11 Ekim 2011 Salı

Psikolojik Savaş ve Medya





Erkan Arslan
erkan-arslan Savaş sadece iki tarafın militarist yani savaşçı güçleri arasında vuruşma değildir. Savaşan tarafların tüm kurumları da, bu savaşın içindedirler...

Kan, su olmaz misali tabi ki herkes; kendi tarafını tutacaktır. Kısacası bir futbol maçı taraftarından söz etmiyoruz. Burada kurumsal ve toplumsal katılım söz konusudur. Savaşın bir etiği ve hukuku vardır. Savaş belli kural ve kaidelere göre yapılır. Bu kurallar arasında tutsakların yani esirlerin haklarından tutunuz da, yaralı savaşçıların konumuna kadar hukuki garanti altına alınan sözleşmeler vardır. Bunların başında 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi gelir.

Cenevre sözleşmesi, sadece savaşan güçlerin değil, işgal altında ya da savaşmayan sivillerinde insani haklarını savunan bir uluslar arası sözleşmedir.

Psikolojik savaş, savaşan tarafların kamuoyu üzerinde baskılar oluşturmağa ve moral değerleri yok etmeye, yönelik bir savaştır. Bu konuda özel yetiştirilmiş uzmanlar kullanılır. Psikolojik savaşın en önemli araçları da medya dediğimiz ,kitle iletişim araçlarıdır. Medya kanalıyla, savaşan taraflar düşmanın zaaflarını ve kendi üstünlüklerini dünya kamuoyuna sunarlar...

PKK'nin silahlı kalkışmaya başladığı 15 Ağustos 1984'ten itibaren Türk medyası, sürekli bir psikolojik savaş içersidedir. Psikolojik savaşın da, ayrılmaz bir parçası olmuştur! Türkiye Genel Kurmayından alınan bilgilere göre hareket ederler. Bazen de kendilerini öyle kaptırırlar ki, asparagas ve yalan haberler de verirler...

Geçen yıllar Show tv de Ali Kırca bir haber sundu: "Mehmetcik Kato dağında PKK'li teröristlere göz açtırmıyor. PKK'liler kaçacak delik arıyorlar..." Tabi Kobra, Skrosky helikopterleri havada uçuyorlar ortalığa bomba atıyorlar, etrafı makineli tüfeklerle tarıyorlar...

Bende merakla diğer kanalları ve TRT'nin haber kanallarını da araştırdım, böyle bir habere rastlamadım! Merak ettim bir arkadaşımı telefonda aradım. Arkadaşta Genel Kurmayın İnternet sitesine bakmış orada da, böyle bir haber yok! Show tv'nin Reyting amacıyla böyle bir yayın yaptığını tahmin ediyorum. Düşünün çocukları o bölgede asker olan, anne ve babaların endişelerini! Kısacası bir televizyon kanalının reyting uğruna, yaptığı asparagas bir haberin, insanları nasıl tedirgin ettiğini düşünün!

Mardin Yeşilli de,1990'lı yıllarda bir köy basılmış, kadınlar ve çocuklar da katledilmişti. Türk medyası bu olayı PKK yaptı diye uzun süre yazdı. Ertürk Yöndem'in TRT'de yaptığı Perde Arkası adlı programda, adeta temcit pilavı gibi bu vahşi katliam; her hafta sunulurdu!

Aradan uzun yıllar geçti. Ayhan Çarkın adlı eski özel harekat polisi yaptığı itiraf ta, "Bebek Katili" edebiyatının simgesi haline gelen, kundaktayken katledilen Kürt çocuğunun ve Yeşilli katliamının JİTEM tarafından yapıldığını bağırarak; basın mensuplarına söyledi!

Bu itirafa rağmen, bebek katili edebiyatı ,internet paylaşım sitelerindeki sayfalarda; halen yapılmaktadır!...

Türkiye ve insanlık tarihinin yüzkarası olan 6-7 Eylül 1955 olayları da bilindiği gibi, asparagas ve yalan haberlerin tahrikleri sonucu olmuştur. Gayri Müslim vatandaşlar, bu gazete tahrikleri ve devletin organizasyonu sonucu; saldırı ve yağmalamaya maruz kalmışlardır. Daha sonra MGK (Milli Güvenlik Kurulu) eski sekreterlerinden emekli general ve özel harpçı Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül olaylarının Özel Harp Dairesinin en başarılı operasyonlarından biri olduğunu itiraf etmiştir!
Yaklaşık olarak 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra AKP'nin %50 oy almasıyla birlikte, PKK ile devlet arasında hem askeri hem de psikolojik savaş ta kızışmıştır...

Eskisi gibi, psikolojik savaşta devlet saflarında Kemalist ve milliyetçi medyanın yanında, dinci medya ve demokrat bilinen; Taraf Gazetesi de yerini almıştır!

Geçtiğimiz aylar da Türk F-16 uçakları Qandil Dağı'ndaki PKK kamplarını bombalaması sırasında, bir Kürt aileye ait bir araç ta isabet alıp imha olmuştur. İmha olan bu araç ta bulunan sivil bir Kürt ailenin, yedi kişilik tüm fertleri katledilmiştir! Bu yedi kişi içersinde altı aylık Solin Bebek te vardı. Solin Bebekten başka altı aylıkta hamile bir bayan vardı ! Bu olaydan dolayı Irak devleti Türkiye ye sert protesto Notası verdi. KDP,YNK ve PKK'ye mensup televizyon ve internet siteleri bu ailenin içinde bulunduğu aracın, Türk F-16 uçaklarından atılan bir bombayla; imha edildiğini ileri sürdüler. Diğer yabancı yayın organları da bu doğrultuda yayınlar yaptılar.

Demokrat özgürlükçü ve Kürt dostu geçinen ve Kürtlere akıl vermeğe çalışan Taraf Gazetesi, yıllarca eleştirdiği ve yerden yere vurduğu Genel Kurmayla bu konuda koordineli çalışarak, bu vahşeti gizleyip, başkalarına yıkmağa çalışıyordu. Kısacası bu yedi kişilik ailenin içinde bulunduğu aracı Türk uçakları değil, PKK yapmıştır ve Türk ordusunun üstüne yıkmağa çalışıyor diye yazılar yazdılar. Bu yazarların başında PKK kahini ve kendisini batı filmlerinin ünlü dedektifi Sherlock Holmes( Şarloks Holmes) gibi gören polis kökenli Emre Uslu, Mehmet Baransu ve Ahmet Altan gelir. Ahmet Altan, Genel Kurmayın bu konudaki verilerine sanki gökten inmiş; bir ilahi metinmiş gibi sarılıyordu! Yıllarca eleştirdiği ve yerden yere vurduğu Genel Kurmayın verileriyle, bu vahşeti gizlemeğe ve suçu da başkalarına yıkmağa çalışıyordu. Tabi ki iddiaları boş çıkınca, sudan çıkmış sazan balığına döndüler. Eğer, iddiaları doğru olsaydı, günlerce bu konuda yazardılar ve televizyonlarda açık oturum yapardılar!

Yine Ahmet Altan, birkaç gün önce yazdığı "Devlet Şiddeti" adlı yazısında, Emin Çölaşan üslubuyla, yıllarca eleştirdiği asker ve polise; methiyeler diziyordu!

Büyük gazeteler zaten devletin hizmetindeler Mesela Hürriyet, Milliyet gibi gazeteler yıllardan beri merkez sağ ve mevcut sisteme hizmet etmişler...

Cumhuriyet Gazetesi kurulduğundan beri tek partili Kemalist sisteme angaje olmuş ve Kemalizm'in bayraktarlığını yapıyor...

Dinci ve milliyetçi medyanın da çizgisi belli, Türk – İslam Sentezci paradigmalara göre hareket ediyorlar ve bu paradigmalar doğrultusunda yayın yapıyorlar...

Taraf Gazetesi'nin ne olduğu belli değildir. Diğer gazeteler ve yayın organlarının Kürt Sorununa bakış açıları, devletçi çizgiye dayanır. Taraf Gazetesi ise devlete ve silahlı güçlerine verir veriştirir. Kürt Sorunu konusunda ahkam keser, yeri geldiğinde de Kürtlere saldırır! Devletle birlikte olur, Kürtleri suçlu çıkarmağa çalışır. Kirli ve gerçeklere dayanmayan bilgiler ileri sürerek, kafa bulandırmağa çalışır...

Emre Usludan,Kurtuluş Tayize, Yıldıray Oğurdan,Mehmet Baransuya ve Markar Esayana kadar yazarlarının konumları aşağı yukarı bellidir. Ahmet Altan da sonunda,hidayete erip devletinin saflarında yerini almıştır!

Ahmet Atlanın Ranya vahşetindeki tutumu ve son dönemdeki yazıları ile bilhassa Devlet Şiddeti adlı yazısıyla, psikolojik savaşın hizmetinde olduğunu kanıtlamıştır. Şimdi de kalkmış Leyla Zana konusun da methiyeler yazıyor. Halk arasında buna yüz yitirme denilir. Yani Kürtlere, bakın ben sizin düşmanınız değilim; gibi bir mesaj yollamağa çalışıyor !

Yemezler Ahmet bey senin bu zokanı, artık takke düştü kel göründü misali, yeriniz ve seviyeniz belli olmuştur. Kaleminizle, psikolojik savaşın yanın da olduğunuzu kanıtladınız! Zaten eskiden de devleti bir eleştiriyordunuz, Kürtleri de on eleştiriyordun!

Murat Karayılana verdiğiniz cevapta Ceylan Önkol olayını, sanki Kürtlerin başına kalkar gibi ileri sürdünüz! Evet biz Kürtler bazı iyi yazılarınızı da inkar etmiyoruz! Ama, temiz yemek kazanına düşen dışkı parçası nasıl koca kazandaki yemeği pisletirse, son dönemlerdeki yazılarınız da, geçmişteki güzel davranışlarınızı ve yazılarınızı; pisletip silmiştir!

Kısacası dünyanın en kıvrak oryantalleri, Taraf Gazetesi ve bazı yazarlarının yanında daha sabit kalır.
Artık Taraf Gazetesi de tarafını seçmiştir, devletinin saflarında yerini almıştır ve de psikolojik savaşın; en güçlü yayın organı olmuştur!

AKP'nin Anadolu Sermayesinin Partisi Olduğuna İnanalım mı?


AKP'nin önceki sağ partilerden anlamlı bir farkı yoktur. Elbette ki yakın geçmişteki sağ partilerin birbirinin tekrarı olduğu söylenemez. Aradaki fark uluslararası koşullarla Türkiye ekonomisinin gelişiminin gerektirdiği kadardır.

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 2002 yılında iktidara gelişinden bu yana, bu partinin daha önceki sağ partilerden farklı olduğuna ilişkin görüşler ısrarla savunuldu. Bu konuda birbirinden farklı hatta karşıt görünen iki tez vardı.

Bunlardan biri, daha önceki sağ iktidarların liberal ve/veya muhafazakar olduğu fakat AKP'nin şeriatı getirmeyi amaçladığı görüşüydü ki son sıralar pek revaçta olduğu söylenemez. AKP'nin şeriatçı olduğunu için için düşünenler hala var ama on yıl sonra bunu savunmakta hayli zorlanıyorlar.

Öteki görüş bunun tam tersini savunanlarca benimsendi. Onlara göre AKP şeriatçı falan değil tam tersine ilerici bir partiydi. AKP'nin liberal, piyasa ekonomisinden yana, küresel ekonomiye açık, demokrat, özgürlükçü, çağdaş bir parti olduğuna inanıyorlardı.
Bu tezi savunanların en azından bir bölümü bilimsel düşünceye önem verdiğinden, görüşlerinin maddi temelleri olduğunu da ileri sürmeyi ihmal etmedi. Onlara göre daha önceki sağ partiler bu özellikleri taşımıyordu çünkü onlar memleketi soyup soğana çeviren bir oligarşinin, kısaca İstanbul burjuvazisinin partileriydi. Oysa AKP yeni yeni palazlanmaya başlayan bir gücün, Anadolu sermayesinin partisiydi.

Anadolu sermayesi, şimdiye kadar devlet olanaklarından yararlanarak güçlenen ve bu nedenle düzenin hiç değişmeden sürmesini isteyen İstanbul sermayesinin egemenliğine son vermişti.
Çağdaş gelişmelere paralel olarak, küresel ekonomiye açık, ihracatçı, rekabetçi, özgürlükçü, yepyeni bir düzen kuruyordu ve bu düzeni kurabilmek için hem İstanbul sermayesiyle hem de devletle mücadele ediyordu.

Bu görüş hala yaygın biçimde savunuluyor. Fakat AKP'yi tanımlamak için kullanılan liberal, dışa açık, rekabetçi, demokrat, özgürlükçü gibi sıfatların Anadolu sermayesi tarafından temsil edildiğine neden inanmamız gerektiği açıklanmıyor.

Yalnızca, şimdiye kadar olandan farklı bir yolda gidildiği söyleniyor ve bu yola girilmesini sağlayan gücün de -ortalıkta başka bir güç görünmediğinden olacak- Anadolu sermayesi olduğu belirtiliyor.

Devlet eliyle burjuva yetiştirmek

Bu görüşün doğru olması iki önemli kabulü gerektiriyor. Bunlardan birincisi, Türkiye'nin kapitalistleşme sürecinde devletin sürekli olarak İstanbul sermayesini desteklediği, Anadolu sermayesinin gelişmesine set çektiğidir.

Öteki de, son on yıldır Anadolu sermayesi iktidarda olduğuna göre, Türkiye'nin ekonomik göstergelerinde, İstanbul sermayesi aleyhine ve Anadolu sermayesi lehine, ciddi bir dönüşüm yaşanmış olmasıdır. Peki bunlar ne kadar doğru?

Önce birinci kabulü ele alalım. Türkiye'de devletin Anadolu'da burjuvazi oluşmasını istemediğini iddia etmek, hatta istememesi bir yana, Anadolu burjuvazisinin oluşması için çaba harcamadığını düşünmek akla ziyandır.

Türkiye'de son yüz yılın iktisat tarihi, devlet eliyle burjuva yetiştirme tarihidir. Devlet, liberallerin pek sevdiği İttihatçı Maliye Nazırı Cavit Bey'den bu yana burjuva yetiştirir. Burjuva İstanbullu mu taşralı mı, diye bakmaz, tek kriteri burjuvanın Müslüman olmasıdır.

İzmir İktisat Kongresi'ne kadar gitmeye gerek yok; devlet, en azından planlı dönemin başından beri, Anadolu sermayesinin güçlendirilmesi için sistemli bir biçimde uğraşmıştır. Daha Birinci Plan'da "gelişme imkanları olup da bu imkanları kullanamamış bölgelere yatırımların akmasını teşvik etmek" hedeflenmiştir.
İkinci Plan'da, "teşviklerden en çok belirli bölgelerdeki kuruluşların yararlanması" önemli bir sorun olarak belirtilmiş ve bunu önlemeye ilişkin tedbirler saptanmıştır.

Üçüncü Plan, teşviklerin tamamen bölge esasına göre verilmesi yöntemlerinin devreye girdiği dönemi kapsar. Bölgesel teşvikler yakın zamana kadar sürdürülmüştür.

Bu politikaların sonucunda, 1980-1997 tarihleri arasında Afyon, Bilecik, Çorum, Denizli, Eskişehir, Gaziantep, Kayseri, Konya, Malatya, Maraş, Uşak illerinin imalat sanayii işyerlerinin Türkiye toplamı içindeki payı artmış, İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana'nın payları azalmıştır. Afyon, Bilecik, Çorum, Denizli, Gaziantep, Kayseri ve Maraş'ın imalat sanayii katma değeri içindeki payı da yükselmiştir.

Bu veriler Türkiye'de sanayinin bölgesel dağılımının dengeli olduğu ve İstanbul'un olağanüstü bir ağırlığının bulunmadığı anlamına gelmez. Sadece devletin sanayinin çeşitli illere yayılmasına yönelik politikalar uyguladığını gösterir. Bu politikalar Türkiye'de uygulanan birçok politika gibi, büyük ölçüde başarısız olmuştur.
Türkiye'de hayatın neredeyse her alanında görülen dengesizlik, sanayinin bölgesel dağılımına da yansımıştır. Üstelik, takriben 1500 yıl kadar bu havalinin merkezi olan İstanbul'un gelişme potansiyelinin diğer illerle kıyaslanmayacak kadar yüksek olması doğaldır. Bunun ardında ille de devlet komploları aramaya gerek yoktur.

Şimdi de, AKP iktidara geldiğinden bu yana, iktisadi göstergelerde Anadolu sermayesi lehine, İstanbul sermayesi aleyhine gerçekleşen değişiklikleri arayalım.

Doğal olarak ilk bakılması gereken gösterge toplam gelir içinde Anadolu'nun ve İstanbul'un paylarıdır. Bu amaçla gelir vergisi matrahlarını kıyaslamak uygun bir yöntem olabilir. Maliye Bakanlığı verilerine göre son on yıl içinde bu paylarda anlamlı bir değişiklik olmamıştır.

İstanbul gelir vergisi matrahının Türkiye toplamı içindeki payı 2000 yılında yüzde 38,7, AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında yüzde 40,0, 2010 yılında da yüzde 40,1 kadardır.

Gelir verisi matrahı şirketleri değil tüm nüfusu ilgilendirir, bu nedenle iyi bir gösterge olamaz denebilir. O zaman, kurumlar vergisi matrahlarını karşılaştırmak uygun olabilir.

Kurumlar vergisi matrahında İstanbul'un payı 2000 yılında yüzde 50,5, AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında yüzde 50,7'dir. 2005 yılından sonra kurumlar vergisi tasnifinde bir değişiklik yapılarak, büyük mükellefler ayrı bir kategori olarak toplanıyor. Büyük mükelleflerin de ağırlıklı olarak İstanbul'da olduğunu düşünürsek, 2010 yılında İstanbul'un payı yüzde 53,2'ye çıkmış görünüyor.
İstanbul sermayesinin iç piyasaya, Anadolu sermayesinin küresel piyasaya dönük çalıştığına ilişkin tezleri değerlendirmek yararlı olabilir. 1996-2010 yılları arasındaki ihracat değerlerini kıyaslamaya olanak veren veriler mevcut.

Bu verilere göre 1996-2002 yılları arasında her yıl toplam ihracat değerinin yüzde 57-59 kadarı İstanbul'dan sağlanıyor. 2002-2009 yılları arasında da bu oran yüzde 55-57 arasında değişiyor. Sadece 2010 yılında yüzde 47 gibi çok düşük bir değer görülüyor.

Türkiye Bankalar Birliği'nin verilerine göre, banka kredilerinin coğrafi dağılımında da anlamlı bir değişiklik fark edilmiyor. İstanbul'un toplam banka kredilerindeki payı 2000 yılında yüzde 37,4 iken, 2005 yılında yüzde 35,2'ye kadar düşüyor, sonra tekrar yükselerek 2010 yılında yüzde 38,5'e ulaşıyor.

Sermaye tercihleri açısından fark

Yatırım teşvikleri, devletin kimi desteklediğine ilişkin önemli bir göstergedir. Ancak kurumların, bakanlıkların, teşvik yöntemlerinin sıklıkla değişmesi nedeniyle bu konuda düzenli bir seri elde etmek zordur.

Yine de, farklı kaynaklardan hareketle bir kıyaslama yapılabilir. 1968-1998 arasındaki 30 yıllık dönemde, yatırım teşviklerinin yüzde 45'i Marmara bölgesine gitmiştir (İllere göre bir tasnif mevcut değildir).

Marmara bölgesinin payı bu dönemde, yıllara göre değişmekle birlikte sürekli olarak düşürülmüş ve dönem sonunda yüzde 36'ya inmiştir. AKP döneminde yatırım teşviklerinde Marmara bölgesinin payı yüzde 30-42 arasında değişmektedir. 2009 yılının değeri yüzde 33'tür.

KOBİ teşviklerinde durum biraz daha farklıdır. 2004-2009 yılları arasında KOBİ teşviklerinde Marmara bölgesinin payı yüzde 13'den yüzde 30'a yükselmiştir.

Bütün bu göstergeler, ortada belirgin bir "tercih" olmadığını gösteriyor. AKP'nin kendinden önceki sağ partilerden anlamlı bir farkı yoktur. Elbette ki yakın geçmişteki sağ partilerin birbirinin tekrarı olduğu söylenemez. Ancak aradaki fark uluslararası koşulların ve Türkiye ekonomisinin gelişiminin gerektirdiği kadardır.

Böyle bakıldığında, sermaye tercihleri açısından çok farklıymış gibi sunulan partilerin, günümüzde var olsalardı AKP gibi davranacaklarını düşünebiliriz.

Örneğin, AKP'nin ve Anadolu sermayesinin dışa açılma ve küreselleşmeden yana olduğu yazılıp çiziliyor. Oysa ekonomide korumacılığa son verilmesi  Doğru Yol Partisi (DYP)- Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) hükümeti tarafından sağlanmıştı. Uluslararası kuralların geçerliliğinin kabulü de, ülkenin en tutucu partilerinden oluşan Demokratik Sol Parti (DSP)- Anavatan Partisi (ANAP)- Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) koalisyonu tarafından benimsenmişti.

Onuncu yılına girerken, AKP'nin bu partilerden farklı olduğunu gösteren bir ekonomik veriye sahip değiliz. Geriye kültürel farklılık kalıyor.

Kültürel farklılık nedeniyle bazıları partiyi şeriatçı ilan ederken, ötekiler de -burjuva kültürüne pek yakıştıramadıklarından olsa gerek- Anadolu sermayesinin temsilcisi olarak gösteriyorlar. 



Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene

Diyarbakır Milletvekili Leyla ZANA parlamentodaki yemini ardından aidiyetimi sorgularsam kendi kendime vereceğim cevap ne diye düşünürsem, en doğru ve güzel cevap olamaz mı? Diye düşünürüm.

Bu nereden aklıma geldi ki ansızın söyleyiverdim. Tarih 1986 yılı sonbaharıydı, meşhur Diyarbakır cezaevi iç avlusu, Tutuklu olduğumuz dokuz ayın ardından Mahkeme, gruptan iki kişi hakkında tahliye kararı vermişti. Karar Cezaevi yönetimine tebliğ edildikten sonra Ali ABİ ile benim, tahliyemiz gerçekleşiyordu. İşlemler sonuçlandı, iç avluya çıkarıldık. 

Elbiselerimizi bulmamız için bizi depoya soktular, elbiselerimizi bulamadık, üst baş bir şeyler uydurmaya çalıştık, çıkarıldığımız iç avluda. 

İri cüsseli üç subay yan yana yürüyerek yanımızdan geçiyordu. Ortadaki şahıs durdu ve yüzüme sert bir bakış fırlattı, ardından da ""Türk müsün"" emir verir gibi gür bir ses tonu ile bağırarak sordu. 

Bu soru karşısında ben ve Ali şaşırmıştık. Soru doğrudan bana yönelikti, cevabını da benden bekliyordu. Diğer iki subay iki üç adım ilerledikten sonra durup, bize taraf bakarak, bana soruyu yönelten arkadaşlarını beklediler. 

Nasıl bir cevap vermeliydim, yalan söyleyemem, kişiliğim yalan kaldırmaz, bu kesin, ailemde hem Türklük hem de Kürtlük vardır. Ninem Türk, dedem ise Kürt"tür, hangi halkın adını ifade edersem edeyim, yalan olur. 

Öbür taraftan da karşımdakiler egemen ulusun militarist güçleri, sivil değiller tartışabileyim. Benden de bekledikleri cevap belli, onu da biliyorum. Onların istemediği, beklemediği bir cevap söylediğimde de sert tepki ile karşılaşacağımı tahmin ediyorum.
Kişi olarak inandığım sosyal ve kültürel değerler var, ilkelerim var, doğru olduğuna inandığım ülkemin değerlerini inkâr edemezdim. Ülkemin değerleri bunlar, inkar edersem yalancı durumuna düşerim ve en büyük onursuzluğu yaşamış olurdum ki hayatım boyunca bu olayın etkisinde kalabilirim.

Saniyeler içinde zihnimde düşünceler, ilkeler, değerler çekişmesi ve hesaplaşması yaşadım. Karşımdaki Subaylara nasıl bir cevap vermem gerekiyor. Bu küçük duraksamam Ali"yi biraz tedirgin etti, yan yana duruyoruz. Elini elime hafiften vurdu. 

Doğrusu soruyu ilk duyduğumda vereceğim tek bir cevap olduğunu biliyordum. Ancak diğer düşünceler istem dışı zihnimi meşgul ediyorlardı.

Rahat bir tavırla ""Türkiyeliyim"" diye cevap verdim.
Karşımdaki kişi kaşlarını çattı, alın ve boyun damarları şişti. Beklediğimin üstünde daha da sert bir ses tunu ile ""neeee"" diye bağırdı. Biraz da hayretler içinde kaldığı, kulaklarına inanamadığı hissini tavırlarında gördüm. 

Aynı soruyu tekrar sorması da onun içindi galiba, acaba yanlış mı duydum, hissi içindeydi. İkinci kere ""Türk müsün"" diye sorduğunda ise ""Türkiyeliyim"" cevabını hemen ve daha rahat verdim. 

"" neden bırakıyorlar ki bunları""  diye sert bir ses tonu ile bağırırken sesi iç avluyu inletti, yankılandı ve üzerime doğru hamle yaptı. Ben de karşısında ayakta duruyorum, hamlesine karşı duruşumu bozmadan bekledim. Her iki arkadaşı kendisini yakaladı, kollarından tutarak benden uzaklaştırmaya çalıştılar. Biri onu sakinleştirmek hem de olaya ne kadar hakim olduğunu ortaya koymak için olacak galiba ""gel sen, bırak, bunların beynini yıkamışlar, zaten"" dedi ve arkadaşını uzaklaştırmaya çalıştı.
Bunun üzerine kendisine seslendim, ""ülkemin, herkesi kabul eden bütün değerlerinden etkilenmem, yanlış olmamalı. Merak etme benim beynimi kimsenin yıkamaya gücü yetmez, ancak senin için aynı şeyi söyleyemem"" dedim. 

Ali araya girdi, ""sus cevap verme arkadaşım, dur hele buradan çıkalım"" dedi. Bende tedirgin olmuştum, doğrusu, onun gibi.
Sonra yeniden zihnimde aynı sahneyi canlandırdım. Yanlış bir şey söylemediğime emindim, buna rağmen başımıza kötü bir şey gelir mi? Halen cezaevi iç avlusu içindeyiz. 

Bu subayların tepkisini aşırı ve ırkçı gördüm. Hâlbuki ülkemizde sadece Türkler tek yaşamıyor. Onlarca farklı halk, kültür bu ülkeyi vatanı olarak görüyor/ kabul ediyor. Sadece ülke sınırları ile sınırlı da değil, bu duygu kıtaları kapsıyor. Böyle aşırı bir zihniyet bu duyguyu köreltir. Bu aidiyet duygusunu, birlikte yaşam duygusunu ırkçı zihniyetle ancak küstürülür. 

Bugün Makedonya"dan Pakistan"a, kuzey"den Güney"e hem inancı hem de akrabalık ve kültürel değerlerle halkların birbiri ile olan ilgileri, ilişkileri tarihten gelmektedir. Hiç kimse Arap olmak, Türk olmak, Kürt olmak veya Fars olmak hissi ile bu duyguyu sürdürmüyor.  Farklı halkların, kültürlerin ortak paydaları tarihseldir.

Bu aidiyet; Kürt Sultanı Selahaddini Eyübi"nin halklar arası kardeşlik kültüründen ve bunu devralan Osmanlı gelir.  Bu kardeşleşmenin inanç sal yanı, kan bağı yanı, ortak kültürel yanı, ekonomik ilişkiler gibi çok farklı ortak paydalar bulunuyor.
Bölgemize egemen kılınması istenen ırkçı/ulusalcı kültür itici, ayrımcı ve bölücüdür.

Irkçı/ulusalcı İtici ve bölücü rejim bölgemizin en büyük sorunu olarak ortada duruyor. 

Bu bireysel davranıştan ziyade kurumsal bir davranış olarak görülebilir. Silahlı bir kurumun bu zihniyeti doğal olarak halkları endişeye sevk edebilir. Görev ve sorumlulukları yasalarla belirlenmiş olsa da işin aslı farklıdır. Belli bir zihniyet hâkimiyeti söz konusudur. Bu da sivil yaşamın her alanına müdahale demektir. Kendi düşüncelerinden farklı olduğuna inandıkları zaman sivillere karşı harekete geçmelerine neden oluyordu. İşin bir de bu yanı söz konusudur.

Aradan geçen bunca yılın ardından bu gün karşı karşıya kaldığımız olgu içler acısıdır. 7 Ekim 2011 günü Halkın oyları ile seçilen vekillerine yönelik bir paramiliter, başka bir paramiliter arkadaşına sesleniyor, ""bırak onu, muhatabın değil"" Milyonlarca yurttaşımızdan oy almış ve seçilmiş bir Milletvekili için bu ifadeyi kullanıyordu. Milletvekili de o paramilitere sesleniyor ""ben bu halkın seçilmiş vekiliyim, sen kimsin"" o kimliğine uygun bir cevap veriyor ve diyordu ki ""Ben Devletim"" bunun üstüne başka söz söylenebilir mi?

Paramiliterin Devleti temsil ettiği yerde Demokrasi yoktur. Ancak Demokrasi yalanı vardır.  

Bu Milletvekilin siyasetini, fikirlerini beğenmeyebilirsin, Demokrasilerde bu durum doğal ve hoşgörü ile karşılanır. 

Paramiliterin görev ve sorumlulukları bellidir, kendisini Devletin yerine koyması, herkesin kendisi gibi düşünmek zorunda görmesi faşizme özgüdür.

Faşizm Almanya"da gaz odaları, Irak"ta kitle sel olarak çöle gömülme, başka ülkelerde başka uygulamalarla insanlığın karşısına çıkmıştır.

Sokakların, Caddelerin gaz bombaları altında inletilmesi de faşizmdir. Bir ırkı kollayarak başka ırkları siyasal ve kültürel olarak yok etmek de faşizmdir.

Ortadoğu"da açık ve örtülü faşizm yıllara yayılarak devam etmektedir. İnançlar üzerinde, düşünceler üzerinde, kültürler üzerinde acımasızca devam etmektedir.

Paramiliter devlet ve milletvekili hiç görülüyorsa bu gidiş iyi gidiş değildir. Geçmişte de militarizm siyasi düşüncesini beğenmediği siyasetçiye ""muhtar bile olamaz"" dediğinde halklar gereken cevabı sonra vermiştir.  Bu paramiliter zihniyet de halklardan gereken cevabı alacaktır. Sonra tarih tekerrür mü ediyor diyerek şaşırmış gibi yapacağız.

Ancak yanlış her yerde yanlıştır. Farkında olmak gerekir. Geç bile olsa yanlışlar fark ediliyor.

Medyanın Sırrı Süreyya Önder Provokasyonu

Kongre girişimi ülkenin her yerinde halk toplantılarını sürdürürken, Kayseri Kongre Girişimi’nin gerçekleştireceği Halk Toplantısı, yerel gazeteler tarafından provoke edilmeye çalışılıyor.
Kongre Girişimi"nin Çarşamba günü Kayseri İnşaat  Odası"nda 100"eMühendisleri yakın kişinin katılımı ile gerçekleştirdiği basın toplantısından sonra, Barış ve Demokrasi Partisi İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve sanatçı İlkay Akkaya"nın katılımı ile gerçekleşecek olan Halk Toplantısı ile ilgili, Kayseri Meydan gazetesi 3 gün üst üste, kamuoyunu tahrik etmeye çalışan manşetler attı.

“Kayseri tarihinde bir ilk”, “BDP teşkilatı olmayan Kayseri"de toplantı yapacak”, “Provokasyona dikkat”, “Orhan Karakaya açıkladı”, “Sırrı Süreyya Önder PKK"nin sözcülüğünü yapıyor” sözleriyle yapılan haberlerde, hiçbir vatandaşın görüşüne yer verilmemiş olmasına rağmen, “Halk tepkili” ifadesi de öne çıkarıldı.

SEÇİLMİŞ VEKİLE TAHAMMÜL YOK
Konuyla ilgili konuşan, Kongre Girişimi Kayseri Sözcüsü, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Eski Şube Başkanı Orhan Karakaya, gazete hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını dile getirdi. “Halkın seçilmiş vekilinin halk toplantısı yapmak üzere ilimize gelmesine tahammül edemiyorlar” diyen Karakaya, üst üste çıkan tahrik edici haberler üzerine görüşmek üzere gittikleri gazetede, gazete sahibi Rıfat Açıkgöz ve haberi yapan Remzi Yıldırım"ın bir BDP milletvekilinin Kayseri"ye gelmesini istemedikleri için böyle haberler yaptıklarını söylediklerini aktardı. Karakaya, Kongre Girişimi adına basın açıklamasını kendisinin yapması nedeniyle, Kayseri Meydan gazetesinin haber yapıyormuş gibi yaparak, yanlış ve eksik ifadelerle kendisini hedef göstermeye çalıştığını söyledi.

SİVAS KATLİAMI ÖNCESİ GİBİ
Kayseri Meydan gazetesinin provokasyon yapmaya, halkları birbirine kışkırtmaya çalıştırdığını söyleyen Karakaya, yapılan haberlerin kendilerine 1993 Sivas Katliamı öncesinde Sivas yerel gazetelerinin tutumlarını hatırlattığını ifade etti. Olası bir provokasyondan ilk önce Kayseri Meydan gazetesi yetkililerinin sorumlu olacağına dikkat çeken Karakaya, gazeteye tekzip yazısı da gönderdiğini belirtti. Savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarını açıklayan Karakaya, Kayseri halkının ve Türkiye halklarının ihtiyacı olan şeyin, barış ve kardeşlik içerisinde bir arada yaşamak olduğunu söylerken, barışın ve kardeşliğin sesi olmaya devam edeceklerini ifade etti.


(EVRENSEL)

Kutsal Ölüm


Düşlerinden yıldızlar yapanlar, dolunayız gecelerde göğü adımlayanlardır onlar, göğün ve yerin kudretini, varlığı ve yokluğu aşanlardır onlar! 

Onlardır en zifiri karanlıklarda bile uçurumlara düşmeden yürüyebilenler, onlardır şafağı beklemeden menzile varan! Özgürlük savaşçılarıdır onlar, ışık taşıyıcılardır onlar ve iktidar aşıcı, sonsuz özgürlükçüdür onlar. Kar kalınlığı onların dizlerini aşıyorken bile, dağlarda özgürlüğe yürüyorlar, karanlık pusular yollarını kestiğinde birer meşaleye dönüşüp ihaneti deliyorlar. Ne çok sevda taşıyorlar halklarına ve ne çok sevdalıydılar Kürdistan"a. Kürdistan aşkı, bütün aşkların ötesine geçmişti yüzyıllardan beri, bu aşkın oklarıyla zehirlenen yüreklerin sızısı sonsuza dek dinmeyecekmiş gibi taşınıyor yüreklerde! Ruhlarında kapanmaz yaralar açılır Kürdistan"ın acılarına ve tarihine dokunanların! Öyle derindir ki bu yaraların kökleri, kardeşlikten utanç duyulacak kadar derine işlemiştir bu yara. Sanki bütün çağların kudretlileri, tanrıları, tiranları, el birliği etmişçesine Kürde ve Kürdistan"a yaşamın ahenginin girmesine izin vermemişlerdir bu güne kadar. Sürekli istila ve savaş, sürekli sömürgeye dönüştürmüşler bu bereketli hilali! İşte bu yüzden öfke duyuyorum bütün zalimlere, öfke duyuyorum halkları binlerce yıldır körelten bu karanlığa, öfke besliyorum sinsi ve kurnaz sömürgecilere ve onların işbirlikçilerine.
Halkların bir arada kardeşçe yaşamasına mani olan kafatasçılara ve zalimlere lanet yağdırıyorum! Kürt halkının yaşam haklarını gasp eden bu haydutları kınıyorum!

Sömürgeciler de, Kürt halkının haklı bir mücadele yürüttüklerinin farkındadırlar, onlar da bizlerin bir gün özgürlüğümüzü avuçlarımıza alacağımızın farkındadırlar; yine de köle kalmamızda, çürütülmemizde ve yozlaştırılıp yok edilmemizde diretiyorlar. Onların korkularının kaynağı; bir gün Kürt halkı özgürleştiğinde kim onların kulluğunu yapacak, kim onların, gönüllü köleliğine boyun eğecek! Sırf bu yüzden, kendi çürümüş iktidarlarını ayakta tutmak için, yoksul Kürt ve Türk halkının çocuklarını birbirlerine öldürtüyorlar. 


Türk halkına sesleniyorum!
 
Eğer kardeş halkı, kendin gibi görme erdemine erişmezsen, bu zulüm çarkı seni de sonsuza dek çürütmeye devam edecek, artık dur demelisiniz bu kardeş ketline, dur demelisiniz egemenlerinizin zulmüne ve çocuklarınızı vatan uğruna kurban etmekten vazgeçmelisiniz! Bu vatan sizlere; açlıktan, ölümden, gözyaşından, nefretten ve düşmanlıktan başka ne verdi ki! Her asker cenazesi toprağa verildiğinde, vatan sağ olsun diyebiliyorsunuz! Söyler misiniz? Hangi vatan çocuklarınızın hayatından daha değerlidir? Yoksa siz çocuklarınızı hiç mi sevmediniz! Ölen her çocuğunuzun ardından söylediğiniz bu beylik söz, kim bilir nasıl da ölülerinizin ruhunu acıtıyordur. Vatan dediğin nedir ki, bir toprak parçası; peki insanların hayatı bu kadar değersiz mi? Bir karış toprağı çocuklarınıza değiştirme arzunuzun kaynağı nedir? Mülkiyet mi? İktidar arzusu mu? Güç istenci mi? Vatan sevgisi mi? Acaba hangi düşüncenin arka planından besleniyor bu ideolojiniz? Haksız ve adil olmayan bir iç savaşta çocuklarınızı yitirmeniz onları yüceltir mi? Yaşamda kardeşçe bir arada olmak varken, neden ölümde yücelmeyi arzuluyorsunuz? Yoksa sizler yaşam karşıtı mısınız? Kutsal ölümcüller misiniz? Kürtleri dağlara mahkûm eden bu tekçi zihniyeti ve bu sömürgeci savaşı neden sürdürüyorsunuz? 

Kürdistan, tarih boyunca halklar mozaiği olmuştur, Kildanileri, Yezidileri, Asurileri, Süryanileri, Ermenileri, kendi köklerinden kopardığınız yetmedi mi? Şimdi de Kürt halkını, bin yıllardır yaşadığı vatanında, bir köleye, kimliksiz bir garabete, onursuz bir kula, dönüştürmeye çalışıyorsunuz! Halklar, kendi topraklarının üzerinde, diledikleri gibi yaşama hakkına ve diledikleri dini, fikri benimseme özgürlüğüne sahiptirler; bunu aksini dayatanları, insanlığın vicdanı faşizmle yargılayacaktır!
 

Siz kim oluyorsunuz da Kürt halkının dilini yasaklıyor, topraklarını işgal edip ona insanlık dışı bir baskıyı dayatıyorsunuz! Derhal askeri güçlerinizi Kürdistan"dan çekip, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkını ona tanımalısınız! Eğer bu iç savaşın bitmesini istiyorsanız bunu yapmak zorundasınız! Bunu yapmadığınız için, sizler bu savaşın sürdürülmesinden ve ölen her insanın katlinden sorumlusunuz! Sömürge orduları gibi kendi halkının topraklarını kuşatan başka bir devlet kaldı mı dünyada sizden başka? Postallarınızı Kürtlerin topraklarından çekin, kanlı süngülerinizin ucundan damlayan Kürt kanı sizleri de sonsuz acılara ve gözyaşına boğacaktır bir gün!  Vatan uğruna ölen her çocuğun ardından, elleri güçlenen, sermayeleri çoğalan ve iktidarları pekişen tiranlara, çocuklarınızı feda etmekten bıkmadınız mı asker anneleri? İşgalci konumunda olan ordularınız, meşru olmayan siyasal iktidarlarınız, çürümüş kurumlarınızla bir halkın varlık ve onur mücadelesini yok edemezsiniz! Bu iç savaş sonsuza dek sürse de yenilgisi ve zaferi olmasa da; kalplerdeki hakikat ve bilinçlerdeki özgürlük düşünü yok edemeyeceksiniz!

Bu nasıl bir sevgidir, kendi çocuklarını, yapay ve zorba bir kurum olan devletin uğuruna feda edebilecek kadar kör bir sevgi anlayışı, bin yıldır bir arada yaşadığınız kardeş halkın bütün yaşamsal değerlerini gasp edip üstüne oturmuşsunuz!  Bunu niçin meşru görüyorsunuz? Bu düpedüz bir zulümdür, vicdanlarınız buna nasıl tahammül edebiliyor! Sizlere sorulduğunda! Vay efendim bizler kardeşiz! Böyle ölümcül bir kardeşlik yalandır, zulümdür! İnsanlık böyle utanç dolu bir kardeşliği asla kabul etmeyecek! Bizler, halkların kardeş olduğuna inanıyoruz; ama ezilen uluslar ve ezen uluslar kardeş olamazlar asla, ortada ezen ezilen olduğu müddetçe kardeşlikten bahsedemeyiz! Yine çatışmalar, yine operasyonlar ve ölümler yaşanıyor, her gün yeni cenazeler geliyor, utanç verici bir durum doğrusu! Ne zaman bitecek bu zulmünüz? Ne zaman sömürge ordunuzu Kürdistan"dan çekeceksiniz? Kürt halkı hala sabırla ve metanetle barış için mücadele ediyor, bir gün Türk halkı da alanlara çıkıp savaşı lanetlediğinde siz sömürgeci emperyalistlerin de sonu o gün gelecektir. Anaların gözyaşının durması için, Türk halkının bu zalimlerden hesap sorması ve çocuklarını bu savaş makinesine feda etmemesi gerekiyor! 


Özgür bir vatanda kardeşçe yaşamak dileğiyle, bütün ezilenlerin çığlığıyla bir kez daha haykırıyorum!

Savaşa hayır! 

Devrim Barış

Cevat Öneş: Silahlar Birlikte Bırakılmalı

10 Ekim 2011 Pazartesi 13:34
Eski MİT Müsterşar Yardımcısı Cevat Öneş, “Ben operasyon yapmayacağım, Kandil’e gitmeyeceğim” demenin devleti küçültmeyeceğini belirterek devlet ve PKK’nin birlikte silah bırakması gerektiğini söyledi.
Vatan gazetesine mülakat veren Cevat Öneş, PKK ile devlet arasında “Oslo görüşmeleri” olarak ifade edilen diyalogu değerlendirirken, “Oslo"daki son buluşmanın içeriğine baktığım zaman şunu görüyorum; bir diyalog ortamı gelişmiş. Ama karşılıklı bir güven yaratma çalışması var. Ve anlaşılıyor ki devlet heyeti karşı tarafın neyi talep ettiğini doğru şekilde anlamaya çalışıyor ve bir de ateşkes meselesine önem veriyor, ki doğrusu da o... Burada bu görüşmeler neticesinde Öcalan tarafından üç protokol hazırladığını, ancak bu protokollere siyasi iktidardan henüz bir cevap gelmediğini öğreniyoruz. Murat Karayılan da, Ahmet Altan"a hitaben yazdığı ve Taraf"ta yayımlanan mektubunda bu protokollere cevap verilmemesi konusunu öncelikli bir mesele olarak kaydediyor” diye belirtiyor.

KARŞILIKLI GÜVEN SORUNU VAR
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karyılan"ın Taraf gazetesine yayınlanan mektubunun sorulması üzerine Öneş şöyle konuşuyor: “Ben de oraya gelecektim... Karayılan, o mektupta "Bütün bu sürece bakıldığında AKP"den ve devletten yana bir çözüm zihniyeti sergilenmedi. Özerklik, anadil hakkı ve Önder Apo"nun serbest bırakılması gibi temel istekler bir yana bize yumuşak bir mesaj bile verilmedi” diyor ve şu noktaya geliyor: “Tarihin her döneminde, Kürt halkının devletler tarafından kandırılıp oyuna getirilmesi adeta bir kader haline gelmiştir. Öyle ki benim küçük yaşlarda köyün yaşlılarından duyduğum "Devlet eşek de olsa, binme" sözü çok ilginçtir. Yine bizden önceki son Kürt direnişi olan Dersim direnişinin lideri Seyit Rıza"nın, "Sizin hilelerinizle baş edemedim bu bana ders olsun, ben de sizin önünüzde diz çökmedim o da size dert olsun!" sözünü de hiç unutmayız” diyor.

Evet... Hâlâ karşılıklı bir güven sorunu var. Dikkat ederseniz, Karayılan gibi Kürt siyasi hareketinde PKK"nın en tepesindeki şahıs bugün meseleleri yorumlarken hâlâ Seyit Rıza dönemindeki halk deyimini kullanıyor. Bu bize Kürt halkındaki bu güvensizliğin boyutunu ve nereye dayandığını gösteriyor. O bakımdan daha önce de hep vurguladığım gibi içinde bulunduğumuz şartlarda güven yaratıcı önlemler çok önem kazanıyor. Tabii ki böylesine adımlar karşısında PKK"nın da devlete karşı güven yaratıcı adımlar atması öncelikli bir mesele. Tabii ki bu adımlar içinde ateşkesin sürekliliğe sahip şekilde yeniden başlatılması meselesi bizim öncelikli konularımız arasında. Bu yüzden de Oslo görüşmeleri çok önemli...”

Öneş, “Murat Karayılan"ın Ahmet Altan Bey"e yazdığı mektubun eleştirilebilecek birçok yönü var ama orada ben Karayılan"ın çözüm arayışını, barış isteğini gördüm, bu çok önemli ve beni çok mutlu etti. O mektubu ben Ahmet Altan Bey"e yazılan özel bir mektup olarak almıyorum. Türkiye"ye, Türkiye siyasetine, iktidara yazılmış bir mektup o... Ve o mektubu, bir silahlı hareketin kendimize yönelik eleştirel boyutları içinde değil de, bir barış iradesinin oluşması isteğini dikkate alarak okursak, tabii ki onların marjinal taleplerine de kenetlenmeden, böylesine bir barış ortamının oluşabileceğinin emarelerini verdiğini görürüz Karayılan"ın...” ifadelerini kullanıyor.

EZBER BOZUCU ADIMLAR ATILMALI
Ezber bozucu adımların atılması gerektiğini söyleyen Öneş bunları şöyle sıralıyor: Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Seçim Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu gibi sorunlu olan ve bugün tüm siyasi partilerin üzerinde birleştikleri değiştirilmesi gereken kanunlar üzerinde çok süratli bir çalışma yapılarak, seçim barajının düşürülmesi, tutuklu milletvekillerinin serbest kalması, hatta ifade hürriyeti çerçevesi içinde kalan hususları terör örgütü kapsamına sokan yanlış uygulamaları ortadan kaldırmak gibi kanun tekliflerini Meclis"e getirip bunların çıkarılması…

SİLAHLAR BİRLİKTE BIRAKILMALI
Bunların da anayasa değişikliğini hiç beklemeden yapmak gerektiğini kaydeden Öneş, “Acil olan, Türkiye"nin demokratik taleplerine cevap verecek adımları atınca Türkiye iklimi çok değişir. Bunlar PKK"nın hiçbir talebiyle bağlantılı hususlar değil. Ama PKK"nın hak taleplerini etkileyen, ateşkese süratle geçilmesini sağlayan hususlar” diye belirtiyor.

“O zaman silahların bırakılması konusunda da ilk adımı yine Başbakan mı atmalı?” sorusuna Öneş şöyle yanıt veriyor: “Artık kim olursa... Ama “Önce PKK önkoşulsuz silah bıraksın” değil. Bu onurdan, gururdan, devlet şöyle adım atar, böyle atmaz gibi önyargılarımızdan kurtulup bir tek çocuğumuzun dahi ölmemesi için atılacak her adımı önce kim atarsa atsın. Ama siyasi iktidarın önceliği burada çok önemli. Çünkü güç onun elinde... Bence silahlar birlikte bırakılmalı.”

"Devlet silah bırakır mı?" diyenlere de Öneş şu yanıtı veriyor: “Devlet çok güçlü, PKK ile devleti mukayese edemezsin. Ama bir realiteyle de karşı karşıyayız, böylesine bir süreci artık yaşamak istemiyoruz. “Ben operasyon yapmayacağım, Kandil"e gitmeyeceğim” demek devleti asla küçültmez... Türkiye Cumhuriyeti Devleti"nin gücüyle, imkanlarıyla zaten bir örgütü hiçbir zaman yan yana koyamazsınız. Ama o örgüt içindekilere de kazanılması gereken vatandaşım diyerek bakmamız gerekiyor.”

İRNA: Meşaal Temo Suikastiyle Bağlantılı 4 Türk Tutuklandı



Güneybatı Kürdistan’ın (Suriye) Qamişlo kentinde öldürülen Kürt siyasetçi Meşaal Temo cinayetiyle bağlantılı olduğu gerekçesiyle 4’ü Türk vatandaşı 11 kişinin yakalandığı iddia edildi.

YHD sitesinin verdiği haberde, İRNA haber ajansının Suriye basınına dayanarak bildirdiğine göre Suriye güvenlik güçleri Meşaal Temo’yu öldürdükleri gerekçesiyle aralarında dört Türk’ün de bulunduğu 11 kişinin yakalandığını iddia etti.

Syrianow adlı internet sitesi de Qamişlo kentinde yakalanan 11 kişiden 4’ünün Türk, 1’inin Iraklı 6’sının da Suriyeli olduğunu bildirdi.

PYD lideri Salih Müslüm ise ANF’ya yaptığı açıklamada, son tutuklamalarla ilgili bilgi sahibi olmadığını belirtti. Daha önceki açıklamalarında Türkiye’ye işaret eden PYD lideri, Araplar ile Kürtleri karşı karşıya getirmek isteyen bir konseptin geliştirilmek istendiğini belirtti.

Dün ANF’ye bilgi veren Suriye’de en büyük Kürt partisi olan PYD lideri ve aynı zamanda iç muhalefeti temsil eden Ulusal Koordinasyon Başkan Yardımcısı Salih Müslüm Muhammed, Meşaal Temo’ya yapılan suikastın karanlık bir olay olduğuna dikkat çekerek, El Kaide ile Türkiye'yi işaret etmişti.

Şeytanın Yaşadığı Yer: Walt Street

 
James Petras
Wall Street sokağında işe başlayanlar birkaç yüz kişiydiler ama şu anda binlere vardılar ve bunun da ötesindeler. Bir hafta öncesine ait son anketler, halkın yüzde 80’inin ekonomik koşullardan çok hoşnutsuz olduğunu, yaklaşık yüzde 90’ının da finans sektörlerine ve Wall Street’e karşı olduğunu gösteriyor. Şimdiye kadar sessiz olan büyük çoğunluk sadece büyük hayal kırıklığına uğramışlar, bir anda bazı insanlar -bunu söylüyorum çünkü bu protestoları üstelenen hiçbir organizasyon yok, tersine ancak kişilerden oluşan küçük gruplar mevcut- Wall Street’in üç blok ötesinde bu protesto kampını kurmaya başladılar.

Başlangıçta birileri, spekülatörlere karşı Wall Street’e yürümeye çalıştı. Özgürlük Parkı’ndan çıktıkları anda polis onları engellemek için dövmeye ve tutuklamaya başladı. Ve bu New York’ta birçok vatandaşın öfkesini tetikledi ve bu ilgi çekti. Bir buçuk hafta sonra katılımcılar çoğalmaya başladı.


Bu süreç içinde, New York’taki tüm sendikalar, taşıyıcıların, öğretmenlerin, kamu çalışanlarının, tüm sendika yöneticilerinin protestoyu desteklemeye koyulduklarını ve bu andan itibaren Brooklyn Köprüsü üzerindeki yürüyüşe binlerin katıldığını söyleyebiliriz. Bütün büyük ulusal sendikalar Street’e karşı olanların lehinde pozisyon almaya başladı ve şimdi yazarlar, Hollywood sanatçıları, entelektüeller ve İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun başlıca üst düzey yöneticileri gibi pek çok kişi lehte görüş bildirdi.


Eşitsizliğin simgesi


Wall Street, ülkedeki büyük eşitsizliklerin temsilidir. New York’ta, özellikle Manhattan’da, nüfusun yüzde 1’lik kesimi zenginliklerin yüzde 60’nı kontrol eder. Yani Manhattan’daki eşitsizlik Guatemala’daki eşitsizlikten daha kötü, Brezilya’dakinden daha kötü, kuzey ve güney tüm batılı ülkelerin hepsinden daha kötüdür. Bu aynı zamanda Wall Street’e karşı duyulan öfkenin diğer bir nedenidir.


Ayrıca Wall Street, sahip olduğu etkisi ve seçim kampanyalarını finanse etmesi yüzünden yolsuzluğun kaynağıdır. Büyük imtiyazlar ve devlet teşvikleri elde ediyorlar. Hatta New York’taki finans şirketleri, vergi muafiyetlerini elde etmek için tehditkar davranıyorlar. Eğer vergi muafiyeti yapılmazsa başka yere gideceklerini, şehrin ve devletin sınırlarının ötesine geçeceklerini söyleyerek şehri tehdit ediyorlar.


Başka şeyler de var. Örneğin finans sektörü çok etkili zira ilaç sektörünün hisselerini satın alıyorlar. Bugün aldığımız bir habere göre ilaç şirketleri, fiyatların kontrol altında tutulması ve kâr oranlarının sınırlandırılması nedeniyle çok ihtiyaç duyulan ilaçlar üretmiyorlar. Bu yüzden ABD’de birçok yerde, hastaların hayatta kalmaları için gerekli olan temel ilaçlar bulunmuyor, hastalar onları alamıyorlar.


Yani, Wall Street’e karşı yapılan bu protestolar, finans sektörü dışında toplumun tüm kesimlerini çekiyor. Finans sektörünün, yerleşim, konut, ilaç politikası gibi devletin tüm siyasi faaliyetlerinin içinde olması yüzünden hiç kimse bankaları istemiyor. Bu nedenle protestolar, ABD’de olup bitenlere karşı kızgın olan tüm halk için bir çekim merkezi. Tüm kötü niyetliler finans sektörlerine bağlı.


Politikacıları satın alıyorlar


Finans sektörü her iki tarafa para veriyor: Cumhuriyetçiler ve demokratlar. Her iki tarafı, demokrat başkan Obama veya cumhuriyetçileri satın alıyorlar. Öyleyse halkın sokağa çıkma dışında başka bir seçeneği yok.


Obama bir ay önce yeni seçim kampanyasına para toplamak için Wall Street’te idi. Cumhuriyetçilerin uzun yıllardır Wall Street ile iyi bağları var. Ama en önemli finansörler her iki tarafı da destekliyor ve seçimleri kazanacak olan partinin adayına para akışı sağlıyor. Onların kabullendikleri, her iki parti de Wall Street için elverişli. İşte bu yüzden halk kamp kurmak ve yürümek zorunda kaldı. Hatta sendika bürokrasisi tabanın baskısını hissediyor.


Sonuçta, burada, ABD’de, yapılan anketlere göre politikacıların itibarı çok düşük. Yalnız finansçılar daha fazla prestij yitirmiş durumdalar. Ve bahsettiğim gibi, şu anda halkın yüzde 80’i kongrede temsil edildiğini hissetmiyor ve nüfusun yalnızca yüzde 10’u bankacıların davranışlarını onaylıyor.


* Uruguay’da yayın yapan CX 36 Radio Centenario isimli radyo istasyonundan Efraen Chury Iribarne’nin James Petras ile 3 Ekim 2011 tarihinde yaptığı haftalık söyleşiden sendika.org tarafından yapılan çeviri özetlenmiştir.

Komplocular Yeni Ortadoğu İçin PKK’yi Tasfiye Etmek İstedi

Baki GÜL
Yıl 1998. Kürdistan’da PKK ile devlet arasında 15 Ağustos 1984’te başlayan savaş için o dönemler stratejik denge aşaması tespiti yapılıyor.

Türk ordusu, özel timi ve özel uygulamalarına karşı Kürtler pes etmemiş; direngenlikleri ile mücadelelerini devam ettireceklerini açıkça ortaya koyuyorlardı.


1993-94 yıllarında ortaya konulan konsepte karşı binlerce köy boşaltılmış, 20 bine yakın faili meçhul cinayet, bombalanan gazeteler, kapatılan partiler ve bütün zulme karşı Kürtler kendilerine yeni bir yol açmıştı.


Yok sayılan Kürdistani kimlik coğrafyası, insanı, dili ve kültürü ile cisimleşmişti.


Diriliş tamamlanmış sıra kurtuluşa gelmişti.


Ancak Kürdistan’ın kurtuluş süreci sadece Kürdistan’daki dört sömürge devletini değil, uluslararası alandaki güç merkezlerini de yakından ilgilendiriyordu.


Tam da bu süreçte; küreselleşme tarifleri ve tahlilleri yapılıyor, küresel egemenlik Ortadoğu ve Kürdistan üzerinden yeni bir mücadeleye sahne oluyordu.


1990’ların sonunda Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi, statükoların yıkılması ve yerine yeni işbirlikçi rejimlerin inşa edilmesi gerektiği konusunda küresel gücün efendileri aralarında anlaştı.


İşe yüzyılın başında olduğu gibi Kürdistan’dan başlanacaktı.


Bunun için de kendi öz gücü ve dinamiği ile toplumu örgütleyen, mücadeleye kaldıran PKK’nin ve onun ideolojik güç kaynağı Abdullah Öcalan’ın etkisizleştirilmesi gerekiyordu.


Türkiye bunu NATO’ya, ABD’ye, AB’ye defalarca anlatmıştı.

Türk devlet yetkilileri “Öcalan ve örgütü PKK bildiğiniz gibi değil” diyorlardı.

PKK girdiği yerde örgütleniyor, toplumu dinamize ediyordu. Bunun için egemen siyasetin ezberini bozuyordu.


Türk devletinin bütün baskı politikalarına karşı direnen ve kendi gücünü ortaya koyan PKK’ye karşı; Türk devleti küresel bir koalisyon oluşturdu.


Önce Öcalan’ı bulunduğu Ortadoğu sahasında yok etmek ve etkisiz kılmak istedi. Ama tonluk bombalama ve ajanların bütün girişimleri başarısız kaldı.


ABD, AB ve İsrail başta olmak üzere küresel güç dengeleri birlikte PKK’nin kurucusu ve Lideri Abdullah Öcalan’ı Suriye’den, Ortadoğu’dan çıkarmayı amaç edindi.


ABD ve NATO Türkiye’ye onay verdi. Türkiye 1998 baharında Şemdin Sakık’ın teslim olmasıyla birlikte yaz boyunca Suriye’yi tehdit etti.


O dönemler Hafız Esad Suriye’nin başındaydı.


Türkiye’nin tehditleri bölgesel savaşa doğru yol alıyordu. Türkiye içinde ise Kürtlere karşı bir linç kampanyası başlatıldı.


Türkiye’nin tehditleri karşısında Hafız Esad daha fazla dayanamadı. PKK Lideri Abdullah Öcalan ise savaş yerine siyasal çözümün önünü açmak için 9 Ekim tarihinde Suriye’den çıkar.


Yunanistan’a gider. Yunanistan’da belirtilen dostluk yoktur.


Öcalan, Rusya’ya döner. Burada da kirli çıkar ilişkileri vardır. Sonra Roma’ya dönülür...


Roma modernist siyasetin baskılarının merkezi haline gelir. Roma’daki İtalya siyaseti baskılara direnemez.


Öcalan, Roma, ardından tekrar Rusya, Yunanistan, Korfu, Avrupa semalarında çözüm aramaya çalışır.


Hile ve oyunlar


Uluslararası komplonun kolları ahtapot gibidir. Bu oyunlarla başetmek güçtür.


Oyunlar ve hileler ile Afrika’nın ortası Kenya’ya kadar gider Öcalan.


Ve uluslararası komplonun bileşenleri büyük bir oyunla Abdullah Öcalan’ı Kenya’dan firavun piramitleri üzerinden Türkiye’ye teslim ederler.


Zor ve karmaşık bir süreçtir. Uluslararası hukukun, ahlakın ve insana dair bütün değerlerin askıya alındığı ve Kürtlere uygulanmadığı dönemlerdir.


Öcalan; bu karmaşıklığı ve oynanan oyunları görür.


Türkiye halkına ve ilgili çevrelere anlatmaya çalışır.


Ama Türkiye sahte zaferin sarhoşudur. Öcalan’ı denizin ortasında bir adaya hapseder. Özel uygulamalar ve tecrit uygulanır.


Tiyatro oyunu sahnelenir gibi duruşmalar yapılır.


Öcalan bunun da farkındadır. Ve halklar arası büyük bir savaşı engellemek için çaba gösterir.


Bedenini ateşe veren onlarca Kürt, Türk insanı Öcalan etrafında ateşten bir çember örer. Direniş Kürdistan’ın dört parçasına, toplumun her katmanına yayılır.


Öylesine yayılır ki kendi başlarına uçak kaçıranlar, işgaller, serhildanlar kesintisiz devam eder.


Bir halkın önderi zindanda, yarattığı örgüt dağlarda ve kentlerde, bir halk ise 5 kıtada direnişini ortaya koyar.


Komployu hazırlayan güçler şaşkınlık içindedir.


Ortadoğu’da dengeler değişti


PKK’nin kurucusu ve Lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 yılında çıktığı Ortadoğu’da rejimler peş peşe yıkıldı.


Saddam Hüseyin idam edildi.


Mısır’da Mübarek tutuklandı.


Suriye halk isyanının doruk noktalarına geldi.


İsrail ve Türkiye o dönemler büyük bir birliktelik içindeyken; şimdi neredeyse savaşacak iki düşman gibi.


Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de vardığı Yunanistan şu an iflas etmek üzere.


O dönemler dostluk anlaşması imzaladığı Türkiye ile Akdeniz’de Kıbrıs nedeni ile savaşın eşiğinde.


Öcalan’ın teslim edilmesinde rol oynayan Yunan devletinin Pangalos gibi yöneticileri ise hacizlik durumunda.


Rusya’da o dönemler Türkiye ile anlaşmalar imzalayan pazarlamacılar ise siyaset sahnesinde yok.


Türkiye’de ise Öcalan geldiğinde iktidar olan liderler ve siyasetçiler muammalı bir şekilde Bülent Ecevit gibi ya hayata veda ettiler ya da Mesut Yılmaz ve Demirel gibi bu hayatta silik bir yer aldılar.


1999’dan bu yana yaşadığı ağır tecrit koşullarına rağmen Öcalan büyük ve yaratıcı bir direniş sergiledi.


Öcalan’ın kurduğu ve yönettiği örgütü Kürdistan’ın dört parçasına yayıldı. Yaygın örgütlülük, kitlesel taban ve ideolojik güç olarak kendisini korudu.


Yani 9 Ekim 1998’de başı koparıp gövdeyi dağıtma stratejisi ile yola çıkanlar çok büyük bir yanılgı yaşadılar.


Uluslararası komplo sürecine karşı her şeyi ile direnen her Kürt bir Apo olmuş, uluslararası komployu hedefleyenler başarıya ulaşamamıştır.


Öcalan, komplonun başarısızlığa uğradığını 2010 yılında ilan etti.


Çünkü PKK, sadece Kuzey’de değil, Kürdistan’ın dört parçasında kök salan bir toplumsal örgütlülüğe kavuştu. İdeolojik olarak çağımızın en geçerli yapısına sahip.


Kürtler siyasal, askeri, kültürel ve sosyal olarak çok büyük dönüşümler ve gelişmeler yaşadı.


Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü paradigma ile çözülen rejimlere alternatif sistem sunuyor.


Ancak komployu gerçekleştiren ve bunun pazarlığını yapan her güç kendi içinde zayıfladı, ya da çöktü.


İttifak yaptığı güçler ile savaşın eşiğine kadar geldi.

 
AKP yeni bir komplo hazırlığı yapıyor

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Fırat Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, 9 Ekim Komplosu’nu değerlendirdi. Bayık, 1. komplonun başarısız olduğunu ancak AKP iktidarının Kürtlere karşı yeni bir komplo hazırlamak istediğine dikkat çekti.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bayık, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkışıyla sonuçlanan 9 Ekim komplosunun 13. yıldönümünde, gelinen aşamayı şöyle değerlendirdi: “Uluslararası komplodan bu yana 13 yıl geçti. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, 1998 9 Ekim’de Önder Apo’nun Ortadoğu’dan çıkarılmasıyla başlayan uluslararası komplo başarısızlığa uğratılmıştır. Önder Apo’nun AİHM savunmalarında belirttiği gibi tarihsel komplolar gelişmeleri durdurmaz, hızlandırır değerlendirmesi bu 13 yıllık süreçte kanıtlanmıştır. Kuşkusuz komplonun boşa çıkarılmasında bu 13 yıl içinde Önder Apo’nun, Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişçi duruşu, kararlı duruşu etkili olmuştur.

Özellikle uluslararası komplonun başlamasından itibaren Kürt halkının Önder Apo etrafında Güneşimizi Karartamazsınız kampanyasıyla bir ateş topu haline gelmesi, bir direniş barikatı kurulması gerçekten de tarihte eşine ender rastlanan direnişlerden biridir. Bir Önderliğin, bir siyasi kişiliğin tarihte bu kadar sahiplenildiği az görülmüştür. Gerçekten insanlar kendilerini yakarak ateşten barikat kurmuşlardır. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği bir bütün olarak Önderliği sahiplenmede büyük bir irade, kararlılık göstermişlerdir. Bu öyle bir irade ve kararlılıktır ki, o dönemin ABD Dışişleri Bakanı bile bu kadar beklemiyorduk diyerek şaşkınlığını dile getirmiştir.

Kaybedeceklerini biliyorlar

13 yıldır süren bu çok boyutlu mücadele sonucu uluslararası komplo boşa çıkarılmıştır. Uluslararası komplo sürecinde hareketimiz bırakalım gerilemeyi, daha da önemli gelişmeler sağlamıştır. Önder Apo, Kürt halkının, gerillanın ve bir bütün olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişi sonucu uluslararası komplonun 2009’un sonunda boşa çıktığını halka müjdelemiştir. Bu tabii önemli bir değerlendirmedir. Uluslararası komplonun boşa çıkarılması, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini kazanabileceği bir bilince ve dirence kavuştuğunun kanıtıdır.

ABD Ortadoğu’da Türkiye’yi kullanmak için AKP'ye destek veriyor

AKP bir yönüyle birinci uluslararası komplonun yenilgisinden sonra bir ikinci uluslararası komplonun aktörü olmaya çalışıyor. Bu uluslararası komploda yine ABD var. ABD Ortadoğu’da Türkiye’yi kullanmak için AKP’ye destek veriyor. AKP de başlattığı ikinci uluslararası komplonun başarıya ulaşması açısından ABD’nin her dediğini yapan, ABD’nin bölgedeki ajanlığını üslenen bir politika izlemektedir. Bu açıdan AKP’nin Önder Apo’ya yönelik tecridini ikinci komplo olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Birinci komploda da Önderliği esaret altına alıp İmralı sistemi içine koyup itibarsızlaştırıp etkisizleştirmek istiyorlardı. Şimdi de yeniden Önderliğe yönelik etkisizleştirme ve itibarsızlaştırma saldırısı başlatılmıştır. Önderliğin etkisizleştirmesi birinci uluslararası komplonun da esas ayağıydı. Şimdi de Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiyeye dayalı komplo saldırısını esas olarak Önder Apo üzerinden yürütmektedirler. Başbakan açıkça örgütle ilişkisini kestik ve görüşmeler yaptırılmayacaktır demiştir. Zaten yandaş basın da sürekli Önder Apo’nun etkisizleştiğini, örgüt içinde de halk içinde de etkisinin kalmadığının propagandasını yapmaktadır. Örgütün liderliğini dinlemediği gibi bir yalan üzerinden Önder Apo’yu yıpratmaya çalışmaktadırlar. Önder Apo’nun itibarsızlaştırılması ve etkisizleştirilmesi temelinde Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi planlamaktadırlar. Birinci komploda da halkın Önder Apo’yla bağını koparmak istediler, Önder Apo’yla örgüt arasındaki ilişkiyi koparmak istediler, Önder Apo’nun halk ve örgüt üzerindeki etkisini kırmaya çalıştılar. 2000’li yıllardan sonra örgüt içinde Önder Apo’yu saf dışı bırakmak isteyen tasfiyeci unsurları teşvik ettiler. Şimdi de çok farklı yollarla aynı amacın gerçekleşmesi için çalışmaktadırlar.

Laz Müziği Sınırları Aşıyor

Gürcistan’ın Batum kentinde, kansere yenik düşen Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu anısına “Laz Müziği Festivali” düzenlendi.

Batum Devlet Tiyatrosu Salonu’nda gerçekleştirilen festivale, Kazım Koyuncu’nun annesi Hüsniye, babası Cavit, ablası Canan Koyuncu ile Türkiye ve Gürcistan’da yaşayan çok sayıda sanatsever katıldı. Kazım Koyuncu ile ilgili sunumla başlayan festivalin açılış konuşmasını yapan Laz Kültür Derneği Başkanı Beşli, Batum şehrinin ataları ve dedelerinin anılarında önemli bir yeri olduğunu belirtti. Koyuncu’nun, Lazca’nın asimile edilmemesi için çok çabaladığını belirten Beşli, hep bir güneş gibi doğacağını söyledi. Programda daha sonra Gürcistan’dan Tutarchela, Gordela, Gogolai, Atdzali ve Aidio adlı gruplar ile Türkiye’den Kazım Koyuncu’nun kardeşi Niyazi Koyuncu, Bayar Şahin, Erdal Bayrakoğlu, Tolga Kurdoğlu ve Mehmet Erdem sahne aldı.


Acara Özerk Cumhuriyeti Eğitim ve Kültür Bakanı Abuladze, Kazım Koyuncu’nun adını yaşatmak için programı düzenlediklerini seneye de aynı festivali devam ettireceklerini ifade etti.


Kliplerini izleyemiyorum


Artvinli sanatçı Bayar Şahin ise Kazım Koyuncu’nun Türkiye’nin yanı sıra Gürcistan’da da çok sevildiğini anlatarak, “Sanatçımızın burada da anılması bizleri son derece mutlu etti. Hem Türkiye ile Gürcistan arasındaki mevcut dostluk ve kardeşlik ilişkileri artıyor hem de her iki ülkede yaşayan Laz kültürü, Laz müziği bu festivalle buluşmuş oldu” diye konuştu. Anne Hüsniye Koyuncu da festivali düzenleyenlere teşekkür ederek, şunları söyledi: “Oğlumu kaybetmenin acısına dayanamıyorum. Festivali izlemek için ilaç içtim. Kazım’ın ölümünden sonra hiçbir klibini televizyondan izleyemiyorum, ekrana bakamıyorum. Kasetlerini bile dinleyemiyorum.”

Osman Baydemir: ''Zalime Teslim Olmam ''


Amed Büyükşehir Belediye Başkanı Baydemir, yandaş medyada kendisini hedef gösteren haberlere yanıt verdi. “KCK operasyonları üzerimden meşru gösterilmeye çalışılıyor.  Bununla teslim alınmaya çalışılıyorum. Zalime teslim olmayacağım.
 
Baydemir: Lime lime etseniz de teslim olmam

Cumartesi günü Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti yılın gazetecileri ödül töreninde konuşan Amed Büyükşehir Belediye Başkanı Av. Osman Baydemir, “Öncelikle Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’ni ve yılın başarılı gazetecilerini belirleyen jüriye teşekkür ediyorum. Ödüller gerçekten de bugün gazete sayfalarını ve televizyon ekranlarını kaplayan haberlerin nasıl olması gerektiğini bize gösteriyor. Zira bugün basında çok da demokrasiye, barış gazeteciliğine örnek olabilecek haberler gözükmüyor” dedi.

Kendimi kullandırtmam


Baydemir’in konuşmasından satır başları: “Zor ve zahmetli bir dönemden geçiyoruz. Bunun bir yansıması da basın alanında oluyor. Böylesi dönemleri sağduyu ile geçirmek, kirlenmeden çıkmak, deyim yerinde ise kahramanlıktır. Özellikle kaotik dönemlerde medyanın tutumu toplumsal barışa giden yolda ışık olabilir/olmalıdır. Ancak geneline bakıldığında medyanın farklı bir rol üstlendiğini görüyoruz. Hükümet kendine biat etmeyen herkesi bir şekilde cezalandırıyor. Bu cezalandırma; kolluk kuvvetleriyle, yargısıyla, medyasıyla ve bütün kurum ve kuruluşların eşgüdümüyle yapılıyor. Zaman, Yeni Şafak, Bugün ve benzeri gazetelerin manşetlerine baktığımızda benim üzerimden KCK operasyonları meşru ve haklı gösterilmeye çalışılıyor. Kusura bakmayın ama beni lime lime de etseniz kendimi kullandırtmam.”


Teslim olmayacağım


“Servis edilen bu haberlerle halkın teveccühünde ve bize olan güveninde zedeleme hedefleniyor. Toplumdaki itibarımız zayıflatılarak tutuklamanın psikolojik altyapısı hazırlanıyor. Bu aynı zamanda şahsıma yönelik bir tehdittir.


Şahsıma yönelik tehdit; tutuklama ve görevden almayla da sınırlı değildir. İki yıl içinde 6 kez şahsıma suikast yapılacağına dair resmi tebligatlar aldım. Adeta her gece uyurken “Bu gece evden alınacak mıyım?”; sabah belediyeye giderken “Bugün suikaste uğrayacak mıyım?” duygusu yaşatılmaya çalışılıyor. Bununla teslim alınmaya çalışılıyorum. Teslim olmayacağım. Rabbim ve halkımın huzurunda yeminler olsun ki; Zulüm kimden gelirse gelsin zalime teslim olmayacağım. Halkıma ve halkımın özgürlük, eşitlik, adalet, onurlu barış ve birlikte yaşam değerlerine asla sırtımı dönmeyeceğim. Her şart ve koşulda savunucusu olacağım.”


Kirlenmeyin kirletmeyin


“Bugünkü AKP medyasında yer alan ‘servis haber’ tek kalemden çıkmıştır. Polisin yazdığı metne her gazete kendi muhabirinin imzasını kullanmıştır. Bu boyutunun tartışmasını iletişim fakültelerine, araştırmacılara, basın meslek örgütlerine ve sizlere bırakıyorum. Bu haberlerle Türkiye kamuoyunun vicdanı ve duyarlılığı hedefleniyor. Bu şekilde Kürt seçilmiş ve
legal siyaset yapan aktörlerine uygulanan zulüm örtülmeye çalışılıyor. Gerçeklerle Türkiye kamuoyu vicdanı arasına duvar örülüyor. Söz konusu manşetleri atan gazetelere ve medyaya çağrım; vicdanınızın kirlenmesine ve kirletilmesine izin vermeyin. Kirlenmeyin, kirletmeyin...”

Anayasal Komplo Devrede


Öcalan’a yönelik komplonun yıldönümüde Kürtler tecrit ve operasyonlarla devre dışı bırakılmaya çalışılıyor. Kompolara dikkat çeken BDP Eşbaşkanı Demirtaş ‘Amaç anayasa sürecinde taleplerimizi engellemektir’ dedi

HÜKÜMET GEMLİK YOLUNU KAPATTI

Kürtlerin “Öcalan’a özgürlük” şiarıyla Gemlik’e yapmak istediği yürüyüş hükümet tarafından engellendi. Dün Bölge illerinden Gemlik’e gitmeye çalışan onbinlerce kişinin kentlerden çıkmasına izin vermeyen polis, bugün de Marmara ve Ege Bölgesi’nde aynı uygulamayı sürdürdü. Gemlik’e gitmek isteyen binlerce kişi engellendi.

ONBİNLER KOMPLOLARI LANETLEDİ

Gemlik’e yürüyüşün engellenmesi üzerine Bölge illeri başta olmak üzere her yer protestolara sahne oldu. Alanlara çıkan onbinlerce kişi “Bu onursuzluğu bize dayatanlara karşı direneceğiz. Gün faşizme karşı onurlu dik duruş, direniş günüdür” dedi. BDP ve DTK’li seçilmişler de, Azadî Meydanı’nda tecridi ve komploları protesto etti.

Yollarda Kürt aradılar

Gemlik yürüyüşünü engelleyen yetkililer, kentin giriş yollarını tutarak Kürt aradı. Kimlik ve araç plakaları üzerinden yapılan kontrollerle Kürtlerin kente girişine izin verilmedi. Yollarda Kürt avına çıkan valilik “her türlü açıklamayı yasakladığını ilan etmesine rağmen ülkücüleri sokağa döktü. Ülkücüler Gemlik’te gövde gösterisi yaptı.


‘Gün direniş günüdür’


BDP ve DTK’li seçilmişler, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüştürülmemesi, 9 Ekim komplosunun yıldönümü, Kürt siyasetçilerine yönelik gözaltı ve tutuklama furyası ile BDP’li vekillere yönelik müdahaleleri protesto etmek için Azadî (Dağkapı) Meydanı’nda oturma eylemi yaptı. Aralarında BDP’li milletvekilleri ile belediye başkanlarının da bulunduğu binlerce kişi, Azadî Meydanı’nda bir araya geldi. Eylemde konuşan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, partilerine yönelik baskılara dikkat çekerek, “Türkiye’nin batısı sesimizi duymuyor olabilir, 90’lı yıllarda da böyleydi. AKP gibi düşünmeyen, devletin çözüm politikalarına inanmayan herkese düşman muamelesi yapılıyor” dedi. Demirtaş, “Bugün Azadî Meydanı’nda oturarak bu faşizmi protesto ediyoruz. Bundan sonra yapacağımız yürüyüşleri, bu oturma eylemi ile başlatıyoruz. Biz bundan sonra her yerde halkımızı 10 kişi, 5 kişi, 500 bin kişi kaç kişi olursa olsun direnişe çağırıyoruz. Bu faşizme karşı direnmek bir onurdur, bir haktır” şeklinde konuştu. “Direneceğiz, kim nasıl anlarsa anlasın” diyen Demirtaş, “Bu onursuzluğu bize dayatanlara karşı direneceğiz. AKP durmak bilmiyor, AKP durmuyorsa biz de durmayacağız, direnişimizi sürdüreceğiz” dedi.


Demirtaş, “9 Ekim’in yıldönümünde şu mesajı Azadî Meydanı’ndan herkesin anlayacağı şekilde belirtiyoruz ki Sayın Öcalan İmralı’da tutulduğu müddetçe biz bu ülkede çözüm adına ne kadar çaba sarf edersek edelim bunu gerçekleştirmek zor olacak, imkansız olacak. O nedenle açıkça Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün tartışılmasının önünün açılmasının günü gelmiştir. Barışa giden yol İmralı’dan geçiyor” dedi. Demirtaş, “Bu eylem ile bütün Türkiye kamuoyuna şu mesajı veriyoruz, barış AKP’nin atacağı tek bir somut adım kalmıştır. Bundan sonra kimse çağrılarını BDP’ye yapmasın, AKP’ye yapsın. Bizim açımızdan artık faşizme karşı onurlu dik duruş günüdür, direniş günüdür” diye konuştu. Yapılan açıklamanın ardından binlerce yurttaş oturma eylemine geçti.

 

‘Barışın en güçlü aktörü Öcalan’dır’

Oturma eylemi sonrası açıklama yapan BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak ise, “Başbakan ve AKP hükümeti çılgınca bir yaklaşımla demokratik talepleri, barış çabalarını bastıracağını sanıyor. Başbakan’ın zerre kadar tarih bilinci olsaydı, tarihe bakarak ders alırdı. Kazanan, direnen halkımız olacaktır” dedi. “Başbakan, hükümet ve savaş politikalarından yana saf alanlara sesleniyorum” diyen Kışanak, “Eğer yenilenlerin yanında yer almak istemiyorsanız, safınızı kazananın yanında belirleyin ve bu saflarda yer alın. AKP’nin bize dayattığı savaş konsepti de kaybedecektir. Bizim safımız net ve açıktır” şeklinde konuştu. 9 Ekim’e dikkat çeken Kışanak, “Bugün Türkiye’deki uluslararası komployu boşa çıkaran Sayın Öcalan katı bir rehine uygulaması ile karşı karşıyadır. Bugün de birileri savaşı körükleyeceklerini umut ediyorlar. Net ve açık olan bir şey vardır, Sayın Öcalan bu ülkede savaş ve barışın en güçlü aktörüdür” şeklinde konuştu.


Çözümün yolu diyalogdan geçer


ADANA:
Merkez Seyhan ilçesi, Ceyhan ve Yüreğir ilçelerine bağlı Şakirpaşa, Denizli, Barbaros, Dağlıoğlu, Gülbahçe, Küçükdikili, Ova, Onur, Hürriyet, Anadolu ve 19 Mayıs mahallelerinde halk sokaklardaydı. Yapılan eylemlere destek olmak amacıyla esnaf da kepenk açmadı. Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı mahallelerde polis yığınağı dikkat çekerken, gençler de ana caddeleri trafiğe kapatarak, lastikler yaktı. Öte yandan Seyhan ilçesi Dağlıoğlu Mahallesi’nde bir araya gelen onlarca genç Dağlıoğlu Polis Karakolu’na yürümek istedi. Yürüyüşe izin vermeyen polis gençlere saldırdı.

AGIRÎ:
Agirî’de de yapılan basın açıklamasında 9 Ekim komplosu kınandı. DTK delegesi Nevzat Ayna’nın yaptığı açıklamada, “Sayın Öcalan uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirildi. Biz bu komployu kınıyoruz. Bir halk asla değerlerinden vazgeçemez. Bir halk ulusal değerleri için bedeli ne olursa olsun asla vazgeçmez. Bir halkın temel değerlerinin yok sayılması, o halkın yok edilmesi demektir. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan uzun zamandan beridir tecrit içinde tecrit ediliyor” dedi. Öcalan’ın Kürt halkı tarafından irade olarak kabul edildiğini aktaran Ayna, Öcalan’ın derhal serbest bırakılmasını istedi.

ÊLÎH:
9 Ekim nedeniyle BDP İl Örgütü üyeleri tarafından basın açıklaması yapıldı. Êlîh (Batman) BDP Êlîh İl Eşbaşkanı Saadet Becerikli, PKK Lideri Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile görüştürülmemesine tepki göstererek, “Sayın Öcalan barışın teminatıdır. Tek çözüm İmralı’dan geçer. Barışa rağmen savaşta ısrar eden Erdoğan, barışın önünü tıkıyor” dedi. Ardından konuşan Şehmus Aslan ise, Öcalan’a uygulananın vicdani olmadığını ifade ederek, “Bu vicdan, hukuk, adalet değil. AKP artık bu savaşa son versin” dedi.

ÇEWLÎG:
BDP Çêwlîg (Bingöl) İl Örgütü üyeleri, yürüyüş düzenledi. Yürüyüşün ardından yapılan açıklamada Öcalan’ın avukatları ile görüştürülmemesine tepki gösterilerek, çözümün diyalogla olacağı kaydedildi. Açıklamada, ayrıca dün Gemlik’e yapılmak istenen yürüyüşün polisin engeline takılmasına da tepki gösterildi.

SÊRT:
9 Ekim Sêrt’te de kınandı. TUHAD-DER yöneticisi Sıddık Öğrenç’in yaptığı açıklamada, Kürt sorununun demokratik çözümü için düzenlenmek istenen yürüyüşün AKP hükümeti tarafından haklı ve hukuki hiçbir gerekçe gösterilmeden engellendiği ifade edildi. Çözüm ve barış yolunun ancak PKK Lideri Öcalan’la müzakere yolunun açılması, uygulanan tecride son verilmesi, askeri operasyonların durdurulması ile mümkün olacağını söyleyen Öğrenç, 9 Ekim’i kınadıklarını ifade etti. 9 Ekim Misirc’te de (Kurtalan) BDP İlçe Örgütü üyeleri tarafından Sanat Sokağı’nda yapılan açıklamayla kınandı.

MÊRDÎN:
Mêrdîn (Mardin) ve ilçelerinde bir araya gelen Kürtler, Gemlik’te yapılmak istenen yürüyüşe izin verilmemesini bir yürüyüş düzenleyerek, protesto etti. Mêrdîn’de düzenlenen yürüyüşün ardından basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, “75. gününe varan tecrit Kürt halkını imhaya kadar gitmektedir. Bu saldırılarla Kürt halkının direngen özgür iradesini teslim almak istemektedirler” denildi. Qoser’de (Kızıltepe) ise yapılmak istenen yürüyüşe izin vermeyen polis yurttaşlara saldırdı. Polis saldırısında çok sayıda yurttaşın yaralandığı belirtilirken, Qoser Belediye Başkanvekili Şerife Alp’in atılan gaz bombası sonucu fenalaşarak hastaneye kaldırıldığı öğrenildi. Midyad’da da (Midyat) polis saldırısı vardı. Qoser, Midyad ve Nisêbîn’de 14 kişinin gözaltına alındığı öğrenildi.

ŞIRNEX:
BDP il binası önünde yapılan açıklamayla 9 Ekim komplosu kınandı. BDP İl Örgütü yöneticileri, Belediye Başkanvekili Fayik Saltan, il genel ve belediye meclis üyeleri ile çok sayıda yurttaşın katıldığı açıklamada, “9 Ekim komplosunu kınıyoruz” pankartı açıldı. Sîlopya’da ise yürümek isteyen gençlere saldıran polise gençler de molotofkokteyli ve taşlarla karşılık verdi. Şirnex’in (Şırnak) Cizîr (Cizre) ilçesinde de sokağa çıkan Cizîrlilere polis saldırdı. Polisin saldırısına eylemciler de havai fişeklerle karşılık verdi. T. M. (16) isimli çocuk gözaltına alındı. Polis ile gençler arasındaki çatışma uzun süre devam etti. Qilaban’da (Uludere) bir araya gelen yüzlerce kişi eylem yaptı. Eylemde yüzlerce kişi 9 Ekim komplosunu kınadı.

MERSİN:
Mersin’de de polis saldırısının ardı arkası kesilmiyor. Önce HPG’li Sadık Kaya’nın Mersin’deki cenaze törenine saldıran polis dün de 9 Ekim komplosunu protesto etmek için alana çıkan yurttaşlara saldırdı. Saldırıda çok sayıda kişinin yaralandığı bildirilirken, sayı hakkında net bir bilgi edinilemedi. Yaralılar arasında bulunan bir kadının durumunun ağır olduğu kaydedilirken, 25 kişinin gözaltına alındığı öğrenildi.

60 yaşındaki kadın ağır yaralandı


Mêrdîn Nisêbîn’de 9 Ekim komplosunu kınamak isteyen yurttaşlara saldıran polis Nisêbîn sokaklarını savaş alanına çevirdi. Kitlenin toplanmasını engelleyen polis, yurttaşların üzerine zırhlı araç sürdü. Saldırı sırasında başına isabet eden gaz bombası sonucu Hikmiye Aktaş isimli 60 yaşındaki kadın ağır yaralandı. Nusaybin Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Aktaş’ın yoğun bakıma alındığı belirtilirken, 4 çocuğun da yaralandığı kaydedildi. Ayrıca gaz bombasının isabet ettiği bir evde de yangın çıktığı öğrenildi.


Açıkça söylüyoruz: Öcalan’ın özgürlüğünü istiyoruz


Colemêrg’in (Hakkari) Gever (Yüksekova) ilçesinde bir araya gelen binlerce kişi yüyüyüş düzenleyerek, Gever-Şemzînan (Şemdinli) yolunu trafiğe kapattı. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında konuşan BDP İlçe Başkanı Osman Dara, “Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı sahiplenmek iradeyi sahiplemektir. Biz bu yolu sonuna kadar savunacağız. Ama irademizden geri adım atmayacağız” dedi. BDP Colemêrg Milletvekili Esat Canan ise, Kürt halkının baskılarla sindirilemeyeceğini belirterek, “Gever, Colemêrg halkı ve BDP olarak net söylüyoruz. Bu sorunun çözümü tecridin kaldırılmasıdır. İki halkı birbirine düşürme değildir. Biz netiz ve net konuşuyoruz. Öcalan’ın özgürlüğü Kürt halkı ve bizim için esastır. 9 Ekim ve benzer komplolarla, KCK operasyonlarıyla bu halk sindirilemez” diye konuştu. Yapılan açıklamanın ardından yürüyüş düzenlemek isteyen binlerce yurttaşa polis saldırdı. Saldırıya gençler de taş, molotofkokteyli ve havai fişeklerle karşılık verdi.

Bursa’dan da yürüyüş engeline tepki yağdı


Bursa’da da “Özgürlük Yürüyüşü”nün engellenmesi protesto edildi. BDP Bursa il binasında yapılan toplantıya BDP’nin yanı sıra aralarında DÖKH, Partizan, EMEP, BDSP, Yeşiller Partisi, SODAP, ESP’nin de bulunduğu birçok parti ve kuruluş destek verdi. TUHAD-FED Yöneticisi Faysal Demir, yapmayı planladıkları barışçıl amaçlar içeren yürüyüşün engellenmesine tepki gösterdi. Demir, “Savaş değil diyalog ve müzakere ile Kürt sorununun çözümünün gerçekleşebileceğini, Kürt halkının önderliğine yönelik ağır tecrit koşullarının tırmandırıldığı tehlikeli gidişe dur denebilmesi için Gemlik’e gelerek bir basın açıklaması yapmak istedik” şeklinde konuştu. Yaratılan gerginliğin kendilerinden kaynaklanmadığını belirten Demir, amaçlarının barışçıl temenniler olduğunu yineleyerek; “Bu yasaklama sadece Bursa Valiliği’nin yasaklaması değil, hükümetin Kürtlere dönük yasaklamasıdır” dedi. Demir şunları söyledi: “Tecridin kenti’ adıyla anılan Bursa’da bizlerle birlikte olan kurumların, halkın olması, hükümetin yapmak istediği şeyi gerçekleştiremeyeceğinin çok basit karşılığıdır diye düşünüyorum. Bu anlamıyla Bursalılarla birlikte yollara çıkan tüm barış yürüyüşçüsü halkımıza sonsuz saygılarımızı sunarız.”


Muharebeye mi hazırlanıyorsunuz?


Fotoğrafta, Gemlik’e gelerek basın açıklaması yoluyla tecridi ve savaş politikalarını protesto edecek halka karşı devlet tarafından oluşturulan “kriz masasının” üyelerini görüyorsunuz. Ekranın başındaki subay ise elinde cetvel toplantıdakilere İmralı civarı yollar hakkında bilgi veriyor. Gelecek olan halkın ne yapacağını sandılarsa... Fotoğrafı görünce ağzımızdan şu sözcükler kendiliğinden dökülüverdi: Siz kimsiniz? İyi misiniz?

Yasak sadece Kürtlere işliyor


TUHAD FED’in Gemlik’te yapmayı planladığı “Barış yürüyüşü”ne İçişleri Bakanlığı tarafından getirilen yasaklamanın ardından yürüyüş kolları polis tarafından engellenirken, “3 gün içerisinde Bursa’da hiçbir yürüyüşe izin vermiyoruz” açıklamasında bulunan Bursa Valiliği, ülkücülerin ilçede gösteri yapmalarına müsaade etti. İlçede öğle saatlerinde Türk bayrağı ile kısa yürüyüş yapıp İstiklal Marşı okuduktan sonra, 30 kişilik bir grup bu kez de İskele Meydanı’nda eylemlerini sürdürdü. Ülkücü grubun her iki gösterisine de polisler ses çıkarmadı.


İlçeye girişlere dönük engelleme girişimleri ise Yalova’dan başladı. Topçular Feribot İskelesi’nde ve Şehirlerarası Otobüs Terminali önünde uygulama yapan polis, Gemlik yönüne giden araçları tek tek kontrol edip, otobüslerde kimlik kontrolü yaptı.


Gemlik’te BDP’ye saldırı


Ülkücü grubun ilçe merkezinde gerçekleştirdikleri 2 ayrı gösteriye müsaade eden polis, 20 kişilik ülkücü bir grubun BDP ilçe binasına taşlarla saldırmasına da ses çıkarmadı. Uzun süre saldırıyı seyreden polis gruba müdahale etmeyerek sadece bina çevresine ‘güvenlik’ şeridi çekti.