27 Nisan 2011 Çarşamba

Erdoğan 'Çılgın Proje'yi Ecevit'ten Aşırmış!

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Çılgın Proje’ olarak açıkladığı İstanbul’a kanal projesinin, 1994 yerel seçimleri öncesinde Bülent Ecevit tarafından dile getirildiği ve DSP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Necdet Özkan’ın seçim broşüründe yer aldığı ortaya çıktı.

DSP Genel Başkanı Masum Türker yaptığı yazılı açıklamada, “Sayın Başbakan’ın ‘Çılgın Proje’ diye lanse ettiği proje DSP’nin projesidir” dedi.

17 Ocak 1994’te DSP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit’in, DSP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Necdet Özkan’la birlikte bir basın toplantısı düzenlediğini ve İstanbul’un sorunlarına DSP’nin çözüm önerileri kapsamında bu konuyu gündeme getirdiğini belirten Türker, “Ayrıca Sayın Necdet Özkan’ın seçim broşüründe de bu konu yer almıştı. Herhalde o dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olan Sayın Tayyip Erdoğan o broşürü alıp saklamış” dedi.

Türker, Milliyet Gazetesi’nin 18 Ocak 1994 tarihli nüshasında da ‘Ecevit: Karadeniz’den Marmara’ya kanal açılsın’ başlıklı haberde de konun yer aldığını ifade etti.

Seçim Süreci ve Kürt Ulusal Birliğine Doğru


Büyük Kürt düşünürü Ehmedê Xanî bu dünyayı terki diyar eyleyeli yaklaşık bir 300 yıl oldu. Ancak onun ‘rüyası’, yani Kürtlerin ittifakı ve birliği, ilk kez Kuzey Kürdistan’da seçimler vesilesiyle hayat buluyor.

BDP Kürdistan toplumundaki farklı dinamikleri bir araya getirdi. Ortak bir sinerji yarattı. İstenilen düzeyde olmasa da, eksikleri olsa da mümkün olduğunca Kürt toplumunun da var olan bütün eğilimlere listede yer verdi. Ortaklaştı.

Kürtler arası birlik yıllardır, Kürt hareketlerinin ‘marazi’ sorunlarının başında geliyor. Bir türlü herkesi ‘içine’ alan bir birlik veya ittifak oluşmuyor. Ne yazık ki gelecekte de-tarihi momentler hariç-herkesi içine alan bir ittifak ve birlik olmayacaktır. Bu Kürtlerin zekası veya becerisi ile alakalı bir durum değildir.

Aslında ‘birlik’, ‘ittifak’, ulusal dayanışma’, ‘ulusal bütünlük’ ve benzeri şeyler kişi, grup, parti ve kuruluşların sübjektif niyetlerden bağımsız olarak somut koşulların olgunlaşması veya toplumun bazı tarihi momentlerle karşı karşıya kalmasıyla alakalıdır. Her zamanda ilerici bir karaktere sahip değildir.

Örneğin Almanya’da‘ulusal birlikten’ bahsetmek, bir ayinde Hitler’in ruhunu geri çağırmak gibidir. Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkede ‘ulusal birlik ve bütünlük’ sloganları hem ırkçı ve gericidir, hem de tarihi misyonunu çoktan tamamlamıştır.

Öte yandan hiç bir sübjektif niyet, eğer somut şartlar oluşmamışsa bir ulusun birliğini sağlayamaz. Bir ulusu topyekun olarak kısa veya daha uzun hedeflere ulaşması için ortak hareket ettiremez. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bir örnek; eğer Japonya’da son tusunami ve deprem felaketini yaşanmamış olsaydı, hiçbir güç durup dururken Japonları, bir ulus ve topluluk olarak bu kadar birlik ve ortak davranış içine sokamazdı.

Ulus dediğimiz ‘şey’ eğer aynı topraklar üzerinde yaşayan, aynı dili konuşan ve ortak bir ruhi şekillenme ve tarihi geçmişi olan insanların oluşturduğu ‘kararlı’ bir topluksa, bu topluluğun bir çok bakımdan da homojen olmadığını söylemek gerekiyor.

Farklı sınıf ve tabakaların olduğu, farkı inanç ve etnik grupların olduğu Kürdistan gibi bir ülke de birliği sağlamakta sanıldığı kadar kolay değil. Kaldı ki Kürdistan’ın uluslararası bir sömürge olması, bir çok uluslararası gücün çatıştığı alanın tam merkezinde bulunması ve özelliklede petrol, su gibi enerji kaynaklarına sahip olması bu ‘birlik’ meselesini daha karmaşık bir hale sokuyor.

Esas soru şudur; Başka ulusların çoktan tattığı ve geride bıraktığı bu ‘ulusal birlik’ Kürtler için neden gerekli ve elzemdir?

Kanımca iki temel nedenden dolayı Kürtler ulusal birliğe ihtiyaç duyuyorlar.

Birincisi; yaşadıkları topraklar üzerinde, Güney Kürdistan hariç-ki oranında tamamını kapsamıyor-kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkını elde etmiş değiller. Kolektif hakları gasp edilmiş, ülkeleri Kürdistan işgal altındadır.

İkincisi; Kürt ve Kürdistan’ın geleceğine ve varlığına yönelik, başta Türkiye, İran, Suriye ve Irak’tan olmak üzere ‘dış güçlerden’ gelen tehditlerdir. Elde edilen kazanımların korunması, geliştirilmesi ve kökleşmesi bu tehditlerin azalmasına ve bertaraf edilmesine bağlıdır.

Aslında bugün Kuzey Kürdistan’da seçim nedeniyle oluşan ‘ulusal birlik’ bu iki temel üzerinde ve ortaya çıkan yeni tarihi momentler nedeniyle gerçekleşiyor. Bunun doğru anlaşılması gerekiyor. Bu birliği tetikleyen en önemli gelişme Kürtlerin, gasp edilmiş kolektif haklarını almak ve bunu kurumsallaştırma için artık gemileri yakmış olmalarıdır.

Öte yandan Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılıyor. Yeni bir süreç başlıyor. Herkes yeni mevzi ve ittifaklar içine giriyor. Kim ne derse desin, Kürdistan’ın belirleyici olacağı Türkiye yeniden şekilleniyor. Veya Kürtler Suriye’de ilk kez özgürlüğe bu kadar yakın oluyor.

İşte Kürt birliği de böylesine tarihi bir momentte ortaya çıkıyor.

PKK bu nedenle ısrarla Kürtlere arası bir konferansın toplanmasını istiyor.

BDP bu nedenle ciddi kitle tabanları olmayan, ancak bir renk ve eğilim olarak Kürt toplumunda var olan diğer Kürt partilerinin ve dinamiklerin kapısını çalıyor.

KADEP bu nedenle, BDP ile seçim işbirliğine gidiyor.

Ve HAK-PAR bu nedenle, seçim ittifakı için yapılan görüşmelerden istenilen sonuç çıkmamış olmasına rağmen, son derece doğru bir tutum alarak Kürt adaylar lehine seçimden çekiliyor.

Bu nedenle gerçek manadaki yurtsever kanaat önderleri, aydınlar, yazarlar, gazeteciler bu ittifaka destek veriyor. Bu nedenle adaylar veto edildiği zaman halk büyük isyana kalkışarak rejime diz çökertiyor. Bu nedenle AKP Kürdistan’da tabelasını toplamaya hazırlanan son rejim partisi oluyor.

Şimdi bu tarihi süreci anlamayanlar olacaktır. Vesayetleri çöküp gittiği için buna karşı çıkanlar olacaktır. Hatta kendilerine yazık’ ettiler diyenler olacaktır. Oluyor da.

Ancak Kürtlerin karşı karşıya kaldıkları tarihi süreç ne kişisel hırsları, ne ‘Abi vesayetlerini’, ne grupçu çıkarları ve ‘şımarıklığı’ kaldıracak durumda değil.

Kürtlerin birliği için atılan adım, eksikte olsa doğrudur. Tarihidir. Bu adımı atanlar, süreci ıskalamak istemiyorlarsa-ki bu konuda samimi olduklarından şüphe söz konusu değil-attıkları adımların arkasında olmalılar. Onu güçlendirmeliler. Öncelikle de Kürtlerin öz yönetim biçimin çekirdeği olan Demokratik Toplum Kongresi’ni güçlendirmelidirler.

Ve bir şey daha. HAK-PAR seçimden Kürt adaylar lehine çekilerek, Kürtlerin birliği için cesaretli bir adım atmıştır. Doğrusu risk almıştır. Ancak bu kararının arkasında durur ve ‘Abi vesayetine’ bir nokta koyarsa sadece Kürtlerin birliğine katkı sunmuş olmayacak, aynı zamanda yeni bir çıkış için önemli bir fırsat yakalayacaktır.

AKP Seçim Ortamını Provoke Ediyor


KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yaptığı yazılı açıklamada AKP hükümetinin seçim ortamını provoke etmek istediğini belirterek, Kürt halkının saldırılara karşı serhıldanlarını yükseltmeye ve her alanda kendisini saldırılar karşısında korumaya çağırdı.

KCK açıklamasında seçimler yaklaştıkça AKP’nin askeri ve siyasi alanda operasyonları azaltma yerine yoğunlaştırdığını belirtti.

Sokakların işkencehaneye çevrildiği ve polis terörünün yaygınlaştığına dikkat çeken KCK açıklaması şöyle:

‘’12 Haziran seçimlerine yaklaşıldıkça AKP hükümetinin askeri ve siyasi alana dönük operasyonları gün geçtikçe azalma yerine yoğunlaşarak artmaktadır. Kürdistan halkının Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözme temelinde geliştirdiği demokratik çözüm çadırlarına yönelik yaptığı vahşice saldırılar süreci zorlayan, tahammül edilmesi güç boyutlara ulaşmıştır. Yine bu sürede gerçekleştirilen yoğun gözaltı ve tutuklamalar, sokakları bir işkence haneye çevirme pratiği AKP hükümetinin seçimlere ve Kürt halkına dönük gerçek niyetini ortaya koymaktadır.

AKP hükümeti Kürdistan’da özgür iradeli Kürt halkının tüm engellemelere rağmen siyasi iradesini güçlü bir biçimde ortaya koymasına tahammül edememekte ve ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. AKP ile şu yada bu biçimde ilişkilenen, oy veren halkımız yerel yönetim seçimlerinden bu yana AKP’nin sahte açılım politikalarını görüp anlamaları nedeniyle AKP’den bir uzaklaşma ve yurtsever saflarda yerini almaya başlamıştır.

AKP hükümeti her geçen gün Kürdistan’da ayağının altındaki toprağın kaydığını görmektedir. Artık bazı işbirlikçilere dayanarak “Kürtleri ben temsil ediyorum” deme konumundan geriye düştüklerinden, polis terörünü yaygınlaştırmaktadırlar. Bu saldırılar aynı zamanda iktidar tekellini sağlamlaştırmak için de geliştirilmek istenmektedir. Türkiye’yi içinden çıkılamaz bir duruma getiren AKP hükümeti seçimlerde iktidar olmanın imkanlarını bir kez daha yaratarak Türkiye’nin demokratik geleceğini ipotek altına almaya çalışmaktadır. AKP’nin açıkladığı seçim bildirgesi ve Tayip Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” açıklaması bu saldırıların nasıl bir zihniyetten kaynaklı olduğunu da ortaya koymaktadır.

8 Nisan da hareketimizin eylemsizliğe ilişkin yaptığı açıklamanın en önemli amaçlarından birisi de seçimlerin istikrar ve barışçıl bir ortamda yapılmasını sağlamaya dönüktür. Ancak iktidar olma hırsıyla ve oy avcılığından öte bir şey düşünmeyen AKP, biraz daha fazla oy almak için özgür Kürdü sindirmek amacıyla polis terörünü arttırarak gerginlik ortamını yaratmaktadır.

Mart’tan bu yana yürütülen askeri operasyonlarda 17 gerilla şehit edilmiştir. 500’e yakın Kürt siyasetçisi ve çalışanlar tutuklanmıştır, yüzlerce eve talancı bir biçimde operasyon yapılmıştır. En son Hakkari’de yapıldığı gibi alanda tüm belli başlı kürt siyasetçileri tam bir siyasi soykırım zihniyetiyle gözaltına alarak çalışacak kimseyi bırakmamayı hedeflemiştir.

Kürt siyasetine karşı yapılan bu saldırılar tümüyle tasfiyeyi, çökertmeyi hedefleyerek, kendini Kürdistan’da rakipsiz hale getirmek istemektedir. Yüzde on barajıyla Kürdistan’da resmen oy hırsızlığını yapan AKP şimdide kendi gerçeğini açığa vuran, BDP adına çalışan herkesi tutuklayarak meydanı kendisine boş bırakmak istemektedir. Bir taraftan çalışan tüm yapıyı tutuklayarak etkisiz kılmak istediği gibi geri kalanları da ürküterek, sindirerek sonuç almak istemektedir. Açıkça bir tehdit ve sindirme hezeyanı olarak çeşitli bahanelerle polis terörü geliştirilmekte, polis müdürleri, kaymakam ve valilikler birer AKP temsilcisi gibi oy hesabıyla hareket etmektedir.

Korku ve sindirmeyi yaygınlaştırmak amacıyla sıkıyönetim sistemlerinde olduğu gibi bir gecede 22 değişik alandaki demokratik çözüm çadırlarını hedeflemiş ve yüzlerce insanı gözaltına alarak barbarca yöntemlerle çadırları dağıtmışlardır. Bununla gerginliği tırmandırma ve Kürt toplumuna geri adım attırılmak istenilmektedir. Bu hukuksuz yönelimler karşısında kendisine insanım diyen hiçbir kimsenin, bunun karşısında sessiz kalması ve içine sindirmesi mümkün değildir. Hele hele bu kadar mücadele yürütmüş, bedel ödemiş Kürt halkının böyle bir haksızlığı kabul etmesi de hiç mümkün değildir. Kürt halkının görkemli direnişi göstermektedir ki, hiçbir saldırı biçimi sonuç almayacak ve bu toplumu susturamayacaktır.

Seçim ortamını asıl provoke etmek isteyen AKP hükümetidir. Bunun için de Kürtlerin örgütlü yapısını dağıtmak ve neredeyse dışarıda siyasi çalışma yürütecek insan bırakmamacasına yoğun göz altı ve tutuklamalara devam etmektedir. En son İzmir çeşmeye bağlı bir köyde açıkça Kürtleri yok etmek temelinde evlerinin yakılması bu saldırıların faşizan ve ırkçı boyutunu göstermektedir. İşte bu ve benzer saldırılar seçimin güven ve istikrar ortamında yapılmasını sabote eden saldırılardır. Açıktır ki, asıl olarak seçimin demokratik bir biçimde yapılmasını sabote etmek isteyen, Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin kazanmasını engellemek isteyen bunun için devletin tüm kurumlarını organizeli bir biçimde harekete geçiren AKP olmaktadır.

AKP’nin Kürdistan’da ve Türkiye şehirlerinde Kürt yurtseverlerine ve demokrasi güçlerine yönelik yaptıkları bu saldırılar durdurulmazsa bu süreçte yaşanacak gelişmelerden esas olarak AKP hükümeti sorumlu olacaktır.

Bağımsız adayları veto etme kararı karşısında Kürt halkının haklı demokratik direnişi gelişmiş ve bu direnişe tahammül edemeyen AKP hükümeti, polis güçlerini harekete geçirerek yüzlerce Kürt’ü gözaltına almış ve tutuklamıştır. Bağımsız adayların veto edilmesinin bir yanlış olduğunu herkes kabul ettiğine göre, bu yanlışı protesto eylemlerine katılanların da bir an önce serbest bırakılması gerekmektedir. Yine bu süreçte şehit düşürülen İbrahim Oruç’un katillerinden hesap sorulması gerekmektedir. Sınırlı da olsa adaletin yerini bulması ancak bu şekilde olabilecektir. Her şeye rağmen Kürtler seçim sürecini istikrar ve barış içinde yapılmasından yanadır. Eğer AKP de gerçekten bundan yanaysa askeri ve siyasi soykırım operasyonlarını bir an önce durdurulması gerekmektedir.

Bu temelde biz AKP hükümetine ve Türk devletine Kürt halkına karşı yapılan bu sindirme ve baskı hareketine son vermeye çağırıyoruz.

Tüm halkımızın ve Türkiyeli demokrasi güçlerinin AKP’nin tümüyle seçim hesaplarına dayalı olarak gerçekleştirdiği bu saldırılar karşısında birliklerini ve örgütlülüklerini geliştirmeye, demokratik çözüm çadırlarına sahip çıkmaya ve serhıldanlarını yükseltmeye, her alanda kendisini saldırılar karşısında korumaya çağırıyoruz.’’

Sultan Çadıra Çarptı!..


Kamu (Devlet için devlet), Güvenlik ve Tehdit... Türk devleti; korunma yetilerini, zihinsel paradigmasını, kriz kabiliyetini, çözümsüzlük hazını, bu üç kavramdan alıyor. Üç kavram, tek başlarına birçok mahareti sergiledikleri gibi troyka olarak kırmayacakları kapı, öldürmeyecekleri canlı, yıkmayacakları mekan yoktur...

Kemalizmin, terbiye edilmiş Milli Görüş ve tahrif edilmiş Risale-i Nur semirenlerinden oluşan koalisyonda yaşayan yeni hali de bu teslis sayesinde hükmetmenin keyfini çıkarıyor. Keyfin, zor aygıtlarıyla sürdürülmesi; Bismil'de İbrahim Oruç'un canına mal olur, yüzlerce kişinin yaralanmasına yol açar. Bir yandan dağa nokta operasyonlar yapar, diğer yandan kışlasındaki Kürt'ün bile ensesine sıkıp, 'intihar etti' diye cenazesini gönderir...

Türk devleti huzursuz, rahatsız, tedirgin. Üç aydır, çevirdiği bütün numaralar, hileler teşhir edildi, kitlesel yanıt aldı. Üstelik bir süredir de oyun kuramadan sürprizlerle karşılaşıyor ve en iyi bildiği yönteme kısa sürede sarılıyor. Çözüm üretemeyince 9 kusurlu hareketin 9'unu boca ediyor, bununla yetinmiyor sahayı kapatmaya kalkışıyor. Seçime iki ay var; YSK kararını geri alınca sindirim zorluğu çekiyor. Silahlı güçlerini sokağa saldı; öldürdü, yaraladı, gözaltına aldı, tutukladı, mesela Hakkari'de neredeyse çalışan BDP kadrosu bırakmadı...

Yeni dönemin medya amiralı Ekrem Dumanlı, Polis Akademisi senaryoları eşliğinde, Kürtleri vandalizmle suçlayan yazısını evlerin kapılarına bırakmaya gönderirken, polis de aynı gece eşzamanlı olarak 24 çadırı 'bertaraf' etti. Bu, büyük çaresizliğin operasyonudur. 'Kardeş Esad'ın kalesi sarsılırken; titreyen Ankara'nın diz bağlarının, Kürtlerin çadırlarına çarpmasıdır. Çözüm üretemeyen; çözüm önerilerini, temeline dinamit addeden devlet, saldırganlaşmaktan başka ne yapabilir?..

24 çadırdan bir tanesi için açıklama yapıldı. Bu açıklama da devletin resmi haber ajansı AA üzerinden servis edildi. Çadırda 'molotofkokteyli' bile bulunmuş. Molotof, necip Türk milletinin 'şiddet karşıtı' duyarlılığını kaşımak için araya alınmış. Necip milletin fertlerinin bir gecede eşzamanlı 24 çadırın basılmasının merkezi karar ve gerekçesinin hakaniyetini sorgulamayacağından, sunduklarının pürüzsüz güzergahından eminler...

Eğer çadırlar, toplumdan izole mekanlarda ve sürekli/sınırlı müdavimleri olan ajitasyon sığınakları olsaydı, bu kadar sinirlenmezdi. Aslında beklentisi buydu ama olmadı. Çadırlar, film gösterimlerinden, kuramsal konuların irdelendiği panellere; müzik dinletilerinden toplumsal konulara çözümün tartıştıldığı platformlar oldu. Yorgun bedenlerin atıldığı sohbet odakları yerine sivil itaatsizliğin büyütüldüğü Cuma mekanları oldu. Sosyal ve siyasal tartışmaların meşru pratiklerde sonuç vermesi, Sultan'ın asabını bozdu. MHP ve CHP de henüz istediği kıvamda ve rotada olmayan Sultan, "şık" olmayan Kürt sokağını "süpürmek" istiyor. Halbuki çadırlara gerekçe olan ve yeniden kurulmasına gerekçe olacak 4'ü acil 14 talebe aşinadır.

Önce "Acil talepler"i hatırlatalım:

* Anadilde eğitim hakkı ve iki dilli yaşamın güvence altına alınması,

* Kürt siyasetçilerin derhal serbest bırakılması,

* Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması,

* Askeri ve siyasi operasyonların son bulması...

Bunlar mümkündü ama statükocu diye oynadığı CHP bile buyur ettiği halde bırakın adım atmayı, bu yönde bir irade beyanında dahi bulunmadı...

Geriye kalan ve kısa vade beklentisi şerhi konulmayan talepleri hatırlatalım:

* Kürt kimliğini de tanıyan demokratik bir anayasanın hazırlanması,

* Türkiye genelinde merkezi yönetimin yetkilerini sınırlayan yerinde yönetim sistemi'nin geliştirilmesi,

* Kürt halkına öz yönetim hakkının verilmesi,

* Kürt kültürü önündeki tüm engellerin kaldırılması,

* Kürdistan'da konuşlandırılan özel savaş birimlerinin geri çekilmesi,

*İstisnasız tüm siyasi hükümlü ve tutukluların serbest bırakılması,

* Tüm etnik topluluk ve inançların özgürlüklerinin anayasal güvenceye alınması,

* Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması,

* Köyleri yakılıp-yıkılan yurttaşların geri dönüşünün sağlanması,

* Ekonomik dengesizliğin, yoksulluğun ve işsizliğin aşılması için ayrımcı politikalara son verilmesi, yatırımlarda öncelik tanınması.

Bu taleplerin hangisi herhangi bir Türk bireyini rahatsız edip Gayri Safi Milli Hasıla'dan payına düşeni azaltır veya milli duygularını rencide eder. En ırkçı Türk bile bu taleplerin ardından bütün hamasetine, büyüklük kibrine, ilim ukalalığına Sümerlerden Azteklere kadar devam edebilir. Bu talepler, en ırkçı Türk vatandaşının bile çocuklarının barış içinde zenginlik geleceklerinin teminatıdır...

Sultan'ın meşrebi, Kürtler üzerindeki bütün kirli oyun ve saldırılara cevaz verecek referansa sahip. Fakat yine de barıştan kaçışı karşısında anımsatmakta yarar var. Sokaklara saldığın silahlı güçlerinle pervasızlıkta zirveye koşarsan, yarın Kocatepe'deki merasimde yanında devlet erkanı bulmakta da zorlanırsın. Çadır devletini muhafaza için bugün 24 çadırı yıkarsın ama yine kurulur. 2023 rüyasına daldığın çadır devletinin enkazı ise epey ağır olur...

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com/

Suriye'ye Müdahale Yaklaşıyor

Başbakan Erdoğan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile uzun bir telefon görüşmesi yaptı. Bu görüşmede, “muhaliflerin işin çabuk bitir, yoksa müdahale geliyor” demiş olsa gerektir.

İngiltere, İtalya ve Fransa arasında yapılan görüşmede, Suriye’ye yaptırımlar uygulanması gerektiği açıklandı. ABD yönetimi de aynı görüşte olduğunu belirtti.

Yaptırımlar uygulanmasından kastedilen, en başta ticaret ambargosu ve ülke yönetimini oluşturan kişilerin Batı ülkelerindeki taşınabilir ve taşınamaz mallarının dondurulmasıdır.

Kaddafi örneğinde olduğu gibi Esad örneğinde de bir sülale önemli bütün mevkileri paylaşmış ve ülke zenginlikleri bu klan tarafından gasp edilmiştir. Esad sülalesinin ülke dışındaki değişik bankalarda yüksek serveti olsa gerektir.

Arap ülkelerinin hepsinde aynı durum vardır. Bunu Tunus, Mısır ve Libya örneklerinde de görmüştük.

Suriye’ye ticaret ambargosunun en fazla etkileyeceği ülke Türkiye’dir. AKP iktidarı, ek olarak, bu ülkede yıllardan beri baskı altında tutulan yaklaşık 1,5 milyonluk Kürt nüfus nedeniyle de Suriye’deki rejimin değişmemesinden yanadır.

Kürt nüfusun yaklaşık yüzde 20’si vatandaşlık haklarından yoksundur ve ağır bir Araplaştırma politikasıyla karşı karşıyadır.

Erdoğan, Esad yönetimini desteklediğini açıklarken, ülkede reform yapılması gerektiğini de belirtmişti.

Reform, ama nasıl reform?

Ülkede 46 yıldır uygulanan olağanüstü hal kalktı ve güvenlik güçleri daha fazla muhalifi öldürmeye başladı.

Avrupa Birliği içindeki ülkeler genellikle Almanya ne yaparsa onu izlerler.

Suriye de Türkiye’yi izliyor gibi görünüyor.

Türk Ceza Kanunu’nun 141. ve 142. maddeleri kaldırılmış, bunun yerine 301. madde getirilmiş ve ceza alanların sayısı artmıştı.

Beşar Esad ülkedeki gösterilerin dış güçler tarafından düzenlendiğini söyledi.

Suriye geriden gelerek de olsa Türkiye’yi izliyor. Bizde de eskiden beri rejim karşıtı bütün güçler için “kökü dışarıda” deyimi kullanılır.

Beşar Esad göstericileri “teröristler” olarak tanımladığında, duymaya alışık olduğumuz bir deyim kullanıyor.

Bizde de PKK dahil mevcut rejim için sorun yaratan her güç “terörist”tir, aynı zamanda “kökü dışarıda”dır.

Beşar Esad, Suriye halkının talepleri için “haklı talepler” dedi.

“Madem haklı olduklarını biliyorsun, on yıldan beri devlet başkanısın, neden hiçbir şey yapmadın” diye soran olmadı.

Bizde de Kürt halkının en azından bazı talepleri haklı bulunuyor. Bunu söyleyenlerin kendi kendilerine “o zaman neden bu kadar direndik” diye sorması gerekir, ama sormuyorlar.

Beşar Esad taleplerini haklı bulduğu halkın üzerine ateş açılmasına tepki göstermiyor ve şimdiye kadar 400 kadar gösterici öldürülüyor.

Damlara keskin nişancılar yerleştiriliyor. Bunların görevi, kalabalık içinde öne çıkar insanları öldürmek olsa gerektir.

Böylesine açık ve hedef gözeterek öldürüyorlar.

Filistin’de Müslümanlar öldürülüyor diye tepki gösteren Erdoğan, Suriye’de Müslümanların öldürdüğü Müslümanlar için sesini çıkarmıyor.

Ek olarak, Filistin konusunda ortalığı birbirine katan gruplardan da Suriye ile ilgili olarak ses çıkmıyor.

Sonuçta; “Yahudi Müslümanı öldürürse kötüdür, Müslüman Müslümanı öldürürse tepki göstermek gerekmez” gibi bir sonuç çıkıyor.

Tutarlılık değil de faydacılık açık olarak kendisini gösteriyor.

Filistin konusunda duyarlı olan, Suriye’ye ise ilgi göstermeyen sol için de benzeri bir saptama yapılabilir.

İsrail’e karşı savaşan ve şeriatı savunan Hamas’ı anti-emperyalist olarak tanımlayanlar, NATO’ya karşı savaşan Taliban’ı böyle değerlendirmiyorlar. Keza emperyalist ülkelerin Libya’ya müdahalesine karşı çıkan kimi sol gruplar, aynı tepkiyi Afganistan için göstermiyorlar.

Ek olarak, Türkiye’nin Afganistan işgaline katılan bir ülke olmasıyla ilgili protestolar, ancak bu ülkeye gönderilen askeri birliğin görev süresinin uzatılması sırasında gündeme geliyor.

Türkiye’nin Güney Kürdistan’daki askeri varlığı, Somali kıyılarına savaş gemisi göndermesi ise kimsenin dikkatini çekmiyor.

Sarkozy, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olmadan Suriye’ye müdahale etmeyeceklerini açıkladı.

Bunun anlamı, “Konsey bir an önce müdahale kararı alsın” demektir.

Suriye ile değişik anlaşmaları bulunan Rusya Federasyonu’nun böyle bir karar tasarısını veto etmesi ve uygulanmasını engellemesi söz konusudur ve Suriye yönetimi de buna güvenmektedir.

Libya konusundaki zikzaklı tutumu, Türkiye’ye bu konuda güvenilemeyeceğini gösterdi. Her şeye rağmen Suriye’ye dış müdahale gerçekleşirse, Türkiye de buna katılmaktan geri durmayacaktır.

Komşu bir devlette rejime karşı gösteri yapan insanların kurşunlanmasıyla ilgilenmeyen sol, bu ülkeye dış müdahale gerçekleştiğinde “emperyalist müdahaleye hayır” diyecektir, ama kendisini kendisinden başka ciddiye alan olmayacaktır.

Suriye ilericileri, “göstermelik de olsa sizde mahkeme ve avukat var, bizde o kadarı bile yok” diyerek Türkiye’deki 12 Eylül rejimini “demokratik” sayarlardı.

Böyle bir ülkede demokratik haklarını isteyen insanları desteklemek, onlara karşı uygulanan şiddete karşı çıkmak gerekmez mi?

Engin Erkiner


Türkiye Hakkari'nin Neresinde ?


Ankara egemenliği 23 Nisan ”Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı” kutluyor bu günlerde. Bu bayram için 23 Nisan tarihinin seçilmesi elbette tesadüf değil. Mustafa Kemal'in ölüm saati olarak 09:05'in belirlenmesi gibi bu da hesaplanmış resmi tarihin bir aldatmacasıdır. 24 Nisan 1915'te yaşanan Ermeni Katliamı'nı perdelemek amacı ile seçilmiş bir tarihtir 23 Nisan. Geçmişi istediği gibi yazma üzerine kurulu Türk resmi ideolojisinin bir gün hesap vereceği günün geleceğini ön görememesinin ufuksuzluğunun bir başka sonucudur. Bu korkunç insanlık suçunu çocukları istismar ederek unutturma çabasıdır.

AKP'nin, temelleri Mezopotamya ve Anadolu'nun kadim halklarının inkarı üzerine kurulan Türk resmi ideolojisinin iflasını uzatmaya yönelik İslam-Türk paradigmalarının 2023'e fokuslanması da elbette tesadüf değil. Recep Tayyip Erdoğan'ın, dünün bugüne taşıdığı başta Kürt sorunu olmak üzere cumhuriyetin demokratikleşmesi perspektifini bir yana öteleyerek seçim hedefini 2023'e koyması da bunun göstergesi.

Kürdistan'da devam eden savaşın sosyal ve psikolojik sonuçlarını yönetmek bir yana, Kürdistan'da ki sosyal dokuyu parçalama çalışmaları yapıldı. Ancak, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'nin yeni bir toplum yaratma hedefi ve umuduyla bu şiddetli savaşın etkileri büyük boşluklara düşülmeden alt edildi. Fakat, Türkiye'de yaşanan derin yönetim krizi kendi insanlarına geleceğe ilişkin umutsuzluk, tükenmişlikten başka çare bırakmıyor. Maraş'ta, içine düştükleri derin üzüntü sonucu toplu intihar eden 4 kardeşe kadar uzanan umutsuzlukta da bu toplumsal travmanın izleri görülüyor.

Bunların tümü savaşın sonuçları. Kürtler savaşı mücadele ile yönetirken derin dönüşümler yaşadılar. Uzun zamandır aldatılan Türkler ”farkına varmadıkları” savaşın sonuçları içinde derin bir travma yaşıyor ve sonuçları yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Ankara egemenliği, güdümündeki Türk basını eliyle Kürdistan'da sürmekte olan savaşın Batı'da gerçek anlamda gündemleşmemesi, sorunun ortaklaşmaması için yaşananın bir, ”terör” sorunu olduğu kandırmacası üzerinden ilkel bir milliyetçilik körükledi.

Uzun bir süredir faklı gündemle yaşayan Kürdistan bir yana, Kürtler'in yoğunluklu olarak yaşadığı Batı illerinde de Kürtler'in ve Türkler'in gelecek perspektiflerinde de bu süreçte ciddi farklılaşmalar oluştu. Günlük yaşamsal kaygıların farklılaşmasına kadar varan bu yeni dönem AKP'nin iktidar kaygısıyla kalıcılaştırıldı.

ANF'nin 26 Nisan 2011 tarihli bazı haberlerinin başlıkları şöyle: ”BDP çağrı yaptı, Hakkarililer geri döndü!, Panzer 2 kişiyi ağır yaraladı, halk sokağa döküldü, Kürt öğrencilere faşistler saldırdı, polisler gözaltına aldı, Bin polis Çözüm Çadırı'na baskın düzenledi, İzmir'de çadıra baskın 30 gözaltı, Bismil'de AKP ve MHP tabelalarını indirdi, Diyarbakır'da çözüm çadırına gaz bombalı saldırı, Cizre'de çözüm çadırı 10 bin kişinin katılımıyla yeniden kuruldu, Cudi Dağı'nda operasyon”

Bu başlıkların bir kısmı bir gün öncesinin haberlerine ait. Buna karşılık, aynı gün yayınlanan Türk Gazeteleri'nin manşetleri ise şöyle:

CUMHURİYET: Danışıklı imar oyunu,

HÜRRİYET: Tarafsız yazar sınava girdi,

MİLLİYET: Gül de sildi,

VATAN: Onun da sabrı taştı,

RADİKAL: Git artık,

AKŞAM: Denizin dibi adli emanet!,

SÖZCÜ: Böyle vurdumduymaz bir iktidar görülmedi!,

HABERTÜRK: Özür dileme merkezi,

SABAH: CIA şefinden gizli çıkarma,

POSTA: Dedeciğim biz geldik,

BİRGÜN: ÖSYM işin kolayını buldu: Özür dilerim,

YENİ ŞAFAK: ÖSYM içeriden vurdu,

ZAMAN: Köşk seçiminde Meclis'e girmeliydik.

Bir gün öncesinde, on binlerce Hakkarili'nin son dokuz aydır yaşanan yoğun baskı ve gözaltıları protesto ederek, sınıra doğru yürüyüşe geçtiği haberi, bu gazeteler içinde sadece Cumhuriyet Gazetesi'nde birinci sayfa haberi oldu. Bir şehrin devlet eli ile kendisine uygulanan baskıya isyan ederek yollara dökülmesi aynı coğrafyanın Batısı'nda ”haber” olmadı. Sınıra doğru yürüyen Hakkarililer ancak, BDP'lilerin araya girmesiyle geri dönmeye ikna edilebildi. Bölgede yayın yapan internet sitelerine göre Depin'de bulunan polis noktasının eylemci kitle tarafından işgal edilmesi de yine BDP'lilerin çabası ile engellenebildi. Bir şehrin toplu çığlığına kulak tıkamak bundan sonra olacakların müsebbibi olmaktır. Zira Hakkari'de yaşananlar Kürd'ün sabrının sınırının geldiği noktanın da habercisi. Bugün Hakkari'de dışa vuran bu öfkenin Kürdistan'ın bir çok yerinden dipten gelen bir dalga gibi yaşandığı ortada.

Köşe yazarlarından ise sadece Radikal Gazetesi'nden Oral Çalışlar, ”Hakkari'de KCK gözaltıları, PKK pususu” başlıklı yazısı ile konuya değindi. Ancak Kürt sorunu ile Afganistan'da yaşanan Taliban-iktidar çatışmasını karşılaştıran Çalışlar, meselenin çok uzağında kalmaktan kurtulamadı. Sistematik devlet terörü karşın hala Kürt Özgürlük Hareketi'ni eleştirmek için çabalayan Çalışlar, gerçeğin uzağına düşüyor.

DİHA'nın haberine göre, 2010 Ağustos'undan bu yana sadece Hakkari'de 500 kişi gözaltına alınmış. Bunların 100'ü tutuklanmış. Buna göre Hakkari'de her gün gerçekleşen gözaltılarla sistemli bir yıldırma politikası uygulanıyor. Hakkari'ye yönelik bu sistematik baskı üzerinden, Kürdistan'ın tümüne şamil edilmek istenen baskı ve sindirme yoluyla surları çöken inkar politikaları ile yeni bir kuşatma çabasıdır. Hakkari'yi kast ederek, ”Özel politikalarımız var” diyen Erdoğan'ın görevlendirdiği İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın da, 12 Eylül referandumu sonrası bu bölgede ”özel” faaliyetler yürüttüğü unutulmamalıdır.

canerdem2126@gmail.com