13 Ocak 2011 Perşembe

TC, Hizbullah ve PKK üçgeninde Kürdistan


Boşuna, 'söz uçar yazı kalır' dememişler.

Söz çabuk unutuluyor. Özellikle iletişim çağında uzun ömürlü sözden söz etmek mümkün olmuyor. Buna karşın yazı ise varlığını şöyle ya da böyle koruyabiliyor.

Hizbullah liderleri TCK’nın 102'inci maddesinde yapılan değişiklik gereği tahliye edilince telefonla bağlandığım ROJ TV'de görüşlerimi sıcağı sıcağına kamuoyumuzla paylaşmıştım.

Erdal Er'in hazırlayıp sunduğu ROJ Aktuel programında, Hizbullah’ın tahliye edilmesinin görünür amacının Kürdistan'da gerileme sürecine giren AKP Hükümeti'ne yapılmış 'devlet takviyesi' olduğunu söylemiştim.

Ardından Hizbullah-PKK çatışması beklemediğimi, bunun koşullarının -şimdilik- mevcut olmadığını belirtmiştim.

Birkaç gün sonra yine ROJ TV’de; bu kez Koray Düzgören'in, yazar Engin Erkiner'le birlikte katıldığım Medya Kritik programında Hizbullah tahliyesini daha geniş bir açıdan değerlendirme fırsatı elde etmiştim.

Devletin tahliyedeki taktik amacının legal Kürt siyasetinin önüne yeni bir baraj kurmak ve böylece seçimleri kurtarmak olduğunu söylemiş, ancak, bunun yanı sıra stratejik hedefleri olduğuna da dikkat çekmiştim.

Eskinin 'tek tipçi' Kemalist devletinin Kürdistan’da çöktüğünü belirtmiştim. Tahliyeleri bununla ilişkilendirmiştim…

Gerçekten de Türk devleti, vahşice uyguladığı ırkçı ve imhacı politikası yüzünden Kürt halkını kaybetmiş durumda. TC artık Kürdistan'da çıplak zorla ayakta kalabiliyor. Onu da ne kadar sürdüreceği sorusu orta yerde duruyor.

Kim ne derse desin TC'ye bu haliyle Kürdistan’da bir gelecek görünmüyor.

Devlet artık Kürtleri kaybetmiştir.

Bu kesindir ve geç de olsa kendisi de bu gerçeği kabul etmiştir.

AKP iktidarıyla birlikte bu yüzden zaten konseptini değiştirmiştir. Kaybettiği Kürtleri ve Kürdistan'ı İslam'la yeniden kazanmaya ağırlık vermiştir.

TC, 1920’nın jakoben -faşist- paradigmasından vazgeçmiş, karakterini değiştirmiş; Kemalizmin yerine İslam'ı geçirmiştir.

Hizbullah tahliyesi, Türk devletinin Kürt halkını kendine yeniden bağlama konseptinin bir parçasıdır. Hizbullah'a 'sahaya dön' emri verilmiştir. Ona yeni misyon yüklenmiştir.

Kamuoyu Hizbullah adını sanki yeni duymuş gibi şok geçiriyor ancak onun da bölgede en az PKK kadar bir geçmişi var.

Benim Hizbullah ya da halk dilindeki adıyla Hizbulkontra'yla karşılaşmam 1987 yıldır.

Bundan tam 23 yıl önce; 1987 yılında o dönem çalıştığım 2000'e Doğru Dergisi adına Bingöl'de bir haberin peşindeyken karşıma Hizbullah çıktı.

O dönem 'laik devlet' bütün birimlerini, PKK'ye karşı harekete geçirmişti.

Bir yandan koruculuk ve itirafçılık sektörü geliştiriliyor, diğer yandan uçaklardan PKK'ye karşı ayetli hadisli bildiriler dağıtılıyor, camilerde ve okullarda din eksenli psikolojik propaganda yapılıyordu.

1987 yılı sonlarıydı.

Bingöl'de bir baba bana, oğlunun Hizbullah tarafından örgütlendiğini ve eğitim amacıyla İran'a gönderildiğini söyledi. Söyledikleri ilginçti. Kaldı ki o tek de değildi. Hizbullah Bingöl'den birçok genç devşirmiş, Ağrı üzerinden İran'a göndermişti.

Gençler Alevi, Sunni denmeden alınıp götürülüyor ve onlara Şia eğitimi veriliyordu. Geri dönenler Şia propagandası yapanlardan söz ediliyordu.

Konuyu dergi yönetimine ilettim. Oradan haberin peşine düşmem önerisi geldi. Bu amaçla gerekirse İran'a bile gitmeliydim.

Gittim…

1988 yılı başlarında Esendere'den İran'a resmi yollardan giriş yaptım. Ancak girer girmez gözaltına alındım. Devrim Muhafızları beni bir dağın başın götürdüler ve orada kafama kalaşnişkof dayadılar.

Her şeyi anlatmamı istiyorlardı. Malzemelerime el koymuşlardı. Orada epey bir işkence gördüm. Ertesi gün de Ormiye karakoluna götürüldüm.

İran'a Hizbullah kampları için araştırma yapmaya geldiğimi biliyorlardı. Bunun için sorgulandım. Sonunda da çalıştığımım derginin girişimleri sonucu Tebriz Konsolosluğu'nun devreye girmesiyle bırakıldım.

İran'dan bilgi edinmem söz konusu olmamıştı. Haberin İran ayağı eksik kalmıştı.

Buna rağmen yayınlandı. Ancak hemen de yalanlandı! Ne ki aradan bir yıl geçmeden İran'daki kamplarda eğitim alan kimi Hizbullah üyelerini yakalandı.

Kamuoyu Türk Hizbullah'ının varlığını daha çok bu olayla öğrendi. Hizbullah o zaman İran bağlantılı bir örgüt olarak gündeme gelmişti.

Hizbullah'ı devrimini ihraç etmek isteyen İran'ın kurduğu, fakat daha sonra JİTEM'in örgütünün içine sızdığı ve ele geçirdiği biliniyor.

Bazı siyasal gözlemciler ise örgütü Türk ordusunun kurduğu ve önce İran'a yönlendirdiğini söylüyor. Bunlar halen tartışılıyor.

Hizbullah lideri Velioğlu'nun Jitem'in patronu Veli Küçük'le ilişkileri de biliniyor.

Türk ordusunun güdümünde kurulduğu iddialarını reddeden Hizbullah ise hem İran'ın hem de Türk devletinin örgüte sızdığını kabul ediyor. Bunun 'yüce hedeflerini engellemek' amacıyla yapıldığını söylüyor.

Kürt yurtseverlerine karşı işlenen cinayetleri de örgüt içine sızmış Jitem mensuplarının işlediğini iddia ediyor. O da bu kesimi 'Hizbulkontra' olarak adlandırıyor. PKK'ye karşı 'kısmen' kullanıldığını itiraf ediyor.

'Devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinin karakol, kışla ve kamplarında eğitim verildiğini' kabul ediyor. Ayrıca, 'devletin istihbarat ve güvenlik birimleri kazandıkları ajan, muhbir ve işbirlikçileri cemaate karşı kontra faaliyetlerde kullanmak için özel eğitime tabi tutmuşlardır' diyor ve yapılan eylemleri bunlara fatura ediyor.

Örgüt aslında bu açıklamasıyla hem altında ezildiği geçmiş yükünden kurtulmak hem de yeni misyonunu için avantaj sağlamak istiyor.

Hizbullah şimdi kendi deyimiyle, 'adeta şeytandan kaçarcasına rejimle ilişkilendirilmekten' kaçıyor. Bunu 'küfürle eşdeğer' tutuyor. Çünkü, kendi deyimiyle 'laik-kemalist rejimi küfür rejimi olarak' görüyor.

Aslında bu belirleme her şeyi bütün çıplaklığıyla anlatıyor.

TC, Kürdistan’da Kemalizm’in yerine İslam'ı yerleştirmeye çalışıyor. Bu yüzden İslamı dinamiklerin önünü açıyor. Irkçılık batağına saplanan Türk devleti, çareyi Hizbullah’ın ipine sarılmakta bulmuşa benziyor.

Hizbullah kanadından gelen açıklamalar buna 'siyaseten' karşılık verileceğini, Kemalizmden vazgeçmiş TC'yi diriltmek için mücadele edeceğini gösteriyor.

Hizbullah, PKK'nin 'Özerk Kürdistan' projesini de ABD patentli buluyor ve karşı çıkıyor!

Güney Kürdistan'daki oluşumu ise -tıpkı AKP gibi- destekliyor.

Kürt meselesinde İslami çözüm talep ediyor. AKP’nin Kürtleri 'din kardeşliği' içinde eritmesine destek veriyor.

Hizbullah açıkça,'Müslüman Kürd halkının iradesinin yansımadığı her oluşuma' karşı çıkıyor ve PKK’nin önünün kesilmesi gerektiğini belirtiyor.

Bütün bu gelişmeler bize önümüzdeki sürece Kürt sorununun 'demokratik çözümü' ile 'İslami çözümü' arasında kıyasıya bir mücadelenin yaşanacağını gösteriyor.

Yeni dönemde demokratik Kürt hareketinin işi daha zor görünüyor.

Zira, rejim onu dört bir yandan kuşatmaya devam ediyor.

Elbette bütün bunlara rağmen de zamanın ruhuyla uyumlu demokratik çözümün başarılı olacağını söylemem gerekiyor.

Kürt hareketinin buna dikkat etmesi, ırkçı ve dinci gericiliğe karşı demokratik katılımı ve çağdaşlaşmayı esas alan ulusal demokratik mücadeleyi yükseltmesi gerekiyor.

Kürdistan gibi Türkiye’nin de gerçek manada demokratikleşmesinin yolu buradan geçiyor…

gunayaslan@hotmail.de