26 Haziran 2011 Pazar

Ricat

Aslında her şey Kürtlerin alınmasıyla başladı. Çünkü onlar gazeteci olamaz, ancak örgüt üyesi olabilirdi. Kürtler yazı yazamaz, ancak örgüt propagandası yapabilirdi.

VEKİLLERİNİN bir bölümü cezaevinde olan bir ülke olarak herhalde hiçbirimizin özgür olduğundan söz edilemez. Sadece BDP'li Hatip Dicle değil, aynı zamanda CHP'li vekiller de cezaevinde. Kabul edersiniz ki şu anda yapılacak en delikanlı hareket CHP'nin Bağımsız Blok'a destek vermesi olur. Böylece birbirinin yenilgisine "oh!" çeken iki kesim demokrasi için bir araya gelmiş olur. Hatta aralarına iki üç tane de AKP'li "çatlak" ses katılsa, demokrasi için, halkın iradesi için bir şeyler söyleseler... O kadarı fanteziye mi girer diyorsunuz?

HAKAN İÇİN HECELEYİN LÜTFEN!
Bütün bunlar olurken iktidara destek veren, iktidara hep destek veren, kuş yavruları gibi muktedirin ağızlarına koyacağı lafı gagaları açık bekleyen basın, BDP ve CHP'ye ayarı vermeye başladı bile. AKP'lilerin konuyla ilgili söylemesi gerekenleri yazmaya başladı gazeteler. Hani ezberlerini unutacak olurlarsa hemen manşetten okuyup ezber tazelesinler diye kocaman harflerle yazılıyor söylenecekler. Hakan Şükür için yeterince büyük olmayabilir gerçi, o ayrı.

SESSİZLİK NEHRİ
Bütün bunlar olurken ve belli ki bu yaz boyunca çeşitli hadiseler olmaya devam edecekken bir yandan da kederli bir sessizlik nehri akmaya başladı. Radikal Gazetesi Pazar Editörü Çınar Oskay, gazetesinin gazetecilik yapmadığını açık açık yazarak ayrıldığını ilan etti. Ardından Erdal Güven de benzer nedenlerle ayrıldı Radikal'den. Öte yanda NTV'den duyulanlar hiç de iyiye işaret değil. Can Dündar, Banu Güven, Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır'ın yaşadığı anlaşılan sıkıntılar sessizce karşılanıyor basın camiasında.

SUSMUŞ MUYDUK BİZ?
Aslında her şey Kürtlerin alınmasıyla başladı. Çünkü onlar gazeteci olamaz, ancak örgüt üyesi olabilirdi. Kürtler yazı yazamaz, ancak örgüt propagandası yapabilirdi. Onları aldılar ve herkes sustu.

Sonra Sosyalist dergilerin çalışanlarını aldılar. Onlar nasılsa "zıpır çocuklardı", "yaramazdılar"... Yani gazetecilik yaptıkları pek de söylenemezdi.
Derken ana akım gazetelerin sol olayları izleyen muhabirlerini dövdüler polisler. Nasılsa onlar meşhur köşe yazarları olmadığı için cıkcıklanıp geçiştirildi hadiseler.
Sonra AKP'yi sert eleştirenlere geldi sıra. Ağır ağır onlar da gittiler. Kalanlar seslerinin tonunu ve düzeyini nasıl ayarlaması gerektiğini anladı ve iktidar yanlısı o salvo da geçiştirildi.

ÇEMBERİN MERKEZİ
Ama şimdi... Basın üzerindeki baskılar çember çember daralıyor. Başlangıçta meşruiyeti ana akım medya ve ana akım siyaset tarafından kabul edilmeyen insanlara saldırıldı. Onlar "halledildikten" sonra sıra bir iç halkaya geldi. AKP'yi eleştiren Kemalist halka da günahsız değildi, dolayısıyla kimse onları canla başla savunacak durumda değildi. Derken Ahmet Şık ile Nedim Şener'i aldılar, bizde sigortalar attı! O zaman herkes vaktin geldiğini anladı. Bağırmanın vakti...

TURBO DEMOKRATLAR
Saldırıyı bu çemberden püskürtürüz sanmıştık. Eylemler yaptık, mahkemelere gittik. Nihayetinde iki arkadaşımızın içeride olması deli saçmasıydı. Bekledik ki bu utançtan dönsünler. Ama utanan sıkılan olmadı. Bu siyasi vandallığa bir de basındaki "turbo demokratik" arkadaşlarımız eklendi. Cezaevine atılan gazetecilerin "kötü kitap" yazdığını söylemeye başladılar.

Savcının arkadaşlarımıza sadece yazdıkları kitaplarla ilgili soru sormasına rağmen iktidarın söylediği, "Onlar gazetecilik yaptığı için alınmadı" palavrasını sürdürdüler ve köpürttüler. Hatta o kadar ki neredeyse "Zaten onların imlası bozuktu; noktalı virgülü kullanmayı bilmezlerdi" diyecek kadar ar damarları çatladı.

Bunun için ne bedel ödeyecekler diye düşünüyorum bazen. Sonra farkına varıyorum ki zaten ödüyorlar: Artık bir tanesi bile bu iktidarla ilgili, hükümetten biri gelip suratlarına tükürse bile, bir satır yazamaz. Bununla yaşamaktan daha ağır bir bedel ben bilmiyorum zaten. Yumurta küfeli gazetecilik yapıyor olmak sıkacak boğazlarını her gün.

ÖZGÜRLÜK DEĞİL VOLTAREN MERHEM
Peki yukarıda ismini saydığım ya da sayamadığım, derdi sadece objektif gazetecilik yapmak olan, her türlü iktidarı eleştirmenin gazeteciliğin temeli olduğunu bilen arkadaşlar ne yapacak işler bu kadar kötüye giderken? Bakıyorum tabloya... Bana ricat ediyoruz gibi geliyoruz. Geri çekilme değil ama... Ricat. Yani sahnede kendi başlarına kalacaklar önü ilikli, boynu bükük gazetecilik yapanlar. Yağlasınlar ballasınlar birbirlerini, amenna! Biz çekiliyoruz sahneden, çekiyorlar yani görünüşe bakılırsa.Öyleyse buyursunlar kendi aralarında ezberlerini yapsınlar. Kendileri çalıp oynasınlar. Mis gibi. Çünkü onlara basın özgürlüğü değil, bol miktarda Voltaren merhem lazım. Malum, boyun ağrısı için!

Ece Temelkuran


HABERTÜRK

Küba ve `Sosyalizmini` yerinde görmek-4

Çarşı, sokak, ticaret

Sokakta yürürken, mahalle arasında insanları gözlemlerken `yaşasın sosyalizm`, `devrimi savunma komiteleri` levhaları, Fidel ve Che resimleri dışında sosyalist özelliklerin göze çarptığı hiç bir durum yok. Gelişmişlik bakımından Havanna`dayken sanki Mersin`de, diğer kentlerde ise sanki Maraş ve Kürdistan`ın diğer kasabalarında geziyorsun. Bizim köyler ise Küba köylerinden on kat daha modern ve medeni.
Bu ülkede çarşı denen bir şey yok. Bizim Amed’e bağlı Çermik ilçesi çarşısı hiç olmazsa aynı sokaklarda, içiçe. Ama Havanna ve diğer şehirlerde aynı cadde veya sokakta beş alışveriş yeri bulamazsın. Bir kaç orta büyüklükte supermarket var, diğer on-onbeş alışveriş dûkkanı küçücük ve her biri bir yerde sanki görünmez bir şekilde zulalanmış. Önünden geçsen bile içerde mal satılıyor, anlamazsın. Bir de aynı yiyecek dükkanında birbirleriyle kilitlenmiş yiyecek bulamazsın. Mesela peynirin satıldığı yerde yağ bulunmaz. Soğanın satıldığı yerde domates bulunmaz. Kuru fasulyenin satıldığı yerde salça bulumaz. Bir yemek malzemesi almak için en az dört-beş dûkkana girmen gerekiyor. Ve çarşı olmadığı için her dükkan ayrı semtlerde. Bir çok şehirde dükkanlar arası mesafe 3-5 km. Bir yemek sorununu halletmek için uzun yol alman gerekiyor. Tabii ki aradığın malı bulabilirsen. Mesela kahvaltıda kullanacağım yağı, Havanna’da kaldığım semtte tükendiği için bir hafta sonra başka bir semtte alabildim. Bizim G.Antep’te olan alışveriş tüm Küba’nın en az beş katıdır, diye düşünüyorum.
Meyve ve sebzeler herhangi bir ülke gibi mahalle aralarında kurulan pazarlarda satılır. Bunlar genelde devlete ödenen 100-150 dolar karşılığında alınan izin ile açılabilir. Son yıllarda bu alanda özelleştirme artmıştır. Tabii ürün satma kısıtlıdır.
Türkiye gibi bir ülkede bile, isteyen ve gücü olan her kes ticaret yapabilir, mal alıp satabilir. Ev, inek, koyun, arsa, meyve ve sebze, at ve araba alıp satarak geçinen milyonlarca insan dünyanın her yerinde ekonomiye katkı sağlayarak geçimini sağlar. Ama Küba`da bu olanaksızdır. Kendi gücü ve emeğiyle fazla para edinmek yasaktır. Bir sosyalist için belki düzen böyle olmalıdır. Ama sosyalizm bu şekilde geri kalmışlıktır, sefalet ve açlıktır. Teoride sosyalizm böyle değildir.
Bir önceki yazımda halkın maaş ve gelirinden bahsetmiştim. Çoğunluk on-yirmi dolar aylık alıyor demiştim. Burada bir kaç yiyecek malzemesinin ortalama fiatlarını vermek istiyorum ki gelirle gider kolayca.karşılaştırılsın. Tabii bu fiatlar genelde konvertibel peso(cuc) yani asağı yukarı dolarla eşit olan parayla yapılan satış yerlerindeki ki fiatlardır. Küba pesosuyla alması mümkün olmayan alışverişler burada, aslında turistler için açılan dükkanlarda yapılır.
Bir litre yemek yağı 2 dolar. Yarım kilo kahve altı dolar. Yarım kilo makarna 1 dolar. İki yüz gram kahvaltı yağı 2 dolar. İkiyüz gram kaşar 3 dolar. Bir paket sigara elli cent ve bir dolar arası. Bir bira 1 dolar. Bir kutu meyve suyu elli cent. Bir litrelik cola bir buçuk dolar. İki yüz gram domates salçası 1 dolar. İyi olan önemli bir detay fatların her dûkkanda aynı olması. Mesela genelde dûkkandaki bira, meyve suyu, kafeterya ve restoranlarda da aynı fiata satılır. Tüm meyve ve sebzelerin kilosu bir doların altında, yani çok ucuz. Et fiatları ise süpermarketlerde pahalı ama pazar yerlerinde daha ucuz. 5 dolarla 10 dolar arasında değişebiliyor. Tüm bunları toplarsak 20 doları geçiyor. Yani bir Kübalının bir ya da iki aylık geliriyle alınabilecek yiyecek bunlar. Ama şunu söylemem gerekiyor. Çoğunluk bu alısveriş yerlerinde bu ihtiyacı karşılamıyor. Bunları daha ucuz alma imkanlarını herhangi bir şekilde yaratıyor.
Bir lokantada yemek yemek 3 dolar ile 20 dolar arası değişiyor. Ayakkabı her ülkede olduğu gibi 10 ile seksen dolar arasında. Bir kot pantolon 20-40-70 dolar gibi fiatlarla satılıyor. Zaten en büyük sorun giyecek ihtiyaçlarını karşılamak.
-------------
Çok önemsiz bir sorun gibi gözüken poşet burada çok önemli bir sorun oluyor. Bir veya bir kaç dükkana giriyorsun. Ekmek, su, yağ, makarna, bir karton sigara, meyve suyu, salça, peynir ve sabun alacaksın. Bu malzemeyi eve taşıyabilmen için en az büyük bir posete ihtiyaç var. Ama Küba dükkanlarının çoğunda ya poşet yok ya da iki litrelik poşetler var. Üstelik kulpsuz. Nasıl taşıyacaksın bu eşyaları, dükkanın sorunu değil. Bir seferinde beş altı gerekli yemek malzemesi icin altı tane iki litrelik kulpsuz poşeti eve taşımak zorunda kaldım. On dakika mesafede üç- beş kere malzemeyi düşürdüm.
Belki sosyalizmle ilgili değil ama yine de övündüğümüz sosyalist bir ülke poşet sorununu bile çözmüş değil. Bu bana Sovyetler döneminde bir arkadaşın anlattıklarını hatırlattı. Eski Sovyet Cumhuriyetlerinde bilindiği gibi biz Kürtlerden olan bir kaç professürümüz vardı. Birileri geçmiş yıllarda bir konferans için Avrupa`ya geliyor. Geri dönerken bavulunu büyük, kaliteli poşetlerle doldurup dönüyor. Demek ki Sovyetler`de de bu poşet sorunu varmış. Herhalde kapitalizme dönüşle bu sorun çözülmüştür.
Sosyalist toplumlarda önce de yazdığım gibi üretim de yoktu, tüketim de. Küba da benzer sorunları yaşıyor. Tüketemeyen bir toplumda fazla üretim olmaz. Bir çok yazımda dile getirmistim. Ekonomistlerin çoğu refahı, zenginliği genelde üretimle ilişkilendiriyorlar. Ben önce tüketim diyorum. Aşırı tüketime karşı olmama rağmen bir ülkenin kalkınması, zenginleşmesi, gelişmesi ve oradaki insanların refahı tüketimle olur, diyorum. Ancak tüketme gücünü devlet sağlayabilmelidir. Hiç bir şeyi olmayan bir ülke, üretmeyen bir coğrafyada siyasi sistem halka tüketmek için olanak sağlasın, yani dolgun bir para versin, o zaman halk tüketir.
Tüketen bir toplum da üretmek zorunda kalır. Avrupa bu sekilde zenginleşti, gelişti. Tabii kapitalizmde karar kıldı. Ama sosyalizm ilkelerinden taviz vermeden tüketim ve üretim çareleri zor olsa da bulunmalıdır.
Küba`da tüketim az olduğundan üretime gerek duyulmuyor. Dışarıdan satın alınıyor. Halbuki olanak sağlarsan halk üretmeyi becerir. Açık ki Küba sistem kapitalizme kayar, kâr amaç haline gelir diye buna müsaade etmiyor. Yani korkuyor. Sosyalizm elden gider diye korkuyor. Fakir, biçimsiz, çelimsiz bir sosyalizmi, gelişime, refaha tercih ediyor. Ya da gelişim imkanı bulmada zorlanıyor. Daha sonraki yazılarda buna açıklık getirmeye çalışacağım.
Üretip, tüketemeyen toplumlarda ne ne ticaret ve ne de iş olur. Bu nedenle üretim yapabilecek gücün büyük çoğunluğu işsiz. Çalışan biri, bir bakıyorsun diğer hafta çalışmıyor. Ya ihtiyaç olmadığı için işten atılmış ya da kendisi işi bırakmış. Bunlardan on binlerce insan var. Mesela bir lise öğretmeniyle sokakta çöp toplarken karşılaştım. Öğretmenlik maaşı onbir dolar olduğu için ve bu ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğinden, işi bırakmış, sokak ve çöp kutularından içecek kutuları, kağıt -karton toplayıp satarak, öğretmen maaşından daha fazla kazanıyor. Bir yere oturup içecek ısmarlamak istedim. İçecek parasını kendisine verirsem, daha iyi olur, dedi. Bir doları daha önemli bir ihtiyaç için kullanacaktı.
Her kes sokakta legal-illegal bir şeyler satmaya çalışıyor. Binlerce insan genellikle yaşlı kadınlar, hastalar, sakatlar sokakta çerez satmakla uğraşıyor. Patlatılmış mısır, şeker, evde hazırlanmış acayip tatlı ve helvalar, çiçek, yiyecek, giyecek, püro, süs eşyaları. Ama hepsi en adi ve kalitesiz mallar.
Sokak satıcıları vergi yerine devlete her ay belli miktarda para ödeyerek satış ruhsatı alıyorlar.
Mesela çerez satanlar ayda 2-3 dolar, sosis ve peynirli ekmek satanlar 3-5 dolar, evinde bir iki masa açıp yemek yapıp satan ev restorantları ayda 100-200 dolar devlete öderler. Evinde bir odayı turiste kirayan ev sahibi 200 dolar; iki oda kiralayan 400 doları devlete öder. Arabası olan biri taksi ruhsatı için devlete her ay 200 dolar ödeyerek piyasada çalışıyor.. Bu ruhsat belgesi gelire göre değişiyor.
Yıllar önce sokakta eşya satmak veya bir basit işyeri açmak için ruhsat-izin belgesi almak çok zordu. Ama Fidel`in yerine geçen kardeşi Raul gûya reform adıyla özele imkan sağlıyor. Halbuki tüm Küba sokaklarında satılan bu basit çerez ve yiyecekleri hesaplasan toplamı günde 1-2 bin doları geçmez.
Sokaklarda çöp kutularından eski eşya, yiyecek, giyecek arayan binlerce insan var. Geri kalmış ülkelerde bu normal bir durum. Avrupa`da bile sokaklarda çöp kutularından bir şeyler arayıp satan insanlar var. Fakat tek tük. Ama Küba`da bir kafeteryada otururken kırk dakika içinde onlarca insanı bu şekilde çöp kutularını karıştırdığına şahit oldum.
Devlet halkı beslemek zorunda. Bunu yapamıyor. Bu nedenle insanların ayda ekstra bir 10-20 dolar kazanmasına göz yumuyor. Göz yummak zorunda. Hatta bazen 10-50 dolar illegal alışverişe de göz yumuyor. Ama fazlası ağır cezalar getirebilir.
Küba halkının en önemli sorunlarından biri ayakkabı ve elbise tedariki. Hiç bir Kübalı legal olarak kazandığı maaşla normal fiatta ayakkabı ve elbise alamaz. Avrupa`da bir veya iki günlük ücretle her çalışan en yüksek kalitede ayyakkabı alabilir. Küba`da iki-üç aylık maaşın tamamıyla ancak orta kalitede bir ayakkabı alınbiliyor. Elbise sorunu da maaşla çozülmüyor. Bu ihtiyaçlar illegal ticaretle kazanılan parayla karşılanıyor.
Yasak ticaret yapan onbinlerce Kübalı birinden alıp diğerine satıyor. Giyecek, yumurta, ayakkabı, yurtdışındaki Kübalıların getirdiği ufak tefek eşyalar binlerce aileye legal olmamasına rağmen biraz gelir getiriyor.
Binlerce devlet çalışanı, bir çok konuda eğitimli insan Ekvator, Peru vs Latin Amerika ve fakir Afrika ülkelerine, bazı alt yapı hizmetleri için gönderiliyor. Buralarda aylarca çalışan bu insanlara Küba devleti yüz-ikiyüz dolar maaş veriyor. Ancak bulundukları ülkelerden hizmet karşılığı mal ithal ediyor. Bu da Küba için önemli bir gelir, diyorlar. Bu işçi, mühendis ve teknisyenler her geldiklerinde bir-iki bavul eşya getirip sokakta satarak bir kaç yüz dolar kazanıyor..
Yine ABD`de bulunan yarım milyona yakın Kübalı, akrabalarına arasıra yüz-iki yüz dolar para gönderiyor. Ziyarete gelirken bir bavul elbise getirip satanlar da çok fazla. Bu basit ticaret de Küba ekonomisine canlılık getiriyor, diyorlar. Tabii var olan sefalet bu tür ticaretin önemsiz olduğunu ortaya koyuyor. Buna benzer gelirler yılda bir kaç milyon doları bulsa bile neye yarar. 12 milyon insanın bu ya da bunun bin katı parayla daha normal geçimini sağlayamayacağa ortada.
Ne yazık ki çerez satan yaşlı hasta bir ninenin ruhsat için verdiği bir kaç dolara muhtaç bir devlettir Küba. Bavuluyla ülkesine gelip içindekileri satan insanın Küba ekonomisine getirisi ne olabilir ki!
Tek tek dolara muhtaç bir devlet ne kadar sosyalist olabilir ki!
Her ülkede sokak satıcıları, tezgahlar var diyeceksiniz. Hayır bu çapta değil. Zengin kapitalist ülkelerde ise çok az sokak satıcıları var. Ama burada binlerce insan sokakta beş para etmeyen yiyecek ve diğer eşyalar satıyor. Zor durumda olanlar ihtiyaçlarını karşılamak için bu işi yapmak zorunda.. Sosyalist devlet bu halkın ihtiyaçlarını karşılayamıyor.
Sosyalizm`de bu tür zorlukları halk yaşamamalı! Ama burada insanlar zor bir hayat yaşamak zorunda.
Kürdistan`da da bu tür bir yaşama zorlanan onbinler, özellikle çocuklar var. Başka bir çok geri kalmış ülkelerde de böyle sıkıntıların olduğunu biliyoruz. Peki Sosyalizm`de yaşam farklı olmayacak mıydı?
----------
 
devam edecek……
-----------
Not: Saygıdeğer okuyucu ve yorumcular. Görüşlerimi destekleyenlere teşekür ediyorum. Eleştirenlere de saygı duyuyorum. Her iki taraftan da faydalanıyorum. Ancak eleştiri getirenlere tekrar bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Ben Küba`daki yaşamı anlatırken rakamlarla ve halktan seslerle bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Yani ben iki kere iki dört eder derken eleştirenlerin bir kesimi sadece hayır, etmez, diyorlar. İki kere iki beş eder, 7 eder, deyin ki yazdıklarımı çürütebilesiniz. Ben Küba`da hayat bu şekilde sürüyor diyerek bazı durumlara değiniyorum. Arkadaşlar durumlara değinmeden hayır, yaşam böyle değildir, diyerek beni devrim karşıtı, psikolojisi bozuk, ABD`nin duyurmak istediği propagandanın sözcüsü ilan ediyor. Hayret ediyor ve bunlara gülüyorum. Ne diyeyim ki… Bir önceki notumdaki tahamülsüzlük bundan dolayıdır. Ama arkadaşlar daha da tahamülsüz. Biz Kürtler böyleyiz galiba. Psikolojim felaket derecede iyi. Kimse merak etmesin.
Önceki notumda yazıların tümünü okumadan eleştirisel yorum yapanlar, yanlış yapıyor, dedim. Sabır diliyorum. Dedim ya yazı on bölümden oluşuyor. Emperyalistlerin ambargosu, eğitim ve sağlık sorunu, üniversiteyi bitiren akademisyenlerin ve doktorların hallerini, demokrasi sorununu, şemsiyeyi neden bulamadığımı, tek tük ülkelerde emperyalizm var oldukça sosyalizmin hayata geçirilmesinin zorluğunu yazıların sonlarına doğru göreceksiniz.
Diğer taraftan emperyalizm vardır ve yakın gelecekte de eğer bir dünya devrimi gerçekleşmezse var olmaya da devam edecektir. Her sosyalist devrim yapan halk emperyalizmin ambargosuyla karşılaşacaktır. Bir yorumda emperyalistlerin ambargosu Küba halkını bu zor süreci yaşamaya zorlamıştır, benzeri düşünceler vardır. Sadece bir yanıyla bu doğrudur. Peki devrim yapan ve yapacak olan halklar bunu bildikleri halde kendi gücüyle eşitliği özgürlüğü, refahı getiremiyeceklerse biz buna neden sosyalizm, diyelim. Bunu düşünmek gerekir. Okuyucular hazır olsun bir kaç gün sonra daha acı ve çirkin durumlara değiniyorum ve eleştiri dozunu artırıyorum. Bunlara göz yummak vijdanımı sızlatır.
Ben burada sosyalizmin ilkelerinden değil, Küba`da bu ilkelerin yaşama geçirilemediğini ve bunun nedenlerini açığa çıkarmaya çalışıyorum. Kendi kaderiyle başbaşa kalan bir halkın zorlu geçen yaşamından karelere değiniyorum. Gidip, görerek pozitif görüşler dile getiren arkadaşlar elbette vardır. Varedero`nun lüks hotellerinde keyif çatarsan elbette yazdıklarımdan haberin olmaz. Bir turist olarak her şey güllük gülistanlık olabilir. Ama bir araştırmacı olarak benim burada yaptığım başka tür bir çalışmadır. Birçok konuda halkın dile getirdiği zorlukları anlatmaktır. Yayınlanan ve sonlara doğru yüze yakın yayınlanacak sefalet fotoğrafları da eleştirdiklerimin ispatı olacaktır.
Yine söylüyorum. Benim Apê Fidel`e, Küba halkına bir hüsumetim yoktur. Ama Küba`da hayat bulan `sosyalizmi` bizim ufukta hayal ettiğimiz toplumlar için bir örnek olmadığı da ortadadır.
Bu biçim bir sosyalizm isteyenler bunun mücadelesini versin. Sonradan ordakiler gibi pişman olacaklardır. Ben ise refahın, özgürlüğün ve bunlardan daha öte refah içinde eşitliğin hüküm sürdüğü bir toplumdan yanayım ve bu sonuncusu üzerine bu son yıllarda en çok yazanlardan birisiyim. Halkım gerçek bir devrimi gerçekleştirsin istiyorum… Yazdıklarımdan belki dersler çıkarılır, ümidiyle gece gündüz demeden okuyup yazarak halkımı bazı konularda aydınlatmak istiyorum.
Düşünün 1959`dan beri Küba devrimi ve sosyalizmini göğe çıkaranlar zahmet edip oraya giderek halkın yaşamı üzerine benim yaptığım şekilde iki sayfa yazmadılar. Sovyetler Birliği sosyalizmi taraftarları da kendi kanından Maoculara silah sıktı. Zahmet edip oraları görmeye, araştırmaya, öğrenmeye, ve halkını aydınlatmaya kalkmadılar. Ben bunları geç de olsa yaptım.
Kimseye kızmıyorum. Alınmıyorum. Sabırlı olun, diyorum. Tümünü okuyun, diyorum. Yazdıklarımı anlamaya çalışın, diyorum. Sefalet yönüyle kapitalist ülkelerdeki milyonların köleliği ve sefaletiyle karşılaştılması olmaz, diyorum. Sosyalist toplumda sefalet olmamalıdır, diyorum. Sosyalizm, kapitalizmden on adım ileride olmalıdır, diyorum. Bu yönüyle orada hüküm süren sistemi eleştiriyorum.
Saygılar.
----------------

cumalicotkar@live.se

Küba ve `Sosyalizmini` yerinde görmek-3

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Küba`da da parası olan zengindir, kral gibi yaşar. Ancak burada parası olanların sayısı bir kaç on bini geçmez. Bu bir kaç on bin tabii ki bizim bildiğimiz sermayeder ya da kapitalist değildir. Bu para üreterek kazanılmamıştır. Çalışarak elde edilmemiştir. Belki bir on bin kişi 3-5 bin dolara sahiptir. Diğer bir on bin kişi 5-7 bin dolarlık kadar zengindir. En zengin 3-5 bin kişinin de on bin doları vardır. Bu sonuncusu turiste ev kiralamaktan bu meblaya ulaşır. Diğerleri yasak ticaret, alışveriş, sahtekarlık ve hırsızlıkla bu paraları elde etmiştir. Devlete çalışanlar ve çalışmayanlar ise parasızdır. Hiç bir birikimleri yok. Zar zor geçinirler.

Özel yatırımlar kâr amaçlı olduğu için buna izin verilmiyor. Bu tabii ki sosyalizm ilkelerine uygun. Ancak kârı esas almayan bir sistemin gelişemiyeceği de biliniyor. Ancak bu ülkenin politikacıları galiba sermayesiz, yatırımsız, kârsız bir gelişim olacağını zannediyorlar. Ya da durumdan memnunlar.

Bugün Küba’da üretim denen bir şey yok. Bu nedenle işsizlik had safhada. Sovyeler Birliği’nin çöküşünden sonra buraya yapılan tüm yardımlar durdu. Küçük işletme ve atölyelerde önce sürdürülen küçük çapta üretim bile bugün yok. Ne makina var ve ne de eğitilmiş iş gücü. Zaten yatırılacak para da yok. Tek gelir turizmden geliyor. Günde aşağı yukarı onbeş uçak dolusu turist geliyor. Küba sisteminin çöküşünü turizmden gelen gelir öteliyor. Her mevsim turist gelir. Ve turizmden gelen gelirle sistem yürüyor ve devlet bu parayla halkın karnını doyurabiliyor.
Bir de meşhur puro ve rom denen içkileri var. Yıllar önce kahve ve şeker ihracatı da oluyordu. Ama o da bitti, bitiyor. Önce önemli olan şeker üretimini ve ihracatını yapamaz duruma gelmiş Küba. Az miktarda ürettiği iyi kalitede şekeri satıyor ve kötü kalite şekeri daha ucuza alıp halkına yediriyor.
Küba`da petrol ihtiyacı çok fazla. Çok az petrol bulunan bir iki petrol yatağı tükenmek üzere. Dışarıdan alınıyor. Küba`nın çok büyük enerji sorunu var. Havanna`da bile arasıra elektirik kesilir. Yıllar önce çok az insan özel araba sahibi olabiliyordu. Son yıllarda büyük bir artış var. Petrol enerji ve trafikteki devlet araçları için bir gereklilik. İhtiyacı zar zor karşılayabiliyor. Benzin de olmasa Küba durar.
Petrolle ilgili öğrendiğim önemli bir husus ta var. Venezueala petrol zengini bir ülke. Chavez yönetimi de ABD ile olan çelişkisi nedeniyle Küba ile iyi ilişkiler içinde. Ancak Venezuela ham petrol işleyecek alt yapıya, kapasiteye sahip değil. Küba`da rafineri daha gelişkin, diyorlar. Küba, Venezuela ham petrolünü kendi rafinerilerinde benzine çeviriyor ve geri iade ediyor. Buna karşılık Venezuela Küba`ya biraz bedava petrol, diğer bir kısmını ise ucuza satıyor.
----------
Bu ülke üretemiyor. Nerdeyse herşey dışarıdan alınıyor. Alınan her şey de kalitesiz. Giyecekten yiyeceğe en adi mallar ithal ediliyor. Çünkü para yok. Genelde mallar Çin`den. Çünkü Çin sattığı malın parasını hemen almıyor. Mesela bir kaç yıl önce Küba`nın Çin`den aldığı onlarca otobüsün parasını hala ödememiş. Çin`e ”haktır ama yoktur”, diyebiliyor. Çin de fazla sıkıştırmıyor. Buna karşılık yüzlerce Çinli genç burada kalıp ispanyolca öğreniyor.
Ziraat denen bir şey yok. Düz alanlar ve bomboş tarlalarda bir kaç Sovyet’lerden kalma eski traktör ve tarımı bilmeyen, beceremeyen kooperatifler ve köylüler….
Doğa ve tabiatın kendiliğinden ürettiği adını bilmediğim bir çok çeşit meyve ve yer altı kökler dışında ekilen tüm sebzeler dünyanın en kalitesiz sebzeleri. Domatesleri bile çirkin ve çelimsiz. İklim öyle uygun ki her mevsimde sebze ekilip, yenilebilir. Ama burada bazı sebzeler sadece bir iki ay bulunabiliyor. Kısaca tarım ölü.
Çünkü dünyanın en cahil ve tembel insanları bu ülkede yaşıyor. Sistem tembelleştirmiş. Tarımı bilmiyorlar ve öğrenmek te istemiyorlar. Ya da sistem böyle uygun görüyor. Her alanda olduğu gibi tarımda da bilgisiz ve tembeller. Kırsal alanlarda yaşayan halk evininin bahçesinde domates ekebilecek bilgiye sahip değil. Bir kaç bahçesi büyük olan ailelere anlatmaya, öğretmeye çalıştım. Ama nafile, önemsemiyorlar. Gerek de görmüyorlar.
Tabii yasak sorunu da var.. Hayvan besleyemiyorlar. Çünkü yasak. Varsa kesilip yiyilecek hayvan, hepsi devletin. Tavuk, keçi, inek, domuz her şey devletin. Tek tük köylü ya da varoşlarda yaşayanlar gizlice bahçelerindeki iki metrekarelik çitler içinde Novel`de kesip yemek için küçük bir yavru domuzu beslemeye çalışırlar. Devlet buna göz yumuyor.
Bu ülkede büyük çoğunluk perişan olduğunu söylüyor. Her kes ekonomik sorunlardan, pahalılıktan bahsediyor. Burada ne üretim ve ne de tüketim var. İthal edilen çok az malı da alabilecek çok az insan var. Diğerlerinin alım gücü yok.
Peki nasıl yaşıyor insanlar? Ne yiyorlar, nasıl besleniyorlar? Yukarıda yeraltındaki adını öğrenemediğim patates tadı veren köklerden bahsetmiştim. Onlarca çeşidi var. Ve platano dedikleri büyük muz. Ucuz ve her yerde bulunur. Bunlar ya haşlanarak ya da kızartılarak siyah kuru fasulye yemeği ile birlikte çoğu zaman pilav ya da patates hesabıyla yenilir.
Halk kendi ihtiyaçlarını gideremiyor. Kendi olanaklarıyla kendi ihtiyaçlarını karşılamıyor. Kendini besleyemiyor. Devlet halkı besliyor. Hiç bir karşılık beklemeden halka mümkün olduğu oranda yiyece veriyor. Çok ucuz bir fiata. Belki bu sistemin en olumlu yanı. Devlet aile fertlerinin sayısına göre her ay bir kaç kilo pirinç ve siyah fasulye, biraz şeker, et ve bir iki litre yemek yağını her kesin sahip olduğu ranson defterine işleyip, satıyor. Ve bunu yaparken kuyrukta halkı bir-kaç saat bekletiyor. Hepsi bu kadar. Alınan maaşın yarısı, bu ransonla satılan yiyeceğe gidiyor. Geri kalanla da elektrik, telefon, gaz masrafını ödüyor.
Her kes bir yan gelir elde etmek için bir çaba içinde. Genelde insanlar legal olmayan alışverişle yaşıyor. Bir şeyler alıp satıyor. Ve ayda bu şekilde beş dolar kazanan da var elli dolar da. Ayda yüz dolar kazanabilen çok az aile var. Tabii bu kazanç, bu alışveriş biçimi genelde izinsiz oluyor, yani yasak. Ama devlet küçük çapta ticarete bazen göz yumuyor.
Burada iki çeşit para kullanılıyor. Küba pesosu(cub) ve konvertibel peso(cuc). İkincisi dolar değerinde. İkisi de kullanılıyor. Yurtdışından gelen turistler kendi döviz cinsini cuc`a çevirirler. Yüz doları bozdurduğunda vergi kesildikten sonra geriye seksen ya da dokzan cuc alırsın. Kart ile para çekmek para bozdurmaktan daha avantajlı. Cuc genelde turiste, yabancıya açık olan yerlerde kullanılır. Küba pesosu ise her yerde geçerli değildir. Sadece Küba`lıların kendi ihtiyaçları için belirli alışveriş yerlerinde kullanılır. Bir cuc yirmibeş cub değerindedir.
Devlet çalışana maaş veriyor. Eğer on kişilik bir ailede bir kişi çalıyorsa ve maaşı on-onbeş dolar civarındaysa bu aile nasıl beslenir, nasıl giyinir? Evet, kategoriye göre en düşük maaş 7 dolar ve en yüksek bürokrat 70 dolar civarında maaş alıyor. Polisin ki 35-80 doları buluyor. Çünkü hem iç güvenlikten sorumlu ve hem de sistemin huzursuzluklar karşısında kullanabileceği güç. Polislerin tümü kırsal kesimlerin en yoksul ve cahilleri. Kullanılması kolay. Bu nedenle en yüksek maaş alan kategoriye dahil. Küba`da polis sayısı asker sayısından daha fazla, diyorlar.
Yıllarca çalışıp emekli olan yaşlıların emekli maaşı ayda 6-7 dolar. Hayatında çalışmamış yaşlılar da var. Hem de çok. Bunlara emekli maaşı yok. Sadece prinç, fasulye ve yağ yardımı, o kadar. Ve sosyal yardım kurumlarının ödediği ayda 6-7 dolar.
Başka bir deyişle 10 dolar 250 peso değerindedir.
Sokakları temizleyen temizlikçi ayda 400-600 peso yani 20-30 dolar civarında maaş alır. Bir uzman doktor ve mühendisin maaşı da bu kadardır. Eğitimin fazla önemi yok bu ülkede.
Restoran, kafe çalışanı, öğretmen,hemşire, memur on-onbeş dolar maaş alır.
Bir polis şefi yüz, general 100-150 dolar alıyor.
------------
devam edecek…
------------
 
 
Not: İlk bölümde yazmıştım. Bilmeden, görmeden Sovyetler Birliği`deki reel sosyalizmi savunanlar yanıldılar. Ve yazılarıma yorum yazan bir kaç kişi hala bu geleneği sürdürüyorlar.
Büyük değer verdiğim bir dostuma Küba`yı yazıyorum, diye bir mail gönderdiğimde bana şöyle cevap vermişti: Bıra, Küba'yı konu alacak yazını sabırsızlıkla bekliyorum. Dediğin gibi lütfen torpil geçme, ön yargılı da olma. Ne olursun objektif ol. Yazacağını söylediğin 20- 30 sayfalık yazı benim gibi sosyalist hayaller kuran nice insana ışık tutacak. Bence kendini ağır bir sorumluluk altına soktun; yazacağın şeyler başka yazılarda alıntılanarak, kulaktan kulağa söylenerek ve internet ortamında paylaşılarak on binlerle buluşacak ve kalıcı olacak. Bu nedenle acele etmeden ve lütfen duygularından arınarak yaz. Yazacakların şahsen benim için tarihi bir belge olacak.
Bu uyarı, Küba`yı yazarken çok yararlı oldu. On kere daha düşünmeme neden oldu. Önyargılı olmadım. Niye olayım ki! Bu ülkeyle bir husumetim mi var. Dostumun bu uyarısıyla da kötü en ince detayları geçtim. Sosyalizm ilkelerine uygun kriterleri öne çıkarmaya çalıştım. (Küba`da kimse kimseyi direk sömürmüyor. Bu ülkede kapitalist yok, sermayedar yok. Kapitalist üretim ve ticari ilişkiler yok. Sermaye, kâr, artı değer yok. Zengin, kâra dayalı yatırımcı kapitalist bir sınıf yok. Ne yazık ki bunların hiç birinin olmaması burada `sosyalizm var` anlamına gelmiyor.)
Ama ne yazık ki yazdıklarımı anlamayan aklı evveller var. Sitede yayınlanan daha önceki yazılarım okunduğunda benim en çok üzerinde durduğum konunun özgürlük ve eşitlik olduğunu görürler.
Küba`yla ilgili yazılarım on bölümden oluşuyor. Yorum yazan ve eleştiren sabırsız aklı evveller önce bekleyip yazıların tümünü okumalılar. Bu bir. İkincisi Batista rejimini övmedim, eleştirdim. (yolsuzluk ve baskı, fakir ve sol siyasetle meşgul olan her kesimi Fidel’i desteklemeye mecbur bırakmıştı. Fidel bir ışık bir umut olmuştu.) Konu Batista değil, Küba ve `sosyalizmi` olduğu için Batista diktatörlüğünü kısa geçtim. Üçüncüsü tatmin olmayanlar sosyalizmi biz nasıl biliyorduk gerçeğini reel sosyalist ülkelerdekiyle karşılaştırmalılar. Reeller neden çöktü? sorusuna cevap vermeliler.
Eski solcu falan da değilim. En uçta, yani eski solcuyu, hatta son yüzyıl solcularının becerikziliklerini eleştiren, özgürlükten de öte eşitlikten yana bir sosyalizm için tavır geliştirmeye çalışan Kürtlerden biriyim. Parçalarla, asgariyle, yetinmeyen, tüm haklardan yana biriyim.
Kapitalizmi övmüyorum, Sosyalizm karşıtı ve önyargılı değilim. Yüksek binaları Sosyalizmle ilişkilendirmedim. Sosyalizm de baraka olmamalıdır, diyorum. Bu barakalarda insanlar mutlu değildir, diyorum.
Yine yazılarıma yorum yazıp eleştiren, kendini solcu zannedenler hezeyan içindeler, gerçeklerle yüzleşemiyorlar. Oysa ben sosyalizmi değil, reeli eleştiriyorum. Keşke mümkün olsa, diyorum; keşke Fidel başarabilseydi, diyorum. Ambargoyu unutmuş değilim. İleride bunu açıyorum. Zorlukların bilincindeyim. Bunları son bölümlerde aktaracağım.
Gelecekte devrimle inşa edilecek olan toplumların bahsettiğim olumsuz yanlarıdan arındırılması için gerçeklere değinmem gerekiyor. Bunu hazmetmemiz lazım.
Diğer önemli bir husus da şudur: Bu sitede yazanlar sosyalizm, devrim karşıtı olamaz. Biz vahşi kapitalizme karşı ve Kürtlerin özgürlüğü ve eşit bir toplum yaratması için kafa yoran, emek veren bir takımız. Günümüz dünyasına eleştirel gözle bakan, daha mutlu bir dünya insanı oluşması için daha bilimsel ve derin tespitler yapan insanlarız.
Zavallı, kof, cahil, bilinçsiz, kör duygularla geleceğin sosyalist toplumları inşa edilemez. Seyid, Tino ve Kızılderili`ye selam gönderiyor ve özür bekliyorum.
-----------
cumalicotkar@live.se