21 Nisan 2011 Perşembe

Panzere Karşı Kepçenin Savaşı

YSK'nın aralarında BDP'li 7 milletvekili adayının da bulunduğu 12 kişinin adaylığını yetersiz bularak veto etmesi ardından onlarca kişinin yaralanmasına, bir kişinin ölümüne ve yüzlerce kişinin gözaltına alınması neden olan olaylardan sonra aynı Kurul'un bu kez 'bazı' adayların başvurularını yeniden görüşmeye karar vermesi Türkiye'deki hukuk ve adaletin muz cumhuriyetlerindeki adaletle eşdeğer olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Sağcısından, solcusuna, dindarından, dinsizine kadar herkes YSK'nın son kararlarıyla Türkiye'deki hukuk sisteminin nasıl bir gecede değişebileceğine tanık oluyor.

Ve bunlar tarihi günlerdir Türkiye için.

"Sorun silahla çözülmez" diyenleri dikkate alarak bu sorunu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşıyıp bir çözüm aramak isteyen Kürtlere karşı yapılanları gören ve kendine 'devlet bilir' diyen dünyadan bi haberleri bile çileden çıkaracak kararların ardından Kürtlerin dört bir yana yayılan isyanına hak vermemek elde değil.

Son üç gündür Kürdistan'ın birçok il ve ilçesinde Kürtler ayakta.

'Dağa çıkıyoruz, terörist diyorsunuz', 'TBMM'ye girmek istiyoruz, yasaklı diyorsunuz', 'Legal politika yapıyoruz, KCK'lı terörist diyorsunuz' diyen Kürtler, artık 2011 yılında yedisinden yetmişine neyin ne olduğunu anladığını anlamış durumda.

Kürdistan'da son üç gündür sokakları dolaşın, apolitik insanların bile ağzında bunlar var.

Diyarbakır'dayız kaç gün. Adım başı polis, sokak ve cadde başı panzer.

Türkiye'nin bir kenti değil, bir savaş kenti sanki. Sadece Diyarbakır değil, onlarca il ve ilçede de aynı durum söz konusu.

Van, Hakkari, Batman öyle...

Kürdistan'da bulunan polis sayısı yetersiz olacak ki, bölge il ve ilçelerine habire polis, çevik kuvvet, özel tim sevkiyatı yapılıyor.

Sadece Diyarbakır'a son iki gün içerisinde Elazığ, Urfa, Malatya, Tokat ve Kayseri gibi illerden polis ekipleri gönderildi.

Halen de, olası gösterilere karşı müdahale amacıyla polis kuvvetleri hem karayolu, hem de havayolu ile Diyarbakır'a gönderiliyor. Dün akşam saatlerinde kente çevre illerden gönderilen özel polis ekipleri sayısı bin kadar civarında.

Amaç, bağımsız milletvekili adaylarının veto edilmesini protesto eden Kürtleri sindirmek, baskı altında tutmak, yaralamak, gözaltına almak ve hatta belki de Bismil'de polis kurşunuyla vurulduktan sonra başına ve ağzına tekmelerle vurularak dişleri toprağa dökülen İbrahim Oruç gibilerini öldürmek için de belki...

Takviyeler habire sürüyor ama Kürtler ayakta.

Şu ortaya çıkıyor ki, Kürtler artık ölümden korkmuyor.

Kürtlerin meclise girip girmemesi de önemli değil artık. Ve TBMM'de temsil edilip edilmemenin derdinde de değiller. Sadece 50 binden fazla cana mal olan bu sorunu çözmek istiyorlar.

Savaşarak yada barışarak bunu çözmek istiyorlar...

Kürtlerin bu sorunun şöyle veya böyle çözümü konusunda kararlı olduğunu herkes bilmek zorunda.

Dün Diyarbakır da açıklama olmamasına rağmen birçok bölgede kepenkler kapatıldı. Her zaman gündüz ve gece hareketli olan Sanat Sokağı'ndaki kafelerin ikisi dışında tümü kapatıldı. İçkili hizmet veren birçok 'işyeri' kendiliğinden kepenklerini kapattı.

Polis, asker ve batılı memurların birçoğu çocuklarını okula göndermedi.

Okullarda öğretmen olarak görev yapan asker ve polis eşlerinin çoğu okullarına gitmedi.

Ve ilk kez panzerlere karşı Kürtler iş makinalarını gündeme getirdi.

Panzere karşı kepçe, grayder ve buldozer.

Panzer ve TOMA'lara karşı boya, yumurtalı boya, sprey boya...

Kürtler ‘ileri demokrasiden' umutlarını kestiği andan itibaren başının çaresine bakma yollarını arıyor artık.

Ve Kürtleri bedel ödemeyi göze alarak sokaklara çıkmamayı sağlayacak tek güç ise muz cumhuriyetlerinde olmayan gerçek hukuk ve adalet...

30 yıla yakın bedeller ödeyen Kürtlerin artık bundan sonraki eylemlerinde grayderleri, buldozerleri görürseniz ve karşılık görürseniz şaşırmayın.

Çünkü artık Kürdistan'da arkanızı kollayacaksınız...

Şimdiye kadar yaşananlar yetmedi mi?

 
Ceyhan Cezaevin’den oniki yıl sonra tahliye olduğumda beni ilkin Ceyhan Emniyet Müdürlüğüne götürdüler. Sağdan ve soldan son resimlerimi çekip, cop ve kalas darbeleriyle haşat olmuş son parmak izlerimi aldılar. Parmak izini alan polis memuru:
“Lan pişman mısın?” diye sordu.
“Pişman değilim lan,” dedim.
Polis memuru dövmeye kalkacak iken, komiser müdahale etti ve şöyle dedi:
“Oğlum bu şahıs cezaevinde pişman olmayanların grubundan. Ağzından pişmanlık lafı alamazsın, boşuna uğraşma!”
İşim bittiğinde belimin ortasından öyle bir ittiler ki, belimden darbe almış iki büklüm halimle kendimi kapıda bekleyen askerlerin içinde buldum. Buradan askerlik şubesine götürdüler:
“Lan sen asker kaçağımışsın,” dediler.
“Hapishaneden yeni çıktım,” dedim. “İstesem de askerlik yapamazdım.”
Gün boyu uğraştık, ailemi görmek için ancak iki gün izin alabildim. Sonra askere gidecektim. Gittiğim Ahlat askerlik şubesinde yanlış hatırlamıyorsam bir hafta kadar daha izin alabilmiştim. Fakat bir hafta geçmeden kasabadan sorumlu komiser ve askeri komutan beni çağırdı. İkisi de mutlaka batının Türk şehirlerindendi:
“Lan sana bir gün süre,” dediler. “Bir gün içinde gitmesen ne olacağını kimse bilemez.”
Türk devleti budur. Yöntemleri çoktur. Sahibi çoktur. Biri bırakır öteki alır, biri sırtını sıvazlar ötekisi canını alır.
Bu sisteme Kürdün adının geçeceği iki kelimelik anayasa değişikliği kar etmez. Açın, Türklerin tarihine bakın, 200 yıldır anayasa değiştiriyorlar. Fakat hala bir Hiristiyan çocuk Konya’da veya Yozgat’ta ilkokula gidemez. Bir Kürt çocuk Kastamonu’da sınıfta Kürtçe şarkı söyleyemez. Bir Alevi, Maraş çarşısında Alevi olduğunu dile getiremez. İki kelimelik anayasa değişikliği, çocukluktan zihni bozulmuş bir nesile ve onun kireçleşmiş ırkçı sistemine kar etmez.
Karayılan, ANF’ye verdiği röportajda, “çözüm yok, tasfiye var,” diyor.
Biz bunu yıllardır söylüyoruz. Bir binanın kuruluş temeli yanlışsa ona yeni kat çıkamazsın. Çıkmaya kalkarsanız bina başınıza çöker. Bu bina çatıdan da düzelmez. Bunu bilen Türk devleti, sorunu çözmüyor, oyalıyor. Kürtler de Türk devletinden temeli bozuk kendi devletlerini yıkmalarını bekliyor.
20 yıldır Türk devletinin Kürtlerin başına ördüğü seçim hilesiyle uğraşmaktan sinir hastası olduk. Yüzde on barajı çekip, bağımsız adaylığa sevkettiler. Bağımsız adayları da tepeden tırpanladılar. Diyelim ki, YSK yeni bir kararla bazılarının adaylık hakkını iade etti. Buyurun, Hatip Dicle’yi hapisten çıkarın bakalım. Diyelim ki çıkardınız, Anayasa Mahkemesine karşı koruyun bakalım.
Türklerle Kürtleri aynılaştırma ve aynı yasalarla idare etme hevesi hepimizi çıldırtacak. Farklı halklar farklı yaşam ve siyaset kurallarıyla yönetilir, bunu anlamadınız mı? Türklerle Kürtlerin ortak anayasası olmaz. Bunu anlamadınız mı? Ailelerin bile farklı yaşam standartlarının ve iç işleyişinin olduğu bir çağda 20 milyon Alevi, 20 Milyon Kürt, 40 milyon sağcı, solcu veya dindar Türkü hangi ortak yasa ile yöneteceksiniz?
İsviçre’de, Fransa’da, Almanya’da köylerin ve belediyelerin dahi farklı kanunları var. Bizim Kürtler, uyduruk anayasaya eklenecek iki cümle ile Kürt sorunun çözüleceğini sanıyor, fakat kötü yanılıyorlar. Erdoğan ne dedi:
“Kürt sorunu diye bir şey yoktur!”
Karayılan diyor, çatışma çıkarsa sorumlu AKP’dir:
Hayret bir şey… Adamlar sizi Kandile, siyasetçilerinizi hapishanelere, Önder Öcalan’ı bir adaya, adada da 12 metre kareye sıkıştırmış; taraftarınız olan milyonlarca kitleye biber gazı koklatıp kaldırım dişletiyorlar siz hala diyorsunuz, “sorumluluk AKP’nin olur!”
BDP için seçim başlamadan bitmiştir. YSK’nin bazı adayların adaylığını iade etmesi bu görüşümü değiştirmez. İade edilirse seçime girebilirler. Ancak Kürtleri eskisi kadar seçime ısındıramazlar. Ben artık beş yılda bir yapılan 20 veya 25 Kürdün elli tür engellerden geçerek seçileceği seçimleri önemsemiyorum. Düşünsel enerjimi bu yolda kullanmak da istemiyorum. Halkım da yirmi yıldır sonuçsuz bu oyunlardan bıktı.
Geçtiğimiz aylarda bir bayan arkadaşımızın iki gün geciken bebeği doğarken öldü. Annenin kucağına ölü bir bebek verdiler. Anne için ağır bir tarvmaydı. Toplumsal olaylar bebeğe benzer. Erken veya geç doğum öldürür. Kürtlerin önceki isyanları için erken ve hazırlıksız isyanlar olduğu söylenir. Egemenler erken isyandan çok hoşlanır. Türk egemenleri, erken isyan başlattırma ustasıdırlar. Ama aynı zamanda geciktirme ustasıdırlar da. PKK’yi yenemediler. Oyalayarak, kendi içinde kıvranmasını sağlayarak, barikatlar arkasına sığınmış Kürt nesillerine biber gazı koklatarak, kuşatarak, gerip gevşeterek geç doğmuş bebeğe çevirmek istiyorlar.
Milattan Önce 200’lü yıllarda yaşamış olan Yunan Fizikçi Arşimet:
“Bana istediğim uzunlukta bir kaldıraç verin dünyayı yerinden oynatayım,” demişti.
Mao, rakibi gördüğü Amerika’da deprem yaratmak için milyarlarca sayıdaki Çinliyiolduğu yerde zıplatıyormuş. Dünyanın bu tarafını sallarsan, öteki uctaki Amerika’da deprem olur diye… Bizler anadilimizi serbest edemiyoruz. Dağlardan veya Avrupa’dan inip, ülkemizde yaşayamıyoruz. Bir gencimiz Türk şehirlerinde şarkı söyleyemiyor. Bir Kürt kadını kendi renklerinden ibaret eşarp takamıyor. 21. Yüzyılda Kürt oyu ile seç,ilen milletvekili meclis kürsüsünden Türk olduğuna dair şeref ve namus sözü vermek zorunda bırakılıyor. Toplumsal bu cinnet durumunu anayasaya eklenecek birkaç kelimelik Kürtlük teması mı düzeltecek?
Kürtler insanlık dışı yaratıklar değildir. Bütün uluslar için çözüm nasıl olmuşsa Kürtler için de öyle olmak zorundadır.
Kürdistan halkı, kendi topraklarının toplumsal ve ulusal yasalarıyla yaşamak istiyor.
Kürdistan halkı, kendi adına hareket edenlerden, sömürgeci uygulama ve yasaların topunun ihlal edildiği bir yaşam istiyor.
Ölümcül acılar içinde kıvranıp duran Kürt halkının bu çığlığını duymuyor musunuz?
bildiricihasan@hotmail.com

Çanlar Türkiye için çalıyor


Sabahat Tuncel kim?
İstanbul milletvekili...
Peki, nasıl oluyor da YSK, Anayasa’nın 76’ncı maddesinde göre, Tuncel’in "milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmadığına" karar veriyor?
YSK’nın açıklamasına bakılırsa Sabahat Tuncel’in "geçen seçimde milletvekili seçildiği tarihten hemen sonra adli sicilinin kayda girdiği, bu nedenle bir önceki seçim döneminde yapılan incelemede sabıkasız olarak görüldüğü" tespit edilmiş... Peki, dört yıl boyunca bunun farkına varılmamış mı? Sicilinde kayda giren sabıkası ne? Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu’na muhalefet...
***
Gültan Kışanak kim?
Diyarbakır milletvekili... Peki, şimdi nasıl aday olamıyor? YSK açıklamasına göre adli sicil kaydında kızlık soyadıyla arandığında milletvekili seçilmesini engelleyecek sabıka kaydı çıktığı için... Dört yıldır kimse bunun farkına varmamış mı? Acaba sicile işlenen sabıkası ne? Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu... Bu ince ince anlatmaya çalıştığım tablo size inandırıcı geliyor mu?
Doğrusu bana hiç mi hiç gelmiyor...
Ayrıca şunu da ilave edebiliriz, YSK, Leyla Zana ve Hatip Dicle’nin adaylığını reddediyor ama onlarla aynı konumdaki Selim Sadak, tüm bu aşamalardan kazasız belasız geçerek Siirt Belediye Başkanı seçilmiş... İnandırıcı ve tutarlı bir durumdan söz etmek güç...
***
Ankara bir karar verecek; insanları dağdan mı indirmek istiyor, yoksa topyekûn dağa mı çıkarmak gayretinde? Eğer dağdan indirme amacı söz konusu ise siyasete eğilimli insanların yolunu kesmeyeceksin, dört yıl önce vize verdiğine dört yıl sonra bahane bulup engel çıkarmayacaksın... Şayet başta siyasal iktidar, siyaset kurumu bir çare bulmaz ise bugünleri mumla arar hale gelmekten korkarım...
***
Nitekim hem BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, hem de Sırrı Sakık, hiç istenmeyen gelişmelerin neler olabileceğinin ipuçlarını veriyor...
Selahattin Demirtaş, "bütün seçenekleri gözden geçireceğiz. Gerçekten, yani böylesi hukuksuz durumlara karşı halkımızı seçeneksiz bırakmamak için ve gerçekten de seçimler sağlıklı yapılabilinsin diye elimizden gelen bütün gayreti göstereceğiz. Çünkü Türkiye’de seçimlerin bu haliyle, bu şekliyle yapılması ve bizim seçimlere girmememizin ağır sonuçları olur. Biz bazı sonuçların vebalini taşımak istemiyoruz" derken...
Sırrı Sakık, "bu karar yeniden şiddete davetiye çıkartmaktır" demekte... Eğer bu karar Güneydoğu’da "Kürtleri Ankara’da istemiyoruz" olarak algılanırsa ve Kürt siyaseti parlamentodan çekilir ise zaten sonrasını düşünmek istemem...
***
Bu noktada siyasal iktidar ciddi bir sınavdan geçecek... Ne yapıp yapıp bu çok ciddi krizi aşacak bir çözüm bulmaz ise başta tüm siyaset kurumu ve Türkiye uçurumdan yuvarlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak...
***
Ben, karanlık odakların Türkiye’yi kan revan içinde bırakmak ve nihayetinde de beraber yaşayamaz noktaya sürüklemek istediklerinden şüpheleniyorum... Kaosu, şiddeti ve bölünmeyi ne engeller? Sıkıntıların demokratik kanallara akıtılması ve özgürlüklerin genişletilmesi... Hâlbuki şimdi bunun tam tersi bir durum ile karşı karşıyayız...
***
Türkiye, tüm sağlığını kaybederek yüz üstü yere uzanacak çok kritik bir noktaya sürüklendi...
En ciddi sorunu olan Kürt sorununu çözemediği gibi, demokratik kanallardan bu sorunu adeta hiç çözemeyecekmiş gibi ağır bir mesajla karşı karşıya kaldı...
Yırtıp atmadığı 12 Eylül mantığı ve o dönemin kurguladığı siyaset zihniyeti, Ankara’yı bir kez daha kıskaçları arasına aldı...
Hep birlikte 12 Eylül siyaset kurumuna dokunmadan, demokrasi oyunu oynamanın kefaretini oportünist siyaset anlayışı nedeniyle önümüzde bulduk...
Belaya kaşınan bir irade devreye giriverdi...
YSK son anda "eksik belgeler gelirse adaylıklar geçerli olabilir" diye bir açıklama yaparak geri adım attı ama hukukun da ne kadar kuralsız işlediğini ortaya koydu.
Hukuk sistemini süratle yeniden kurup, Kürt meselesini kararlılıkla kökünden çözemezsek biz bu belalardan kurtulamayız.
Çanlar Türkiye için çalıyor...

star