünmeyi göze alabilme”nin kendisi muazzam bir eylemdir zaten. Örneğin 68 hareketinin, üzerine ölü toprağı serpilmiş sistemleri köklerinden sarsmasının altında, gençliğin farklı düşünmeyi ve buna göre davranmayı hem bireysel hem kitlesel ölçeklerde göze alması yatar.

Etiketçiler

Bugün televizyon ekranlarında sık sık boy gösteren “bir kısım” yorumcunun, 68’e duyulan genel ve yerleşik sempatiden rahatsız olmalarının altında da bu yenileyici/değiştirici güçten duyulan korku yatıyor. Onlar, günümüzün düşünmeyi engelleyen yaftalamalarının, etiketlerinin arkasından sadece bugünü değil tarihi de bombardıman etmeye çalışıyorlar; bu amaçla 12 Eylül, hatta 12 Mart döneminden devraldıkları bir mirası sürdürüyorlar. Bu memlekette düşünen insanlara çok etiket yapıştırıldı: “Komünist”, “anarşist”, “vatan haini”, “eşkıya”… Liste çok daha uzun, bunlar benim ilk aklıma gelenler. Üstelik 12 Mart’tan da öncesine uzanan bir tarihi var: Bakın, 1948’de faili belli ama meçhul bir cinayete kurban giden değerli yazarımız ve gazetecimiz Sabahattin Ali nasıl yorumlamış kendi devrindeki “etiket” listesini: “Biz demişiz ki: Bu memleketin istiklâli her şeyden üstündür. Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu istiklâli siyasi oyunlara alet edip elden kaçırmayalım, sömürücü devletlerin elinde oyuncak olmayalım! Cevap vermişler: Hain, satılmış, Bolşevik ajanı! Biz demişiz ki: Yıllardan beri arkası gelmeyen dalavereler, arsa oyunları, memleket dışına para kaçırma rezaletleri, esrarı çözülmeyen cinayetler, millet malı soygunculukları alıp yürümüştür. Öte yanda, millet kara sabanın arkasında donsuz didiniyor. Bu gidişatın sonu hayra çıkmaz. Cevap vermişler: Müfsit, tezvirci, komünist!”

1938’de uydurulan “Donanma Davası” ile uzun yıllarını hapiste geçiren Nâzım Hikmet, gazetelerin kendisine “vatan haini” etiketi yapıştırmasına şu unutulmaz şiirle yanıt vermişti: “Vatan çiftliklerinizse,/ kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,/ vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,/ vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,/ fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,/ vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,/ vatan, mızraklı ilmühalse,/ vatan, polis copuysa,/ ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,/ vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,/ vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,/ ben vatan hainiyim./ Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:/ Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”

36 gazeteci tutuklandı

20 Aralık 2011 tarihinde evim basıldı. Kızım, BirGün gazetesi muhabiri Zeynep Kuray evde yapılan uzunca bir aramanın ardından gözaltına alındı. O gün gözaltına alınan 48 gazeteciden biri olan Zeynep, bizim ve meslektaşlarının taktığı adıyla “Zeyno”, 24 Aralık 2011’de 35 meslektaşıyla birlikte tutuklanarak cezaevine yollandı.

Avukatlarından aldığım bilgiye göre, Zeyno’ya ve tutuklanan diğer gazetecilere esas olarak meslekleri ve yaptıkları haberlerle ilgili sorular yöneltildi. Onlar da, yine avukatların verdiği bilgiye göre, mesleklerinin onurunu, haber yapma ve halkı bilgilendirme haklarını savunan cevaplar verdiler. Peki, meslektaşlarıyla doğal bir dayanışma içinde olması gerekenler ne yaptılar? Yine “etiketleme kafası” çalıştı, yine masumiyet karinesini üstelik kendi meslektaşlarına karşı hiçe sayan manşetler atıldı, yine… Sözü uzatmaya ne gerek, Pir Sultan kadar güzelini söylemeye de imkân yok: “Şu ellerin taşı bana hiç değmez/ İlle de dostun bir tek gülü yareler beni.”

Zeyno nasıl bir gazeteciydi? Bu konuda sözü bir meslektaşına bırakıyorum. “Ege’nin Sesi” adlı internet sitesinde Murat Sayan şöyle anlatmış Zeyno’nun gazeteciliğini: “Tutuklanan gazetecilerden biri de BirGün gazetesi muhabiri Zeynep (Kuray) arkadaşımız.

İstanbul’da bulunduğum zamanlarda yanından hiç ayırmadığı not defteri ve fotoğraf makinesi ile Taksim civarında muhakkak görürüm Zeyno’yu.

Nerede unutulmuş bir ses, nerede bir haksızlık varsa Zeyno oraya koşar, kıt kanaat imkânları ile haber yapmaya çalışır.”

Evet, Zeynep’in ve daha birçok “özgür basın” mensubunun durumunu çok güzel özetliyor bu satırlar: Unutulmuş sesleri, haksızlıkları kıt kanaat imkânlarla duyurmaya çalışmak.

Nâzım’ın sözleriyle “kokmuş karanlığımız”ı biraz olsun aydınlatmak, unutulmuşların sesi olmak için 24 saat çabalayan bu genç gazetecilere, her şey bir yana, hukuk ve demokrasi adına sahip çıkılması gerektiğine inanıyorum. Ben, özgür habercilikten başka hiçbir kaygısı olmayan ve mesleğini inanılmaz bir tutkuyla yapan kızıma saygı duyuyorum. Zeyno çıkacak, yine yazacak diyorum.

* Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi