5 Nisan 2011 Salı

Seçimler, Kürtler, Aleviler ve Sol

Yeni_Özgür_PolitikaSeçimler yaklaşırken yapılan tüm hesapların ve planların Kürtler açısından gösterdiği, Kürtlerin bir kez daha kendi kaderi ile beraber Türkiye’nin geleceğini de belirleyeceği gerçeğidir. Bu nedenle 2011 seçimlerine önceki seçimlerden farklı hazırlanmak gerekmektedir.
Böylesi tarihsel anlarda tarihsel bir çaba ve emeğin sahibi olmak her Kürt’ün, her sosyalistin, her Alevi’nin ve demokratın görevidir.

2011 Seçimleri Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir rol oynayacaktır. Sistem içi güçlerin, iktidar çatışmasında son perde olmaya ya da yeni liberal muhafazakar çizginin zaferini ilan etmeye hazırlandığı bir seçim olmaya adaydır.

AKP militarizmle uzlaşarak Kürtlere saldırıyor
Liberal – miliyetçi - muhafazakar sermayenin temsilcisi konumundaki AKP, seçimlerde halk desteğini arttırarak bir nevi seçilmiş bir diktatörlük peşindedir. Sermaye, siyaset, emniyet vb. devlet araçlarını ve kurumlarını denetimine alan, buradan aldığı güçle militarist Kemalist çizgiyi gerileten, AKP karşısında tek dinamik güç Kürt Hareketi kalmıştır. Yaklaşan seçimler açısından bakıldığında, AKP dönem dönem yaptığı gibi militarizmle uzlaşarak kendine rakip gördüğü Kürt Hareketini ezme planını sonlandırmaya çalışacaktır.

İşbirlikçi Kürt’ten medet ummak
Açılım adı altında yaygınlaştırmaya çalıştıkları tasfiye politikası gün geçtikçe boyutlandırılıyor. KCK adı altında tutuklanan siyasetçilere şimdi işbirlikçi Kürt kesimleri eklemlenmeye çalışılıyor. İki ayak üzerinden yürüyen bu politikanın bir ayağı olarak Kürt sermayesi hazırlanıyor. Verilen ihaleler ve açık para desteği ile sermaye, AKP politikasının yedeği konumuna getiriliyor. Sermaye ile beraber Kürt feodalleri, İslamcıları da bu politikaya yedekleyerek ‘ortak düşman’ Kürt Hareketi kuşatılmaya çalışılıyor. AKP politikasının diğer ayağı ise propagandaya dönük yazım ve sanat alanındaki işbirlikçi konumundaki Kürtlerdir. Sayısı belli olan bu kesimin etkisi olmasa da kara propagandanın tetikçileri pozisyonunda tutuluyorlar. Son dönemlerde bazı tanınmış sanatçılar da bu projeye eklenerek politikaya meşruluk kazandırılmaya çalışılıyor.

Ulusalcı-milliyetçi hamle
AKP ve temsil ettiği kesim, seçimlere hazırlanırken, güç kaybeden ulusalcı-milliyetçi militaristler de yeni hamlelerle durumu dengelemeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu ile yapılan bu hamle yeniden sistemde rol kapma arayışıdır. İlk zamanlarda estirilen medya rüzgarına rağmen yaratılan rüzgarın hız kestiği gözüküyor. Yeni bir hamlenin seçimlerde sonuçları nasıl etkileyeceği belli olmasa da kavgadan kolay kolay vazgeçmeyeceklerini bilmek için kahin olmaya gerek yok.

Kürtler, Aleviler ve Sol’un duruşu
Sistemin yeniden yapılandırma girişimlerinde, klikler arası bu güç çatışmasında demokrasi ve özgürlük güçlerinin nasıl bir duruş sergileyeceği ve kendilerini bu güç çatışması içerisinde nasıl konumlandıracakları henüz netleşmiş değil. Kliklerin bu çatışmasından Türkiye’nin ezilenleri, emekçileri, devrimcileri derlenerek, toparlanarak yeni bir güç odağı oluşturabilir mi? Yeniden bir umut, yeniden bir çözüm gücü olabilirler mi? Açıkçası bu konular şimdilik soru işaretleri ile doludur. Kürt Hareketinin kendi çizgisi doğrultusunda bir hat izleyeceği ve seçimleri halkların çıkarlarına olan bir konuma çekmeye çalışacağı biliniyor. Kürt Hareketinin, politik ve ideolojik konumlanışındaki netliği bilinmesine rağmen Türkiye’deki liberal sol ve radikal sol ile önemli bir dinamik olan Alevilerin bu şekillenişteki duruşları ve konumlanışlarının nasıl olacağı belirsizliklerle doludur. Bu kesimlerin duruşları, Türkiye’nin geleceği noktasında önemli ve etkili olacaktır.

Bugünden baktığımızda saydığımız güçler açısından bakıldığında bir kesimi için geleneksel Kemalist damarın ön plana çıkacağı ve başında inkar etse de, Kürt Alevi kimliğine sahip bir genel başkan, CHP yanında saf tutulacaklarını deklare edecekleri anlaşılmaktadır. Ulusalcı bir bloğun, sol ayağını oluşturacak, bu kesimlerin pratiklerinin öze dönüş olduğunu anlatmak ve bu kesimlerin en azından bir kısmını oluşturulabilecek bir emek, demokrasi ve barış bloğuna çekebilmek gerekiyor.

Statükocu solun durağı CHP!
Sol içerisindeki radikal sol- devrimci grup ise güncel siyaseti yorumlamaktan, reel politikadan uzak bir konumuyla kendini tekrar etmeye devam ediyor. Oldukça statükocu ve muhafazakar bir konumda ısrar eden bu kesimin klasik boykot tavrını dillendirmesine rağmen taban hakimiyeti ve etkisinin zayıflığından kaynaklı tabanın genelde CHP’ye eğilim gösterdiği biliniyor. Devrimci sol içerisinde günü anlamaya çalışan, Kürt Hareketi ile dayanışma içerisinde olmaya bu anlamda duruş sahibi olmayan çalışan kesim ise oldukça zayıf ve etkisizdir. Bu etkisizliği giderme anlamında yapılan birlik görüşmeleri ve platformlar ise, dar grup zihniyetinin aşılamaması ve sistemin yönelimlerinden kaynaklı kendi sürekliliğini sağlayamamaktadır.

‘Yetmez ama evet’çiler ile liberal solun pragmatizmi
Sol kesimler içerisinde durumu en belirsiz ve Kürt Hareketine karşı pragmatist yaklaşan ise, gücünü ötesinde söylemlerle Kürt Hareketini kıskaca almaya çalışarak sonuç almaya çalışan liberal sol ve ‘yetmez ama evet’çilerdir’. Bu kesimler söylemde özgürlükçü ve Kürt halkının yanında olduklarını söyleseler de stratejik süreçlerde yalpalamakta ve sağlam bir duruşun sahibi olamamaktadır. Genelde oportünist ve pragmatist bir pratikle Kürt Hareketini yönlendirmeye ve akıl hocalığın soyunmaktadırlar. Seçimler yaklaştıkça bu kesimin yeniden Kürt Hareketini manipüleye yöneldiği ve kendi etraflarında dönecek bir blok yönlendirmesi yaptıkları görülüyor. Liberal sol ve aydınlar aslında Kürt Hareketinin demokratik değişim ve dönüşüm için kendilerine biçtiği ve oynatmak istediği rolü doğru kavramayıp sistemi de iyi okuyamaktadırlar. Referandumda AKP hükümetine açık çek verip bir aferinle yetinenler, Kürt halkına karşı borçludurlar. Bundan kaynaklı Kürt Hareketine çıkarsal yaklaşımlardan vazgeçmelidirler ve Kürt halkının kendilerinden var olan beklentiye cevap olmaya çalışmalıdırlar. Eğer bu duruşu gösterirlerse bu halkın kendi dostlarına karşı vefalı olduğunu bilmelidirler.

Alevi kurumların tavrında bireysel çıkarcılık hakim
Sol siyasetin dışında Türkiye’de önemli bir dinamik olan Alevilerinde seçimler yaklaşırken tavırlarının sağlıklı olmadığı gözüküyor. Son Alevi Kurultayı ve İzmir mitingi konusunda çıkan antlaşmazlıkların altında yatan sebep aslında ikbal avcılığıdır. Alevi kurumları ve örgütlülüğü genel halkın çıkarlarından ziyade maalesef bireysel ikbal peşlinde koşmaktadır.

Aleviler geçmiş seçim süreçlerindeki değerlendirmeleri bir yana bırakılırsa, önümüzdeki dönemde ağırlıklı olarak CHP ve kısmen de AKP içerisinde yer alacağı gözüküyor. Kürt Hareketi ile hareket edecek Alevilerin geleneksel kitlesi olacağı şimdiden kestirmek zor değil. Daha çok muhalif olan ve Kürt Hareketine yakın duran Kürt Alevilerinde yaratılan Kılıçdaroğlu rüzgarı ile CHP ye kayma riski vardır. Kılıçdaroğlu operasyonunun hedef kitlelerinden birinin Aleviler olduğu göz önüne alındığında, Alevilerdeki bu ikbal avcılığı ve CHP önünde kuyruk olma alışkanlığını ciddi değerlendirmek gereklidir. Alevi adaylar konusunda ise mevcut öne çıkan isimlerin bir çoğunun CHP ile şimdiden nikah için hazır oldukları görülüyor. Bunun önüne geçmek için şimdiden önünü kesecek bağlayıcı kılacak, ilkeler propaganda edilerek demokratik blok zemini hazırlanmalıdır. Yoksa Demokratik Alevi Hareketi bileşenlerinin temsilcisi olarak gördüğümüz isimlerin birçoğu CHP kapısında nöbetçi olacak gibi gözüküyor.

Kürt Hareketi sürece yön verecektir
Tüm bu değerlendirmelerin ışığında görünen odur ki, Türkiye’nin demokrasi güçleri tek başlarına sistem içerisinde güç olmaya çalışan kliklerin çatışmasında güç sahibi olamayacaktır. Burada belirleyici olan Kürt Hareketi’nin sürece nasıl yön vereceğidir. Kürt Hareketi’nin önündeki seçeneğin bağımsız aday stratejisi ile seçimler batıda ve Kürt coğrafyasında ayrı anlamlar yüklenecektir.

Bölgede AKP ve asker işbirliğine karşı tek başına olacağı biliniyor. Son dönemlerdeki kuşatma göz önüne alındığında ve sistemin son dönemdeki söylemlerine, yaklaşımlarına bakıldığında Kürt Hareketi’ni parlamentoda görmeye çok istekli olmadığı gerçeği görülmektedir. 2011 seçimleri daha stratejik bir önem kazanıyor. Bölgedeki tasfiyeye dayalı kuşatma ve yok etme konseptine karşı Kürt Hareketi’nin batı metropollerinde oluşturacağı siyasi hat daha önemli olmaktadır. Bölgedeki kuşatmayı teşhir etme ve aşarak Türkiyeli demokrasi ve emek güçleri ile buluşarak aşılabileceği gerçeği ayrı bir önem kazandırıyor.

Böylesi bir tarihsel döneme tarihsel bir çabayla yanıt verilir
Kürt Hareketi’nin Türkiye metropollerinde oluşturacağı blok, klikler çatışmasında yeni bir dinamiği açığa çıkarabilir. Bu noktada görev, kendini sisteme muhalif gören kesimlerin oluşturabileceği birliğin çapı ve açığa çıkaracağı sinerjidir. Bunun zemini vardır ama aynı zamanda her kesimin farklı hesapları olduğu gerçeğinden yola çıkılınca zorluğu da ortada. Seçimler yaklaşırken yapılan tüm hesapların ve planların Kürtler açısından gösterdiği ise, Kürtler bir kez daha kendi kaderi ile beraber Türkiye’nin geleceğini belirleyeceği gerçeğidir. Böylesine önemli bir sorumlulukla yüz yüze olan Kürtlerin, bir dönüm noktası olabilecek 2011 seçimlerine önceki seçimlerden farklı hazırlanmaları gerekmektedir. Böylesi tarihsel anlarda tarihsel bir çaba ve emeğin sahibi olmak her Kürdün, her sosyalistin, her Alevinin, demokratın görevidir.
ERGİN DOĞRU

2011 Seçimleri veya Faşizmin Kurumlaşma Sınavı

Kürdistan dâhil, Türk Devleti’nin üstünde yükseldiği topraklarda yaşayan halklar, şu anda bloklaşmak isteyen partiler dışında, hayret edilesi bir duruş sergiliyor, bir türlü demokratik bir tavır sergileyemiyorlar. Sanki demokrasinin bütün yükünü sadece Kürtler ve sosyalistler yüklenmeli imiş gibi bir duruşları var bu insanların.

Atatürk tipi faşizmin yıkılma noktasına geldiği, onun yerine “Ilımlı-İslam” adı verilen yeni ve daha köklü bir Erdoğan rejiminin geçmekte olduğu veya Duçe Faşizmi’nin geçtiği bir dönemeçteyiz. 2011 Seçimleri, eğer açık farkla kazanırlarsa, söz konusu rejimin tüm hatları ile tescili olarak kabul görecek ve sıcak temas dışında geri dönüşsüz bir noktaya gelinecektir (point to no return)..


Bu arada faşist yürüyüşün, Türk Devleti’nde aldığı mesafeyi gösteren Ahmet Şık’ın kitabını herkese tavsiye ederim. Özellikle polis teşkilatının Gülen Cemaati tarafından nasıl zapt edildiğini göstermesi önemlidir. Faşizmin tehlikelerini anlamamakta ısrar eden, durumu hafife alan sorumsuzlar bu kitabı sindirerek, eleştirel bir gözle okusunlar derim.


Emekçisi, işsizi ve sermayedarı ile Türk Halkı, her faşist rejimin iktidarı aldığı zaman yaptıklarını yapan ve halka şirin görünmek için tedbirler alan Erdoğan’ın gerçek yüzünü gördüklerinde iş işten geçmiş olacaktır. Bilinir, Hitler iktidarı aldığında okullara süt dağıtmak dâhil, Almanlara şirin gelen bir çok iyileştirmeler sağlatmıştı. Fakat sonunda Alman Halkı’nı, bir intikam boğuşması olarak gördüğü II. Dünya Savaşı macerasına iteledi ve olanlar oldu…


Şu anda vaatlerini, yetim hakkını başkasına yedirmeme, yani bütçeyi dikkatli kullanma gerekçesi ile sınırlandırmış gibi görünse de ideolojik yoldaşlarını kollamaktan asla geri durmayan bir AKP iktidarının estirdiği fırtınayı yaşıyor Türk Devleti’nin “tebaası”. Alman Mahkemeleri tarafından tescil edilen, Kanal 7 adlı TV’nin oluşması gibi soygun olaylarını da örtbas eden bu neo-faşist adam, ABD ve İngiltere’nin tam desteğini arkasına almış durumdadır. Kanal 7 sadece bir örnektir. Nerede ise bütün yandaşlarını ihya eden kolaylıklar sağlayarak, ekonomik bakımdan da güçlü kadrolar yaratan Duçe Erdoğan şimdi hayatının en önemli dönemecindedir (“Bizim Çalık” örneği).


Evet, Seçim-2011 faşizmin kurumlaşmasının önündeki engelleri kaldırmak için Erdoğan tarafından çok iyi kullanılacaktır. Daha şimdiden diktatörlüğünü daha açık bir şekilde ilan edeceği Başkanlık Sistemini tartıştırıyor. Eğer yeterli sayıda, yani konuyu referanduma götürecek kadar milletvekili çıkarırsa bu sistemi tereddütsüz bir şekilde hayata geçirecektir.


Türk kesimine baktığımızda Marksist Sosyalistler hariç, demokrat sayılabilecek bir örgütlenme göremeyiz. Sosyalistler ise BDP’nin parlak varlığına rağmen bir türlü toparlanamamakta, dikkate alınabilecek bir güç haline gelememektedirler. Hele neredeyse Ergenekonculuk kokan bir “komünist” parti var ki evlere şenlik.


Yine Türk kesiminde sosyal demokratım diyen bir de CHP var. Başında çifte dönek (Kürt olduğunu inkâr ve Alevi olduğunu örtbas eden) Kılıçdaroğlu denilen bir unsur bulunan bu parti sözde Atatürk Faşizmi’ni hedeflemektedir. Fakat ne sermaye kesiminde, ne orduda ne de poliste dikkate alınacak bir tabanları veya güçleri yoktur. Sokak hâkimiyeti ise resmen sıfır! Bunlarınkine tabansız faşizan bir eğilim diyebiliriz. Gülünç, ama öyle…


Bazıları bu görüşüme çok keskin bir görüş gözüyle bakabilirler. Fakat tabii ki öyle değil. Lafı hiç dolandırmadan söyleyelim; Kürdistan Meselesi ve inanç özgürlüğü meselesi Türk Devleti’nde bir turnusol kağıdı gibidir. Diğer bütün sorunlar bu iki sorunun etrafında birer pervane sayılır. Bu iki sorunu ciddiye alan ve demokratik, onurlu bir çözüm getiren örgütlü bir akım, Türk Devleti’ni çağdaşlaştırabilir. CHP’de bu iki meselede de duyarlılık hissedemeyiz. Atatürk İlkeleri denilen, geçerliliği kalmamış olan “ulus devlet” ve “güçlü Türk Devleti” yaratmayı zora dayandıran “anayasal” ilkeler tümüyle çökmüşlerdir. Öte yandan oportünist de olsa, Sosyal-Demokrasi’nin bazı değerlerine sahip çıkmak gibi bir eğilimleri de yoktur. Kısacası CHP şu andaki yapısı ve duruşu itibarı ile havada bir partidir.


Türk kesiminin diğer faşist partisi ise MHP’dir. MHP, 1960’lı, 1970’li yıllarda ABD’nin kurdurduğu gladyonun sokak gücü olarak ortaya çıkmış, o zamanların (1970’li yılların) TÜSİAD’ında gizli gözdesi olmuştu. Irkçı ideologları vardı ve “bozkurtların dirilişini yaşıyorlardı. Kısacası Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar uzanan bir Türk egemenliği hayalini kuruyorlardı. Yani o zamanlar faşist eğilimleri ciddiye alınabiliyordu. Ama yaşadığımız zaman diliminde, bilhassa 2002’den sonra inişe geçtiler. Artık sermaye kesiminin desteği yoktu arkalarında. TÜSİAD çoğunluk grubu çoktan beridir demokrasinin evrensel değerlerine sahip çıkmaya başlamıştı. Mantar gibi türeyen bedavacı Anadolu Kaplanları onları sinirlendiriyordu. Çıkış yolu ararken, tek destekleri Avrupa Birliği kalmıştı. Bu destek de Erdoğan’ın AB’yi kızdıran manevraları ile boşa çıkmış, Türk Devleti AB tarafından bir düşman olarak veya daha hafif deyimi ile ikinci sınıf devlet olarak algılanmıştır.


Sadede gelirsek, bu haliyle Seçim-2011 AKP tarafından başlamadan kazanılmış gibidir. Öyle görünüyor ki, AKP için önemli olan kaç milletvekili çıkaracağıdır. Yani (önemli olan) yeni Erdoğan tipi diktatörlüğü pekiştirecek yeni Türk anayasasını çıkaracak çoğunluğa ermektir. Aslında elindeki kurumlara bakıldığında buna pek de gerek yok. Çünkü kuvvetler ayrılığının bittiği bir sistemin bütün ipleri Diktatör ’ün ellerindedir. Polis onda, ordu geniş ölçüde onda, sermaye çevrelerinin desteği onda, ılımlı-islam temelinde yükselen ideolojik mücadelede üstünlük de onda. ABD destekli Erdoğanizm, şu an itibarı ile bütün yatırımını Kürt Halkı’nın beyinlerini teslim almaya yapmıştır. Beyinlerin teslim alınması, direncin kırılması demektir. Bu da teslimiyetin dayatılmasını kolaylaştıracaktır. Son Güney ziyaretinin parlatılmasının temelinde bu yatmaktadır. Tabii ki Erdoğan’a destek veren bazı kuzeyli Kürtleri ’in üstün ihanet madalyası alma çabalarını da unutmamak gerekir..


Fakat durumu bir nebze kurtarmak, dengelemek hala mümkündür. Bunun için (maalesef) CHP’ye görev düşmektedir.


Eğer bu parti;


-Artık Kemalizm’in hiç olmazsa ana çizgilerinin aşındığını, bir daha taraftar bulamayacağını bilirse,


-İdeolojikman değişime hazır olduğunu, seçimden hemen sonra bazı ağırlıklarından kurtulma mücadelesi vereceğini gösterirse,


-Kürt (daha doğrusu Kürdistan) Sorunu ile Alevilik ve Alevilik konusunda sistemin dışına çıkma eğiliminde olduğuna inandırabilirse,


-Seçimde Dersim’i ayartmak yerine, İstanbul’da, Bursa’da, İzmit’te, kısmen de olsa, Konya’da, Bolu’da veya Ankara’da varlık göstermeye çalışırsa...


-Soyut kavramlar yerine doğru bir sınıf veya kitle tercihi ortaya koyabilirse durum kurtarıla bilinir... Aksi takdirde kendisi de kaçınılmaz olarak söz konusu faşizm heyelanının altında kalacaktır.


Kürtler ’in kitlesel tercihi olan BDP ve diğer HAK PAR ile KADEP hariç, küçük Türk partilerinin politikaları berrak olmadığından teker teker erimeye mahkûmdurlar.


Türk Partileri şunu çok iyi bilmelidirler: Hiç bir odak kendisine toplumsal bir taban bulamadan, doğru politik hedefleri, sınıf veya kitle tercihleri ile taçlandırmadan yaşayamaz. İşte MHP’nin bir zamanlar gladyocu olan şeflerinin durumu. Bunların sapır sapır dökülmeleri, soyut bir ırkçılık temeli üstünde tutunma çabalarının artık anlam yitirdiğinin en açık delilidir..MHP’nin bütün kaleleri şu anda AKP’nin elindedir. Dış Türkler AKP’yi tanırlar. İçte ise ırkçılar AKP ile kol kola yürüme talimi yapıyorlar.. Bütün bunlar İslami tırmanışı durdurmak isteyen ABD’nin desteği ile olmaktadır. Bu manzara karşısında MHP liderleri sadece bağırıp çağırmakla meşguldürler. Barajı geçmeleri bile şu an itibarı ile şüpheli.


Görüldüğü gibi durum çok hassas… Demokratlar ’ın, Kürtler ve sosyalistler ile birlikte hareket ederek dikkatli bir seçim stratejisi geliştirmeleri kendileri açısından şarttır. Yaşamak istiyorlarsa “bana dokunmayan Erdoğan bin yaşasın” dememelidirler. Çünkü faşistin ne zaman kimi hedef alacağı hesaplanmıştır. Adım adım ilerliyorlar. Bu bilinsin!