3 Mart 2011 Perşembe

Kadın ve Kapitalizm

Sistem dışı bakış açısı sağlanmadığı, kavramlara doğru anlamlar yüklenmediği sürece doğru ve etkili mücadelelerin gelişmesini beklemek gerçekçi olmamaktadır.
 
Uygarlıksal gelişim süreçleri ataerkil zihniyetin kendini siyasal, ekonomik, sosyal vb açılardan kurumlaştırdığı süreçler olmuştur. Kadını sistemin tabanına yerleştirerek toplumsal yapılanmayı inşa etmiş, aile içerisinde kadınla başlayan köleleştirme süreci bir toplumsal sisteme dönüşmüştür. Öyle ki karılaştırma siyasal ve sosyal bir olgu olarak halkların, toplumların köleleştirilmesinde ataerkil sistemin temel politikası haline dönüşmüştür. Nitekim kadınla beraber erkek ve toplumun tümü bu cendereye alınmıştır. Bu kapsamlı inşaya rağmen, toplumsal doku hiçbir zaman yaşanan bu durumu kabullenmemiş ve bütün tarih boyunca buna karşı mücadelesini sürdürmüştür. Toplumlar doğal toplumun özgür yaşam geleneğine bağlılıklarını isyanlar gibi karşı çıkışlarla ifade etmişlerdir. Ataerkil sistemin en dibine yerleştirilen kadın, özgürlük arayışını her dönem farklı biçimlerde dile getirmekten geri kalmamış ve komünal öze dönüşü amaçlayan her toplumsal isyanın önemli bir parçası olmuştur. Bundan dolayıdır ki, kadını köleleştirerek kendi sistemini örmeyi hedefleyen egemenlikli sistem, tek tanrılı dinlere kadar kadını bir bütünen kuşatmayı başaramamış ve ataerkil sistem açısından kadın, bir tehlike olarak varlığını sürekli hissettirmiştir. Ancak tek tanrılı dinlerin gelişimi ile beraber kadınsal değerlerin tümü elinden alınmış ve kimliksiz, dilsiz bir varlık haline dönüştürülmüştür. Kutsal ananın yarattığı tüm yaşam değerleri ona ihanet edecek düzeye getirilmiştir. Bilgelik, yaratıcılık, toplumsallık gibi yarattığı tüm değerlerden yalıtılarak, cinselliğiyle sessiz bir ağlayışa terk edilmiştir. Kadın kendine, topluma ve doğaya yabancılaştıkça ataerkil cinsiyetçilik kendini daha fazla kurumlaştırarak yaşamı tüketen bir gerçekliğe bürünmüştür. Yaşamın düalist gerçeği inkar edilmiş, toplumsal denge tümden yok edilmiştir.
Uygarlık toplumunun, kendisini yenileyerek toplumun her alanında siyasal sosyal, ekonomik, kültürel vb birçok konuda kurumlaştırarak kapitalist toplum gerçeğine dönüşmesi ataerkil sistemin zirvesi olmaktadır. Hiç bir uygarlıksal toplum, kapitalizm kadar kendi yaşam kültürünü toplumun her kesimine yedirmeyi başaramamış ve toplumun her kesimini gönüllü bir dişlisi haline getirememiştir. Güncel bir durum olması itibariyle yaşamın bazı kesitlerini ele almak önemli olmaktadır.
Öncelikle başta Ortadoğu olmak üzere azgelişmiş ülkelere dayatılan ve toplumun benzemek için çokça çaba sarf ettiği kapitalist yaşam biçiminde kadının konumunu irdelemek gerekmektedir. Eğer bir toplumun gelişkinlik düzeyi kadının düzeyiyle anlaşılır gerçeği anlam ifade ediyorsa kapitalizm yaşam ölçülerinin gelişkinlik düzeyini de bu noktadan ele almak gerekir. Hiç bir toplumsal süreçte kadın cinselliği kapitalizmde olduğu kadar kullanılmamıştır. Kapitalizmde kadın cinsel bir obje olarak ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, sportif bütün alanlarda son derece etkili bir biçimde kullanılmaktadır. Reklam sektörünün en gelişmiş metası olarak kadın bedeni en alakasız konularda bile pazar rekabetini, rağbetini arttırmada temel araç olarak ele alınmaktadır. Kocaman bir reklam panosunda çıplak bir kadın bedeninin resmi ile sıradan her hangi bir malın reklamı yapılır. Bu yolla mala ilginin artması, satışların yükselişi, kısacası ticari çıkarların elde edilmesinde kadının kullanılması kapitalizmin temel bir ilkesi haline getirilmiştir. Bu yolla kadın cinsel bir meta olarak aşkın, sevginin, duygunun, güzelliğin tüketildiği bir hale, toplumsal uyuşturmanın öncelikli ve en etkili argümanı durumuna getirilmiştir. Sanat dünyasında kadına yaklaşım cinselliği üzerindendir. Kadının zekası sadece cinsel güzelliğini korumaya ve geliştirmeye dönük işletilmektedir. Beğenilmek en büyük erdem olarak kadının önüne konulmuştur. Yazılı ve görsel medyanın temel çalışmalarından biri kadın fiziğinin ölçülerini belirlemek ve toplumun hizmetine sunmaktır. Oysa kadının yaşadığı onca acılar önemsiz haberler olarak geçmektedir.
Kadın ticareti kapitalizmin en büyük sektörlerinin başında gelmektedir. Ağırlıklı olarak az gelişmiş ülkeler başta olmak üzere 9 yaşındaki çocuklar dahil toplanan kadınlar kafileler halinde kadın tüccarlarının elinde farklı ülkelerde satışa sunulmaktadır. Çocuk pornosu ve fuhuşu özellikle Avrupa ve ABD gibi ülkelerde bir sektör haline gelmiştir. Yine uyuşturucu ticaretinin en önemli elemanlarını kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Genel evlerde çalışan kadınlar binaların vitrinlerine yani pencerelerine çıkarılarak sergilenmekte ve gelenin elbise alır gibi beğenisine sunulmaktadır. Cinsel şiddet en üst düzeyde pornografi ile erkeğin hizmetine sunulmaktadır. Kadın bedeni parça parça estetik cerrahinin kullanım alanı haline getirilerek kadının cinsel çekiciliğini sürekli koruması sağlanmaktadır. Kısacası kadın bedeni artık bütün olarak değil, her organı ayrı ayrı metalaştırılarak ataerkil sistemin hizmetinde kullanılır hale getirilmiştir.
Kadın emeği başta ev emeği olmak üzere dünyanın en gelişmiş ülkeleri de dahil en ucuz iş gücü olarak halen ele alınmakta ve kadın bir biçimi ile kendi ürettiklerine yabancılaştırılarak sürekli erkeğe veya devlete muhtaç kılınmaktadır. Kapitalist sistemde kadına sunulan iş imkanı sanki özgürlüğün en somut örneği gibi sunulmaktadır. Ancak kadının emeğinin bu yolla iki kez sömürüldüğü açıktır. Kadının evdeki işçiliği ve emeği hiçe sayılmaktadır. Dışarıdaki iş sahasında ise bir erkeğe göre daha dezavantajlıdır ve emeğinin karşılığını asla alamamaktadır. Kapitalist sistem erkeği bu yönüyle bir kez sömürüyorsa kadını iki kez sömürmektedir.
Siyasi açıdan da son yıllarda kadına yaklaşım önemli oranda öne çıkarılmaya çalışılmaktadır. Geçmişte siyasi arenaya asla sokulmayan kadın şimdi devlet politikalarını en iyi uygulayan bir kesim olarak sembolik pozisyonlarda siyasette aktifleştirilmeye çalışılmaktadır. Kadının siyasete katılımı ve rol üstlenmesi genel olarak erkeğe benzeşme veya öykünme, eklemlenme temelinde olmaktadır. Kadın özgürlüğü ve özgün kimliği temelinde bir katılım yok denecek kadar azdır. Genel olarak açığa çıkan sistemin sunduğu göreceli özgürlük yaklaşımına kanarak erkek egemenlikli sistemin politikalarını pratikleştirmenin bir uygulayanı olmayı benimsemektir. Dikkat edelim siyasette aktif rol üstlenen hiçbir kadın, toplumsal barış, kadın özgürlük mücadelesi, eşitlik vb özgürlük ve toplumsal sorunlara eğilmemektedir. Egemenlikli sistemin kendini daha fazla kurumlaştırması için ne gerekiyorsa ona koşmaktadır. Bir erkekten daha fazla savaştan, adaletsizlikten yana tutum almaktadır. Kendi cinsine ise bir erkeğin yaklaştığı gibi adeta yaklaşmakta, özgürlük sorununu kendi sorunu olarak görmemektedir. Bu nedenle toplumdan olabildiğince kopmaktadır. Kadın rengi, anlayışıyla siyaset yapmak, demokratik siyaset anlayışının gelişiminde bir kadın olarak rol almak yerine egemen ve kadın aleyhine olan siyasetin kendini kurumlaştırmasında ağırlıkta kadın rol oynamaktadır.
Geçmişte toplumun en temel yapı taşı aile iken,  kapitalist toplumlarda ailedeki bireyler direk ve tek tek devlete bağlanmışlardır. Yani evdeki koca artık devletin kendisidir. Kadınla ilgili örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak sorun kadınla başlasa da artık toplumun her kesimini etkisine alan bir durumu ifade etmektedir. Çocuklar, gençler ve erkekler hepsi artık bu çemberin içindedir. Kadına uygulananlar yöntemler eskiden halkların sömürgeleştirilmesinde kullanılıyordu: Şimdi ise toplumun yediden yetmişe her kesimine uygulanmaktadır. Kadından başlayarak toplumun her bireyi farklı yol ve yöntemlerle kapitalist sisteme ve onun egemenlik mekanizmalarına mahkum kılınmış ve esir alınmıştır. Toplumsal bağlar postmodern felsefeyle darmadağın edilmiştir. Komün yaşam yerine maddiyata boğulmuş bireycilik, özgürlük adına toplumsallıktan kaçış ve kopuş alabildiğine derinleştirilmiş ve bir tercih olarak bireylerin önüne konulmuştur. Günü istediği yaşamak ve kişisel ihtiyaçlarını karşılamak temel yaşam biçimi olarak bireye ve topluma kabul ettirilmiştir. Geçmişin tarihsel, toplumsal bilinci ve geleceğe ilişkin hedef ve umutlar yerine anı yaşama felsefesi yegane yaşam felsefesi olarak özümsettirilmiştir. Buna karşı kadının genel bir direnişi olsa da kapitalizmin sahte özgürlük yaklaşımı kadının gözünü de bağlamakta ve özünde derinleştirilmiş kölelikten başka bir anlam taşımayan bu yanlış özgürlük anlayışını sistemin bir gelişkinliğiymiş gibi kadına sunmaktadır. Bununla kadın her geçen gün kendi cins değerlerinden uzaklaşmakta, özüne yabancılaşmakta ve egemenlikli sistemin her türlü yönelimine açık hale gelmektedir. Bundan dolayıdır ki, dünyadaki kadın örgütlerinin çoğu başlangıçta kadın özgürlüğü adına ve bağımsız duruş amacıyla yola çıksalar da zamanla sistemin çarkına takılmaktan kendilerini kurtaramamaktadırlar. Birey olarak kadının durumu daha vahim bir hal almakta ve süslü köleliği benimser hale gelmektedir.
Günümüzde fuhuş, devletler düzeyinde bir iş sektörü olarak ele alınarak yasallaştırılmaya çalışılmaktadır. Başta Almanya olmak üzere birçok ülkede yasal zeminleri oluşturulmaya çalışılmaktadır. Yani ‘ha emeğini satmışsın, ha bedenini, eğer çalışmak istiyorsan fark etmez’ yaklaşımı bir devlet politikası haline getirilmeye çalışılmaktadır. Aksı halde dünya futbol maçları için 200 000 kadın, seks işçisi olarak çalıştırılabilinir miydi? ABD’de 3 saniyede bir kadına tecavüz edilmesini, İngiltere’de tecavüzün en çok kadının eşi veya erkek arkadaşı tarafından gerçekleştirilmesi,  Fransa’da her altı ayda en az bir kadının aile içi şiddetten ölmesi vb gibi olayların dünyanın demokratik sayılan ülkelerinde yaşanması gerçekleşebilir miydi? Ya da Afrika’da tecavüzün çok yoğun olduğu bazı ülkelerde caydırıcı olsun diye vajinaya konulmak üzere alarm sistemleri geliştirilmeye çalışılır mıydı? Yani mevcut kapitalist sistemde amaç para kazanmak olduktan sonra köklü tedbirlere zaten gerek yoktur kadına karşı hakim politikaların başında gelmektedir.
Diğer bir yön ise bireyin bütün toplumsal zincirlerinden boşaltılarak canavarlaşmasının ve manevi tükenişinin önünü açmak olmuştur. Birey özgürlüğü adına toplumsal değer yargıları ve ahlakı ayaklar altına alınmıştır. Kimsenin kimseye dokunamadığı bir ortamda yüzlerce kişinin bulunduğu bir metroda üç kişinin bir kadına tecavüz etmesi doğal olmayıp da, ne olacaktır? Ya da fuhuşa bulaşmış bir kadının ‘bu işi isteyerek yapıyorum, güzel giyinmek, rahat yaşamak, istediklerimi alabilmek için’ demesini normal karşılamalı mıyız? Yine ‘8 saat patrona çalışıp aç yaşayacağıma, iki kez bedenimi satıp daha fazlasını alıyorum’ diyen kadını nasıl algılamalıyız? Tabii iş sadece böyle değil. Feodal değer yargılarının en yoğun olduğu Ortadoğu’da eşini, kızını satan erkekleri nasıl değerlendirelim?
Sorunu sadece bu örneklere boğdurmak gerçekçi olmayabilir. Amaç yaşananları bazı örneklerle görünür kılmaktır. Sistem bir kesimi açlıkla terbiye ederek ucuz iş gücü olarak kendisine bağlarken, bir kesimi ise sınırsız maddi çeşitliliklere boğarak manevi bir tükenişi yaratmaktadır. Kısacası toplumun her kesimini içine alacak ideolojik bombardıman altında yaşananlar doğallaştırılmakta, gönüllü hale getirilmektedir. Birey özgürlükleri adına her şeyin mubah olduğu bir toplumsal dokuda yaşananlar herkesçe tahmin ediliyor veya biliniyordur. Burada önemli olan tüm bunların özgürlük, demokrasi, eşitlik adına yapılıyor olmasıdır. Tabii savaş, açlık, yoksulluk, işsizlik gibi birçok toplumsal sorunu da eklersek bu kavramlara nasıl anlamlar yüklendiği daha iyi anlaşılır. Toplumun bütün değerlerinin içinin boşaltılarak sistemin sürekli kendisini üretiyor olması, kapitalist sistemin yaşam alışkanlıklarının toplumun ve bireylerin bütün hücrelerine kadar indirgendiğini göstermektedir. Yüzyıllardır özgürlük mücadelesi yürüten hareketlerin nihayetinde sisteme eklemlenmeyle sonuçlanması bu gerçekliğin yeterince çözümlenmemesiyle bağlantılıdır. Yani devlet ve iktidar gerçeğinin başta kadın ve doğa olmak üzere yararlanabileceği bütün olguları hizmetine sunması. Bunu bilimsel olgularla tamamlayarak tüm refleksleri ortadan kaldırma gerçekliği.
Kapitalist toplumlarda da yaşanan toplumsal sorunlarla mücadele eden kesimler var mutlaka. Ancak özgürlük eşitlik,  demokrasi gibi kavramların içi o kadar boşaltılmış ki, yürüttüğü mücadelede bağımsız olduğunu söyleyen sivil toplum örgütlerinin bile devlet sınırlarına takılmasına sebep olmaktadır. Yani en bağımsız olduğunu söyleyen sivil toplum örgütlerinin sınırı sistemin sınırlarını aşamamaktadır. Dolayısı ile sistem dışı bakış açısı sağlanmadığı, kavramlara doğru anlamlar yüklenmediği sürece doğru ve etkili mücadelelerin gelişmesini beklemek gerçekçi olmamaktadır.
Özgürlük mücadelesi yürüten hareketler açısından önemle sorgulanması gereken devletçi iktidarcı sistemi ne kadar aşıyor olduğudur. İdeolojik olarak devletçi toplumların yaşam zorunluluklarını aşmak özgürlük açısından atılacak en önemli adım ise bizim gibi özgürlük mücadelesi yürüten hareketlerin de toplumsal zorunlulukları aşma çabamız her kesimden daha fazla ve daha cesur olmak durumundadır. Toplumun yapı taşlarını değiştirmek isteyen bir hareket olarak son derece hassas davranmak önemlidir. Çünkü doğru bir mücadele ile yaşamı yaratamazsak ortaya çıkacak olan sonuç hiç de istediğimiz gibi olmayabilir. Ancak hassasiyet adına toplumsal tabuların üzerine gitmemek,  bu alanları kapitalizmin hizmetine açık hale getirmek anlamına gelmektedir. Çünkü kapitalist toplumun kendini üretimi ve yaşatması bu alanlarla mümkündür.
Özgürlük mücadelesine öncülük eden bir hareket olarak özgürlük ideolojisinin ortamımızda yaşamsallaşma düzeyi özgürlük sınırlarımızı da belirleyecektir. Önderlik ‘Özgürlük düzeyiniz, pratikleşme sınırınızdır’ derken yaşamın önemini ortaya koymaktadır. Gerek örgütsel gerekse de toplumsal gerçeğimizde yaşamımıza yansıyan, bireycilik, maddiyatçılık, insan ilişkilerindeki pragmatizm, amaçsızlık, tüketicilik vb olgular varsa evrenin hangi köşesinde olursak olalım yürüttüğümüz mücadele ile ters düşme riskini her zaman yaşama ihtimalimiz var demektir. Bunun için Özgürlük Hareketinde yer alan bireyler olarak içinden geldiğimiz kapitalist toplumun kişilik ve yaşam tarzımıza yansıyan yanlarını iyi çözümlemek ve bunlarla mücadele ederek özgür kadın kimliğine ulaşmak önem taşımaktadır.

Rojé AVAŞİN