18 Ekim 2011 Salı

Gülay Göktürk: Türk Zulüm Devletinden Ne Zaman Kurtulacağız!

gulay-gokturkBugün Gaztesi yazarı Gülay Göktürk, Diyarbakır askeri kışlalarındaki işkenceleri yazmış. Gülay Göktürk yazısında, "Bize hizmet etsin diye kurduğumuz, kendi ellerimizle besleyip büyüttüğümüz bu canavarın bize karşı duyduğu bu öfke, bu kin, bu gaddarlık ne zaman bitecek?" diye soruyor...

 Diyarbakır Cezaevi müze olurken...
Hale bakın...

Biz Diyarbakır Cezaevi'nin işkence ve zulüm müzesi yapılmasını konuşurken, ordu içinde bir yerlerde Diyarbakır Cezaevi'ni aratmayacak işkencehaneler harıl harıl faaliyetteymiş.

Biz "devlet değişiyor, dönüşüyor" diye sevinirken, devlet, "can çıkar huy çıkmaz" misali, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana hiç dinmeyen öfkesi ve kini ile ocağına düşenlere kan kusturmaktaymış.

Ahmet Türk, 80'li yıllarda Diyarbakır Cezaevi'nde yaşadıklarını anlattığında hepimiz insanlığımızdan utanmış, katıla katıla ağlamıştık. Meğer biz 30 yıl önce olup bitenlere ağlarken, aynı zulüm devam etmekteymiş. Er Uğur Kantar'ın öldürüldüğü askeri disiplin koğuşlarında (Disko) tıpkı Diyarbakır Cezaevi'nde yapıldığı gibi, disiplin suçu işleyen erler lağım farelerinin cirit attığı yerlerde insan pisliği içinde süründürülüyor, aç susuz bırakılıyor, sandalyeye kelepçeyle bağlanıp saatlerce güneşte bekletiliyor, kafaları duvara vurula vurula öldürülüyormuş. Bu cehenneme düşen zavallılar, işkence ve aşağılanmayla geçen her günün ardından geceleri yataklarına yatınca yorganı başlarına çeker, için için ağlarlarmış.

Peki, helal süt emmiş tek bir subay da merak etmemiş mi, nedir geceleri koğuştan gelen ağlama sesleri diye? Bu insanlık suçuna ortak olmayı reddeden bir Allah'ın kulu çıkmamış mı 95'inci Zırhlı Tugay, 1. Tank Taburu, 2. Tank Bölüğü'nden?

Unutmayın, katil değil, tecavüzcü değil, vatan haini değil, işgal askeri değil; "vatani görevini yapan" 20 yaşında kuzucuklar bunlar... Ya botlarını parlatmayı unutmuşlar ya içtimaya geç kalmışlar ya da tüfeklerini yanlış yerde bırakmışlar. Anaları babaları ellerine kına yakıp kurbanlık koyun gibi orduya teslim etmiş. O ordu da onları pislik içinde süründürmüş, insanlık onurlarının üstünde tepinmiş. Kafalarını duvarlara vura vura komaya sokmuş.

Eğer bazı gardiyanlar kantarın topunu kaçırıp içlerinden birini komalık etmeseymiş olan biteni öğreneceğimiz de yokmuş. Ailesine "Vatani görevini yaparken rahatsızlandığı, yoğun ilgi ve tedaviye rağmen kurtarılamadığı"na dair iki satırlık bir taziye mektubu gidecek ve her şey bitecekmiş.
Şimdi iki gardiyan tutuklandı, yargılanıyor diyorlar.

Bunun için teşekkür mü etmeliyiz Genelkurmay'a?

Peki Uğur Kantar'dan önceki işkenceleri yapan gardiyanlar ne olacak? Ya o gardiyanların sıralı amirleri? Emir-komuta kademelerinin en tepeleri?

Kim bilir ne zamandan beri işleyen bu işkence tezgâhının hesabını kim verecek?
Ve bizler...

Ne yapacağız biz? Bütün Türkiye'yi, işkence müzesi mi yapacağız? Bu sapık ruhlarla, bu gaddarlıkla, bu işkence geleneği ile nasıl baş edeceğiz?

Nasıl bir anayasa yapacağız da kendimizi devletten koruyabileceğiz? Nasıl olacak da bu zulüm aygıtını hizmet aygıtına çevireceğiz?

Anayasa'nın en tepesine Almanlar gibi "insan onuru dokunulmazdır" yazsak ne değişecek? İnsanlıktan çıkmış, onur nedir bilmeyen o gardiyanlara ve onların amirlerine nasıl öğreteceğiz insanlık onurunun ne olduğunu?

Bize hizmet etsin diye kurduğumuz, kendi ellerimizle besleyip büyüttüğümüz bu canavarın bize karşı duyduğu bu öfke, bu kin, bu gaddarlık ne zaman bitecek?

Söyle ey halkım; biz bu beladan nasıl kurtulacağız?

Dağlara Çağrı

Türk devleti ne zaman baskı ve şiddetini artırsa, PKK sorumluları ve bazı tez canlı yazar ve siyasetçi arkadaşlar "Dağlara gele dağlara" diyor. Sanırım bunun şarkısını Grup Yorum'dan dinlemiştim. Dağlar, yüz yıllar boyu Kürt köylüsünün sığınma alanı olmuş. Ama aynı zamanda yenilgi alanı olmuş. PKK'nin yenilmemesi, örgütün şehir ayağının diğer isyanlara göre daha güçlü olmasındandır.
Dağ, tek başına hiç bir şeydir. Dağ, mağaradır, vadidir, sığınaktır; açlık, yoksulluk ve yoksunluktur. 

Dağ, F 16'ların atış poligonu, Heronların gözetleme alanıdır. Dağ, misket  ve kazan bombasıdır. Dağ bedeli çok ağır bir sığınma alanıdır. Toplu ölümlerdir. Grup pusuları ve kimyasaldır. Dağ, uçakların, topların ve tankların çok gelişmediği zamanlarda bir direniş kalesiydi. Dağlarda Ermeniler de çok direnmişti. Soykırım sırasında yükseklere sığınanlardan aylarca direnenler çok olmuştu. Fakat Avrupa ve şehir ayakları güçlü olmadığı için Türk çeteleri tarafından kuşatılıp imha edilmişlerdi.

Avrupa ve şehir Kürtlüğünün desteği olmasa dağ bir ay dayanamaz. Hayat, şehirlerdedir, şehirlerin Kürt varoşlarındadır. Sömürgeci Türk devletinin şiddeti arttığında dağlara çağrı yerine, boyun eğmez direnişin iktidarı dağlardan şehir varoşlarına iletilmelidir.

BDP'li siyasetçilerin ve PKK'nin Türk devletine sürekli dağı göstermesi akıllı bir politika değildir. Gençler dağlara gidebilir, isteyen gerilla da olabilir, fakat mücadelenin sonucunu tayin edecek alan şehirlerdir.

Türk devleti nasıl pek değişemiyorsa PKK'nin mücadele anlayışı da pek değişmiyor. Kürtlere İrlanda ve Bask örnekleri veriliyor. IRA'nın ve ETA'nın militan sayıları hiç bir zaman bir kaç yüzü geçmedi. Onlar da şehirlerdeydi. İrlanda ve Bask halkının kullandığı özgürlük ise, bırakın Kürtleri, Türk halkının özgürlüğünden daha yüksekti.

Hayır, Kürtler şehirleri terk etmemeli. Kürtler legal alan siyasetçiliğini de terk etmemeli. Şehirler Kürtlerindir. Siyaset alanı da Kürtlerin alın teri ve emeğidir. İllegalizm berbat bir şeydir. Bütün canlılar asıl gelişimini ışıkta sağlar. İnsalar ve örgütler de öyledir. İllegal fetişzmi Türk solunu mahvetmiştir. Dağ gibi Türk gençleri Türk faşizminin illegal tuzağında Mehmet ağar gibi gangasterlerin namlularında grup grup canlarını vermişlerdir. Bir gecekonduda, bir sığınakta, gizli tuttukları bir apartman dairesinde veya dağların kuytuluk bir köşesinde topluca öldürülmüşlerdir.
Kürtler ellerinden geldikçe daha açık mücadele yürütmelidirler. Talepleriyle, birliğiyle, demokratlığıyla daha açık bir mücadele... Türk devletini bu kadar saldırgan yapan Kürtlerin kararsızlığıdır. PKK de dahil bir bütün halinde Kürtlerin kendilerine ait uygulanabilir bir programları yoktur. Bütün taktik ve stratejileri Türk devletinin günlük tavırlarına göre belirlenmektedir. PKK'nin en üst düzeyi defalarca şu açıklamayı yapmıştır:
"Türk devleti bize sürekli saldırırsa kopuşa gideriz."

Türk devleti sürekli saldırmakta, PKK ise bir türlü kopuşa gidememektedir.

Kopuş nedir? Kopuş, bağımsız Kürdistan ilan edip sınır çizmek değildir. Böyle bir şey olduğunda buna ilkin PKK karışıtı Kürt siyasetçileri karşı çıkacaktır. Onlar ömür boyu Türk devletinin idaresinde yaşamayı tercih ederler, fakat PKK yönetiminin bir gününü kabul etmezler... Bu Tipik bir Kürt hastalığıdır.

Kopuş, sömürgeci sistemi ve onun yasalarını tanımamaktır. Binlerce tutuklunun, sömürgeci Türk mahkemelerini takmamasıdır. Bir kaç öğretmeni alıkoymayı değil, sömürgeci ve ırkçı eğitim sistemin Kürdistan'da tümden çökmesi hedeflenmelidir. Türk devletinin ırkçı memurluk tipi Kürdistan'da geçersiz kılınmalıdır. Kürdistan'daki yol trafiği dahi Kürt direniş hareketinin kontrolünde sürmelidir.
Bunlar radikal önermeler değildir. Gereksiz radikalizm berbat bir şeydir. Ama PKK'nin ve onun direniş güçlerinin Kürdistan'daki ırkçı eğitimi ve yaşamı durdurmak gibi bir görevi vardır.

Bunlar yapıldığında Türkiye kesimindeki Kürtlerin hareket alanı mı kısıtlanacaktır? Kürtlerin haraket alanı diye bir şey yoktur. Kürtlerin her alandaki yaşamlarının çerçevesini Türk ırk yasaları belirlemektedir.

Ayrıca 20 milyonluk Kuzey Kürdistan kürtlüğünün, "Bağımsız Kürdistan" için mücadele eden ciddi bir partiye sahip olmaması utanılacak bir şeydir.

Mücadeleyi rakibine karşı bir şantaj veya terbiye unsuru olarak kullanmak dönemi kapanmalıdır. Kürtler, Türk ırk yasaları altında tutulan ayrı bir halktır. Yaşamı, Kültürü ve diliyle ayrı bir halk... Bu halkın farklı yönetim yasaları olmalıdır.

Ne yapılırsa yapılsın sorunun çözülmemesi de bundan kaynaklanmaktadır. Türk ırk yasaları içinde Kürtlere yer bulunmamakta, bunun içinde şiddet her fırsatta Kürtlerin kapısına yeniden dayanmaktadır. AKP şakşakçılığı yapan Kürt aydınları ve siyasetçileri de bunun böyle olduğunu çok iyi bilmekte, fakat cüzdanları bu gerçeği fısıldamaya izin vermemektedir.

HAK-PAR Genel Başkanı Bayram Bozyel, Türk devletinin son saldırganlığıyla ilgili şöyle demiş:
"Bu savaş, şiddet işin uzatmalarıdır ve bunlar son çatışmalardır artık. Kapanış öncesi son gösterilerdir. Masaya daha güçlü oturmak için başvurulan bir yöntemdir. Tünelin ucunda masa görünüyor."
Ne kadar iyimser bir değerlendirme. Ya da kaçıncı iyimser değerlendirme?

Kürtlerin sorununu bir kaç yüz Kürt siyasetçisinin ve aydınının kişisel özgürlüğü olarak algılayanlara şunu dememiz gerekiyor:
Kürt halkı ayrı bir halktır ve Kürdistan adında gasp edilmiş bir ülke  vardır. Kürtler bu ülkeyi geri istemektedir.

Kürtlerin kapısını çalacak olan nihai gerçek budur...

Türk devleti buna hiç bir zaman hazır olmayacak, nihai kararı her daim Kürtlere bırakacaktır...

bildiricihasan@hotmail.com

Devlet Din Kartıyla Kürtleri Neden Kazanamadı

cumasivil
Bugün okurları iç içe geçmiş şu üç soru etrafında düşünmeye çağırıyorum:

1 Kürtlerin genel olarak dindar bir topluluk olduğu göz önüne alınırsa, PKK gibi, özellikle ilk yıllarda yer yer ateist bir materyalizmi savunan bir örgüt bunca yıl onların arasında nasıl varlık gösterebildi?

2 Devletin PKK'ya karşı mücadelede sık sık "din kartı"na başvurduğunu biliyoruz. Peki bu strateji neden başarılı olamadı?

3 Kürtler arasında öteden beri güçlü olan Nakşibendilik, Kadirilik gibi tarikatlar, Nurculuk gibi cumhuriyet dönemi İslami ekoller bu süre zarfında neden PKK'ya alternatif olamadılar?
Kürt hareketi-İslamiyet ilişkisi üzerine tartışmada son derece değerli olan bu üç sorudan sonuncusuyla başlayacak olursak önümüzde çok taze iki metin var: Cemal Uşşak'ın Açık Toplum Vakfı'nın çıkardığı "Anadolu Vicdanı" adlı çalışmada yer alan "Dil yaresi derin olur" başlıklı anısı
(http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/anadolu_vicdani/anadolu_vicdani.pdf ) ve bu anıdan hareketle Ezgi Başaran'ın Radikal'de kendisiyle yaptığı söyleşi. (http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1065858&Yazar=EZG%DD%20BA%DEARAN&Date=11.10.2011&CategoryID=98)

Nurculuk örneği

Nurcu hareketin önemli isimlerinden olan Uşşak içerden biri olarak Türkiye'de İslami kesimin, Kürtlerin dinen caiz olan haklarına kulak kapadıklarını inandırıcı bir biçimde bizlere anlatıyor. Ne var ki Uşşak'ın bu samimi özeleştirisine muhafazakâr kesimden gelen eleştiri ve cevapların da maalesef hayli zayıf kaldı.

Halbuki 1985'ten bu yana bir gazeteci olarak izlediğim İslami hareketin genel olarak Kürt sorunu karşısında duymayıp, görmeyip söylemediğine bizzat ben de tanık oldum. Bu bağlamda, Girişim Dergisi'nin ilk kez Kürtleri (o da Irak üzerinden) kapak yapmasının yarattığı infiali unutmak da mümkün değil.

Kuşkusuz bu noktada en çarpıcı örnekleri Nurculuk içinde görürüz. Bediüzzaman Said Nursi bir Kürttü. Üstelik bunu hiç gizlememiş, hatta bununla övünmüştü. Öyle ki birçok metinde adı Said Kürdi olarak geçmektedir. Dolayısıyla Nurculuk Kürtler arasında öteden beri çok yaygındır. Fakat Nurculuğun önde gelen kolları uzun bir süre Bediüzzaman'ın Kürt kimliğini gizlediler demesek de öne çıkarmamaya özen gösterdiler. Hatta bu nedenle Sıddık Bilgin, İzzeddin Yıldırım gibi bazı isimler ana gövdeden kopru ve hemen "Kürtçü Nurcu" olarak damgalandı.

Milli Görüş hareketi de İslamcıların Kürt sorunundaki ürkekliğine bir başka örnek teşkil eder. Erbakan'ın liderliğindeki bu hareket daha ilk andan itibaren Güneydoğu'da çok güçlü olmuş ama Kürt sorunu konusunda uzun bir süre sistemli bir programa sahip olmamıştır. Hele 1991 genel seçimleri öncesi, Kürt tabanının bütün itirazlarına rağmen Alparslan Türkeş liderliğindeki Milliyetçi Çalışma Partisi ile seçim ittifakı yapması ciddi travmalara yol açmıştır.

Kürt'ü Kürt'e kırdırma

Şimdilik burada kesip ikinci soruya geçecek olursak, devlet hem Kürt hareketini, hem İslami hareketi kendine düşman bellediği için PKK'ya karşı İslamcılara açıkça yatırım yapmadı. Yaptığı sanılan durumlarda, örneğin Hizbullah olayında, PKK'ya karşı sivil bir alternatif yaratma değil "Kürt'ü Kürt'e kırdırma" arayışı baskındır. Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla, yani camileri, din görevlilerini kullanarak PKK'nın önünü kesme stratejisi de hep kağıt üzerinde kalmış, hayata geçirilmek istense de kısa vadede başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kaldı ki 1990'lı yıllarda bölgedeki camilerin devletin denetiminden ciddi bir şekilde çıktığı da söylenebilir.

Sonuç olarak devletin PKK'ya karşı İslam dinini kullanarak başarı elde edememesinin temel nedeni, İslamiyeti işi bittikten sonra atacağı, atabileceği bir "kart" olarak görmesidir. Türkiye bu anlamda o kadar vahim bir deneyim yaşamıştır ki, İslamiyeti asla bir tehdit olarak görmeyen AKP iktidarı bile Kürtlere yönelik olarak dini pek kullanamamıştır.

Gerek İslami hareketler, gerekse devlet, Kürtlerin ve Kürt sorununun varlığını kabulde epey geciktiler ve buna bağlı olarak Kürtlerle aralarındaki mesafe açıldı. Buna karşılık Kürt siyasi hareketi, özellikle 1990'lardan itibaren kaba materyalizmden adım adım uzaklaştı. Bunun sonucunda Kürt hareketinin her geçen gün dindar Kürtleri daha fazla kapsadığını gözlemliyoruz.

Aslına bakılacak olursa, 1980 ve 1990'lı yıllar, dindar Kürtlerin, gerek devlet, gerekse İslami yapılanmaların kendilerini sahiplenmesini beklemesiyle geçti. Ama kendilerine "Müslümanlar kardeştir"in ötesinde fazla bir şey söylenmedi, sunulmadı. Sonuçta hep "abisinin verdiğiyle yetinemesi gereken küçük kardeş" muamalesi gören dindar Kürtlerin daha fazla beklemeye tahammülleri kalmadığını görüyoruz. İşte bu buluşmadan yepyeni bir Kürt hareketi çıkıyor ve bu hareket dün de sözünü ettiğimiz gibi PKK'yı (ve tabii ki BDP'yi) de aşmaya aday.
Tartışmayı yarın sürdürelim.

Yarın: "İyi Kürt" yaratmak mümkün mü? 

Yeni Kürt hareketi PKK'yı nerelerde zorluyor?

Ruşen Çakır

Ermeni Soykırımı


arastirmalar Siz, İzmir’de yaşayan bir Ermeni doktor, İstanbul’da sarraf, Bursa’da tüccar, Afyon’da manifaturacı, hatta Türk ordusunda subaysınız. Anadolu’nun her tarafına dağılmış yaşıyorsunuz. Bir zamanlar Kilikya’da Ermeni Krallığınız vardı. Akdeniz kıyılarında yoğun yaşamaktasınız. Van’da kurulan Urartu devletinin torunlarısınız, orada da nüfusunuz yoğun. Sonra, dünyayı algılayan aydın insansınız. Osmanlı Devletinin feodal gericiliğine, teokratik, diktatör yönetimine karşı diğer halkların aydınlarıyla demokratikleşme çareleri aramaktasınız. Yönetimi değiştirmek için Türklerle beraber uğraş veriyorsunuz. Birlikte kurduğunuz örgüt başarılı olduktan sonra, mızrağın ucunu size gösteriyor. “Ermeniye ölüm!” diyor.

Sonra insanlık için uğursuz yıllar geliyor. I.Dünya Savaşı başlıyor. Almanya, Türkiye’yi saflarında tutmak için, İstanbul’daki Sultan’a “Kutsal Cihad” açtırır. Ve bugün bazı bilim adamları iddia eder ki; Kutsal Cihad plan ve programı, Berlin’de son detaylarına kadar hazırlanıp İttihat ve Terakki paşaları Talat, Enver ve Cemal’e verilir.

Siz Ermeni doktor, tüccar, sarraf, sanatçı, fabrikatör, yani burjuvazi zengin hayat sürdürürken, bir gün kapınıza asker ve polis dayandı. Önce genç erkekleri toplayıp askere aldılar, sonra çoluk, cocuk, kadın, erkek, yaşlı genç yola düşürüldünüz. Nereye gideceğinizi bile bilemeden, binler, on binler, yüz binler İstanbul, İzmir, Ege ve tekmil Anadolu’dan yola çıkarıldınız.

Yozgat ve Çorum tarafından geçirilen kafilelere, Türk köylüleri saldırırken, Türk askeri üç maymunu oynadı. Kestiler Ermenileri, biçtiler, altın dişten, bileziğe velhasıl ne varsa öldürerek aldılar. Aylarca sürdü yürüyüş, ne yıkandılar, ne yediler. Kafile doğuya giderken, ya Türk köylüsünün katliamı, ya da insan gücünün sonuna gelindiğinden sayı giderek azaldı.

Kürdistan’a girişleri de utanç vericiydi. Bugünün korucuları olan o zamanın “Hamidiye Alayları”, çapulcu şerefsizler, bazı Kürt aşiretlerinden devşirilen katiller saldırdılar, Van’da, Kemah’ta ve başka yerlerde Sultan ve İslam Halifesi adına katlettiler. Bunlar utancımızdır. İnsan olduğuna inanan her Kürt utanır bu çapulcu eşkıyaların yaptıklarından.

Kimi bir buçuk milyon, kimi az veya çok gördü bu sayıyı. Ama Türk devleti tarihte ilk planlı programlı katliama imazısını attı. Suriye çöllerine sürülenler koleradan öldüler. Dünya seyretti. Katliam savaşın gölgesinde yapıldı. Aynen Dersim gibi. Dersimliler Ermenileri nispeten korumuşlardı. Ermeniler Alevi olmuş, komşusu Kürtler gibi yaşıyordu. Kemalist devlet: “Sen misin bana Ermeniyi teslim etmeyen?” dediği için Dersim’den öfkesini 70.000 kişi katlederek aldı.

Komşumuz Ermeniler nerede? Kivramız semerci Hüsnü, Agop arkadaşımız? Bir halkı bu şekilde tarih sahnesinden silmek hangi kitaba sığar? Kur’an’da var mı bu insafsızlık? Türk devleti Osmanlıyla övünüyor, ünleniyor, ama Ermeni katliamını görmüyor? Üstelik mağdur, maktul Ermeniyi suçlu yapıyor.

Ben çocukken bizim oralarda Ermeni kiliseleri vardı, hamamları, mezbahaları vardı. Kiliseler yerlebir edildi. Ermeni ve Kürt isimler Türkçeleştirildi. Kızılkilise, Nazımiye yapıldı, Hakis Yayladere ve benim Türkçesini bilmediğim Xarik, Markasor vb ne yapıldılar, bilmiyorum.

Alman faşizmi, Türklerin Ermeni katliamını kendisine örnek aldı. Türkiye, savaşların gölgesinde önce Hıristiyan halkları ortadan kaldırdı, sonra mızrağın ucunu Kürtlere çevirdi. Böylece aldılar mazlumun ahını, öldürdüler milyonları. General Kazım Karabekir: “Giderken zo zo’ları, dönerken lo lo’ları temizleyeceğiz.”dedi. Gerçekten de önce Ermeniler, ardından Kürtler geldi. Bu ahı alanlar rahat edecekler mi? Milyonlarca Ermeninin ahı aheste aheste çıkmaz mı? Almanya katlettiği Yahudi halkından defalarca özür diledi. Türkiye ise, bu katliamı bir türlü kabul etmek istemiyor. Katilin haklılığı gibi bir davranış içindedir. Bir de katliamcı paşalarını onore ediyor. İttihat ve Terakki’nin Türk İslam sentezi bugün daha da katmerli sürdürülüyor.

Oysa Ermeniler topraklarında yaşayıp işinde gücünde olsalardı, ticaret, tarım ve endüstride ileri olan bu halk, Anadolu halklarına ışık tutacak onları aydınlatabilecekti. Gözü dönmüş Türk İslam sentezciler bunu göremezdi. Üstelik Türkiye; faşist, ırkçı Türk-İslam sentezini Kemalizm ile bütünleştirirken, dünyaya entegre olma olanağını da kaybediyor. 90 yıl önce Anadolu ve Mezopotamyadan Ermeni insanının çığlıkları yükseldi. En azından insan olan bu çığlığa saygılı olur. İzmir’de yaşayan Ermeni doktor, İstanbul’da sarraf, Bursa’da tüccar, Afyon’da manifaturacı, hatta Türk ordusunda subay, sanatçı, kültür insanı, dünyayı Türklerden daha iyi algılayan bu insanlar Ermeni oldukları için katledildiler. Bir buçuk milyon çığlık, rahatsız etmez mi sizi? O halde ne yaptınız?

Kaynak: www.haydar-isik.com

Bitlis'te Ölen 5'i Polis 8 Kişinin İsimleri Belli Oldu

Bitlis'in Güroymak ilçesinde meydana saldırıda ölen Özel Harekat Polisleri ile hayatını kaybeden sivillerin isimleri açıklandı.

Bitlis Valisi Yılmaz gazetecilere yaptığı açıklamada patlamada Şaban Kılıçarslan, Bülent Emen, Volkan Sabaz Yalçın Demir ve Kamuran Ercan adlı polislerin öldüğü bildirildi.

Patlama esnasında yoldan geçen kamyonette bulunan Hiranur Eraslan, Ferit Eraslan ve Resul Eraslan'ın da hayatını kaybettiği belirtildi.

Bu Cemaat Kimin Cemaati?




Yeşil Türk Irkçı Cemaati Fetullahçılık

Fetullahçı Cemaatin başı Fetullah Gülen, Gazze olayına ilişkin hem The Wall Street Journal hem de New York Times gazetelerine demeç verdi. Gülen verdiği demeçlerde “İsrail devletinden izin alınmalıydı. İsrail otoritesine başkaldırılmamalıydı. En kötü devlet ve en kötü hükümet, devletsizlikten ve kaostan iyidir” dedi. Gülen bu söylemiyle bir taraftan İsrail’in işgalciliğin meşrulaştırırken diğer taraftan en kötü devlet ve en kötü hükümetleri savunarak faşişt-ırkçı- soykırımcı devletlerin bile meşru olduğunu en azgın bir şekilde savunurken, nasıl bir faşist, ırkçı ve soykırımcı zihniyette olduğunu açığa vurdu. Bun zihniyetinden dolayıdır ki, Fetulahçı cemaat Türk, ABD ile İsrail devletleri tarafından destekleniyor. MİT, CIA ile MOSSAD bu isim altında dünyanın her tarafında örgütleniyor. Fetulahçı cemaat bu şekliyle bir nevi MİT, CIA ile MOSSAD’ın sentezi oluyor. Ve üç istihbarat örgütü, bu cemaat kılıfı altında eleman devşiriyor. Bu amaçla Fetullahçı Cemaat, Kürt ve Kürdistan’a ilişkin özel bir misyonla harekete geçirilerek destekleniyor.

Kürdistan’da Faşistinden Kemalistine, Ordusundan Türk-İslam Sentezli Türkçüsüne kadar söz konusu Kürtler oldu mu, Kürtlere karşı herkesin desteklediği bir cemaattir Fetullahçılık.

Kürdistan’daki valilerden emniyet müdürlerine, savcısından hakimine, milli eğitim müdüründen okul müdürlerine, generalinden subayına, üniversite rektöründen fakülte dekanına kadar kilit noktalarda Fetullahçı Türk Misyonerleri yerleştirildi ve yerleştiriliyor.

Artık Kürdistan’daki devletin işgalci kurumları onlara emanet.

Kürdistan’da devlet terörünü her gün katmerleştiren polis teşkilatı, ağırlıkta Fetullahçı Cemaatten oluşuyor. JİTEM’inden MİT’ine kadar Türk istihbaratı Fetullahçılık adı altında örgütleniyor. Her Cihan Haber ajansı muhabiri JİTEM ile MİT’in doğal bir elemanı. Okullardaki her Fetullahçı öğretmen Türk Özel Kuvvetlerine bağlı bir istihbaratçı. Kendini “deist” yani inançsız diye tarif eden Türk yazarları bile Fetullahçılar ile AKP’nin Kürdistan’da hakim olmasını açıkça savunuyorlar. Bunlardan biri olan Halit Kakınç 12 Kasım 2008 tarihinde Akşam gazetesinde yazdığı “Terörü Gülen ve AKP Çözer” adlı makalede, “Ben istiyorum. Açıkça ifadeden de çekinmiyorum: AKP ile Fetullah Gülen Cemaatinin hassas bölgelerdeki politikasını destekliyorum. Dansözlük yapmadan konuyu irdeleyelim. Dindar sayılmam. Deist’im.Fetullah Gülen’le de hiç karşılmamadım. Bence PKK’yi Gülen ve AKP çözer” diyordu. Ve Kürdistan’da herkesin hangi görüşte olursa olsun AKP’yi desteklemesini, devletinde ordunun işgali altında Kürdistan’ı Fetullahçı Cemaate teslim etmesini hararetle savunuyordu. Bir cemaatin Kürdistan’da örgütlenmesinin açık bir şekilde savunulmasının nedenleri nelerdir?

Söz konusu Fettulahçı cemaate Kürdistan’da verilen misyon nedir? Lanse edilmeye çalışıldığı gibi bu cemaatin Gerçek İslam’la bir ilişkisi varmıdır?  Cemaatin lideri nasıl karanlık bir kişiliktir? O’nun Said-i Kurdi’nin öğretisiyle gerçek manada bir alakası var mıdır?  Kürt Özgürlük Hareketi ile Kürt halkına karşı yürütülen Özel ve Psikolojik Savaşta Fetullahçı medyanın bir Özel ve Psikolojik Savaş Karargahı olarak görev yapması ne anlama geliyor?  Herkese Ergenekon yaftasını yapıştıran Fetullah Cemaati mi Kontrgerilla ya da Ergenekonculuğun hassıdır yoksa yaftaladıkları mı görececeğiz. Tüm bu soruların ve daha nice soruların cevabını bu haber dosyasında göreceksiniz.Bizleri takip edin cemaatla ilgile her türlü konuda net bilgilere sahip olacaksınız.

Fetullah: Nurcu Değilim

Kitlelere giderken Said-i Kurdi’nin öğretisini kullanarak Nurcuyuz diyen ve hatta hücre evlerini de “Nur Evleri” anlamının eşanlamlısı olan “Işık Evleri” diye adlandıran Fetullah Gülen 1971 yılında açıkça “Nurcu” değilim diyordu.  12 Mart 1971 darbesinde Nurcu diye tabir edilen 53 kişi tutuklandı. Bekir Berk ve diğerleri mahkemede Nurcu olduklarını beyan ettiler,1 yıl ceza aldılar. Fetullah ise Nurcu olmadığını söyleyerek beraat etti. Tüm Nurcu gruplar bir bir tasfiye edilirken, kendisine Nurcu demeyen ama halka Nurcudur diye propangadası yapılan Fetullah Gülen’e tüm yollar ve kapılar ardına kadar açılıyordu. Devletin tekelindeki  tüm imkanlar devreye sokularak örgütlendiriliyordu. Devletin karşısında gibi gösterilipte devleti bire bire temsil eden Fetullah nereden geliyordu?  Aslından hiç bir şekilde Nurcu olmayan bu Nurcu yoksa Said-i Kurdi’nin dediği gibi “Nur postuna girmiş bir düşman” olmasın.

Bir Özel Harp Dairesi Elemanı ve Yeni Feqi Elemanı

Erzurum’un Pasinler ilçesinde doğan Fetullah, daha 16 yaşındaki bir feqi iken, Erzurum’da üsteğmen Esat Kesafoğlu tarafından eğitilerek Nur Cemaatine sızdırılınca yıl 1957 yılıydı. 1957 yılından itibaren Nurculuk farklı bir kulvara açılıyordu. Sonradan kendini Said-i Kurdi’nin mirasçısı olarak ilan eden ve tüm ilhamını O’ndan aldığını iddia eden Gülen, Nurculuğu büyük bir Türk Irkçığına dönüştürmeye başladı. Said-i Kurdi hayatta iken, “Kürt olduğu için onunla görüşmek istemedim. Ben bir Kürdün huzurunda diz çöküp elini öpmeyi gururuma yedirmediğim için yanına gitmedim” açıklamasında bulunarak nasıl azgın bir  Yeşil Türk Irkçısı karakterine sahip olduğunu itiraf ediyordu. 1960 yılında Said-i Kurdi’nin Riha’daki mezarını talan eden ve naaşını özel bir uçakla götürüp bilinmeyen bir yere atan Özel Harp Dairesi’nden General Cemal Tural’dır. 1962 yılında İskenderun’da Cemal Tural’ın yanında Özel Harp Dairesinin uzmanlaşmış bir istihbarat elemanı olarak yetiştirilende Fetullah Gülen’dir. Bu öyle tesadüfü bir duruma benzemiyor. Said-i Kurdi’yi mezarsız bırakan Özel Harpçi Tural. Tural’ın yanında da yetişen Gülen.  Ve Tural’ı “iyi bir Türk Milliyetçisidir” diye öven aynı Gülen, Said-i Kurdi’nin mirasçısımıdır yoksa O’nun mezarını ortadan kaldıran Cemal Tural’ın mirasçısıdır? Bu sorunun cevabını birazcık bile aklı ve vicdanı olan bir kimse hiç düşünmeden hemen verebilir.

Fetullah’tan Skandal Risale Çarpıtmaları

Said-i Kurdi’nin öğretisini Yeşil Türk Irkçılığının silahına dönüştürerek güç ve otorite kazanan Gülen’in ilk yaptığı icraat, Said-i Kurdi’nin Risale-i Nur metinlerini çarpıtma ve değişiklik yapma icraatıdır. Said-i Kurdi’nin hem kendini Kürt, Kürdistanlı olarak tanımladığı parçalar hem de Kürtelere ilişkin aynı sosyal ve politik ifadeler Gülen tarafından Risale-i Nur metinlerinden çıkarılmış ve yerine vatandaş ya da azeri vb. kavramları ikame edilmiştir.
Divan-ı Harbi Örfi’deki Türkleştirmelere bir örnek şöyledir. Kitabın aslındaki ifade: “Ey Asuriler ve Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşet ve gaflet sizi garet edecektir” şeklindedir.

Fetullah Gülen’in tahrif ettiği hali ise: “Ey eski cihangir Asya Ordularının ahfadı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beşyüz senedir yattağınız yeter. Artık uyanınız sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette yatmakla, gaflet sizi yağma edecektir” şeklindedir. Gülen’in yaptığı tahrifata göre Osmanlı devleti 500 yıl boyunca üç kıtayı işgal etmemiş sanki. Said-i Kurdi 500 yıl boyunca Kürt ve Kürdistan’ın Osmanlı İmparatorluğunun işgali altında kalmasını anlatırken, Gülen ise her şeyi ters yüz etmiş.
Fetullah’ın yaptığı tahrifatlar sadece Risale-i Nur’la sınırlı değil. Hızını alamayarak Kürt inkarını, Ali Şeriati çevirilerine de yansıttı.

Gülen’in Kürt inkarı “Prizma 2”adlı yapıtından aleni bir şekilde kendini ele veriyor. Burada Gülen, “Bir kısım sosyologlara göre Yunan Medeniyetinin arkasında da yine Mezopotamya banileri sayılan Türkler ve Kürtler vardır. Bu açıdan bu mevzuda kesin bir kısım deliller ortaya koymamız çok zor olmasına rağmen, Türk Milleti buralardaki temel unsurlardan biri sayılabilinir” diyor. Burada sosyolog derken kastettiği Ali Şeriati’dir.

Oysa Şeraiti, 'Medeniyet ve Modernizm adlı orijinal eserinde şu ifadeleri kullanıyor: 'Yunan medeniyetini de hicret eden KÜRTLER'in kurduğu bir medeniyettir. Kürtlerin Yunana gitmeleri ile başlamıştır. Hepsinden önemlisi ve açıkcası 'Çağdaş Amerikan Medeniyetidir. Çok ilginçtir hiçbir zaman Dicle ve Fırat arasındaki yörede beynen nehreyn Batı söz etmiyor. Çünkü bundan söz ederse geliştirdiği bütün nazariye bir anda boşa çıkacaktır. Oysa bütüncü bir gelişme seyri vardır. Daha önce dediğimiz gibi, 'Yunan medeniyetinin kaynağı KÜRTLERE dayanır. Kürtler iki nehir arasında yaşamaktadır. Mezopotamya, dünyanın kültür, medeniyet ve felsefenin merkezidir. Riyazi bilimlerin ilk gelişme gösterdiği yer bu iki nehir arası bölgedir' diyor.

Gülen Said-i Kurdi’nin Risale-i Nur ve Ali Şeriati gibi aydınların kitaplarından Kürt ve Kürdistan’a ilişkin ne varsa,  ilkin onları Türkleştirirerek çarpıtmayı zihniyetten başlatıyor. İslamı bir araç, Yeşil Türk Irkçılığını amaç haline getiriyor. İslamiyeti Türk ırkçılığının hizmetine sokuyor. Kürt Özgürlük Hareketinin direnişi sonucunda yenilen katı ulusçu Türk ırkçılığının-Kemalizm, kara Türk ırkçılığı- yerine ırkçılığın inceltilmiş bir tarzı olan Yeşil Türk Irkçılığı-Türk İslam Sentezi- bir versiyonu olan Fetullahçılık üretildi. Şimdiki dönemde iflas eden Kemalizm yerine Yeşil Türk Irkçılığı devreye sokularak daha incelmiş bir tarzda Kürtleri Türkleştirirek soykırımdan geçirme görevi Türk Devleti tarafından Fetullahçı cemaate verildi.

Zihniyet Soykırımın Merkezi Gülen Okulları

Fethullah Gülen cemaati bir taraftan Said-i Kurdi öğretisini Türkleştirirken, diğer taraftan da Kürdistan’da kurduğu okullarda, dershanelerde, okuma salonlarında ve Işık Evleri adlı hücrelerde Kürt çocuklarını soykırımdan geçirerek Türkleştirme misyonunu üstlenmiş durumda. Cemaatin okullarında Osmanlı Devletinin devşirme sistemi ile Türk misyonerliğinin yeni döneme uyarlanmış şekliyle eğitim veriliyor. Kürtlerin demokratik ulus temelinde gerçekleştirdiği direnişi kırmak için Kürt halkının geleceği olan çocukları açtığı okullar, dershaneler, okuma salonları ve kuran kursları vasıtasıyla sahte İslamcı cilayla Türkleştirmeye çalışıyor. Kürdistan’da Pan-Türkizm hedefleri doğrultusunda eğitime el atan Fetullahçılar’ın Güney Kürdistan’da açtığı okulların temeli Ergenekoncu Veli Küçük aracalığıyla atılmıştır. Veli Küçük Kürdistan’da “her yere bir Türk karakolu kuralım” yaklaşımıyla hareket ederken, Yeniden Milli Mücadele Örgütünden arkadaşı olan Gülen’de “karakolla birlikte, her yere bir Türk okulu açalım” yaklaşımıyla hareket etti. Bu ittifak sonucunda 1994 yılında Güney Kürdistan’ın Hewler kendinde ilk Fetullahçı okul açıldı. Cemaat 1994 yılından itibaren ırkçı, sömürgeci ve yayılmacı amaç doğrultusunda Güney Kürdistan’da okul sayısını artırıyor. Hewler’de Fezalar Eğitim Kurumu, Işık Dil Merkezi, Işık İlköğretim Okulu, Nilüfer Kız Koleji, Işık Erkek Koleji ve Işık Üniversitesi olmak üzere toplam 6-altı- okulu, Süleymaniye’de Süleymaniye Kız Koleji, Selahattin Eyyubi Erkek Koleji, Selahattin Eyyubi Dil Merkezi olmak üzere toplam 3-üç-, Kerkük’te ise 1 okul ve 1 dil merkezi bulunuyor. Bu okullarda okutulan Kürt çocuklarına ırkçı Türk marşları öğretiliyor ve bu çocuklar Türkçe Olimpiyatları adı altında İstanbul gibi şehirlere götürülüyor, onlara Türkçe şölenler düzenleniyor. Bu amaçla 2009 yılının Mayıs ayı sonunda Türkiye’ye götürülen, Güney Kürdistan’lı Sazgar Darabeg, Bilal Sabri, Muhammed Şakir ve Erdal Hüsen isim öğrencilere Fetullah Gülen’in şiirleri, Türkçe stranlar ve ırkçı marşlar okutularak alkışlandılar.

Cemaat tarafından genelde nerede okul açılıyorsa orada en fazla tanınan ve en fazla değer verilen ne ise ona göre bir isim verilerek hem asıl hedef gizleniyor hem de okul ilgi çekici hale getiriliyor. İsimlendirme konusunda Kuzey ve Güney’de aynı taktik uygulanıyor. Serhat Özel Serhat Liseleri adıyla liseler kuruluyor. Dersim’de Munzur adına okul yapılıyor. Amed ise Sur dershaneleri açılıyor. Ayrıca Kuzey Kürdistan’ın her tarafından EHİ-DER adlı okuma salonları bir ağ gibi kuruldu.

En Zeki Kürt Çocukları Türkleştiriliyor.

Cemaat açtığı özel okullarda MİT’in verdiği bilgiler doğrultusunda en zeki Kürt çocuklarını toplayıp eğitme maskesiyle Türklüğe devşiriyor. Bu yöntemle Kürtleri beyin gücünden yoksun bırakıyor. Beyinsel soykırım yapıyor. Ve Türklüğe devşirdiği bu çocuklar ve gençler vasıtasıyla Kürtleri kültürel soykırıma uğratmada avcı kekliği tarzında kullanıyor. Bu konuda özellikle en fazla yurtsever ailelerin çocuklarına el atıyor. Devlet GAP Projesi çerçevesinde ayırdığı bütçenin büyük kısmını bu cemaate aktarıyor. Yani GAP paraları ağırlıkta Fetullah Cemaatine gidiyor. Cemaatte devlettin kendisine aktardığı bu parayla Kürdistan’da okullar, okuma salonları, yurtlar, dershaneler ile kuran kursları açıyor. GAP projesi çerçevesinde kurulan SODES-Sosyal Destek Programı-kurumu tarafından Fetullahçı cemaate bağlı Amed’teki EHİDER’e-Eğitim ve Halkla İlişkiler Derneği- son iki yılda aktırılan para 350 bin TL’dir. GAP projesine ayrılan 14 milyar doların büyük bir kısmı bu mantıkla kullanılıyor. Batı illerinde farklı yöntemlerle devlet eliyle cemaate para veriliyor ve kurulan benzer okullar ve kurumlarla batıdaki Kürt çocuklarıda benzer şekilde tuzağa çekiliyor.

Kürt Çocuklarına İnkar Köprüleriyle Tuzak
Abdurrahman Kurt Başrolde

Fetullahçı cemaatin bir taktiğide “Kardeşlik Köprüsü” adı altında Kürt çocuklarını batıya götürerek Türk kültürünü aşılayarak onları öz değerlerinden uzaklaştırmayı amaçlıyor. Sözkonusu Cemaat bu amaçla 2006 yılında Gönül Köprüsü Derneği’ni kurdu. Başkanlığına da AKP milletvekili Abdurrahman Kurt’u getirdi. Bu dernek vasıtasıyla Kürt çocukları toplu halde İstanbul, Ankara, İzmir, Çanakkale vb illere götürülerek cemaate yakınlaştırılarak, öz değerlerinden ve Kürt kimliğinden kopartılmaya, kendini inkar etmeye yönlendiriliyor. Bu soykırım ve inkar projesiyle özellikle ilköğretim 7-8. ve ortaöğretim 1-2. sınıfındaki öğrenciler hedef alınıyor.Yine adı geçen dernek aracılığıyla “Cumhuriye Gezileri” adı verilen turlarla da Kürdistan kentlerinden çocuklar Anadolu ile Trakya illerine götürülüyor.

Fetullah: İslam Dünyası Yoktur. Türklük Ve İslam Eş Değerdir

Bütün bunlar Fetullah Gülen’in deyişiyle“Güney doğu halkını kazanmalıyız” anlayışıyla yerine getiriliyor. Güya ona göre “ Türklerden önce Müslüman olan Kürtler Müslüman olmamışlarda. Kürtler, İslam dinini Fetullah gibi Türklere öğretmemişte. Kürtlere İslamı O öğretecek. Böylece Kürdistani ve Kürdili olmaktan uzaklaştırıp kolayca Türklüğe entegre edecek”.Çünkü Fetullah’ın aynen bire bir ifade ettiğine göre, “İslam dünyası yoktur. Türklük ve İslam eş değerdir. Türklüğün düşüşü İslam’ın düşüşüdür”. Yahudilere göre nasıl tanrının seçilmiş kavmi İbrani Irkı ise, Fetullah göre de İslamın seçilmiş kavmi de Türk ırkı oluyor. Buna Türk Siyonizmi yada ultra ırkçılığı deniliyor.

Türk Özel Harp Dairesi’nin ya da Özel Kuvvetleri’nin Türk-İslam Sentezini göre kurduğu Yeşil Türk Irkçı Cemaati olan Fetullahçı Cemaate, Kürdistan’da Kürtleri soykırımdan geçirmede başat rolü verilmiş vaziyette. 1938 Dersim katliamından sonra nasıl ki, Sıdıka Avar Atatürk tarafından Kürt çocuklarına hoşgörü, şefkat, sevgi dağıtmak ve modernleştirmek, ıslah etme kılıfıyla Türkleştirme ile görevlendirdiyse, bu günde aynı görevi daha inceltilmiş bir tarzda Gülen Cemaati yürütüyor. Gülen’in Kürdistan’da eğitime ağırlık vermesinin sırrı söylediği şu sözünde gizlidir. “Bu vatandaşlar kendilerini Türk gibi hissediyorsa o zaman bizleri ayırabilecek hiçbir şey olamaz” diyor. Kürtleri ve çocuklarını açtığı okullar vasıtasıyla kökünden uzaklaştırarak Türkleşmesini ve kendilerini Türk hissetmesini meşru görecek kadar Türk ırkçısı olabiliyor. Söylediği bu söz ve yaptıklarıyla soykırım suçunu işlediği halde bundan Türklük adına mutluluk duyuyor. Gülen’in bizzat talimatıyla Cemaat okullarında Kürçe konuşmak bile yasaklanmıştır. 1930’larda T.C. “Vatandaş Türkçe Konuş” sloganıyla Türkçe’yi yasakladı. Mevcut durumda devletin bu görevini Gülen üstleniyor. Kendi okullardan “Vatandaş, Öğrenci Türkçe Konuş” sloganıyla Kürtleri, Türkleştiriyor. Kısa bir süre önce söz konusu cemaatin Kırgızistan’daki okullarından ayrılan Ali D. Adlı Kürt öğrenci bu konuya ilişkin şunları belirtti. “Türkiye’den gelen öğrenciler arasında özellikle Kürtleri kendi tarafına çekmek için büyük çaba sarfediyorlar. Bir evde en fazla iki Kürt kalabiliyorduk. Daha çok tek kişi kalıyorduk, kendi aramızda Kürtçe konuşmamıza bile engel olunuyordu. Zaten Kürtçe konuştuğumuz için sürekli uyarılar aldık”. Bundan dolayıdır ki Eski MİT’çi Mahir Kaynak “Devlet Güneydoğu ayağını Fethullah Gülen cemaatine havale etmiştir.” diyor.

Türk Genelkurmayı İle AKP’nin Kürdistan’daki Soykırım Cemaati

Türk Genelkurmay’ın iki yıl önce “Kürdistan’ı ve Kürtleri Biçimlendirme Planı” ortaya çıkmıştı. Bu plana göre Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi Başkanlığınca, Milli Güvenlik dersi adı altında özel seçilmiş askeri ve sivil elemanlarca Lise ve dengi okullarda Türk Ordusu ile Türklüğe güveni aşalıyacak şekilde hazırlanan CD ve DVD’lerle Türk Milliyetçiliğini yüceltici temaları işleyen seslendirme ve görüntüsüyle öğrencileri etkileyen ders filmleri hazırlanarak seyrettirilmesi planlanmıştı. Ayrıcı Türk ordusuna bağlı üst rütbeli subayların sorumluluğunda aynı doğrultuda “Aydınlatma Timleri’nin” kurularak özel ve psikoloji savaş temelinde propaganda-ajitasyon faaliyetinde bulunacağı belirtiliyordu.

Daha sonra aynı amaçla AKP’nin de Türk Genelkurmayının soykırımcı politikasından zerre kadar ayrılmayan, Kürtleri tasfiye ve soykırımını amaçlayan gizli bir planı ortaya çıkmıştı. Planda Kürt medyasının susturulması, Kürt çocuklarının soykırımdan geçirilerek Türkleştirilmesi ve nüfus artışının önlenmesine kadar farklı soyrımı yöntemleri öngürülüyordu. Kürdistan’daki ÜniversitelerdeTürk milli birliğini güçlendirecek şekilde eğitim müfredatının hazırlanarak verilmesi gerektiği vurgulanıyordu.

Kürt çocuklarının erken yaşta Türkçe öğrenmeleri için çok erken yaşta okullara alınması, anaokullarının yaygınlaştırılması, YİBO’ların sayısının artırılması, Kürt Özgürlük Hareketinin psikolojik üstünlüğünün yokedilmesi, Türkçe okuma-yazma kurslarının yaygınlaştırılması şeklinde bir eğitim-öğretim seferberliğinin uygulanacağı açık bir şekilde savunuluyordu.

Söz konusu planda, “Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması konusunun “Bağımsız Kürdistan ve Kürt Ulusu Yaratma” gayretlerinin bir parçası olduğunu, Türkiye’de Türkçeden başka resmi dil ve eğitim dilinin kabul edilemeyeceği uluslarası her platformda ifade edilecektir. Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenimi yapılırken, bunlardan herhangi birinin eğitim-öğretim dili olmasına izin verilmeyecektir” deniliyor. Ve bununla birlikte Gülen Cemaatiyle birlikte Kürt çocuklarının bütünleşme ve kaynaştırılması adı altında Türkleştirmesi hedeflenirken şöyle deniliyordu.

“ Başarılı çocuklara Batı illerindeki kamu ve özel yatılı okullarda kontenjan ayrılacak.     Bölgelerarası yarışmalar/şenlikler düzenlenecek.

—Tatil dönemlerinde Batı illerine ortak geziler düzenlenecek, ortak tarih bilincini geliştirmek amacıyla Çanakkale ve İstiklal Savaşı’nın yaşandığı bölgeler tercih edilecek.

—Kardeş okul kampanyaları düzenlenecek.

— Bakanlık, kurum ve kuruluşların kamplarında kontenjanlar ayrılacak”.

AKP’li Abdurraman Kurt’un başkanlığında kurulan ve Fetullahçı Cemaat’a ait olan“Gönül Köprüsü Derneği” nin bu amaçla her yıl binlerce Kürdistan’lı öğrenciyi batıya götürdüğü biliniyor.
Bakın,1992–1994 yıllarında Bedlis’te yaptığı katliamlar ile bunların sonucunda oluşturduğu toplu mezarlarla tanınan ve Gazeteci Ferhat Tepe’yi öldürme emrini vererek katleden General Korkmaz Tağma, 2008 yılında cemaatin düzenlediği Türkçe Olimpiyatlarında, Fetullahçı Cemaatin eğitim politikası için ne diyor. “Gülen Cemaati, Atatürkçülerin 80 yılda yapamadığını 20 yılda gerçekleştirdi. Açtığı okullalar vasıtasıyla “Misakı Milli” sınırları içinde Türkçeyi veTürklüğü hakim kıldı”.

Şimdi Fetullahçı Cemaatin en aktif bir üyesi olan Tağma, Misakı Milli sınırlarından bahsederken Güney Kürdistan’ı da içine katarak Kürt çocuklarının Fetullahçı Cemaat tarafından soykırımdan geçirilerek Türkleştirilmesini övüyordu.

İhanetçi ve Ajan Devşirme Okulları

5 kıta ve 120 civarında ülkede okulları bulunan Fetullahçı Cemaat’in küresel sermaye ile CIA’nin hizmetinde olduğu biliniyor. CIA elemanlarının öğretim görevlisi kılığında Fetullahçı okullarda eğitim verdiği aşikârdır. Bu çerçevede Özbekistan’daki okullarda görev yapan CIA ajanları ile öğrencilerin 1999 yılında Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov’a karşı planlanan darbede yer almışlardı. Her ülkenin özgünlüğüne göre strateji belirleyen cemaatin Kürdistan’da kurduğu okullara ilişkin ne hedeflediğini Gülen kendi sesinden şöyle açıklıyor. “Şimdi bunların içinde mollalar, hocalar, şeyhler, dindarlar var.Açtığımız okullarda, orada ve kurslarda bunlarla diyalog kurabiliyoruz.Bu, sertlikleri, dalgayı kırma imkanı oluyor.... Esas derdin dermanı olan reçeteyle işin üzerine gitmiyorlar, yanlışlıklar içindeler.Haber toplamak açısından da yanlışlıklar içindeler”.
Türk devleti, 12 Eylül döneminde Amed cezavevinde 31. Koğuş’unda Türk-İslam sentezi düşüncesini savunan ırkçı Yılmaz Yalçıner’i görevlendirerek Kürt çocuklarını kendi öz değerlerine düşmanlaştırıp ajanlaştırarak Hizbul-Kontra tetikçisi yaparken, şimdi de bu görevi Fetullahçı Cemaate veriyor. Bundan dolayıdır ki, Fetullah Gülen özgürlük, eşitlik ve kendi kimliği ile halk olarak varolma mücaddesini veren Kürt halkını açtığı okullar üzerinden bazı ihanetçi şeyhler, esnaf ile kişiliklerle ilişkiler geliştirerek, direnişi kırarak soykırımdan geçirmeyi dalgakıran olarak değerlediriyor Fetullah Gülen. Bunun dışında okullardaki öğrenciler ve öğretim elamanları vasıtasıyla istihbarat toplamayı hedeflediğini açıkça belirtiyor Gülen. Bu söylemiyle MİT’in ve Özel Harp Dairesinin özel bir kolu kapsamında istihbarat toplama, ajanlaştırma ve Kürtleri kültürel soykırımdan geçirerek Türkleştirmek hedefiyle okullar açtığını itiraf ediyor.

Cemaatçi YÖK Başkanı: Kürtçe Dili Yok

Türk eğitim ve öğretim sisteminin en üst kurumu YÖK’tür. YÖK’ün başında Fetullahçı Cemaate mensup Yusuf Ziya Özcan var. Özcan, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde-İTÜ- düzenlenen “Yükseköğretimde Kalite” konferansının açılış konuşması ardında basının sorduğu sorularlardan birine cevap verirken şunları söyledi. “Kürt diline bakarsanız, tespitlere göre yüzde 60-70 Farsçadan ödünç aldığını, yine yüzde 20-25 arasında Arapçadan ödünç aldığını ifade ediyorlar. Türkçeden de kelimeler olduğunu biliyoruz”. YÖK Başkanı aslında bu verdiği yüzdeler ve  söylemiyle “Kürtçe diye bir dil yok” dedi. Bilim cahili ve düşmanı Özcan’ın, iddasının tam tersi sözkonusudur. Kürtçe Aryen dil grubunun kök hücresidir. Neredeyse tüm dillerin anasıdır. Kürtçe dilinin  oluşumu hem Farsça hem de Arapça dillerinden çok önceki tarihlere dayanır.Türkçe ise Kürçe bir yana Farsça ve Arapça dillerinden bile binlerce yıl sonra oluşmuştur. Özcan’ın öne sürdüğü argümanın dilbilimiyle hiç bir alakası yok. Türk ırkçığına hizmet ediyor. Kürt dili yok demekle, Kürt halkı yok zihniyetini savunuyor.

Amed’te de Fetullahçı zihniyete sahip Rektör Ayşegül Jale Saraç’ın, Dicle Üniversitesi’de Fetullahçı örgütlemeyi ayyuka çıkarması, yurtsever öğretim üyelerini işten çıkarması, en sonda Alternatif Bahar Etkinliklerini düzenlemek isteyen öğrencileri polis çağırtarak işkenceden geçirtmesi ve tutuklatması cemaatin gayesini gösteriyor.

Üniversite’lerde son günlerde Kürt öğrencilere karşı gerçekleştirilen Şerzad Kurt’un ölümü ve onlarca Kürt öğrencinin ağır yaralanmasına neden olan silahlı ve diğer saldıraların arkasında aynı cemaat var.

CIA’nın Emrindeki Fetullahçı Medya

ABD’nin Ortadoğu’daki ihanet hançeri Fetullahçı Cemaat, ABD’nin BOP çerçevesinde oluşturduğu “Ilımlı İslam” öğretisi doğrultusunda hareket ediyor. 30 milyar dolar üzerindeki sermaye, onlarca şirket, finans kurumları, bankalar ve medya organlarıyla ABD’nin küresel hakimiyeti için çalışan cemaat ve  lideri Fetullah Gülen, CIA Eski Ortadoğu Sorumlusu Graham Fuller, CIA’nın Balkan politikaları uzmanı George Fidas, ABD’nin Eski Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz, ABD’nin Eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris, ABD Evangelikal Lutheran Kilisesi Arkasan-Oklahama Bölge Sorumlusu v.b. görevlerde bulunanlar tarafından desteklenip, korunuyor. Başta12 Eylül darbesinin cuntacıları olmak üzere, tüm iktidarlarca desteklendi. Cemaatin kendisi de askeri cuntayı desteklerken, Özal, Mesut Yılmaz, Demirel, Çiller, Ecevit ve Erdoğan iktidarları döneminde iktidara gelen partilere oy verdi. Her iktidarın Kürtleri imha ve inkar etme politikasını açıkça destekledi ve sözkonusu politikanın bire bir uygulayıcısı oldu. Türk devletinin Kürdistan sürdürdüğü askeri işgal, siyasal soykırım, ekonomik sömürgecilik ile kültürel soykırımın kalıcılaştırılması için, cemaat basını da her hükümetin Kürdistan’da yürüttüğü Özel Kirli Savaşta devlet terörünü meşrulaştırmaya çalıştı. Cemaatin bu kapsamda kullandığı medya organlarının başında Samanyolu TV, Mehtap TV,  Küre TV, Kanal-24, Radyo Herkül, Zaman Gazetesi, Star Gazetesi, Taraf Gazetesi, Aksiyon Dergisi, Sızıntı Dergisi gelmektedir. Kürdistan kentlerinde ise, Amed’te Nur FM, Sêrt’te haftalık yayın yapan Gökkuşağı Gazetesi ve Selam TV, Wan’da haftalık yayın yapan Güncel Gazetesi ile Merkür TV ve Esra FM, Batman’da İrfan Çocuk Dergisi, Agirî’de Ağrı Ekspres Gazetesi, Muş’ta ise Filiz FM yayın yapmaktadır.

Fetullahçı Medya’nın Kürt Düşmanlığı

Türk devleti her zaman Kürtleri zihinsel ve kültürel soykırımdan geçirmek için“dozunu kendi ayarladığı” Türk-İslamcı Yeşil Türk Irkçıları ve medyaya ihtiyaç duyarken, bazen irtica hortluyor söylemini kullanmakla asıl amacı gizliyor. Önce Kürtleri kırımdan geçirmek için İslamcılık maskesiyle Fettulahçı dernekler ve medya sahneye sürüyör,  devletin tüm olanaklarını seferber ederek destekliyor. Sonra Fettullahçı tehdit olduğu propogandısını yayıyor. Böyle olmazsa bu kadar Fetullahçı Medya yaygınlaşabilir miydi?

Bunun en tipik örneği 1990 yıllardır. 90 yıllarda onlarca Kürt gazetecisi katledilirken, Kürt gazeteleri bombalanırken, Fetullahçı Medya, Türk ordusuna tetikçilik yapıyordu.

Türk Ordusu elinde bir çakı bile olmayan Kürtleri toplu halde katlederken, sözkonusu medya TV’lerinde, gazetelerinde “Mehmetçik 10 teröristi, inlerinde öldürdü” sürmanşeti atılıyordu.90’yıllarda Kürt halkının yükselen özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücaddelesini bastırmak için devlet tümden bir kontgerilla şeklinde örgütlendi. Devletin kendisi kontgerilla devletine dönüştürüldü. Kürt halkının Hizbul-Kontra diye adlandırdığı Hizbullah örgütü de Kürt halkına karşı devlet tarafından örgütlendirilip, korundu, kollandı ve devletin vurucu gücü ile tetikçisi olarak kullanıldı. Devlet tarafından silahlandırılan ,Çevik Kuvvet ve JİTEM merkezlerinde, ordu karargahlarında kontrgerilla tarafından eğitilen Hizbul-Kontra elemanları özellikle 1991-92-93 yıllarında tam bir cinayet makinası gibi çalıştı.O yılllarda Kürdistan şehirlerinde yurtsever-devrimci-demokrat insanlara, hatta devlete mesafeli yaklaşanlara karşı düzenlenen satırlı, silahlı saldırılar, kaçırmalar, kaybetmeler Hizbul-Kontra eseriydi. 2000’den fazla insanı katleden Hizbul-Kontra, kontgerillanın Kürdistan’daki katliamlarının altına attığı imzaydı. Kürdistan kan deryasına döndüren, Türk Özel Kuvvetlerinin bir kolu olan Hizbul-Kontra’nın, Kürdistan’da yaptığı katliamları Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV, “Müslümanların meşru müdafası” diye kamuoyuna yansıtıyordu. General Doğan Güreş, Teoman Koman ve Veli Küçük hangi başlığın atılması gerektiğini söylüyorsa Fetullahçı Medya aynı başlığı atıyordu. Sadece bu değil. Bizzat Fetullah Gülen’in kendisi “her köşe başında Hizbullahi kahramanlar karşınıza çıkabilir” diyerek yurtsever Kürt halkına her türlü soykırımı reva görüyordu. “Kimliğinize sahip çıkmayın, kendinize ihanet edin, Türkleşin, ya kültürel soykırımı ya da Hizbul-Kontra’nın fiziki soykırımını kabul edin” düşüncesini savunuyordu.

Hizbulahi Kahramanlar Oldu Hizbul-Vahşet

90’lı yıllarda devletin ve Hizbul-Kontra’nın katliamlarını çarpıtarak veren, çoğunlukla katledilen Kürtleri gerilla diye yansıttan,   bazende devlet ile Hizbul-Kontra’nın katliamlarını PKK yaptı diye veren Fetullahçı Medya şimdi de farklı bir dil kullanıyor.

2000 yılında, Hizbul-Kontra’nın korkunç cinayetleri ortaya çıkınca tutum değiştirdi. Zaman, Hizbul-Vahşet başlığını kullandı. Hizbul-Vahşet başlığını kullanmayla birlikte bu defa Ezidi Kürtlerini aşağılamak için “şu şu Hizbul-Vahşet elemanı Ermenistan’dan gelmiş” diyerek, Hizbul-Kontra’nın Ezidi Kürtleri ve Ermenilerle bağlantısını kurarak,  Türk Devleti’nin kontrgerilla devleti olmadığını ve Hizbul-Kontra ile bir bağınının olmadığını yayarak,  bu tarz propogandayla T.C’yi aklamaya çalışıyordu.

90’lı  yıllarda, Alternatif ve Özgür Kürd Medyası ölümleri ve işkenceyi, cayır cayır yanmayı, TNT, C-4 kalıplarıyala paramparaça olmayı da göze alarak, bedel ödeyek üzerine basa basa Türk Devletinin kontrgerilla devletine dönüştüğünü Kürdistan ve dünya  kamuoyuna aktarıyordu. Türk ordusunun, Türk Özel Kuvvetlerinin, Türk Polisinin ve JİTEM’in katliamlarını deşifre ediyordu. Alternatif ve Özgür Kürd Medyası dışında Ne duyan vardı.Ne yazan vardı. Ne bilmek istiyen vardı. Ne de gören bir Türk Medyası vardı.

Bir bütünen Türk Devletinin katliamlarına rağmen Kürt Özgürlük Hareketi ile Kürt halkının direnişi kırılamayınca iyice afişe olan bazı kontrgerilla elemanları Ergenekon operasyonu kapsamınca gözaltına alınınca ve bunlardan birkaçı tutuklanınca Fetullahçı basın yeni yeni “mal bulmuş Magrip misali” kontrgerilladan bahsetmeye başladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürt Özgürlük Hareketi, üç yaşındaki Kürt çocuğundan yüzyaşındaki Kürt dedesine kadar bilcümle Kürt halkının, başına getirildiklerinden dolayı varlığını çok iyi bildiği ve Türk Devletiyle özdeşleştirdiği Türk Kontrgerillasını sanki yeni görüyordu Fetullahçı Medya.

Üstelik ABD’yi yeni keşfetmiş gibi Kürtleri aldatma kahramanlığına soyunuyor. Devletin 200 yıldır Kürdistan’da yaptığı soykırımı gizlemek için herkese Ergenekon yaftasını yapıştırma hinliğine başvuran yine Fetullahçı Medya. Bir taraftan Ergenekon ayrı Türk Devleti ayrıdır yanılsamasını oluşturuyor, bir taraftan da Kürt Özgürlük Hareketi’ni Ergenekonla ilişkilendirme çabasına girecek kadar Özel ve Psikolojik Savaş Medyası olma misyonunuyla hareket edecek kadar ahlaksızca düşebiliyor söz konusu Medya.
Sadece bu mu?

Fetullahçı Medya Da Ne Basın Etiği Var Ne De Vicdan

Sayın seyiciler yalnızca Zaman Gazetesinin yaptığı bu iki haber bile bunların nasıl bir münafıklık ile ahlaksızlığın en dibinde seyrettiğini göstermekte yetiyor.

Birinci haber şöyledir.

Haber Manşeti: Sünnetsiz Kundakçı DTP Adına Kurban Derisi Toplamış.

Bu haber 17 Ocak 2008 tarihinde Zaman gazetesinde yayınlandı. Kurban derisi toplayan birini DTP ile ilişkilendirip, sünnetsiz diyerek Ermeni olduğunu ima ediyor. Türk Devleti 2000’li yıllara kadar özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesi yürüten Kürtler için Ermenidir diyordu. Bu söylemle hem Kürtleri aşağılıyor hem Ermenileri aşağılıyor, hem ırkçılık yapıyor hem de dinsel düşmanlık yayıyordu. Devlet 2000’li yıllardan sonra bu tür anti propogandayı bırakırken, Zaman gazetesi 2008 yılında ırkçı ve dinsel düşmanlık zihniyetini devam ettiriyor. Birde haberde, aynı habere konu ettiği kişiyi araç yakmakla suçluyor. Bununla da DTP hakkında yasal değil şiddet kullanan bir parti imajını bilinç altına yerleştiriyor.

İkinci haber ise şöyledir.

Haber Manşeti: Helen Bebek Mucizesi ve Depremde Çocuk Olmak

Haber 9 Mart 2010 tarihinde aynı kelimelerle Samanyolu TV ile Zaman Gazetisi’nde yayınlandı.

15 Günlük Kürt Bebeği Helîn’i Yunanlı Helen Yaptılar

Haberin kısa özetinde, “Elazığ’ın Karakoçan ilçesine bağlı Okçular köyündeki depremde, vefat eden annesi ve anneannesinin arasında sağ çıkarılan Helen Yüksel isimli 15 günlük bebeğe akrabaları bakıyor” bilgiler var.

Bu haberi Fetullahçı Medya’dan seyreden birileri bunlar ne insancıl haberler yapıyorlar düşüncesine kapılabilme ihtimali yüksektir. Fakat hakikat tam tersidir. İsmi Helen diye verilen kız bebeğin ismi Helen değildir. Bebeğin gerçek ismi Helîn’dîr.İsim Kürtçe’dir. Diğer tüm medya organları kız bebeğe ilişkin haberde bebeğin gerçek ismi olan Helîn ismini kullanırken, Fetullah Gülen’in gazetesi Zaman ve televizyonu Samanyolu TV,  Helen ismin kulandılar. Fetullahçı Medya Yeşil Türk Irkçısı zihniyetine sahip olduğu için Kürtlere düşmandır. Bu nedenle Helîn’î, Helen yapıyorlar. Dini açıdan münafıklık suçunu işliyorlar. Müslüman bir Kürt ailesinin bebeğine Hırıstiyan inancına sahip bir halkın dilinde kullanılan bir isimle kamuoyuna yansıtıyorlar.

Kürt Özgürlük Hareketini “Terörist Örgüt”, Önderini  “Terörist Örgütün Başı” şeklinde vererek Kürtleri terörize etmede Doğan Holding medyasını geçmiş durumdalar. Doğan Holding Medyası katı-ulusçu  bir çizgide Türk ırkçılığını körüklerken, Fetullahçı Medya ise diğer uçtan Türk-İslam Sentezci bir çizgide Yeşil Türk ırkçılığını körüklüyor.Daha tehlikeli bir şekilde bir yayın çizgisi izliyor.

STV’deki Tek Türkiye Dizisinin Talimatı Ergenekondan

İki yıl önce ortaya çıkan, Türk Genelkurmay’ın Bilgi Destek Planı ve Faaliyeti çerçevesinde 2007 sonbaharından uygulamaya koyduğu “Kürdistan ve Kürtleri Biçimlendirme Planı” adındaki eylem planı biliniyor. Bu plana göre yapılması gerekenlerden biri de medya ve sanatçıların Türk kontgerillasının hedefleri temelinde harekete geçirilmesi ve TSK çizgisinde davranmalarının sağlanması öngürülüyordu.

Planda medyaya ilişkin Genelkurmaya bağlı Bilgi Destek Dairesi Başkanlığının belirlediği çerçevede, nelerin yapılması gerektiği şu maddeler halinde sıralanıyordu.

—Basın mensupları ve medya kanalları düzenli temasla yönlendirilecek, uygun medya organları kullanılarak, uygun yöntemlerle etkin olarak kullanılacak ve yandaş kılınacaktır.

—Bazı sanatçı ve yazarların desteklenmesi ve ön plana çıkarılması,  Ordu ile aynı fikir ve eylemlerde bulunmayanların yıpratılması hedef alınacaktır.

— Uygun sanatçı ve yazarlara eser hazırlatılması, film, dizi ve belgesel çektirilmesi, şarkı besteletirilmesi ve maliyetleri karşılancaktır.

Genelkurmayın her konuda yürürlüğe koyduğu bu planı yeterli görmeyen AKP,  Kürtleri tümden soykırımdan geçirmek amaçlı daha tehlikeli olan gizli bir “Kürtleri Tasfiye ve Soykırımdan Geçirme Eylem Planı’nı” 2009 Newroz’undan önce yürürlüğe koymuştu. AKP’nin Soykırım Eylem Planı’nda şunlar vardı.

—Kürt medyasının bastırılması, yurtsever Kürt sanatçıları, yazarları, bilim adamları ve Kürt dostlarının kriminalize edilmesi, tutuklatılması, Kürt halkına karşı özel ve psikolojik savaş yürütmek için özel radyo ve televizyonların teşvik edilmesi bu tür medya organlarını Kürdistan’ın her tarafına yaymak şeklinde bir plan hazırlanıp uygulanmaya konuldu.

Genelkurmay ile AKP’nin soykırım planını birer yerine getiren tek medya Fetullahçı Medya oldu.
Özellikle tamda özel ve psikolojik savaşa hizmet edecek şekilde üç dizi çekildi. Üç dizi Samanyolu TV’de yayınlandı.Hala üç dizininde yayını sürüyor.

Söz konusu diziler “Ölümsüz Kahramanlar”, “Kollama” ve “Tek Türkiye” adlı dizilerdir.
“Ölümsüz Kahramanlar” dizisinde Türk Ordusu’nun Kürdistan’daki işgal savaşında yer alan askerlerin hikayeleri Türk ırkçılığını hizmet edecek bir tarzda işleniyor. Vatan, bayrak, ırkçılık gibi olgular yüceltilerek Kürdistan’da askerlik yapma, savaşma ve savaşta ölme kutsallaştırılıyor. Savaşta ölen askerler hiç ölmeyen şehitler şeklinde lanse ediliyor. Kürdistan, Türk vatanı olarak gösteriliyor. HPG gerillarıda cahil, vahşi, duygusuz, hiçbir amaca hizmet etmeyen kişilikler olduğu belirtiliyor. Kürt kültürüne karşı düşmanca bir dil kullanılıyor. Kürt ulusal giysilerinin giyilmesi gerilikmiş gibi veriliyor. Bu dizinin yönetmeni Kenan Özyurt adındaki biridir.

“Kollama” dizisinde ise Türk Özel Harp Dairesi’nin en küçük kollarından biri olan Ergenekon Örgütü ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortak amaçlar doğrultusunda hareket ettiği, KÖH’nin Ergenekon tarafından yönlendirildiği imajı veriliyor. Türk devletinin çok yüce, hukuka riayet eden, şeffaf, demokratik ve ak û pak bir devlet olduğu, kontrgerilla ile hiç bir bağınının olmadığı teması işleniyor. AKP’nin Türk devletini çok demokratik bir devlet haline getirdiği, Ergenekon ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin buna engel olmaya çalıştığı vurgulanıyor. Devletin bekası için hukuka göre hareket eden polis karekteri ön plana çıkarılıyor, yine bununla birlikte devletin bekaası için Kürtlerin işkenceden geçirilmesi, katledilmesi gerektiği düşünceside başka bir polis karekteriyle meşru kılınıyor. Polis teşkilatı, huzuru ve emniyeti sağlayan, toplumu kollayıp koruyan ulu bir teşkilat şeklinde yüceltiliyor.

Dizinin senaristleri Nakkaş, yönetmeni Barış Yöş’tür.

Tek Cemaatin “Tek Türkiye” Adlı Emsalsiz Tek Irkçı Dizisi

Üçüncü bir dizi olan “Tek Türkiye” dizisinde ise Tek Türkiye, Tek Türk Irkı, Tek Türk Dili, Tek Türk Kültürü, Tek Türk Bayrağı ve Tek Fetullah Gülen Cemaati dışındaki her şey düşman kategorisine alınıyor. Ve ortadan kaldırılmasının zorunlu olduğu fikri ön plan çıkarılıyor. Türk ırkçılığı meşrulaştırılıyor. Kürdistan’da görev yapan doktor, kaymakam ve öğretmenler efsaneleştirilerek kahramanlaştırılıyor, zorluklara direnen, fedakarca hizmete koşan, Kürtleri modernleştiren, aydınlatan görevliler ve idealist Türk misyonerleri olarak karekterize ediliyor. HPG gerillalarını ise geri, barbar, inançsız, domuz eti yiyen ve kutsal bilinen değerlere saldıran ve Kürt halkının özgürlük, direniş ve eşitlik mücaddelesine öncülük eden fedailer değil, Kürt halkını boyunduruk altında bulundurmayan çalışanlar olarak gösteriyor.

Tek Türkiye dizisinin yapımcısı Salih Asan, yönetmeni Gürsel Ateş ve Çelik Berksoy, seneristi Ali Kara, Ahmed Günbay Yıldız ve Samin Utkudur.


Bu dizi Konya’ya 15 kilometremesafede bulunan bir köyü çekiliyor. Dizi Genelkurmay’ın talimatı doğrultusunda çekilirken, dizinin silahları da Türk Kontgerilla Örgütü olan Özel Hareket tarafından sağlanıyor. Yalnızca silah desteği verilmiyor, Konya’daki polis teşkilatında görev yapan polisler de dizide figüran olarak rol alıyorlar. Dizinin yapımcısı Salih Asan dizinin amacını açıklarken, “Biz dağa çıkmak üzere olan bir genci bu düşüncesinden vazgeçirebiliyorsak, dağa çıkmış bir insanımızı dağdan indirebiliyorsak dizi hedefine ulaşmış olacak. Bu amaca hizmet etmek için bütün ekibimle gayret ediyorum” dedi.

Türk Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ,  her açıklamasında PKK’ye ilişkin hedeflerini belirtirken, gerillaya katılımı kastederek, “dağa çıkışları en aza indirmek ve bitirmek, dağdan inişleri artırmak temel hedefimizdir” diyor.

İlker Başbuğ ile “Tek Türkiye” dizisinin yapımcısı Salih Asan’ın hedefler konusunda aynı açıklamada bulunmaları Samanyolu TV’nin kimlerin talimatıyla yayın yaptığı aşikar kılıyor.
Dizinin oyuncularında olupta, Şıvan rolünde oynayan Süleyman Karadağ, Haber Türk TV’ye konuk olduğunda dizi için destek verenlere teşekkür etti. Karadağ, Konya Belediyesi, Konya Valiliğine teşekkür ettikten sonra, “Özel Hareketçiler gerçek silahlarıyla bize destek oldukları için onlara teşekkür ediyoruz”dedi.

Dizinin yapımcısı Salih Asan ile oyuncusu Süleyman Karadağ’ın belirtikleri Türk Genelkurmayı ile AKP’nin Kürtleri soykırımdan geçirmek için medyaya verdiği görevler çerçevesinde Samanyolu TV’nin nasıl soykırımcı bir rol üstlendiğini açığa çıkıyor.

Şimdi soruyoruz Samanyolu TV bu yayınlarıyla Kontgerillanın bir yayın organı değilse, başka hangi medya organı Kontrgerillanın medya organıdır.

Faşist Bir Kont-Gerilla İmamı Fettulah Gülen

Özel ve psikolojik savaş karargahı Fetullahçı ve AKP’li basın bu günlerde herkesi, asker yanlısı, kont-gerilla ya da Ergenekoncu olmakla suçlarken, aslında  liderlerinin ve kendilerinin en hakikiki asker zihniyetliYeşil Kont-gerilla’nın esas karargahı olduklarını gizlemeye çalışıyorlar.Kürtçe’nin Dımılki Lehçesi’de bir söz vardır. “Keçelo nameyê mi nameyê to, kelawa mi sereyê to- Keltoş benim ismim senin ismin, benim külahım da senin kafan da-“ sözün anlamında kirlilikleri ve ayıplarını başkalarına yıkarak kendilerini temize çıkarmaya çalışıyorlar.Liderleri Gülen, ne ise Fetullahçı ve AKP’li basında odur.

Gülen 16 Yaşında Gladio Üyesi

Gülen, 1957 yılında Erzurum’da daha 16 yaşında iken Türk Gladiosu elemanı üstteğmen Esat Keşafoğlu tarafından örgütlendirilir ve Gladio elemanı olarak Nur Cemaati’ne sızdırılır. O’nun vasıtasıyla Nur Cemaati, Türk ırkçılığının hizmetine sokulur.

Ankara Mamak’ta acemi birliğinde askerlik yaparken, Albay Reşad Taylan’ın yanında kont-gerilla istihbaratında uzmanlaştırılmak üzere özel bir misyonla telsizci olarak görevlendirilir. Usta birliğindeki askerliğini İskender’unda yapar. Hem de uzmanlaşmış istihbaratçı kont-gerilla elemanı olarak büyük telsizin sorumluluğuna getirilir. Artık ordunun tüm gizli ilişkilerinden haberdardır Gülen. Hemde ikinci ordu komutanı ırkçı general Cemal Tural’ın yanında istihbaratçıdır. Askerlerin herhangi bir camide vaaz vermesi yasakken, kendisine vaaz verme yetkisi verilir.Turan’ın verdiği talimat doğrultusunda İskenderun’da ırkçı vaazlar verir.

Hem Barzani Hem De Kürt Düşmanı

Kürt düşmanı ırkçı general Cemal Tural’ı niçin sevdiğini “Küçük Dünyam” adlı kitabında şu sözlerle aktarır. “Cemal Tural 2. Ordu Komutanıydı. Ve hakikaten milliyetçi görünüyordu. Barzani hareketini adım adım takip ediyordu. O günlerde, Güneydoğu’daki bazı evlerde, Barzani’nin resimleri asılıydı. Barzani her an halkı ayaklandırabilir şeklinde şayia vardı. Cemal Tural’a karşı duyduğumuz alaka biraz da Barzani’yi yakın takibe almasından dolayıydı. Şimdi durum ve tutumuza bakınca bir kere daha şu tuhaflıkların karşısında hayrete düşüyorum. Dünkü şaki bugün eller üstünde”.

Gülen:  “Dünkü Şaki Bugün Eller Üstünde” 


Evet yanlış duymuyorsunuz, yanlış görmüyorsunuz. Fetullah Gülen, Mustafa Barzani’ye hakaret ediyor.”Dünkü şaki bugün eller üstünde” diyor. Acaba Güney Kürdistan’da Gülen’e  özel arsalar tahsis ederek, Fetullahçı okullar açan ve çocuklarını bu okullara gönderen Barzani’ler, Gülen’in hem Mustafa Barzani hemde Kürtlere düşman olduğunu bilmiyorla mı?

Fetullahçı Okulların Sermayesi CIA’nin Uyuşturucu Paraları

Eski FBI danışmanı ABD’li Paul L. William, 29 Nisan’da Pocono Record gazetesinde yazdığı makalede Fetullahçı okulların CIA’nin bir dönem uyuşturucu kaçakçılığıyla elde ettiği paralarla finanse edildiğini ifade ediyor. Yazar Gülen’in bu parayla gelişmekte olan ülkelerin petrol ve doğal gaz rezervlerini kontrol altına alabilmek için Orta Asya ve Kürdistan’da okullar açtığını dile getiriyor.

CIA’nin Şubesini Erzurum’da Açıyor

Fetullah Gülen bununla da kalmıyor. Orduya ve Tural’a övgüler diziyor ve diyor ki, “Tural Paşamız milliyetçi diyorlar. Türk askeri milliyetçi olmayacak da ne olacak. Allah milliyetçilere uzun ömürler versin”. Gülen bunları söylerken General Tural O’nu özel izinle Erzurum’a gönderir. O’nu Erzurum’da CIA’nin bir şubesi olan Komünizmle Mücaddele Derneği’ni kurmakla görevlendirir. Gülen bu görevi yerine getirir. Ve sonra İskenderun’a döner.

Faşişt Cuntadan Şak, Gülenden Tak

Orduya bağlı bir kont-gerilla elemanı olan Gulen 12 Eylül öncesinde 1980 Şubat’ında “Anarşistlerin yerlerini devletin asker ve polisine bildirmeyenlerin Allah’ın katında sorumlu olduklarını” belirtir ve toplumun ajanlaşması için vaaz ve fetva verir.

12 Eylül darbesini en çok alkışlayanların başında Fethullah Gülen ve cemaati gelmekteydi. Gülen’in başyazarlığını yaptığı Sızıntı dergisi, 12 Eylül 1980’den sonraki ilk sayısında, darbeye alkış tuttu. Bakın Gülen “Son Karakol” başlıklı yazısında darbeye nasıl selam duruyor: “Karakol, sükunet’in, huzur’un ve emniyetin remzidir. Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz”. (Sızıntı, Ekim 1980, sayı:21)

12 Eylül faşizmini şu sözleriyle meşrulaştırmaya çalışır. “Asker tam zamanında yetişmese bütün millet olarak inkisar içinde ağlamaktan başka çaremiz kalmayacaktı”.

Aslında faşist generallerin kendisini özel misyonla görevlendirdiğini itiraf ederken özgürlük ve demokrasi isteyen gençleri suçlarken şöyle devam eder. “Radikal sol bunlara her yerde faşist paşalar generaller diyorlardı. Bu son hareketin mimarları müspet icraatta bulundular. Kıymetli vatan evlatlarına hizmet etme yollarını açtılar”.

Gülen Kendini Allah, Faşist Evreni Kurtarıcı Melek Yapar

“Kenan Evren Cennetliktir. Kucaklayan ve kutsal kurtarıcı bir melektir”.

Gülen’in Tarihi Safsataları.

26 Kasım 1989 İzmir Hisar Cami’sinde verdiği vaaz da, Başörtüsü eyleminin arkasında dinsizler ve komünistlerin olduğunu iddia ederek devlete ittiati istiyordu.
 
Yıl 1995, Jitem Gülen’i Ödüllendirdi

Kürdistan’da katliam yapan JİTEM’in ödüllendirdiği tek imam Gülen’dir. 1995 yılında JİTEM’e bağlı “Mehmetçik Vakfı” Kürt çocuklarını Türkleştirmede en önemli misyonu oynayan Gülen’i “Teşekkür Beraatı” ile ödüllendirdi.

Susurluk Çetesinde Bir Veli Küçük Bir De Gülen Başrol De.

Her ne kadar inkar etmeye çalıştıysa da ABD’nin 1960’ların sonunda kurduğu “Yeniden Milli Mücaddele Birliği” adlı kont-gerilla örgütünde Veli Küçük ile birlikte yöneticilik yapan Gülen’di. Susurluk çetesinin ortağı şeklinde ismi anılan ve deşifre olan Gülen, Susurluk çetesinin açığa çıkarılmasına karşı çıkarken şunları belirtiyordu.

“Bizim milli birliğimize, milli bütünlüğümüze devlet telakkimize eğer dokunacak bazı şeyler varsa, bu kapı aralanmamalıydı”.

28 Şubat 1997 Darbesi’nin Ortağı ve Şakşakçısı

28 Şubat darbesine ilişkin, Yalçın Doğan’a verdiği bir mülakat da Erbakan için: “Hükümeti bırakmalı, ülkeyi daha fazla germemeli”.

Gülen kısa bir süre önce yayınladığı mesajda da Türk ordusunun kendi gözbebekleri ile kendilerini geleceğe taşıyan yegane köprü olduğunu belirterek, Türk ordusunun Kürdistan’ı işgalde bulundurmasını Türklüğün yayılmasına en büyük katkıya sağladığını söylüyordu.

Özgür Bilge

İsimleri Yasaklanmış Kurdistan Şehirleri




ADIYAMAN / SEMSÛRGerger / Alduş
Çelikhan / Çîlikan
Kahla / Kalik
Gölbaşý / Serê Golan
Besni / Bêhiştî
Somsat / Şemîzînan

MALATYA / MELETÎ
Arapkir / Erebgir
Ağın / Axên
Hekimhan / Hekîmxan
Arguvan / Erxevan
Darende / arende
Akçadağ / Argan
Yeşilyurt / Çirmik
Pötürge / Şîro
Doğanşehîr / Wêranşar
MARAŞ / GURGUMPazarcık / Pazarcix
Andirin / Andirîn
Göksun / Goksun
Afşin / Avşîn
Elbistan / Elbîstan
Turkoğlu / Kurdoxolî
ANTEP / DÎLOKKilis / Kîlîs
Nizip / Belkîs
Oğuzelî / Tîlbîşar
Islahiye / Îslahiye
Yavuzelî / Çînçîn
Araban / Ereban
URFA / RIHA
Ceylanpınar / Serê Kanî
Viranşehir / Wêranşar
Akçokale / Kahniya Xezalan
Suruç / Pirsus
Birecik / Bêrecûk
Halfetî / Xelfetî
Bozova / Heweng
Hilvan / Curnê Reş
Siverek / Girê Sor
ELAZIĞ / XARPÊTAğın / Axin
Alacakaya / Xulaman
Arıcak / Mîyaran
Baskil / Baskîl
Karakoçan / Dep - Depe
Keban / Keban
Kovancılar / Qovancîyan
Maden / Maden
Palu / Pali
Sivrice / Sîvrîce
DİYARBAKIR / AMED (AMÎDA - DIYARBEKIR)Bismil / Bismil
Çermik / Çermûg (Çêrmûge)
Çınar / Çinar
Çüngüş / Şankuş
Dicle / Pîran
Eğil / Gêl
Ergani / Erxenî
Hani / Hêne (Hêni)
Hazro / Hezro
Kocaköy / Karaz
Kulp / Pasûr
Lice / Licê
Silvan / Farqîn (Silîvan)
MARDİN / MÊRDÎNNusaybin / Nisêbîn
Midyat / Midyad
Gerçüş / Gercews
Ömerli / Mehsert
Savur / Stewr
Mazıdağı / Şemrex
Derik / Dêrika Çiyayê Mazî
Kızıltepe / Koser (Qoser)
SİİRT / SÊRT
Aydinlar / Tillo
Baykan / Hawêl
Eruh / Dih
Garzan / Zok
Kurtalan / Misirc
Pervarî / Berwarî - Xezxêr
Şirvan / Xizxêr - Kufra
BATMAN / ÊLÎH
Sason / Qabilcewz
Kozluk / Hezo
Baykan / Xana Hewêl
Beşiri / Qûbîn
BİTLİS / BEDLÎSHizan / Xîzan
Mutki / Matkî
Tatvan / Tûx
Ahlat / Xêlat
Adilcevaz / Elcewaz
MUŞ / MÛŞ
Varto / Gimgim
Malazgirt / Milazgir
Bulanık / Kop
BİNGÖL / ÇEWLÎGAdaklı / Azarpêrt
Genç / Dara Hênê - Dara Hênî - Gînc
Kığı / Gê
Karlıova / Kanîreş
Solhan / Bongilan - Bongilane
Yayladere / Xorxol
Yedisu / Çêrme
TUNCELİ / DÊRSIMÇemişgezek/ Çemişgezek
Hozat / Xozat
Mazgirt / Mazgêrd
Nazimiye / Qisle
Ovacık / Pulur
Pertek / Pêrtag - Pêrtage
Pülümür / Pilemûrîye
SÎVAS / SÊWAZKoyulhisar / Koyûlhîsar
Suşehri / Sûşehrî
Zara / Koçgirî
İmranlı / Kamîlava
Hafik / Hafîk
Yıldızeli / Yildizelî
Şarkişla / Şarkişla
Gemerek / Gemerek
Kangal / Kangal
Gürün / Gurun
Divriği / Dîvrîxî
ERZÎNCAN / ERZÎNGANTercan / Tercan
Çayırlı / Mansî
Refahiye / Gêrcanis
Kemah / Kemah
İliç / Îlîç
Kemaliye / Egîn
ERZURUM / ERZEROMKarayazı / Gogsî
Hınıs / Xinûs
Tekman / Tatos
Çat / Çad
Aşkale / Aşkeleh
Pasinler / Hesenkeleh
Horasan / Xoresan
Narman / Îd
Tortum / Tortûm
İspir / Îspîr
Oltu / Oltî
Şenkaya / Olîlî
Olur / Olûr
KARS / QERSAralık / Başan
Iğdır / Îdir
Tuzluca / Tozan
Kağızman / Qaqizman
Sarıkamış / Qamuşan
Digor / Têkor (Dugor)
Selim / Selîm
Susuz / Cilawûz
Göle / Golan
Arpaçay / Zarûşad
Ardahan / Erdexan
Çıldır / Zûrzûnan
Hanak / Xenêk
Posof / Duxurr
AĞRI / AGIRÎ (GRÎDAX)Patnos / Patnos
Diyadin / Giyadîn
Hamur / Xemûr
Tutak / Tutax
Eleşkirt / Zêdkan
Taşlıçay / Avkevir
Doğubeyazıt / Bazîd
VAN / WANÇatak / Şax
Gevaş / Westan
Gürpınar / Payîzava
Başkale / Elbak
Özalp / Qelqeliya
Muradiye / Bêgir
Erciş / Erdîş
Edremit / Artemêtan
HAKKARİ / COLEMERGŞemdinli / Şemzînan
Çukurca / Çelê
Yüksekova / Gever
Esendere / Bajêrgan
ŞIRNAK / ŞIRNEXKumçatı / Dêrgûl
Beytuşşebab / Bêşebab
Idil/ Hezex
Güçlükonak / Basan
Silopi / Girgê Amo
Cizre / Cîzra Botan
Uludere / Qilaban

www.rojaciwan.com

İran'ın Almanya Büyükelçisi 'Kürt Katili' Çıktı

Perwer Yaş -ANF
 
 
İran’ın Almanya Büyükelçisi Ali Rıza Şeyh Attar, 1980-1985 yılları arasında Kürdistan eyaletinin valiyken Kürtlere yönelik uygulanan katliamları yönetmekle suçlanıyor. İranlı muhalif örgütlerin “istenmeyen adam” ilan edilmesini istedikleri Attar’ın ismi bugün yapılan “Goethe-Hafız” konferansının programından çıkartıldı.

1979 yılındaki İran İslam Devrimi’nin ilanın hemen ardından 17 Ağustos günü devrimin lideri Humeyni, Kürtlere yönelik politikalarını açıkladı. Humeyni, devrimin varlığını kabul etmeyen Kürtlere karşı “kutsal savaş” ilan etmişti. Kürdistan’a giren devrim muhafızları kentleri ve köyleri bombalıyor, sivilleri kurşuna diziyordu.

İran’ın resmi kayıtlarına göre o dönem 832 Kürt idam edildi. Hafızlarda kalan ve fotoğraf karesine yansıyan ise 2 Haziran 1983 yılında Mahabad’da işlenen vahşet oldu. Yaşları 18 ile 30 arasında değişen 59 Kürt genci, kısa bir yargılamanın ardından kamaraların önünde, gözleri bağlandıktan sonra kurşuna dizildi.

O VALİ ŞİMDİ BERLİN’DE!

Resmi olmayan bilgilere göre 1980-1985 yılları arasında 10 bine yakın Kürt öldürüldü, aradan 30 yıl geçmesine rağmen katliamın ayrıntıları gün ışığına çıkarılmış değil. Ancak o yıllarda Kürdistan eyaletinin valisi olan Ali Rıza Şeyh Attar ismi ise dikkat çekiyor. Kürdistan’daki “önemli başarılarından” olacak ki Attar, daha sonra Tahran yönetiminin kritik isimlerinden biri oldu.

1992-1999 yılları arasında Hindistan büyükelçiliği, 2003-2005 arasında rejim yanlısı Hemşehri gazetesinin genel yayın yönetmenliği yapan Attar’ın görevi 2007’den 2008’e kadar Dışişleri Bakanlığı yardımcılığıydı. Atom programı yüzünden Batı ile gerginliğin arttığı bir dönemde ise Almanya’daki büyükelçiliğine atandı. Ekim 2008’den bu yana Berlin’de görev yapan Attar, diplomatik kimliğinin yanı sıra yazarlığı ve yaptığı araştırmalarla da tanıyor.

2003 yılında Türkçeye de çevrilen “Kürtler: Bölgesel ve Bölge Dışı Güçler” adlı üç ciltlik bir kitaba imza atan Ali Rıza Şeyh Attar, Kürdistan’daki geçmişi yüzünden yeni gündemde. Almanya’daki İranlı muhalifler ve Kürtler, Berlin hükümetinden Attar’ın “istenmeyen adam” ilan edilmesini, hatta hakkında dava açılmasını talep ediyor.

Attar, son olarak bugün Brandenburg eyaletinin Neuhardenberg kentinde düzenlenecek “Doğu-Batı” adlı konferansa davet edildi. Kentteki tarihi sarayda Goethe ve İranlı şair Hafız’ın karşılaştırılacağı konferansa Almanya’nın yaşayan önemli felsefecilerinden Rüdiger Safranski’nin katılacağı konferansın protesto edileceği açıklandı.

DAVET EDİLDİĞİ ETKİNLİKLER SON ANDA İPTAL!

Hatta Safranski de Attar ile ismi anılacağı için eleştirilirken, “Stop The Bomb” adlı İran muhalifi internet platformu protesto çağrısı yaparken, Uluslararası İnsan Hakları Kuruluşu (IGFM), Attar’ın etkinliğin programından çıkarılmasını istedi. IGFM’nin sözcülerinden Martin Lessenthin ise “Böyle bir ismin, insan haklarını hiçe sayan bir ülkenin büyükelçisinin edebiyat konferansına davet edilmesine anlam veremiyorum” dedi.

Dün akşam saatlerinde ise gelen tepkiler üzerine Attar ismi, konferans programından çıkartıldı. ANF’nin ulaştığı konferansı düzenleyen Neuhardenberg Vakfı’nın yetkilileri “Büyükelçinin bu kadar sevilmediğini bilmiyorduk. İsmini çıkarttık, ancak bu durum konferansın gidişatını etkilemeyecek” demekle yetindiler.

Attar’ın tepkiler üzerine tanıyan Alman kuruluşlarından biri de Heinrich-Böll Vakfıydı. Vakıf, 2009’da Leipzig’te düzenlediği bir etkinliğe Attar’ı çağırmaktan son anda vazgeçmişti. Yine aynı şekilde şu ana kadar Berlin’deki Königin-Luise Vakfı’nın bir etkinlik ile İranlı sanatçıların katıldığı Schinkel Kilisesi’ndeki konser de Attar yüzünden iptal edildi.