26 Kasım 2011 Cumartesi

Demirtaş: 5 Milletvekilimiz Tutuklanmak İsteniyor

Hakkari - BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, avukatlardan sonra 5 milletvekilinin de tutuklanmaya çalışıldığı bilgisini aldıklarını söyleyerek, ‘’Bize gelen bilgilere göre 5 milletvekilin tutuklanması için çalışma yürütülüyor. Bütün bu tezgahları yapacaklar, uygulayacaklar, hayata geçirecekler. Topumuzu katliamdan da geçirseler aman dilemeyeceğiz’’ dedi.

Son dönemlerde artan askeri ve siyasi operasyonların taşların yerinden oynadığı Ortadoğu'da Kürtlerin statüsüz bırakılmak amacıyla yapıldığına dikkat çeken Demirtaş, Başbakan Erdoğan'ın Dersim Katliamı ile ilgili sözlerinin de tepki göstererek AKP'nin uygulamalarının Dersim Katliamı'ndan farklı olmadığını söyledi.

BDP Hakkari İl Örgütü 2. Olağan Kongresinde konuşan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kürt halkına yönelik bir "soykırım operasyonu" başlatıldığını belirterek, avukatlardan sonra 5 milletvekilinin de tutuklanması için çalışma yürütüldüğünü belirtti.

Kendilerine gelen bilgilere göre 5 milletvekilin tutuklanması için çalışma yürütüldüğünü ifade eden Demirtaş, "Şimdi sıra milletvekillerindedir. İlk etapta 5 milletvekilimizin isimleri var. Onların istihbaratı da bize geldi. 6 milletvekilimiz içerde, 5'ini daha tutuklamayı düşünüyorlar. Bütün bu tezgahları yapacaklar, uygulayacaklar, hayata geçirecekler. Kendileri bilir. Biz kendilerinden aman dilemeyeceğiz, rica minnet etmeyeceğiz. Polisleri emirlerindedir, mahkemeler elindedir, medya patronları onların emrindedir, istediklerini yapabilirler. Hepimizi içeri atabilir. Ben Başbakana buradan sesleniyorum, topumuzu katliamdan da geçirsen, her birimizi tek tek dar ağacından da geçirsen, senin karşında aman dileyen, senden ricada bulunan tek bir BDP'li bulamayacaksın" şeklinde konuştu.

‘KÖLEN DEĞİLİZ, TESLİM OLMAYACAĞIZ’

Yapacakları direnişin çok büyük olacağını vurgulayan Demirtaş, Başbakan'a seslenerek, "Hakkari halkı da savaş istemiyor. Kürt halkı da savaş istemiyor. Biz savaşa karşıyız. Ama senin kölen de değiliz. Teslim olacak da değiliz, boyun eğecek de değiliz. Biz de senin savaşına karşı elimizdeki bütün gücümüzle, bütün imkanlarımızla direnişi ortaya koyuyoruz ve bu direnişimizi de daha da büyüteceğiz" dedi.

Türkiye'de siyaset yapmanın çok zor olduğunu, ancak Hakkari'de siyaset yürütmenin ve yaşamanın kat be kat daha zor olduğuna vurgu yapan Demirtaş, şöyle devam etti: "Bakın AKP'nin yürüttüğü, Başbakanın yürüttüğü politika tümüyle bizim sadece siyasal irademizi değil, bütün Kürt halkını yok etme politikasıdır. Bunu akıl hocaları da cemaat önderleridir. Onlar da açık açı söylüyorlar. Yani bir halkın tamamının katliamlardan geçtiği bir süreçten geçiyoruz. Bu yüzden zorlu olacak. Ama geçmiş dönemin iktidarları da, geçmiş dönemlerin Başbakanları da bugünkü Başbakan, bugünkü İçişleri Bakanı kadar saldırgan davrandılar, ama her birini bu halk hak ettiği cevabı vermekten geri durmadı. Bu yüzden Hakkari'den Başbakana sesleniyorum. Hakkari senin karizmanı çizdi. Senin fiyakanı çizdi, senin siyasal geleceğini de çizecektir. Sen Hakkari'den özür dilemediğin müddetçe, sen Hakkari ile barışmadığın müddetçe bu ülkenin tümünün Başbakanı olamayacaksın. Bu da sana ders olacak. Hakkari karşında direnecek ve sana gereken dersi verecek" dedi.

‘AMAÇ KÜRTLERİN STATÜSÜZ BIRAKMAK’


Konuşmasında Ortadoğu'daki gelişmelere de dikkat çeken Demirteş şöyle konuştu: "Ortadoğu'da taşlar yerinden oynanmıştır ve yine büyük uluslararası güçler Ortadoğu'nun kaderini belirlemeye çalışıyor. Birinci dünya savaşına benzer bir uygulama yaşanıyor. O dönemde haritalar çizildi, o dönemde Kürt halkının hak ettiği statüler Kürtlere verilmedi. O dönemde Kürdistan dörde bölündü ve Kürt halkı dört ayrı ülkede hukuksuz haksız bir uygulamayla yaşamaya mahkum edildi. Şimdi yeniden Ortadoğu dizayn ediliyor ve Kürt halkının kendi statü talebi vardır. İran'da Suriye'de de, Güney Kürdistan'da da, Türkiye'de de statü talebi var. Ancak Ortadoğu'da Kürtler önümüzdeki bir yüzyıl daha statüsüz yaşasın istiyorlar. Kürtler bir kez daha bu tarihi fırsatları kaçırsın diye bütün gücü bize karşı kullanıyor, o nedenle bu tutuklamalar sıradan tutuklamalar değildir. Bu nedenle herkesin dikkatli olması lazım. Bu tutuklamalara karşı asla ve asla tek bir milim geri adım atmamak lazım."

'AKP'NİN YAPTIĞI DERSİM KATLİAMINDAN FARKLI DEĞİL’

Başbakan Erdoğan'ın Türkiye'de iki şehirden nefret ettiğini, bunlardan birinin Dersim, diğerinin ise Hakkari olduğunu söyleyen Demirtaş, Erdoğan'ın iki kentten de milletvekili çıkarmamasından dolayı nefret ettiğini dile getirdi. Demirtaş şunları belirtti: "Uygulamalarından ve Hakkari'ye yönelik tehditlerinden biliyoruz. Böyle bir Başbakanın Dersimin acısını, Dersimin travmasını anladığını söylemesi iki yüzlülüktür. Kimse kimseyi kandırmasın. Ama sırf Dersim ili CHP'ye oy verdiği için üstün körü bir özür diledi. Bu bizim açımızdan kabul edilebilir değil. Bizim açımızdan böyle bir özür Dersim katliamının üstünü örter. Dersim katliamı niçin yapılmıştı. Türkleştirmek için, Türk ulusunu güçlendirmek için yapılmıştı. Bugün AKP'nin Kürt halkına yönelik anadilde eğitimi kabul etmiyor, Kürt halkının siyasal iradesini kabul etmiyor olması da Türkleştirmeye dönük bir politikadır. Dolayısıyla AKP'nin bugün yaptığı Dersim katliamından farklı değildir. Dersimde Kürtler fiziki olarak ortadan kaldırılmıştı, bugün ise Kürtler siyasal ve kültürel soykırıma tabi tutuluyor. Bir Başbakan çıkıp ne diyor. 'Kimse benden anadil istemesin, kimse anadilde eğitim talebiyle gelmesin' diyor. Eğer bir halk anadilde eğitim göremiyorsa o halk kültürel olarak ortadan kalkıyor demektir. Eğer Başbakan samimiyse Dersim katliamı ile ilgili araştırma komisyonu kurar ve parlamento kararıyla Başbakan Meclis kürsüsüne çıkar devlet adına, parlamento adına geçmişte yaşanan Dersim katliamı ile ilgili Alevi halkından, Kürt halkından özür diler."

NEDEN SAVAŞI SEÇTİNİZ?

Kürt sorununda barışı sağlamanın bir günlük iş olduğunu, bunun tek çözüm anahtarının da AKP hükümeti ve Başbakan olduğuna işaret eden Demirtaş, "Bir kez daha Başbakana hatırlatıyorum. Sayın Öcalan İmralı'dan bir haber gönderdi ve dedi ki, 'Kürt sorununu nasıl çözeceğini dair bir açıklama yap, ben bir hafta içinde bu işi bitiririm'. Bu açıklama İmralı'dan yapıldı ve bu medyada çıktı. Bir kez daha Başbakana sesleniyorum. 3,5 aydır tecrit uyguladığınız İmralı'daki Sayın Öcalan'dan gelen bu mesajlara neden cevap vermediniz. Neden barış bu kadar yakınken savaşı seçtiniz ve neden halen Kürt ve Türk gençleri halen ölüyor" diye sordu.

ASKER ANNELERİ: ÇOCUKLARINIZ ERDOĞAN’IN ÇIKARLARI UĞRUNA ÖLÜYOR

Asker annelerine de seslenen Demirtaş, "Bakın sizin çocuklarınız, Tayyip Erdoğan'ın siyasal çıkarları uğruna ölüyor, vatan uğruna ölmüyorlar. Bunun iyi anlaşılması lazım. Eğer Türk gençleri bunu bir vatan savunması olarak görselerdi, eminim ki koşa koşa askere gelirlerdi. Ama şimdi bedelli ve vicdani ret için Türk gençlerini sürekli çağrı yapıyor. Çünkü gençler savaşmak istemiyor. Hükümet vicdani reddi niçin çıkarmıyor. Çünkü 'tek bir asker bulamayız' kaygıları var. Türk gençleri korkak mıdır? Hayır. Bu savaşın bir vatan savunması olmadığını biliyor artık. Savaşmak istemiyor, askere gitmek istemiyor. O nedenle bedelli ve vicdanı reddi istiyorlar" şeklinde konuştu.

GAZETELER ÖZÜR DİLEYECEK Mİ?

Konuşmasında medyaya da eleştirilerde bulunan Demirtaş, Demirtaş, özelikle ''KCK operasyonları'' kapsamında gözaltına alınan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İrfan Dündar'ın Hakkari'de piknikte çekilmiş silahlı resimlerini 'Kandil hatırası' diye manşetlerine taşıyan gazetelere tepki gösterdi. Basına "savaş dilini" terk etme çağrısı yapan BDP Eş Genel Başkanı: "Avukat İrfan Dündar'ın Hakkari'de piknikte çekilmiş fotoğrafı 'Kandilde eğitim hatırası' diye manşetlerine taşıyan Zaman ve Hürriyet gazeteleri, dün akşam serbest bırakılan İrfan Dündar'dan dev puntolarla manşetlerinde özür dileyecekler mi? Şimdi bu iki gazeteye soruyorum. Aynı manşetle özür dileyecek misiniz? Sizler polisin servis ettiği her haberi 'psikolojik savaş' adı altında bize karşı yürütürken, gazetecilik yapmadığımızın farkında mısınız? Belki bu söylediklerimi haber yapmayacaksınız, belki genel yayın yönetmenleri olarak Başbakanı ve cemaati kızdırmamak için bunları da haber yapmayacaksınız. Ama şunu bilin ki, dökülen her kanda sizin de payınız vardır" dedi.

Konuşmasının sonunda devam eden operasyonlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini kaydeden Selahattin Demirtaş, "Sesinizi yükseltmeniz lazım. Sokaklara, alanlara bu tutuklamalara karşı yılmadığınızı, teslim olmadığınızı göstermeniz lazım. Bu yükü sadece Gever (Yüksekova) ve Colemerg (Hakkari) halkının sırtında bırakmamak lazım. Buradan tüm Kürt halkını direnişe davet ediyorum. Tarih bize böyle bir dönemde böyle bir sorumluluk üslenmiştir" çağrısında bulundu.

Tahrir Meydanı'nda’de Gösteri ve Çatışmalar Devam Ediyor

Mısır’ın başkenti Kahire’de, Tahrir Meydanı’ndaki göstericiler ordunun atadığı yeni başbakanı reddetti; Askeri aracın altında kalan bir gösterici hayatını kaybetti.

Ordu iktidarının son bulmasını isteyen göstericiler ile polis arasında Parlamento yakınında çatışma çıktı. Polis gaz bombası ile dağıtmaya çalıştıkları göstericiler taşlarla karşılık verdi.

Göstericiler, 21 yaşında Ahmed Seyid adlı gencin askeri aracın çarpması sonucu hayatını kaybettiğini söyledi. Böylece 2 haftadır devam eden gösterilerde ölenlerin sayısı 42’ye yükseldi.

Mısır İçişleri Bakanlığı olayla ilgili yaptığı açıklamada, olayın kaza sonucu meydana geldiğini ileri sürdü.

Pazartesi günü başlayacak olan seçimler öncesinde yüzlerce gösterici Kahire’nin Tahrir Meydanı başta olmak üzere İskenderiye ve diğer birçok kentte kamp kurdukları alanları terk etmeyerek sabahladı.

Kahire’de sabah saatlerindeki çatışma, bir grup göstericinin ordu tarafından atanan yeni başbakan Kemal El Ganzuri’yi protesto etmek için parlamentoya yürümek istemesi üzerine çıktı.

Göstericiler, Şubat ayındaki halk ayaklanmasında iktidardan düşürülen Hüsnü Mübarek döneminde, 1996-1999 yılları arasında başbakanlık yapmış olan 78 yaşındaki El Ganzuri’nin başbakanlığa atanmasını, ordunun değişime direnişinin bir diğer göstergesi olarak tanımlıyor.

El Ganzuri, dün akşam yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında Mısır halkına hizmet için her kesimi kapsayan bir bakanlar kurulu oluşturacağını söyledi. Göstericiler El Ganzuri’nin vaatlerini, istifasını istedikleri askeri yönetimin başı Mareşal Hüseyin Tatvani’ye gönderme yaparak, “Biz gitmiyoruz, o gidecek” sloganlarla reddetti.

Mübarek döneminde 20 yıl boyunca savunma bakanlığı görevinde bulunmuş olan Tatvani’nin başında bulunduğu askeri konseyin yeni anayasada orduya ‘anayasal koruma’ görevi verilmesini istemesi yeni gösterilerin patlak vermesine neden olmuştu.

Mübarek’in devrilmesiyle sonuçlanan halk ayaklanması gibi Tahrir Meydanı’na akın eden göstericiler, ordunun ayayasa önerisine karşı çıkmakla kalmayarak Tatvani’nin istifa etmesi, ülke yönetiminin sivillere devir edilmesini istedi. Tatvani’nin yetki devrine öne aldıklarını açıkladığı Haziran 2012’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlı seçimlerini göstermesi de göstericileri tatmin etmedi. Göstericiler, pazartesi günü başlayacak olan parlamento seçimlerinin de ordu devreden çıkmadıkça yapılmasına karşı çıkıyor.

Bu arada, dünyada Sünni İslam’ın en yüksek otoritesi olarak kabul edilen el Ezher Camisi'nin büyük imamı, göstericilere destek mesajı göndererek galip gelmeleri için dua ettiğini söyledi. İmamın yardımcılarından Hasan Şafiye televizyon kanallarına çıkarak "Büyük imam sizleri destekliyor ve zaferiniz için dua ediyor." dedi. Siyasi konularla ilgili çok nadir açıklama yapan imamın daha önce bir örneği görülmemiş olan bu desteğine büyük önem atfediliyor.

Alman Polisi Saldırdı, Berlin Savaş Alanına Döndü


Berlin - Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu'nun (YEK-KOM) öncülüğünde ve Alman sol-demokratik çevrelerin desteğiyle bugün başkent Berlin’de yapılmak istenen yürüyüşe Alman polisi saldırdı. Polisin biber gazı kullanıldığı müdahalede yaklaşık 300 kişi gözaltına alındı.

Son yıllarda kitlesel gösterilerdeki sert tavrından dolayı sürekli eleştirilerin merkezinde olan Alman polisi bu kez Kürtler ile Almanların ortak düzenlediği yürüyüşe saldırdı. Polisin gaz bombalı saldırısı Berlin'i savaş alanına çevirdi.

Berlin’de bugün ‘PKK üzerindeki Yasak Kaldırılsın’ talebiyle yapılması planlanan yürüyüş ve mitingin yasaklaması üzerine Kürtler ile Alman antifaşistleri “Faşizme, Yeşil faşizme, Irkçılığa, Baskılara ve Yasaklara Karşı” adı altında ortak bir yürüyüş ve miting düzenlemek istedi.
Almanya’nın farklı kentlerinden Berlin’e gelmek isteyen binlerce Kürt sabah saatlerinde kent girişinde bekletilerek yürüyüşe katılmaları engellendi. Engelleri aşarak Berlin’de girmeyi başaran Kürtler ile Alman antifaşistleri Kreuzberg semtinde yürüyüşe başladılar. Almanya’nın PKK yasağını eleştiren sloganların atıldığı gösteride yaklaşık 2 bin polisin görev aldı.

Binlerce kişinin katıldığı yürüyüşün başlamasından kısa bir sonra polis göstericilere biber gazı sıkarak müdahale etti. Onlarca kişi yaralanırken, 300’ü aşkın kişi gözaltına alındı. Türk kökenli Alman polislerin provokasyon girişimi üzerine göstericiler de polise karşılık verdi.

YEK-KOM yaptığı açıklamada polisin saldırısını sert bir şekilde kınayarak, Alman devletinin antidemokratik uygulamalarının Türk ve Suriye polisinden farklı olmadığını söyledi.

Afiş ve pankartları da yasaklayan polisin saldırılarını oturma eyelmi ile protesto eden göstericiler, ‘’gözaltına alınan Kürtler ve antifaşistlerin bırakılmadan bölgeden ayrılmayacaklarını’’ belirttiler.

İlerleyen saatlerde YEK-KOM yetkilileri ile polis arasında yapılan görüşmeden sonra gözaltına alınan 300 kişi serbest bırakılırken, 40 kişinin hala gözaltında tutulduğu belirtildi.

İstanbul’da 33 Avukat ve Bir Gazeteci Tutuklandı

İstanbul - Müdafilerinin boykot etmesinin ardından avukatsız İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen 41'i avukat 43 kişinin mahkeme sorgusu tamamlandı. 8'i avukat 9 kişi serbest bırakılırken,gazeteci Cengiz Kapmaz ile 33 avukat "Örgüt üyeliği" ve "Örgüt kurmak" suçlarından tutuklandı.Türkiye böylece tutuklu avukatlar açısından da dünyanın en büyük cezaevi haline geldi.

Tutuklanma talebiyle İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 41 avukatının müdafiliğini üstlenen 100'ü aşkın avukatın mahkemeyi boykot etmesinin ardından avukatsız süren mahkeme sona erdi. Sonuçlanan mahkemede Asrın Hukuk Bürosu sekreteri Zeynep Arat ile avukatlar Nezahat Paşa Bayraktar, Mahmut Alınak, Ayşe Batumlu, Fırat Aydınkaya, Mehmet Ayata, Nevzat Anuk, Yalçın Sarıtaş suç vasfının değişme ihtimali nedeniyle, Ümit Sisligün ise delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakıldı.

Mahkeme 33'ü avukat 1'i gazeteci 34 kişi ise tutuklandı.

Avukatların tutanakları imzalamadığı öğrenildi. Mahkeme, avukatlar Asya Ülker, Aydın Oruç, Bedri Kuran, Cemal Demir, Cemo Tüysüz, Davut Uzunköprü, Doğan Erbaş, Fuat Çoşacak, Hüseyin Çalışçı, Mehmet Bayraktar, Mehmet Deniz Büyük, Mehmet Nuri Deniz, Mehmet Sani Kızılkaya, Mensur Işık, Mizgin Irgat, Muharrem Şahin, Mehdi Öztüzün, Mustafa Eraslan, Osman Çelik, Sebahattin Kaya, Serkan Akbaş, Servet Demir, Şakir Demir, Şaize Önder, Veysel Vesek, Yaşar Kaya'nın "Örgüt üyesi" olduğu iddiasıyla tutuklanmasına karar verdi.

Gazeteci Cengiz Kapmaz ile avukatlar Cengiz Çiçek, Faik Özgür Erol, Hatice Korkut, İbrahim Bilmez, Ömer Güneş ve daha önce aldığı bir cezadan dolayı avukatlık ruhsatı elinden alınan Asrın Hukuk Bürosu çalışanlarından Emran Emekçi ise "Örgüt yönetmek" iddiası ile tutuklandı.

Hakkında tutuklama kararı verilen 34 kişinin Metris Cezaevi'ne götürülmesi bekleniyor.

Cuma günü 46 kişi adliyeye çıkarılmış, avukat İrfan Dündar ve iki şoför serbest bırakılmıştı.

AVUKATLAR AÇISINDAN DÜNYANIN EN BÜYÜK CEZAEVİ

22 Kasım’da 16 ilde yapılan eş zamanlı operasyonlarda 50’ye yakını avukat olmak üzere 100’ü aşkın kişi gözaltına alındı.

AKP hükümeti, gazeteciler, seçilmişler, öğretmenler, öğrenciler, sendikacılar, çocuklar ve insan hakları savunucuları ardından avukatlar açısından da Türkiye’yi dünyanın en büyük cezaevine dönüştürdü.

7 AYDA 4500 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI


BDP Hukuk Komisyonuna göre 14 Nisan 2009 tarihinde Kürt legal siyasetine karşı başlatılan "KCK" operasyonları çerçevesinde son 7 ayda 4 bin 547 kişi gözaltına alındı, bunlardan bin 838'i tutuklandı. Tutuklananların listesine avukatlar dahil değil.

BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, 24 Kasım’da yaptığı açıklamada “AKP’nin politikalarını onaylamayan, bağımsız tavır almak isteyen yargıçların da hiçbir güvenceleri kalmamıştır” dedi.

İNSAN HAKLARI İHLALLERİ ŞAMPİYONU

Türkiye bugün her alanda insan hakları ihlalleri şampiyonu ülke haline geldi. AKP hükümeti 9 yılda cezaevlerindeki insanların sayısını 40 binlerden 130 bine çıkardı. Kadına şiddet görülmemiş boyutlara ulaştı. 70’i aşkın gazeteci ve yazar, 500 öğrenci, 18’i belediye başkanı ve 8’i milletvekili olmak üzere yüzlerce seçilmiş, 21’i öğretmen 40 dolayında sendikacı, onlarca insan hakları savunucusu bugün cezaevlerinde.

Tuğluk: 'Avukatlar Üzerinden Öcalan ile Savaş Yürütülüyor'

Istanbul - PKK lideri Abdullah Öcalan'ın eski avukatı ve milletvekili Aysel Tuğluk, avukatlara yönelik operasyon için, "Avukatlar üzerinden Öcalan ile yürütülen savaş var" dedi. Kürtlerin direnmekten başka bir seçeneği olmadığını belirten Tuğluk, "AKP iktidarına boyun eğmeyeceğiz" diye vurguladı. Milletvekili olduğu için avukatlık görevini yapamadığını anımsatan Tuğluk, "Ama böyle bir imkanım olsaydı, en başta bu görevi üstleneceklerden biri olurdum" diye konuştu.

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın eski avukatı ve milletvekili Aysel Tuğluk, avukatları hedef alan operasyonu ANF'ye değerlendirdi.

'OPERASYONU ERDOĞAN YÖNETİYOR'

Operasyonun bizzat Başbakan Erdoğan tarafından yönetildiğini belirten Tuğluk, "Ortada bir hukuk yok, azıcık bir hukuk dahi yok. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit, görüştürmeme yasağı azıcık hukukun dahi Kürtlere uygulanmadığını gösteriyor" dedi.

Avukatlara yönelik operasyonu, "Avukatlar üzerinden Öcalan ile yürütülen bir savaş var. İmralı ile yürütülen bir savaşın sonucu" sözleriyle değerlendiren Tuğluk, "Bununla da sınırlı değil. Sayın Öcalan'ın Kürt siyasal hareketini meşru zemine çekme temelindeki bütün kurumsal yapıları, bütün kazanımları hedef alınmış durumda. Bu operasyonu bir hukuk çerçevesinde değerlendirmenin hiçbir manası anlamı yoktur" diye konuştu.

Tuğluk, söz konusu politikanın "çözümsüzlük" sürecini derinleştireceği uyarısında bulundu, "Bu çözümsüzlük politikasının yaratacağı karşı tepki, bu ülkeyi bir kaosa götürebilecektir. Siyasal iktidarın bu politikası son derece tehlikeli bir politikadır" dedi.

'AKP DE KAYBEDECEK'

Çözümsüzlüğün sadece Kürtlere değil, AKP iktidarına da kaybettireceğini söyleyen Tuğluk, "Bu politikanın karşısında Kürtlere bırakılan tek yol direnmektir, mücadele etmektir. Bu yapılacaktır" diye belirtti.

Tuğluk, barış ve çözüm sürecinin Abdullah Öcalan'sız olamayacağının altını çizdi, "İmralı'nın ve Sayın Öcalan'ın dışında bırakıldığı bir çözümden bahsedilemez. Aslında devlet şunu söylüyor: 'Kürtler ile bir diyalog bir müzakere sürecini kapatıyorum' diyor. 'Bir bütün olarak Kürtlere karşı bütün kazanımları yok etme politikası uyguluyorum' diyor. Mesajı böyle okumak lazım." dedi.

'VİCDANLI VE YÜREKLİ AVUKATLAR VAR'


Öcalan'ın eski avukatı ve milletvekili Aysel Tuğluk, süreci 1999 yılındaki sürece benzettiğini belirterek, şunları söyledi: "1999 yılında 'kimse avukatlığını üstlenmiyor' dediler. Ben inanıyorum ki, bu ülkede vicdanlı ve özgür düşünen, demokrasiyi savunan, yürekli avukatlar var, onlar bu süreci üstleneceklerdir. Bu haksız, hukuksuz uygulamaya karşı Sayın Öcalan'ın avukatlığını üstlenecek avukatlar çıkacaktır. Bu sonuçsuz bir politikadır."

Bağımsız milletvekili Aysel Tuğluk, milletvekili olduğu için avukatlık görevini yapamadığını anımsattı, "Ama böyle bir imkanım olsaydı, en başta bu görevi üstleneceklerden biri olurdum" dedi.

Tuğluk son olarak şunları söyledi: "Ama tabi ki bir şekilde, bu kıskacı boşa çıkarmak için çabalarımızı devam ettireceğiz. AKP iktidarına boyun eğmeyeceğiz. Ortada bir ezme politikası var. Buna karşı da direnmek dışında, kendi varlığımızı korumak dışında bir seçeneğimiz yok."

PKK: Yeşil Türkçü Faşizm de Yenilgiye Uğrayacak

Behdinan - Partilerinin 33. kuruluş yıldönümünü kutlayan PKK Yürütme Komitesi, AKP hükümetinin faşist uygulamalarına dikkat çekerek, “Nasıl ki Doğan Güreş-Çiller şahsında somutlaşan beyaz Türkçü faşizm özgürlük mücadelesi karşısında yenilgiye uğratılmışsa, Fethullah Gülen-Erdoğan şahsında somutlaşan yeşil Türkçü faşizmi de hiçbir sonuç elde edemeden PKK öncülüğündeki Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi karşısında daha ağır bir yenilgi almaktan kurtulamayacaktır” dedi.

PKK Yürütme Komitesi, 27 Kasım mesajında partilerinin 33. kuruluş yıldönümünü kutlarken, Kürtleri serhıldanları yükseltmeye çağırdı.

AKP’DEN TARİHİ BİR HESAP SORULACAK

PKK’nin 27 Kasım mesajı şöyle: “Medya savunma alanlarına, Kuzey Kürdistan’ın her karış toprağına her gün ve her saat yağdırılan bombaların tonu ve yoğunluğu ne olursa olsun bunların hepsinin hareketimiz tarafından tersine çevrilerek AKP sömürgeci faşizmini mutlaka yenilgiye uğratacağı kesindir. Halkımız AKP faşizminin sürdürdüğü bu ahlaksız ve kuralsız savaş karşısında dün olduğu gibi bugün de özgürlükteki kararlılığını ve ısrarlı mücadele ruhunu daha da geliştirerek mutlaka tarihi bir hesap soracaktır.

Önder Apo, ‘Kürt toplumunun demokratik ulus olarak inşa edilmesi, PKK’nin yeni kimlik döneminin başta gelen görevidir. Bu görevini başarması öncelikle kendi sistemini kapitalist modernite unsurlarının alternatifi kılmasıyla mümkündür.’ demektedir.

Şanlı Partimiz PKK, resmi olarak otuz üç yıllık, genel olarak 39 yıllık destansı direniş ve mücadele yılını geride bırakarak, yeni bir mücadele yılına, sömürgeci Türk devleti tarafından en amansız tecrit ve baskı koşullarında esaret altında tutulan Önder Apo’nun ve Kürdistan halkının özgürlüğünü elde etmenin büyük zafer inancı, kararlılığı ve hazırlığıyla girmektedir.

Partimiz PKK’nin ilk sözcüğünden, ilk ilişki, tartışma, örgüt ve eyleminden günümüze kadar, sömürgeciliğe, ihanete, her türden gericiliğe, sömürüye, adaletsizliğe karşı süren destansı mücadelesini yaratarak en zor koşullarda büyük bir bilinç, cesaret, fedakarlık ve kahramanlıkla yürüten Önder Apo’nun partimiz PKK’nin 33. Kuruluş ve mücadele yılını kutluyoruz.

Partimiz PKK’nin 33. Kuruluş ve mücadele yılı tüm PKK militan, kadro, savaşçı, sempatizan, taraftar ve halkımıza, şehit ailelerine ve kardeş bölge halklarına kutlu olsun!

PKK bir şehitler partisidir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin bugünlere gelmesinde en belirleyici olan, Partimizin kurucu Önder kadrolarından olan Haki Karer yoldaş ile başlayan, Halil Çavgun, Salih Kandal, Mazlum, Kemal, Hayri, Agit, Beritan, Zilan, Viyan, Şilan, Adil ve Nuda yoldaşlarla devam eden, Rüstem, Çiçek, Alişer, Baz ve Geli Tayare şehitlerinin şahsında tüm devrim şehitlerini saygı ve minnetle bir kez daha anıyor, anılarına özgürlük mücadelesini zaferle taçlandıracağımız sözünü yineliyoruz.

Partimiz, 20. Yüzyılın başından itibaren ırkçı-şoven ittihatçılar tarafından başlatılan, Türk devletinin kuruluşundan sonra da devam ettirilen ve halkımızı tarihten silmeyi ve özgür toplum olmaktan çıkarmayı hedefleyen soykırım savaşına karşı, Kürt halkının var olma ve özgürlüğünü, onurunu kazanma savaşını başlatan ve kararlılıkla yürüten bir partidir. Bu açıdan 27 Kasım 1978’deki partileşme kararı esas olarak ulusal var olma ve ulusal direniş kararıdır. Bugün, halkımızın bu günü bir ulusal direniş günü olarak karşılamasının altında bu gerçeklik yatmaktadır.

PKK, sömürgeci Türk devletinin kuruluş felsefesinde ve zihniyetinde bulunan Türk ulus-devlet stratejisiyle Kürt halkını tarihten, fiziki, kültürel soykırım ve asimlasyon yöntemiyle yok etmek isteyen politikalarına karşı, Kürt halkının varlığını kesinleştirme ve özgürlüğünü kazanmaya çalışmıştır. Sömürgeciliğin yok saydığı Kürdistan halkını, dünyanın en kalabalık ve Nato’nun büyük destek sunduğu ordusuna, gladyo yapılanmasına karşı büyük direniş, mücadele ve fedakarlıklarla Kürt halkını, kendi iradesiyle demokratik özerkliğini ilan edecek noktaya getirmiştir.

PKK militan ve kadroları, Kürt halkının ve Kürdistan’ın özgürlüğü için hiçbir fedekarlıktan çekinmemişlerdir. İşkencelerde, ölüm oruçlarında, dağ başlarında ve sokaklarda canlarını Kürdistan özgürlük mücadelesine severek feda etmişlerdir. Bugün de, bu gelenek daha da derinleşerek sürmektedir.

KÜRT HALKININ KAZANIMLARININ TEMELİNDE PKK VARDIR

Bugün Kürt halkının elde ettiği tüm kazanımlar, demokratik uluslaşma için gerçekleştirdiği tüm birikimlerin temelinde Fethullahçı-AKP’li yeni soykırımcıların iddiasının tersine, PKK’nin bu büyük direnişi ve mücadelesi vardır. Hiçbir güç, hiç bir yalanla, çarpıtmayla bu gerçeği örtbas edemez.

PKK, hiç kimsenin Kürt ve Kürdistan adına konuşmaya dahi cesaret edemediği dönemlerde ortaya çıkarak, kendisine, topraklarına, diline yabancılaştırılan, tarihinden habersiz, asimilasyonun pençesinde Türkleştirilerek kültürel soykırım kıskacına alınan, geleceğini sömürgecilikte gören, düşürülmüş bir toplumdan, kendi tarihiyle buluşan, kendi topraklarına ve tüm ulusal değerlerine bağlanmış yurtsever, demokratik bir toplum ortaya çıkarmıştır. Düşürülmüş, kendini inkar etmiş bir halk gerçekliğinden kendisi için düşünen, örgütlenen, direnen, mücadele eden ve savaşan bir halk gerçeğinin ortaya çıkması bir toplumsal, ulusal devrimi ifade etmektedir.

PKK en büyük toplumsal devrimi kadın gerçekliğinde ortaya çıkarmıştır. Adı yok sayılan Kürdistanlı kadınlar bugün hem mücadelenin hem de toplumsal alanın her alanında öncülük rolünü oynamaktadırlar. Soykırım ve asimilasyon politikasıyla kendi gerçeğine yabancılaştırılarak geleceksizleştirilen Kürdistan gençliği de özgürlük mücadelesinin öncü güçlerinden birisi olmuştur. Emekçiler ise, kendi topraklarına, emeklerine ve özgürlüklerine sahip çıkacak düzeyi kazanmışlardır.

Yok sayılan, katliam, baskı, işkence, soykırım, asimilasyon politikasıyla korkutulan, sindirilen Kürdistan halkı, bugün büyük bir direniş içinde, hem demokratik özerkliği inşa etmekte hem de serhıldanlarla ve özgürlük gerillasıyla savunmaya başlamıştır.

Türk sömürgecilerinin özel savaşı başta olmak üzere, uluslar arası sermaye güçlerinin, yeşil gladyonun tüm çabalarına rağmen, Kürdistan halkı ilk günden itibaren eğer Önder Apo’nun ve PKK’nin açtığı yolda ilerliyorsa, bu Önder Apo’nun ve PKK’nin devrimci, demokratik, özgürlükçü, demokratik sosyalizm, politik ve ahlaki duruşundaki tutarlılığı ve ciddiyetinden kaynağını almaktadır. Kürdistan halkı, geleceğini PKK’nin özgürlük felsefesi, ideoloji ve yaşam tarzında bulmaktadır.

YEŞİL TÜRKÇÜ FAŞİZM DE SONUÇ ALAMAYACAK

PKK yürüttüğü mücadelesiyle beyaz Türkçü faşizme dayanan stratejiyi boşa çıkarmıştır. Şimdi ise Türk sömürgeci iktidarını eline geçiren F.Gülen cemaati ve AKP faşizmi Kürdistan ve Kürtler üzerinde soykırıma dayanan statüyü ‘bireysel haklar’ adı altında Kürt toplumunu ve demokratik kamuoyunu aldatmak istemektedirler. Özünde ise, Kürt halkı zamana yayılmış bir kültürel soykırım içinde Türk-ulus devletinin hammaddesi haline getirilmek istenmekte, Kürdistan ise Türkleşmenin yayılma alanı haline getirilmeye çalışılmaktadır. Nasıl ki Doğan Güreş-Çiller şahsında somutlaşan beyaz Türkçü faşizm özgürlük mücadelesi karşısında yenilgiye uğratılmışsa, Fethullah Gülen-Erdoğan şahsında somutlaşan yeşil Türkçü faşizmi de hiçbir sonuç elde edemeden PKK öncülüğündeki Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi karşısında daha ağır bir yenilgi almaktan kurtulamayacaktır.

Medya savunma alanlarına, Kuzey Kürdistan’ın her karış toprağına her gün ve her saat yağdırılan bombaların tonu ve yoğunluğu ne olursa olsun bunların hepsinin hareketimiz tarafından tersine çevrilerek AKP sömürgeci faşizmini mutlaka yenilgiye uğratacağı kesindir. Halkımız AKP faşizminin sürdürdüğü bu ahlaksız ve kuralsız savaş karşısında dün olduğu gibi bugün de özgürlükteki kararlılığını ve ısrarlı mücadele ruhunu daha da geliştirerek mutlaka tarihi bir hesap soracaktır.

Önder Apo, “Kürt toplumunun demokratik ulus olarak inşa edilmesi, PKK’nin yeni kimlik döneminin başta gelen görevidir. Bu görevini başarması öncelikle kendi sistemini kapitalist modernite unsurlarının alternatifi kılmasıyla mümkündür.” demektedir. Önceki yıllarda PKK demokratik ulus inşası için çok büyük fedakarlıklar yaparak tarihi birikimler sağlamıştır. Partimizin tüm kadro ve militanların yeni dönemdeki görevi ise demokratik ulusu inşa etmek ve savunmaktır.

SERHILDANLARI YÜKSELTME ÇAĞRISI

Partimiz PKK’yi yaratan Önder Apo’nun ağır bir tecrit altında tutulduğu, Kürt siyasetçileri, aydınları ve Türkiyeli dostlarına karşı siyasi soykırım operasyonlarının gerçekleştirildiği, gerillaya yönelik imha operasyonlarının aralıksız sürdürüldüğü, bölge ve dünyada PKK’nin yalnızlaştırılmaya çalışıldığı, öte yandan bölgemizde tarihi alt-üst oluşların yaşandığı bir dönemde PKK’nin 34. yılını karşılıyoruz.

Tüm PKK militan, kadro ve savaşçılarını, AKP – Cemaat faşizminin saldırılarını yoğunlaştırdığı, Kürdistan halkının son direniş umudu Partimizi tasfiye etmeye çalıştığı bir dönemde temel görev, Önder Apo’nun ve Kürdistan halkının özgürlüğü için, her türlü yetersizliğini aşarak, dönemi zaferle karşılayacak bir tarzın, temponun sahipliğini yapmaya çağırıyoruz.

Kürdistan’ın tüm parçalarında ve yurtdışında yaşayan yurtsever halkımız, tüm ulusal-toplumsal kazanımlarımızı yaratan Önder Apo’nun bugün ağır tecrit altında olduğunu görerek, PKK’nin 34. Kuruluş yılını büyük ulusal demokratik birliklerini yaratarak, tarihinin en görkemli ve en kararlı serhıldanlarını yükseltmeye, yiğit Kürdistan kadını ve kahraman Kürdistan gençliğini en onurlu görev olan gerilla saflarına katılmaya serhıldanlardaki öncü rolünü hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar güçlü yerine getirmeye çağırıyoruz.”

Kırmızıgül’ün Tuhaf ‘Hayat’ı

HAMZA AKTAN *

Cumhuriyet’in ilk yıllarından ve ilk yönetici elitinden başlamak üzere bugüne dek süregelen ‘ulus-devlet’ inşasının en önemli ayağını Kürt dili ve kültürünün mümkün olduğunca ya görünürden uzaklaştırılması ya da basitçe yok edilmesi oluşturdu. 1925’den 1940’lara kadar aralıksız süren isyanların gösterdiği üzere tek millet ülküsüne en büyük engel olarak duran/kalan Kürt kimliğini zayıflatmak, etkisiz bir unsur kılmak için nüfus değişimlerinden ağır asimilasyon politikalarına her yol denenecekti.[1]

Mahsun Kırmızıgül ve benzerleri Nuri Sesigüzel, İbrahim Tatlıses, İzzet Altınmeşe, Burhan Çaçan, Özcan Deniz, Alişan gibi isimleri Atatürk’ün ölümünden on yıllar sonra tipik birer ‘şark bülbülü’ yapacak kültür siyasetlerinin temelleri daha o zamanlar atıldı. Kürtlerin Türkleştirilmesi sürecinde Kürtçe’nin zayıflatılması çabasının dışında en önemli ayaklardan biri bu kültür siyaseti olacaktı. 1925’ten başlayarak, sırasıyla 1927, 1928 ve 1929’da halk müziği eserlerinin toplanarak Türkçeleştirilmesi için Ankara’dan görevlendirilmiş memurlarca başta Kürt kentleri olmak üzere, Anadolu’ya geziler düzenlendi. Bu geziler, 1937’den 1957’ye kadar da her yıl düzenli olarak gerçekleştirildi ve bu çalışmalardan 10 bin şarkı toplandı. 1961’de de TRT, Erzurum, Kars, Van, Hakkari, Erzincan, Diyarbakır, Elazığ, Urfa, Adana, Bitlis, Muş, Bingöl ve Siirt’e bir gezi düzenleyerek buralardaki şarkıları kayda alıp topladı.[2]

1920’ler ve sonrasında Kürtçe’nin yasaklanması nedeniyle, Kürtçe şarkı söylemekte ısrar eden Mihemed Arif Cizravî, Şakiro (Özcan Deniz’in amcası), Kawis Axa, Ayşe Şan gibi isimler Misak-ı Milli’yi terkederek müziğe İran, Irak Kürdistanlarında, Ermenistan’da devam etmek zorunda kaldılar. Celal Güzelses, Mukim Tahir gibi isimler Cumhuriyet’in ilk yıllarında; Sesigüzel, Tatlıses, Çaçan, Altınmeşe, Kırmızıgül gibi isimlerse 70’lerden bu yana anadillerinde söylemeden, Türkçe’yi de kabul ederek ülke pop kültüründe ‘doğulu’ türkücüyü oynadılar.[3] ‘Doğulu türkücü’lerin 1920’lerden bugüne değişmeyecek bir pratiği de Türkiye’yi terketmek zorunda kalmış diğer Kürt sanatçıların şarkılarını, içeriğini tamamen değiştirerek Türkçeleştirip okumayı sanatlarının bir parçası haline getirmek oldu.

Aralıksız ilerleyen asimilasyon ve inkar siyasetine 1960’lardan başlayarak güçlü bir şekilde sinema ve edebiyattaki tahrif edilmiş Kürt temsilinin sergilenmesi eklendi. Türk sineması Kürt kentleri ve kültürünü geçen son 50 yıl içinde çağdışılığın Türkiye’deki kalıntıları şeklinde sunacaktı. Ülkenin tüm kültürel-sosyal geri kalmışlığının merkezi olarak, acemi ve özensiz bir oryantalist bakışla ‘doğulu’ların hayatı Şalvar Davası, Düğün, Salako, Kibar Feyzo, Hemşo gibi onlarca başka filmle batılılara anlatılmaya başlandı.[4] Bu anlatımda da Kürtler anadilleriyle değil, karikatürize edilmiş bir aksanlı Türkçe’yle konuşturuldu. Bu filmleri uzunca bir süre, gırtlaklarını zorlayarak ‘doğuca’ sesler çıkarmak zorunda olacak batılı Türkler hazırladı. 80-90 sonrasınaysa şu anki Kırmızıgül, Tatlıses gibi gerçek ‘doğulular’ yetişti. Artık karikatürize edilmiş doğuyu İstanbullu, İzmirli aktörlerin anlatmasına gerek yoktu, ‘doğulular’ kendi kendilerinin karikatürü olmaya hazırlardı.

Kültür-dil siyasetlerinin sonucu, Kürtler üzerine yapılmış hemen her araştırmanın tekrarla vurguladığı geç milliyetçi bilinçlenmenin bu süreçte giderek silikleşmeye ve görünmezleşmeye başlaması oldu. Çağdışılığın, gelişmemişliğin, korkunç törelerin bölgesi olarak resmedilegelmiş Kürt bölgesinde, Kürtlüğün ifadesi siyaseten tehlikeli olduğu kadar kültürel açıdan da tercih edilmeyecek bir ‘ayıp’ haline gelmişti. Dolayısıyla aklı olanın mümkün mertebe bu hem tehlikeli hem de ‘kitch’ kimlikle kendini ilişkilendirmemesi gerekiyordu. Kırmızıgül, Tatlıses, Yıldızhan, Deniz gibi akıllı birçok kişi böyle yaptı. Eğreti bir ne tam Türk ne zaten Kürt, ‘doğulu’yu oynayarak popüler kültürde yükseldikçe yükseldiler.

Ancak tüm bu anlatıyı bozacak, Cumhuriyet elitlerini rahatsız edecek, ‘şark bülbüllerini’ de muhtemelen şaşırtacak bir bastırılanın geri dönüşü hali de eşzamanlı olarak gelişti. 60’lardan bu yana önce sivil, ardından silahlı hale gelmiş bir siyasi-kültürel mücadele bugüne kadar geldi. Bu mücadele ve çekişme, Cumhuriyet elitlerinin yok etmeye çalıştığı şeyi ortaya çıkardı. Kültür siyasetinin itibarsızlaştırmaya çalıştığı Kürtlük yeniden görünür olmaya, kendini ifade etmeye başladı. 15-20 yıl öncesine kadar kendisine Kürt demeye korkanlar korkmamaya, utananlar utanmamaya başladı. Türkiye tarihinde Kürtler arasında görülmemiş bir özgüven gelişti. İsmail Beşikçi’nin ‘Devletlerarası Sömürge Kürdistan’daki ifadeleriyle “öz benliğin inkar edilmesiyle köleleşme-kimliksizleşme” anlamına gelen süreç Yalçın Küçük’ün ‘Kürtler Üzerine Düşünceler’de belirttiği gibi aşağılık duygusunun yenilmesiyle kaybolacak, yitirilmiş milliyetçilik duygusu da yeniden canlanacaktı.

Elbette bu, beri yandan örülmeye çalışılan eğreti kimlik inşası sürecinin bittiğini müjdelemiyordu. Bu kimliksizleştirmeyle-kimliklenme süreçleri birer çetin rekabet içinde devam etti. Kürt kimlik mücadelesi verenler aşağılık duygusunu yıkmaya, Kürtçe konuşmanın ‘kitch’ bir şey olmadığını insanlara anlatmaya çalışırken, Türk popüler kültürü 1950’lerden edindiği ezberi bugüne kadar sürdürdü. Bugün hala tüm popüler dizilerde buradan kalma replik ve temsillerin tekrarına maruz kalıyoruz.

Kürt kimliğine geri dönüşün, onu yeniden sahiplenmenin artık tamamen belirgin bir hale gelmeye başladığı 2000’li yıllarda ise yukarıdaki popüler kültür ürünlerine bu defa Kürt kimliğini güya ‘tanıyan’, Kürtçe’yi Kürtçe, Kürtleri de ‘Kürt’ olarak yansıtan PKK karşıtı propagandif film ve diziler eklendi. Burada da itibarsızlaştırmanın anlamsızlaştığı Kürt kimliği yerine PKK ve onun siyasi-kültürel temsillerine dönük bir insan-dışılaştırma (de-humanisation) egzersizi sözkonusu olacaktı, oluyor. On yıllardır ‘doğuluya’ (Kürtlere) atfen anlatılan tüm ‘yabanilik’ şimdi PKK militanları ve sempatizanlarının omuzlarına yüklenmiş olarak, Tek Türkiye, Şefkat Tepe, Sakarya Fırat, Kurtlar Vadisi gibi yapımlar üzerinden sahneleniyor.[5] Dolayısıyla daha önce Kürt olmayla ilişkilenmenin ayıp-tehlikeli olacağı dönem kapanmış, PKK ve siyasi kanatlarıyla ilişkilenmenin hem tehlikeli hem de utanç verici olarak anlaşılması beklenen bir kültür ortamına girmiş oluyorduk. 90’larda doğuda askeri helikopterlerden dağlara-ovalara atılan siyasi bildirilerden farksız bu dizilerin de beklenen etkiyi yaratmaktan uzak olduğu kısa zamanda farkedildi.

KIRMIZIGÜL'ÜN KÜRTLERİ

18 Kasım’da Atv kanalında yayınlanmaya başlanan, öncesinde çok kapsamlı bir reklam kampanyasıyla desteklenen Mahsun Kırmızıgül imzalı Hayat Devam Ediyor isimli dizi ise bizi yine 60-70’lerin popüler kültür ortamına geri götürüyor. Dizi, ‘Hayat’ isimli 15 yaşındaki bir kız çocuğunun önce ‘cinsel ilişki’ sonrası ‘namus cinayeti’ tehtidine maruz kalması, ardından da 70 yaşında biriyle evlendirilmesi ve kendisini kuşatan ağır, ‘irrasyonel’ toplumsal değerler’i işlerken Türk popüler kültürüne içkin ırkçı-oryantalist tonları olağandışı bir pornografik açıklıkla içeriyor.

Bizi ‘küçük insanların büyük hikayeleri’yle buluşturan dizi, ‘doğuluları’ (Kürtleri) hem kendi gözlerinde hem batılı izleyicinin gözünde ötekileştirmek için her türlü yolu deniyor. Tüm bunları da kadınlar ve namus meselesi gibi yine oryantalist anlatının tipik araçlarını kullanarak anlatıyor. Kadınların söz sahibi olmadığı, çaresizlik nedeniyle alınıp satılan bir eşya olduğu, erkeklerin bir kısmının değer tanımayan kadın düşkünü, diğerlerinin de kadına değer vermeyen para meraklısı karaktersiz karakterler, hayatın kendisinin de her an her şeyin olabileceği bir dram olduğu ‘Kürt hayatı’ dizinin esas anlatısını oluşturuyor.

Diziye dair genel bir ‘siyasi’ çıkarım yapmayı mümkün kılan esas şey de bu; anlatılan hikayenin bir toplumsal yapıdaki marjinalliğe değil, toplumsal yapının kendisinin bir marjinalliğe büründürülmesi. Dizide izlediğimiz toplum, izlemeye dayanmanın zor olduğu, her yanıyla ibret verici bir toplumdur. Dolayısıyla Hayat Devam Ediyor, bizi yeniden onyıllar öncesi döneme geri götürüyor. Şimdiye dek bir özgüvenli Kürtlük inşa etmiş sıradan izleyici, bu gördüğü iğrençlikler karşısında yeniden kimliğinin bir ayıpla eşdeğer olduğunu ‘görüyor’. En azından murat edilenin bu olduğu anlaşılıyor.

1966’da Ömer Lütfi Akad’ın çektiği, Yılmaz Güneyli Yeşilçam klasiği Hudutların Kanunu’nda sınırdaki Kürt köylülerini çağdaşlaştırma rolü bölgedeki komutanla köy okulunun öğretmenindedir. Ne tarımla ne eğitimle tanışmamış köylüler, Cumhuriyet’in aydınlanmacılığını temsilen öğretmen ve asker tarafından eğitilirler. Aradan geçen 45 yılda tek fark, Kürtleri bu defa batı görmüş bir başka Kürt’ün (Kırmızıgül) çok daha karikatür yollarla eğitiyor oluşudur.

Kırmızıgül’ün ve yayıncısı kanalın bu anlatıyı büyük bir özgüvenle aktarıyor olmasının arkasında da sadece kendi hevesleri yatmıyor. Yıllardır samimiyetsiz bir politik doğruculuğun dili olarak kurgulanan ‘doğu’nun, ‘namus cinayetleri’ gibi bir çağdışılıkla sivil toplum örgütleri ve ana akım medyaca resmediliyor oluşu bunu iyi veya kötü niyetle işlemek isteyenlere tuhaf bir özgüven veriyor. Türkiye’nin başka bir bölgesindeki ‘aksaklığın’ asla bu ölçüde bir kaygısızlıkla işlenemeyeceği bir rahatlık alanı çoktandır oluşmuş durumda. İsteyen, istediği sıradışılığı, anti-modernliği buraya sıkıştırabilir veya burası üzerinden anlatabilir.

Ancak dikkat; bölgenin ‘Kürtlüğüyle’, bundan kaynaklı on yıllardır süren savaşıyla uğraşmayan anlatının çağdışılaşmış yaşanmışlıkları esas gerçek olarak kurması ülkenin batı yakasında kimi yerde açık ırkçılıkla kendini dışa vuran bir özgüven ortamı yaratıyor. Dicle Koğacıoğlu’nun ‘namus cinayetleri’ üzerinden anlattığı sıkıntı[6], burada da başka ‘geleneksel kötülüklerin’ etnikleştirilmesi ve ülkenin diğer bölgelerinin bundan azade olduğu algısıyla kendini gösteriyor. ‘Çocuk yaşta kızların evlendirildiği, namus cinayetinin sıradan olduğu bir utanç vericiliğin coğrafyası’ olarak izlediğimiz yerde hayatın tümünü bir karikatüre benzetmek böylece başka hiçbir bölge için olmadığı ölçüde kolaylaşıyor. Kırmızıgül’ün çizdiği Kürt resmi de rahatça tüm çağdışılıkları, olumsuzlukları içinde barındırabiliyor; çocuk gelin, kuma, başlık parası, ağır yoksulluk, şiddet, cehalet, nedensiz töreler...

Dizinin ilk bölümünün yayınlandığı gün, Kürt meselesine tamamen bir güvenlik çerçevesi ve devletçi perspektifle yaklaşan USAK’ın (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu) aynı konuda "Evlilik mi Evcilik mi? Erken ve Zorla Evlilikler: Çocuk Gelinler" başlıklı raporunu duyurmuş olmasını da Kürt kimlik halini yeniden bu geri kalmışlık, eğitimsizlik anlatısına sıkıştırma çabasının bir örneği olarak görmek mümkün.

Diyarbakırlı Mahsun Kırmızıgül, sık sık gittiği memleketinin dizide anlattığı yer olmadığını, en kötü ihtimalle öyle kalmadığını iyi biliyor. Bunu bildiği için zaten diziyi ‘curcunanın’ yaşandığı bölgede değil, ilgisiz bir kentte (Nevşehir) çekiyor veya çekmek zorunda hissediyor. Esas ironi belki burada, dizinin tüm anlatısı gibi seti de olmaması gereken bir yerde duruyor.
http://hamzaaktan.blogspot.com/

________________________________________

[1] Cumhuriyet sonrası ilk adımlarından Şark Islahat Planı (1925) ve İnönü raporu (1935) için bkz: Belma Akçura, Devletin Kürt Filmi, Ayraç. s. 39-64.

[2] Veriler ve rakamlar için bkz, B. Siynem Ezgi Sarıtaş, Articulatıon Of Kurdısh Identity Through Politicized Music Of Koms.

[3] A.g.e.

[4] Bkz, Sebahattin Şen, Kültürel Temsiller, Sinema ve Oryantalizm, Türk Sinemasında Kürt/Doğu Temsilleri.

[5] Bu dizilere dair bir değerlendirme için bkz: Yek Û Şeş: Kürt Meselesi, Gülen Cemaati ve Bir Karşı-Propaganda Girişimi Olarak “Tek Türkiye” Dizisi, Harun Ercan, Toplum ve Kuram.

[6] Bkz, Dicle Koğacıoğlu, The Tradition Effect: Framing Honor Crimes in Turkey, Differences: A Journal of Feminist Cultural Studies.

* Kaynak: Birikim Dergisi

Fetullah Gülen'in Dersim ve Alevi Düşmanlığı (VİDEO)


''KCK Operasyonu''nda Gözaltına Alınan Avukatların Sevk Edildikleri Mahkemeden Skandal Üstüne Skandal


"KCK Operasyonu" adı altında yürütülen siyasi operasyonlar kapsamında gözaltına alınarak bugün adliyeye çıkartılan 45 kişiden 43'ü tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edildi.

"KCK Operasyonu" adı altında yürütülen siyasi operasyonlar kapsamında gözaltına alınan 45 kişi bugün sabah saatlerinde adliyeye sevk edilmişti. Öğle saatlerinde başlayan savcılık ifadelerinin ardından 43 kişi, tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edildi. Avukat İrfan Dündar ile Asrın Hukuk Bürosu şoförü serbest bırakıldı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın avukatlarından 41'i ile gazeteci Cengiz Kapmaz ve Asrın Hukuk Bürosu sekreteri Zeynep Arat'ın tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilmesinin ardından açıklama yapan avukatlar, soruşturma dosyasının tamamen siyasi ve içi boş olduğunu söyledi. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı; "Burada bir hesap görülüyor. Bu hesabın meslektaşlarımıza kesilmesine izin vermeyeceğiz" dedi.

Avukatlar, meslektaşlarının mahkemeye sevk edilmesinin ardından adliye önünde basın açıklaması yaptı. Zafer işaretleri yapan avukatlar "Baskılar bizi yıldıramaz" sloganları ile gözaltında bulunan avukatların yakınlarının yanına yürüdü. Polis barikatı önünde açıklama yapan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, soruşturmanın içinin boş olduğunu söyledi.

Kozağaçlı, "Kolluğun ve savcının iddialarını inceliyoruz. Açık ve net söylüyoruz hiç bir hukuksal delil hiçbir dayanak hiç bir emare bulunmamaktadır. Bu dosyanın içi boştur. Bu saldırı siyasaldır. Bu adliye binasında hiç bir hukuksal iş görülmemektedir. Savunma mesleğinin yıldırılması için muhalefetin avukatsız bırakılması için bir büyük saldırının nesneleri haline getirilmiştir. Arkadaşlarımızı asla ve hiç bir zaman terk etmeyeceğiz. Onların yaptıkları işi biz sürdüreceğiz" dedi. 

Başbakan'ın 'Kandil'de silahlı eğitim görüyor' dediği avukat serbest 

KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınan PKK lideri Abdullah Öcalan'ın avukatlarından İrfan Dündar, çıkarıldığı mahkemede serbest bırakıldı.

Başbakan Erdoğan partisinin grup toplantısında "Kandil'de silahlı eğitim gören avukatlar" diyerek suçladığı ve birçok gazetede de Hakkari'de bir köyde çekilen fotoğrafı kullanılarak "silahlı eğitim gördüğü" iddia edilen Öcalan'ın avukatlarından İrfan Dündar, çıkarıldığı mahkemede serbest bırakıldı.

Öcalan'ın avukatlarının müdafileri mahkemeyi boykot ediyor

Tutuklanma talebiyle İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın 41 avukatının müdafiliğini üstlenen 100'ü aşkın avukat, "Bu hukuksuzluğa ortak olmayacağız" diyerek, mahkeme sorgusuna girmeme kararı aldı. Mahkemeyi boykot eden avukatlar 22 Kasım'da avukatların ev ve bürolarında başlatılan aramadan itibaren hiçbir hukuk kuralının tanınmadığını ve "KCK" adı altında yürütülen soruşturma dosyasının hukuki değil siyasi olduğunu belirtti. Avukatların adliye önünde bekleyişi ise sürüyor./..

Avukatlar boykot etti, yargılama yapılamıyor

Tutuklanma talebiyle İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 41 avukatının müdafiliğini üstlenen avukatlar, mahkemeyi boykot kararının ardından yargılama yapılamıyor. Mahkeme İstanbul Barosu'ndan avukat talep ederken, bu talebe cevap gelmedi. Avukatlar yaptıkları yürüyüşle mahkemeyi protesto etti.

"Bu hukuksuzluğa ortak olmayacağız" diyerek tutuklama talebiyle İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 41 avukatının müdafiliğini üstlenen avukatların mahkeme boykotu sürüyor. Boykot kararının ardından avukatlar ile nöbetçi hakim arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Avukatların boykot kararı nedeniyle mahkemeye sevk edilen avukatların sorgusu henüz başlamadı. Mahkeme İstanbul Barosu'ndan avukat talep ederken, bu talebe henüz cevap verilmedi. Avukatların sadece avukat olmayan Asrın Hukuk Bürosu sekreteri Zeynep Arat ile hamile bir kadın avukatın ifadesine gireceği bildirildi.

“Mahkeme sorgusuna girmeme” kararı alan avukatlar, kararlarını açıklamak ve mahkemenin tutumunu kınamak amacıyla Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi ön kapısından arka kapısına kadar "Baskılar bizi yıldıramaz" ve "Savunmayı savunuyoruz" sloganları eşliğinde yürüdü. Burada bir açıklama yapan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, şu an olağan olanın meslektaşlarının yanında olmak olduğunu belirtti. Bunun imkansız hale getirildiğini kaydeden Kozağaçlı, "Bu yargılama, hukuka aykırı biçimde hazırlanmış, siyasi saldırı niteliğindedir. Bu tiyatroda figüran olmayacağız. Meslektaşlarımız gerçek dayanak ile suçlanmamışlardır. Kabul edilmesi mümkün olmayan soyut siyasal yorumlar, hükümetin iradesini ve Başbakan'ın hedef göstermesini temsil ettiği son derece açık olan değerlendirmeler, son derce yakışıksız savcı yorumları, kabul edilemez anayasa hak ve özgürlüklere, Avukatlık Kanunu'na, CMK'ya aykırı uygulamalarla muhatap olduk" diye konuştu.

Meslektaşlarının tutuklama talebiyle sevk edildiğini belirten Kozağaçlı şöyle devam etti: "Bugün bu binada hukuk namına hakkaniyet namına savunma hakkı için hiçbir gelişme bulunmamaktadır. Arkadaşlarımızın tutuklama yargılamasına bütün bu hukuka aykırılıkları, siyasal sebepleri, sonuç zaten belli olduğu için böyle bir saldırıda cüppelerimizle, kanun kitaplarımızla durabilmek mümkün olmadığı için yargılamayı terk ettik. Siyasal iktidarın hedef göstermesi üzerine savcılar, yargıçlar tarafından oluşturulmuş tiyatrolarda figüranlık yapmayacağız."