1 Aralık 2011 Perşembe

Karayılan: "AKP 'Siyasi Korucular' Peşinde"

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, "AKP şimdi silahlı korucular yerine siyasi korucuları oluşturma peşindedir. AKP, BDP’yi daraltmak ve boşalan zemine başkalarını oturtmak istiyor" dedi.

Karayılan, AKP’nin Kürt meselesinde çözüme gelmemesinde ve operasyonların bu kadar yoğunlaşmasında ‘işbirlikçi Kürtlerin’ payı olduğunu vurguladı.

AKP’nin otoriter sistemini pekiştiren bir anayasa yapmak istediğine dikkat çeken Karayılan, BDP’nin demokratik zeminde kalarak, AKP’nin kendi anayasasını dayatması karşısında bir meşrulaştırma aleti haline gelmemesinin önemli olduğunu vurguladı. Bütün Kürdistan halkını Van’ın yaralarını sarmaya çağıran Karayılan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

* Bölgede bir altüst oluş yaşanıyor. Dengeler değişiyor. yeni bir süreç şekillenirken, ’Kürtleri statüsüz bırakmak için mi’ bu kadar aşırı bir şekilde PKK’ye ve Kürtlere yönelik operasyonlar arttırılıyor?

- Ortadoğu’da yaşanmakta olan gelişmeler sadece Ortadoğu’yu değil, tüm dünya sistemini etkileyecek düzeydeki gelişmelerdir. Bu nedenle uluslararası tüm güçler bölgede yaşanan süreci yakından takip etmekte, herkes kendi çıkarları ve politikaları doğrultusunda müdahale etmektedir. Bu çerçevede bölge yeniden biçimlenip, düzenlenmektedir. Dengeler değişerek, yeniden biçim kazanacaktır. Şimdi bölgenin böylesine köklü değişiminde artık Kürtler de bir güç ve aktördür. Dolayısıyla Kürtlerin de bu yeni dizayn sürecinde bir statü kazanması gerekmektedir. Bölgenin en temel halklarından birisi olan Kürt halkının statüsüz bırakılması kabul edilemez. Kürtlerin de artık bir statüsü olacaktır. Bunu gören Kürdistan üzerindeki egemen devletler (başta Türkiye, İran ve Suriye devletleri) aslında kendi aralarında ittifak yapmışlardı. Ama bölgedeki gelişmelerin farklı boyutları bu ittifakı parçaladı. Dolayısıyla Türkiye süreci şimdi tek başına götürmek istiyor. Yani Kürtleri statüsüz bırakmak için öncelikle PKK hareketinin etkisiz kılınması, Güney Kürdistan federal yapısını böylece kuşatarak, nihayetinde onu da kendi içinde boğuntuya götürecek bir sistem içine alınıp, etkisizleştirmeyi öngören bir konsept vardır. Bu açıdan PKK’ye yönelme, aslında tüm Kürdistan kazanımlarına yönelme anlamına gelmektedir. Bunun, bütün Kürt çevreleri tarafından görülmesi önem taşımaktadır.

Biliniyor ki, Güney Kürdistan’da federal sistem olduğu müddetçe diğer parçalardaki Kürtlerin de ulusal bilinç yoğunlaşmasını yaşaması ve mücadeleyi sürdürmesi her zaman olasıdır. Bunu bildikleri için Kuzey’de Kürt halkının kazandığı kazanımları tasfiye etme, PKK’yi etkisiz kılma ve böylece de Güney’deki Kürt federe sistemini de kuşatarak, gelecekte etkisiz kılacak bir sürece tabi tutmaya doğru bir yönelimin olduğu açık ve kesindir. Bunu yaparken birbirine karşı kullanma, farklı politikalar yapma gibi durumlar da söz konusu olabilmektedir. Ama nihai amaçları Kürtleri statüsüz bırakmaktır.

Evet, bölgedeki gelişmelerin bu biçimde sürece yansıması olmaktadır. Ama mademki bölgede yaşanan gelişmelere “Arap baharı” denilmektedir, o zaman bu bahardan Kürt halkı da istifade etmelidir. Çağımız eğer bir demokrasi ve özgürlükler çağıysa Kürt halkı da bundan nasibini almalı ve özgürlüğüne kavuşmalıdır. Bu açıdan bölgeye egemen olan, bu yeni havanın atmosferini arkasına alan Kürt Özgürlük Hareketi bütün bu sömürgeci politikalara karşı başarılı olmanın güçlü zeminini de yakalamış olmaktadır ya da başarılı olması için güçlü bir zemine kavuşmuş bulunmaktadır. O nedenle bölge yeniden biçimlenirken Kürt sorunu ekseninde ciddi bir mücadelenin de yaşanacağı açık ortadadır.

DERSİM’DE GERÇEKLEŞEN SOYKIRIMDIR
* Başbakan Erdoğan, yarım ağızla da olsa CHP’yi ve liderini sıkıştırmak için “eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve literatürde böyle bir şey varsa ben özür diliyorum” dedi. Bu sözleri şimdi Türkiye’de çeşitli açılardan tartışılıyor. Siz ne diyorsunuz?

- Öncelikle şunu belirteyim: Türkiye’nin gerçek bir demokratik ülke olması için ve gerçek anlamda kendi kimliğini bulması, geleceğe güvenle yürümesi için kesinlikle kendi geçmişi ve tarihiyle yüzleşmesi gerekmektedir. Çünkü büyük bir imparatorluktan dönüşen bir cumhuriyet durumu söz konusu. Özellikle İttihat Terakki anlayışının hem Cumhuriyet öncesi hem de sonrası ağır etkisinin sonuçları var. Dolayısıyla birçok şey hasıraltı edilmiştir. Bastırma, öldürme, şiddet, temel bir yöntem olarak kullanılmıştır. Ermeni sorunu; Rum, Asuri, Süryani halklarına yaklaşım; yine Kürt halkına yaklaşım konularında Türk devletinin gerçeğiyle yüzleşmesi gereken ciddi hususlar vardır. Artık bunun tartışılmasının zamanı gelmiştir.

Kürdistan tarihinde kuşkusuz Dersim’de gerçekleşen katliam ve soykırım çok önemli bir halkadır. 70 bin civarında insanımız burada katledilmiştir ve uygulanan katliamdan ziyade bir soykırım uygulamasıdır. Geri kalanların çoğunluğu da sürgün edilmiş, çocuklar kaybettirilmiştir. İnsanlık dramı yaşanmıştır ama bu dram sadece Dersim’de yaşanmamıştır. Şimdi bazı çevreler sorunu sadece Dersim’le sınırlamak istiyorlar. Yine bazı çevrelerin “Dersim isyan etti, etmedi” tartışmasından hareketle Dersim halkının o onurlu, haysiyetli, direngen duruşunu da göz ardı eden, salt işbirlikçi bir çizgiye yer açayım diye bunu gözardı eden tutumlarını da gördük. Bu açıdan tarihi gerçekleri olduğu gibi koymak çok önemlidir. Sorun esasta nedir? Doğru, Dersim halkı isyan ederek, devletin merkezlerine saldırıp güçlerini hedefleyen bir savaşı başlatmamıştır. Zaten devletin güçleri Dersim’de yoktu ama halk kendinde ısrar etmiş, direnmiştir; sömürgeci işgalin yapılmasına karşı durmuştur. Bir işgal hareketi söz konusu ve Dersim halkı buna karşı durmayı esas almış, çok onurlu bir duruş sergilemiştir.

PKK DERSİM DİRENİŞİNİN DEVAMI


Esas olarak Osmanlı döneminde Kürdistan'da bölgesel özerklikler vardır. Fakat 1925’ten itibaren bu bölgesel özerklikleri ortadan kaldıran, her şeyi merkezi yapıya dahil etmeyi öngören Kürdistan işgali başlar. Bu, Amed’ten başlıyor. Aslında Şeyh Sait isyanı buna karşı bir duruştur. Daha sonra ise Amed, Bingöl, Sason, Ağrı-Zilan harekatlarıyla işgal süreci Kürdistan'da önemli oranda gerçekleşiyor; o yerel, özerk yapıları ortadan kaldırılıyor. Böylece Dersim kuşatılmış bir konuma geliyor. Ama Dersim halkı ona rağmen kendi doğallaşmış, tarihten beri gelen özerk konumunu sürdürmek istiyor. Devletle bu temelde ilişkilenmek istiyor. Yoksa devleti reddeden, bu anlamda isyan eden bir durum yoktur. Kendi özerk konumunu savunmaya dönük direnişçi bir tutum vardır. Kürt-Alevi geleneğinden gelen bu direnişçi tutum, oldukça anlamlı ve onurlu bir duruştur. İşte 1937-‘38 Tebdil ve Tenkit Harekatı bunu tümüyle ortadan kaldırmaya dönük bir harekattır. Son Kürt özerkliğini ve doğal toplum yapısını, Dersim’deki katliam harekatıyla ortadan kaldırmıştır. Tabii ki kahraman Dersim halkı da iç ihanete ve işgalci sömürgecilere karşı kendi meşru müdafaa hakkı çerçevesinde savaşarak direnmiştir. Böylece onurlu-destansı bir direnişi tarihe mal etmiştir ancak katliamın önüne geçememiştir. Dersim’de olan şey budur.

PKK hareketi, son Kürt direnişi olan Dersim Direnişi’nin devamı olarak ortaya çıkmıştır. Onun çizgisini sürdürmek, yaşanan katliamların üstünün örtülmesini önlemek ve hesabını sormak üzere ortaya çıkmış bir özgürlük hareketidir. Açık ki Kürdistan’da bölge bölge gelişen bu direnişleri birbirinden ayrı tutmak mümkün değildir. Amed-Bingöl direnişiyle, Ağrı-Zilan direnişiyle Dersim direnişini birbirinden ayrı tutamazsınız. Aynı şekilde partimizin öncülüğünde gelişen çağdaş Kürt direnişiyle tarihteki geçmiş direnişleri de birbirinden ayıramazsınız. Ağrı’da, Amed’de, Dersim’de Kürt halkına karşı büyük haksızlık yapılmıştır, katliamlar gerçekleşmiştir. Türk devleti, Kürt halkıyla barışık yaşamak istiyorsa tabii ki öncelikle özür dilemesi gerekmektedir. Sağlıklı, samimi ve resmi bir özür dileme Kürt sorununu kökten bir biçimde çözmeye götürebilecek yeni bir zemini yaratabilir.

Uluslararası düzeyde benzer özür dileme durumları genellikle belli bir diyalog sürecinin sonucu olarak gelişmişlerdir ve anlaşmazlıkları çözmede temel bir rol oynamışlardır. Türkiye’de de gerçekten Türk devletinin Kürt halkına karşı yaptığı haksızlıkları itiraf eden, yani Kürt halkının dilini, kültürünü yasaklamayı, onun halk olmaktan kaynaklı diğer bütün haklarını ortadan kaldırmaya dönük Kürdistan’da uygulanan şiddet ve bu şiddet sonucu yaşanan katliam ve ölümlerden dolayı devletin özür dilemesi, aslında günümüzdeki direnişin de neye dayandığının açığa çıkması anlamına gelir ki, sorunun köklü bir biçimde çözümünün zemini haline gelir. Zaten biz öteden beri, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın toplum karşısına çıkıp “Biz bu halka doğru yaklaşmadık. Biz bu halkın dilini, kültürünü yasakladık veya Dersim’de olduğu gibi mezhebi farklıdır diye farklı yaklaştık. Bundan sonra kucaklayıcı, çözümleyici bir politikayı geliştirerek, böylece toplumsal bir uzlaşma temelinde sorunun köklü çözümüne yol açmak gerekmektedir” demesi gerekir diyorduk. Yani sağlıklı bir yaklaşım ve tarihle bu temelde bir yüzleşme, beraberinde barışı getirebilir. Toplumsal bir uzlaşma sürecini yaratabilir.

GERÇEK BİR ÖZÜR DEĞİL


Fakat şimdi Başbakan’ın yeni dönemde, 1925’ten 1940’a kadar uygulanan ve sonradan da ‘84’ten ‘99’a kadar yeniden hayata geçirilen şiddet ve bastırma yöntemlerinin aynısını uygularken, Dersim ve Kürdistan dağlarının, çağın en gelişmiş tekniğiyle bombalanmakta olduğu, Önder Apo’ya karşı ağır bir tecridin uygulandığı bir sürece karar verilmişken, çıkıp Dersim Katliamı hakkında sözler etmesi, ”eğer literatürde varsa ve devletin özür dilemesi gerekiyorsa özür dilerim” demiş olması gerçek anlamda bir özür dileme değildir. Belki sorunun tartışılması açısından olumludur, katı sömürgecilikte yaşanan bir kırılma durumudur. Bunu böyle görmek mümkündür. Fakat esas maksat, her ne kadar CHP ve Kemalizm’i eleştirmek gibi görünse de, özünde Kürdistan’da uygulamakta olduğu yeni Dersim Katliam Çizgisi’ni perdelemek ve onu gözden ırak tutmaktır. Bir devlet partisi olan ve ulus-devlet anlayışını sürdüren CHP, elbette ki Dersim’deki ve Kürdistan'daki katliamların sorumlusudur ama CHP o zaman bir devlet partisiydi ve devlet bu katliam ve soykırımların tümünden sorumludur. Şimdi Türk devleti Kürt halkına karşı yapılan bu uygulamalardan dolayı özür dileyip, bu uygulamalara son verecek mi, vermeyecek mi? Burası önemlidir. Bunu ‘CHP yaptı’ deyip eleştireceksin ama aynısını kendin yapacaksın. Bunun inandırıcılığı nerededir? Ondan sonra hem ‘katliam oldu’ diyeceksin hem de katliamın belgelerini sunmayacaksın; arşivini açmayacaksın. Açık ki çok eklektik ve çok taktik bir yaklaşım söz konusudur. Bu bir özür değil, bir taktik çıkıştır. Siyasi amaçlarla yapılmış bir çıkış olmaktadır. Gerçek anlamda özür dilenecekse o zaman gizlemeye gerek yok; hakikatleri ortaya çıkarmak gerekir. Bunun için biz, bir Hakikatleri Araştırma Komisyonu önermiştik. Diğer bir husus da eğer gerçekten özür dilenecekse yeni politikalara ve yeni yasalara ihtiyaç olur. Ayrıca yaşanan tahribatların yarattığı yaraları sarmak, zararları telafi edecek yeni projelere yönelmek gereklidir. Açık ki şimdi yapılan bu değildir.

Fakat şurası da açıktır: Hiçbir toplum yalan üzerinden kendine bir gelecek yaratamaz ve Türkiye’nin çağdaş bir toplumsal gerçekliğe ulaşması için kesinlikle tarihiyle yüzleşmesi ve bu temelde toplumsal bir uzlaşmanın zeminini yaratması gerekmektedir. AKP’nin böyle ciddi konuları basite alma, ayaküstü-sıradan yaklaşımlarla geçiştirmeye çalışması ve bunu politik hesaplarla kullanması, sorunu çözmeye hizmet etmemektedir. Halbuki sorunu çözmek için daha ciddi, daha tutarlı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Elbette ki bunun için öncelikle gerçekten tarihi süreci doğru algılamış ve geleceğe de yeni bir perspektifle bakan bir zihniyete ihtiyaç vardır. Bu zihniyet oluştuğu vakit Türk devletinin Kürt halkından doğru temelde bir özür dilemesi, Kürt sorununun çözümünün zeminini de kesinlikle getirecek ve Türkiye’nin gerçek demokratik bir ülke olma yolunda hızla ilerleyişinin alt yapısını da güçlendirmiş olacaktır.

Ama 1937’de Dersim’de Alişerleri ihanetçilerin eliyle katledenler, şimdiki Alişerleri, tonlarca bombayla imha ediyorsa ve imha etmek istiyorsa, bu özür dilemenin aslında nasıl bir şey olduğunu ortaya koymaktadır. Yine o zamanki direniş lideri Seyid Rıza’yı idam edenler, bugün kalkıp da Seyid Rıza’nın idam sehpasında söylediği çok değerli sözlerini dile getirerek gözyaşı dökenler, Kürt Halk Önderliği’ne karşı her türlü tecrit ve psikolojik işkenceyi yapıyorsa; onların samimiyetine güvenmek ve inanmak mümkün değildir.

‘AKP’NİN ANAYASASINA ALET OLMAMAK LAZIM’
* AKP iktidarı öncülüğünde Meclis'te yürütülen Anayasa görüşmelerinden yeni ve çözümleyici bir anayasa çıkması mümkün mü? CHP’liler BDP’li vekillerin dokunulmazlığının kalkması durumunda Yeni Anayasa için kurulan komisyonun düşeceğini belirtiyor... Bazı hukuk çevreleri de AKP'nin anayasa değil, bir yönetmelik çıkarttığını söylüyorlar... Siz bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

- AKP iktidarının yeni, sivil-demokratik ve tüm kesimleri kapsayan bir anayasayı yapma istemi şüpheli bir husustur. Çünkü eğer gerçekten AKP toplumsal uzlaşmayı sağlayacak ve herkesi kapsayacak sivil bir demokratik anayasayı hedefliyor olmuş olsaydı, bir kere daha başlangıçta, seçimler sonrasında o parlamento krizini yaratmazdı. Bugün hala seçilmiş milletvekilleri bile içeridedir. Yine adeta BDP’yi kuşa çevirmeye dönük bu kadar pervasızlaşıp, Kürt siyasetine karşı tutuklama ve siyasi soykırım operasyonlarını bu denli geliştirmezdi. Toplumu rahatlatmak, tüm kesimleri kucaklamak isteyen bir siyasi anlayış toplumu bu kadar germezdi. Geren davranışlar sergilemezdi. O açıdan ben, AKP’nin böyle bir anayasayı yapması konusunda ciddi kuşkular taşıyorum. Bu tespitimde yanıldığımı sanmıyorum. AKP daha çok onu-bunu kullanarak, aslında kendi arzuladığı otoriter sistemini pekiştiren bir anayasa yapmak istemektedir. Yani buna yönetmelik mi derler bilmem ama daha çok kendi anayasasını yapmak istediği anlaşılıyor. Burada önemli olan buna alet olmamaktır. Kendi anayasasını meşrulaştırmaya kimsenin alet olmamasıdır. Buna dikkat etmek önem taşıyor.

‘AKP’NİN YANINDAKİ KÜRTLERİ VİCDANA ÇAĞRIRIYORUM’
* BDP neredeyse sadece milletvekili düzeyinde kaldı. Devletin BDP'ye yönelik politikası için neler söyleyeceksiniz?

- BDP, kitle tabanı olan, hatta son seçimde -her ne kadar Türk basını göz ardı ediyor ve yine AKP’yi birinci planda göstermeye çaba gösteriyorsa da- esasta Kürdistan illerinde birinci parti durumuna gelmiş bir siyasi partidir. Türk sömürgeciliğinin tüm amacı bu partiyi ya parçalamak, birbirine karşı çıkarmak ya da bir kesimini yanına alarak, teslim almak; böylece diğer kesimi de etkisiz kılmaktır. Ama BDP geleneğinin kuruluşundan bu yana bu parçalanmaya yer vermemesi, teslim olma girişimlerine karşı direnmesi, onu hem toplumda gerçekten bir güç ve hem de sömürgeciliğin hedefi haline getirdi. Şimdi BDP’ye bu kadar fütursuzca yönelmesinin amacı budur. “Ya teslim olacaksın ya da seni hareket edemez hale getireceğim” demektedir. Yani mevcut yönelimin başka bir izahı olamaz. Şimdi BDP yapısı içerisinde teslim olan, işbirlikçi çizgiye yeşil ışık yakan herhangi bir kimse olmadığı için, artık BDP dışında bir takım arayışlar gündemleştirilmiş bulunuyor. Öncelikle saldırıların bu kadar yoğunlaşmasının altında BDP’nin zeminini kurutmak, BDP’yi daraltmak, dıştalamak ve boşalan zemine başkalarını oturtmak yatmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın “BDP Kürtleri temsil etmiyor, şu kadar Kürt milletvekili benim yanımda, benim Kürt vatandaşlarım” demesinin nedeni BDP yerine farklı temsilcileri koyma istemidir.

Şurası açık bir gerçekliktir; AKP’nin bugün bu kadar akıl almaz bir biçimde Kürt siyasetçilerine yönelmesi, büyük bir haksızlığı yapması, hemen her önüne geleni “sen KCK’lisin” diyerek, içeriye atması, sorgusuz, sualsiz yıllarca içeride tutmasının temel dayanağı AKP’nin yanındaki o işbirlikçi Kürtlerdir. Ben AKP’deki Kürtlerin hepsini kötülemek istemiyorum ama onlar şunu bilmeliler: Eğer bugün AKP hükümeti çözüme gelmiyorsa, Kürt halkına ve Kürt siyasetine bu kadar kontrolsüz bir tutuklama ve saldırı yapabiliyorsa, katliamlar geliştirebiliyorsa bunda AKP’nin yanındaki Kürtlerin rolü çok fazladır. Eğer o Kürtler AKP’nin yanında olmasaydı, AKP devlet adına bu biçimde saldırı yapamazdı. Çünkü bir kere devlet milyonluk bir halkı karşısına alamaz. Ama şimdi bakınız yanında belli bir Kürt çevresi var; kimisine danışmanlık, kimisine bakanlık vermiş, kimisi de parlamenterdirler. Ama onlar keklik soyludurlar. Kendi diline, tarihine, soyuna karşı kullanılan tipler durumundadırlar. Bunları artık vicdana çağırıyorum. Bu tipler vicdana gelmelidirler. Mal-mülk için, çıkar için bir halka karşı bu kadar kötü bir pozisyona girmemeleri gerekiyor. Bugün AKP’nin yanındaki Kürtlerin böyle bir rolü oynadıkları, onlar farkında olsa da olmasa da, rahatsızlık duyuyor olsalar da içinde bulunmuş oldukları role dayanarak Kürt halk siyasetini yok etme rolünü üstlenmiş olmaktadırlar. Bunu bilmeleri gerekiyor. Hatta AKP bunu planlı yaptığı için -bunu daha önce de belirtmiştim- kendi milletvekili listesini bile ona göre hazırladı. Ama o milletvekilleri bilmeliler ki Kürdistan’daki katliamdan birinci elden onlar sorumludurlar. Bir bu boyutu var; bir de bunların daha çok kendi çıkarını düşünen, mal-mülk peşinde olan kesimler olduğunu herkes bilmektedir. Yani Kürdistan’da kim iktidar olmuşsa o parti belli bir güç toplamıştır. Çünkü çıkar olanaklarını yaratmaktadır. Bu nedenle onların Kürt kimlikli duruşunu veya Kürt halk iradesini temsil etme durumları zordur. Böyle bir şeyi kabul ettirme noktasına getirme zor olmaktadır.

Bunu yamalamak için nerede PKK dışında, PKK’ye karşı eski Kürt örgütler ve politikacılar varsa hepsini toplamak istemektedir. Bunları da yedek bir güç olarak tutma politikası vardır. Bu konuya ilişkin basında BDP dışındaki dört ayrı örgütün kendi içinde toplanarak, tartıştığını, BDP ile de görüşeceklerini ve BDP’ye karşı sürdürülen KCK adı altındaki operasyonlara karşı tutum geliştireceklerini ifade ettiklerini izledim. Bu tutumları çok anlamlı ve çok değerlidir. Kürt halkı böyle ulusal tutumları alarak, sömürgeci yönelimleri boşa çıkarabilir. O açıdan ben o örgütlerin bugün basına yansıyan tutumlarını çok değerli ve anlamlı buluyorum.

‘BURKAY KENDİNİ KULLANDIRMAMALI’

Fakat diğer bir olguyu söylemeden de geçemeyeceğim; özellikle AKP’nin Kürtleri birbirine karşı kullanma politikası bilinmesine rağmen eski Kürt siyasetçisi konumunda olan Kemal Burkay’ın gelip AKP kanalları ve gazetelerini kapı kapı dolaşarak, Kürt özgürlük hareketini kötüleme ve AKP’yi de temize çıkarma çabasının ne anlama geldiğini tüm Kürtlerin düşünmesi gerekiyor. Öncelikle HAK-PAR’lı değerli siyasetçiler bu konuda düşünmelidirler. AKP hükümeti sözüm ona Kürt Özgürlük Hareketi’ni köşeye sıkıştırma, darbe vurma ve bu temelde sömürgeci amaçlarına ulaşmak için atağa geçmişken adeta bunun imdadına koşma gibi Burkay’ın gelip de kapı kapı dolaşarak, anti-propaganda yapması onurlu hiçbir Kürdün kabul etmemesi gereken bir tutumdur. Kendini bu kadar kullandırtma, Kürdü Kürde karşı kırdırtmanın bir figürü haline gelme, hiçbir onurlu Kürdün kabul edemeyeceği bir duruştur. Bu açıkça tüm yurtsever halkımız tarafından gözler önünde takip edilen bir şeydir. Karşıtlık olur ama bu kadar da olmaz. PKK düşmanlığı bir kişiyi bu noktaya götürmemelidir.

Çok açık ki Türk devleti, köy korucularını Kürt halkını bölmek ve birbirine karşı savaştırmak için kurdu. Bunu yıllarca da yaptı. Ama gelinen noktada o köy korucuları da ne denli kullanılmakta olduklarının farkına varıp, buna karşı tutum aldılar. Dolayısıyla objektif bir biçimde bu proje bir yerde suya düştü. AKP şimdi bu silahlı korucular yerine siyasi korucuları oluşturma peşindedir. Kimse buna alet olmamalıdır. Bu resmen koruculuktur. Sömürgeciliği siyaseten korumaktır. Sömürgeci uygulamaların bugün vardığı düzeyin savunulacak bir tarafı var mıdır? Bugün BDP’yi yakalayan yarın seni de yakalar. Eğer seni affetmişse, bu bir amaç için yapılmıştır. Bu neden görülmemektedir? Kısaca bütün bu durumlara karşı da tüm Kürtlerin, yurtseverlerin ve tüm siyasetçilerin uyanık olmalarının, yanlış olanların yanlışlıklarını düzeltmelerinin Kürt halkının ulusal birliğinin gelişmesi açısından önemli bir duruş olacaktır, diye düşünüyorum.

‘DEMOKRATİK ZEMİNDE ISRAR ETMEK LAZIM’
* AKP hükümetinin günlük uygulamaları siyaseti tıkanma noktasına getirdi. Parlamento AKP çoğunluğu nedeniyle neredeyse işlemez durumda. Parlamentonun bu denli atalete mahkum edildiği bir sürecin yanı sıra Kürt siyasetine yönelik yoğun baskı da göz önüne alındığında, BDP'nin sine-i millete dönmesi yeni bir çıkışa zemin hazırlar mı?

- Kuşkusuz ciddi saldırılarla, şantaj, tehdit ve baskılarla karşı karşıya bulunan Kürt siyasetinin seçeneklerinden birisi de sine-i millete dönme seçeneğidir. Ama ben bu konuda şimdilik bir şey söylemek istemiyorum. Özellikle Türk basını bizim normal bir biçimde fikir beyan etmemizi hemen “talimat verdi” diyerek, Kürt siyaseti üzerinde bir baskı uygulamaktadır. O açıdan ben çok net bir şey söylemek istemiyorum fakat şunu belirteyim; ben şu aşamada AKP hükümetinin Kürt siyasetini meşru zeminden atmak istediğini düşünüyorum. Dolayısıyla en azından bu aşamada Kürt siyasetinin gündeminde böyle bir şey olmaması gerekir, diye düşünüyorum. Yani mücadeleyi meşru zeminde yürütmek, AKP’nin Kürt siyasetine, Kürt halk Önderliğine ve Kürt halkına karşı yaptığı zulmü olanaklar içerisinde ifade etmek, bunu Türkiye toplumuna yansıtmaya çalışmak, meşru demokratik zemini bu biçimde gelişen bu faşizan baskılara karşı değerlendirmek daha doğru olacaktır, diye düşünüyorum. Ama yarın farklı bir durum gelişir, farklı seçenekler gündeme gelirse o ayrı bir konudur. Fakat bana göre bu aşamada esas alınması gereken şey demokratik zeminde kalmak, bunda ısrar etmek, bu zeminde mücadeleyi geliştirmek daha doğru olacaktır. Ancak özellikle anayasa konusunda tutarlı ve ilkeli davranmak, sivil-demokratik, tüm toplumu kapsayan bir anayasada ısrar etmek önem taşıyacaktır. Özellikle bu konuda AKP’nin kendi anayasasını dayatması karşısında bir meşrulaştırma aleti haline gelmemek önemlidir.
40’LI YILLARA DÖNÜLDÜ
* TBMM İçişleri Komisyonu'nda bir tasarı görüşülüyor. Bu tasarıya göre, “terörizmi finanse edenlerin” mal varlıklarının dondurulması için bir, ”Değerlendirme Komisyonu” kuruluyor. Bu komisyon, hiçbir hukuki dayanağa ihtiyaç duymadan, hakkında soruşturma dahi olmayan insanların mal varlıklarına el koyabilecek... Bu herhalde 90’li yılları bile aşan bir durumu ifade ediyor…


- AKP hükümeti her zaman “biz ‘90’lara dönmeyeceğiz” der. Ama esasta az önce, bir sorunun cevabında da belirttiğim gibi AKP ‘90’lara dönmüş, hatta ‘40’lara geçmiştir. Bildiğiniz gibi ‘90’larda Tansu Çiller, “PKK’ye yardım edenlerin listesi cebimdedir” demişti. Daha sonra Savaş Buldan başta olmak üzere birçok Kürt işadamı bizzat Başbakan’ın talimatıyla örgütlendirilmiş olan devletin gizli güçlerine hedef olup, katledildiler. AKP’nin yöntemi farklıdır. AKP ve Fetullah’ın yöntemi hemen öldürme değil, tutuklamadır. Ölümden daha beter etmedir. Belli ki savaş komple yürütülüyor. Yani Kürt işadamlarına, Kürt siyasetine, Kürt kültürüne, Kürt dindar çevrelerine, Kürt Halk Önderliği’ne, Kürt gerillasına, yani Kürt halkına ait ne varsa ona yönelim söz konusudur. Kapsamlılaşan bir savaştan bahsediyoruz. Bu tabii savaşın ulaşmış olduğu boyutu gösteriyor. Sözüm ona bununla Kürt sermayesini baskı altına alacak, teslim alacak; amacı budur. Yoksa onlar da PKK’nin maddi olanaklarının böyle tedbirlerle kesilemeyeceğini bilmektedirler. Bu, Kürt halkına topyekun yönelmenin bir sonucu olarak işadamlarına da el atma girişimidir. Buna karşı Kürt toplumunun saflarını sıklaştırması, direnmesi ve bütün bu yönelimleri boşa çıkarması görevi de açıkça ortaya çıkmaktadır.

KÜRDİSTAN HALKI VAN’A SAHİP ÇIKSIN
* Van depremine ilişkin olarak, merkezi hükümetin uygulamalarının Kürt ve Türk halkları arasındaki kopuşu hızlandırdığına dikkat çekmiştiniz. Burada öncelikli ayrışmanın merkezi sistemle Kürtler arasında olduğu çok açık. Bu durumu değerlendirir misiniz?

- AKP hükümetinin Van’da ayrımcı bir politikayı yürüttüğü kesin. Birçok çevre bunu açıkça görmektedir. AKP deprem olduğunda bunu basite aldı. Hatta uluslararası güçlerin yardımını önledi. Sonradan da daha çok şov yaptı. Yani gerçek anlamda tedbir almadı. Bu devletin ve hükümetin tutumu olarak gelişti. Ama gerçekten Türkiye halkının ve çeşitli sivil toplum kurum ve kuruluşlarının, yine Türkiye’nin batısından bazı belediyelerin bir hayli yardım ve çabaları oldu. Bunu görmek gerekiyor. Fakat devlet adına hareket eden hükümetin ayrımcılık yaptığı çok açıktır. Ayrımcılıktan öte esas olarak köklü tedbirleri almadığı, zamana yaydığı biliniyor. Başbakan gidip “Van’ı yeniden inşa edeceğiz, inşallah Ağustos’a kadar biter” dedi. Peki, sıfırın altında 15-20 derecenin olduğu bir yerde insanlar nasıl yaşayacak? Ona dönük herhangi bir çaba gösterilmedi. Dolayısıyla bugün Van önemli oranda boşalmaktadır.

Bizce bu politik bir tutumdu. Van giderek yurtseverliğin yoğunlaştığı, ikinci bir Amed olarak şekillendiği bir merkez haline geldi. AKP buna intikamcı yaklaştı. Bunun önüne geçmek için boşaltılmasının adeta zeminini açtı. Bugün itiraf etmezler ama belki çok ileriki süreçlerde bu politikaları açığa çıkar. Bilinçli bir biçimde Van’ın boşaltılmasına yol açacak bir politika izlediler. Amaç orada yoğunlaşan yurtseverliği dağıtmaktır. Bir direniş merkezi olmasının önüne geçmektir. Bir yerde yurtsever, değerli Van halkımızdan hesap sormaktır. Ben burada “soğuk altında kalın, ölümü göze alın” diyecek değilim. Ama yurtsever Van halkımıza, “tedbirlerinizi alın” diyorum. Kendi yerinizde, yurdunuzda kalın. Eğer çıkmak zorunda kalırsanız da Kürdistan illerine gidin.

Aynı biçimde Kürdistan halkının da tüm Van halkımızı sahiplenmesi gerekmektedir. Metropollere gidip onun-bunun denetiminde çeşitli uygulamalara maruz kalınacağına, kendi ülkemizde, kendi yurdumuzda kendi halkımızla kalalım. Yurtsever Kürdistan halkının neyi varsa Van halkıyla paylaşmalı, evini, yorganını, her şeyini paylaşarak, Van halkına sahip çıkmalıdır. Özellikle bu kış aylarının atlatılması için tüm Kürdistanlılar elinden ne geliyorsa onu yapmalıdır. Biz Van’ı korumalı, Van’ı yaşatmalıyız. Van’ı yeniden inşa ederek, daha güçlü bir biçimde kurmak üzere herkes üzerine düşeni yapmalıdır.

‘PKK ASİMİLASYONU ÖNLEDİ’
* PKK 33. Kuruluş yıldönümünü kutluyor. Modern Kürt tarihinde 33 yıldır Kürt isyanına öncülük eden PKK’nin yıldönümü için neler söyleyeceksiniz?

- Ben öncelikle Van depremi ve yaşanan son şahadetlerin yarattığı yas ortamına rağmen Kürdistan halkının, Kürdistan’ın dört bir tarafında ve yurtdışında partimiz PKK’nin 33. yıldönümünü bir bayram havasıyla karşılaması, baskı, şiddet ve tehditlere rağmen halkımızın partimizin yıldönümüne bu düzeyde sahip çıkmış olmasını selamlıyor, takdirle karşılıyorum. Özellikle Kuzey Kürdistan’da Hakkari, Mersin ve daha değişik yerlerde kutlamalar sırasında çıkan olaylarda yaralanmalar yaşandı. Yaralılara acil şifalar dilediğimi ifade etmek istiyorum.
33 yıllık mücadelede PKK’nin Kürt halkına çok şey kazandırdığını söylemek gerekiyor. Aslında çok şey kazanmaktan öte özellikle de Kuzey Kürdistan’da Kürt toplumunun asimile olmasını engelleyen, bir halk olarak var olmasını sağlayan, bunun için Önder Apo’nun öncülüğünde Hakilerden, Mazlumlardan, Kemallerden, Ferhatlardan, Agitlerden, Adıllara, Nudalara, Rüstem, Çiçek ve Alişerlere kadar uzanan çok büyük ve çok anlamlı, değerli şehitler kervanı vardır. PKK, bir şehitler partisidir. Bir şehidin anısına bağlı kalmanın gereği olarak kararlaşmış, ulusal var olma ve direnme kararı biçiminde şekillenmiş bir parti hareketidir. Bu anlamda PKK’nin Kürt toplumuna sunduğu büyük hizmetler vardır. Her şeyden önce Kürt halkının var olmasını sağlamıştır. Kuzey’de Kürt halkının asimile ve yok olması süreci gerçekleşseydi diğer parçalardaki ulusal bilinçlenmenin gelişmesi ve Kürt toplumunun kendisini toparlaması da çok güç olurdu. Bu açıdan tüm Kürdistan’da Kürt halkının yeniden bir iradi güç haline gelmesi, ulusal bilincin gelişmesi, ulusal birlik ruhunun pekişmesi ve Kürt toplumunun bilimsel düşünce sistemiyle bütün geriliği aşarak, sömürgeciliğin yarattığı tahribatların etkilerini direnişe dönüştürerek, çağla bütünleşmesini sağlamıştır. Bugün Kürt toplumu çağdaş bakış açısına sahip bir toplumdur. Bilinçli, demokratik bakış açısına sahip bir gençliğe ve bir özgür kadın duruşuna sahiptir. Özellikle PKK’nin Kürdistan’da yarattığı düşünsel ve sosyal devrim, geliştirdiği Kadın Kurtuluş Çizgisi, bugün Kürdistan kadınını bölgede öncülük yapacak bir iradeleşme düzeyine yükseltmiştir.

Bütün bu gelişmelerde PKK’nin çok belirleyici rolünün olduğu kesindir. Bu açıdan PKK mücadelesinde Kürt halkı büyük bir fedakarlık yapmış, evlatlarını vermiş, büyük bir direniş sergilemiş şanlı bir direniş tarihi, destanlar yaratan bir mücadele süreci ortaya çıkarmış ama bunun karşılığında her şeyden önce kendini kazanmıştır. Ulusal değerlerini yaratmış, pekiştirmiş ve yok olmanın eşiğinden bugün final sürecine, özgürlük sürecine gelmeyi bu mücadele sayesinde başarmıştır. Bunda Önder Apo’nun ve kahraman şehitlerimizin rolü belirleyicidir. Bugün Önder Apo’nun son savunmalarla geliştirdiği yeni paradigma temelinde Kürdistan halkını bölgede özgürlük ve demokrasi mücadelesinin öncüsü haline getirmenin güçlü koşulları yaratılmış bulunmaktadır. PKK adına resmen 33 yıllık yürütülen mücadele, yine öncesinde ideolojik grup dönemi olan ve esas temellerin atıldığı 5 yıllık mücadele ile birlikte ele alındığında 38 yılı aşkın bir zaman kesitinde sıfırdan başlayan ve büyük bir güç olmayı başaran özgürlük hareketi kendisiyle birlikte Kürt halkına çok büyük değerler kazandırarak 34. yıla girmektedir. 34. mücadele yılını büyük bir başarı ve gerçek anlamda özgürleşme yılına dönüştürmek için herkesi bu kutsal çatı altında daha yüksek fedakarlık göstermeye, parti militanlarını da Önder Apo çizgisinde partileşme sürecine doğru katılmaya çağırıyorum.

Birkaç gün önce Türk genelkurmayı yaptığı bir röportajda muhabir, “Türk ordusu neden başarısız oldu” diye bir soru sormakta, kendisi de “bu soru talihsiz bir sorudur” diyerek cevap vermektedir. Yani genelkurmay başarılı olduğu savını savunmaktadır. Ben de şunu söylüyorum; PKK olarak Önder Apo ilk çıktığında tek başınaydı. Daha sonra grup olduk, ardından parti olduk. 12 Eylül Askeri-Faşist Cuntası 5 bin civarında kadroyu tutukladı. 15 Ağustos 1984 Atılımı başladığında biz iki yüz kişi civarındaydık. Şimdi ise on binleri bulmuş, kitleselleşmiş ve milyonlara ulaşmış bir hareket durumundayız. Peki, bunun karşısında kim başarılı, kim başarısız? 15 Ağustos Atılımı’nın başladığı günün ertesinde konuşan Kenan Evren, harekete 72 saatlik bir müddet verdi. O zamandan bu yana 27 yıl geçti. Bu hareket giderek büyümeyi yaşadı. Sadece Türk ordusuna karşı savaşmadı. Bütün NATO ordusu Türk ordusuna destek sundu. Çoğu zaman bölgesel güçlerle ittifak yaptı. Türk ordusu ve Türk devleti tek başına PKK’nin mücadelesi karşısında duramazdı. Uluslararası Komplo, Önder Apo’yu esir alarak PKK hareketini tasfiye etmek istedi. Bütün bu saldırılara rağmen PKK hareketinin gelişme diyalektiği durdurulamadı. Şimdi de öyledir. Çünkü PKK gerçeğinin dayandığı kaynak, dayandığı güç toplum gücüdür, aşılamaz bir güçtür. Yolu doğru bir yoldur, çizgisi doğrudur. Önder Apo’nun ışıklı yolu Kürt halkını doğru bir mücadele perspektifiyle donatarak, onu bir güç ve irade haline getirmiştir. Bu açıdan bu güç karşısında başarılı olmak nafiledir. Çünkü gerçeğe dayanmakta, çünkü doğru bir çizgiye sahip bulunmakta, bu temelde iradeleşmiş fedai haline gelmiş bir militanlar topluluğu ve bir halk gerçekliğine ulaşmış bulunmaktadır. Bu nedenle ne kadar saldırsanız da başarısız olacağınız kesindir ve PKK’nin bu temelde 34. yılı büyük bir mücadele yılına dönüştüreceği ve Önder Apo’nun özgürlüğü, Özerk Kürdistan’ın kuruluş sürecini bu yılda büyük bir hamle temelinde hedefleyeceği kesin bir olgudur. Ben bu temelde 34. mücadele yılında tüm halkımıza, tüm mücadeleci yoldaşlara kahraman şehitlerimizin çizgisinde üstün başarılar diliyorum.

ANF NEWS AGENCY