7 Aralık 2011 Çarşamba

Küresel Güçlerin Ortadoğu Stratejisinde Suriye Denklemi



Ortadoğu denkleminde oluşan yeni dengelerin merkezinde Suriye ve İran olduğu günlük gazetelerin başlıklarına bakan herkesin anlayacağı bir durum. Küresel dünya kapitalist sisteminin stratejisi aşamalı olarak uygulanıyor. Pentagon’un askeri stratejistlerinden biri olan Tomas Barnett, “Ortadoğu’nun enerji kaynaklı merkez bölgesi küresel sisteme dâhil edilmeden, küresel zaferin mümkün olmadığını” belirtmişti. Bu bölgedeki rejimlerin de “tek bir stratejiye bağlı olarak değiştirilmesinin mümkün olmadığını” ve bunun için çok kapsamlı politikaların geliştirilmesinin “kaçınılmaz” olduğunu sık sık vurgular.

Küresel kapitalist sistem bakımından son derece önemli olan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ kesintisizce uygulanıyor. İsim değişiklikleri olsa da belirlenen plan devam ediyor. Bölgenin kendi iç politik dengelerine bağlı olarak oluşturulan ‘yeni’ stratejide, hedeflenen ülkelerdeki değişikliklerin çevre ülkeler veya bloklar aracılığıyla yürütülmesi benimsenmiş görünüyor. Barnett’in ‘çevresel kuşatma’ dediği ‘iki yönlü’ yöntem Libya’da uygulandı. Bir yandan küresel kapitalist sistemin barbar askeri gücü NATO ile saldırılar yapıldı, diğer yandan çevre ülkelerle kuşatılması sağlandı. Böylece içte örgütlenen savaşla bu süreç bir bakıma tamamlandı.


Suriye üzerinde uygulanan politika bu tarzı da aşabilecek bir şekilde çok farklı bir biçimde geliştiriliyor. Küresel güçlerin Ortadoğu denkleminde Suriye stratejik öneme sahip. Bu halkanın kırılması veya tasfiye edilmesi, sadece bölge bakımından değil, uluslararası ilişkiler açısından da önemli bir rol oynayacaktır.


Ortadoğu’nun denge ülkesi Suriye

Suriye, 1965’ten beri Ortadoğu’nun denge ülkesidir. Özellikle İsrail ile olan ilişkilerde kilit ülke konumundaydı. Hafız Esad, İsrail ile olan ilişkileri hem Suriye’nin ulusal meselesi olarak kullandı, hem de diğer Arap ülkelerine karşı bir baskı unsuru olarak değerlerdi. Petrol zengini ülkeler, yıllarca, zorunlu olarak Suriye’yi ekonomik olarak finanse ettiler. Bugünkü bölgesel ilişkilerin geldiği politik evre bakımından bir kısım ilişkilerin değişmesi artık kaçınılmaz görünüyor.

Bu bakımdan Suriye’ye yönelik izlenecek politika, Libya politikası ile kıyaslanamayacak düzeyde ciddidir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, Libya’daki gibi Suriye’ye de bir BM kararıyla ABD ya da NATO ittifakı içerisinde bir askeri müdahale yapılması yönünde “bir niyet bulunmadığını”, “Libya ile Suriye’nin durumunun birbirinden farklı olduğunu” belirtmesi ve “bu süreç, Arap Birliği ve Türkiye’nin öncülüğüyle yürütülmeli” biçimindeki değerlendirmesi ABD ve AB’nin Suriye politikası konusunda bize somut bir fikir vermektedir. Suriye’de rejimin değiştirilmesi için Arap dünyası görevlendirilmiş bulunuyor.


Ayrıca dikkate alınması gereken bir başka nokta da, Suriye’nin, uluslararası güçler arası ilişkiler bakımından da önemli bir rol oynadığıdır. Bölgesel güç dengelerinde Rusya ve Çin ikna edilmediği sürece, uluslararası bir müdahale gündeme gelemez. Öyle ki Suriye üzerinde uluslararası diplomatik-politik-ekonomik baskının sonuç vermesi için de veto yetkisine sahip iki ülkenin dahi ikna edilmesi gerekir.


Suriye’ye askeri müdahalenin zorlukları

Suriye politikası Ortadoğu rekabetinin en somut halkasını oluşturuyor. Örneğin Rusya’nın deniz filosunun Akdeniz’e geçip Suriye limanlarına demir atması, küresel güçlerin bölgesel politikaları konusunda bize bir fikir vermektedir. Bu bakımdan ABD ve AB’nin, NATO askeri gücünü Suriye’ye karşı kullanması son derece zordur. Rusya’nın Suriye kıyılarındaki deniz gücü dikkate alınmaksızın NATO’nun bir adım atması söz konusu olamaz.

Bu bakımdan özellikle ABD, Fransa ve İngiltere’nin, Suriye’ye doğrudan müdahale etmek istemedikleri anlaşılıyor. Bunun başka birçok nedeni daha bulunuyor. Söz konusu ülkeler çok ciddi bir finans kriziyle karşı karşıya bulunuyorlar. ABD’nin yaklaşık olarak 14 trilyon dolar, Fransa’nın 2,5 trilyon dolar ve İngiltere’nin ise 2,7 trilyon dolar borcu buluyor. Bu ülkelerin mevcut borçlanın Gayri Safi Milli Hâsılalarını (GSMH) aşmış olması, küresel sistem için önemli bir risk oluşturmaktadır. Böylesi bir dönemde Çin’in Ortadoğu politikası önem kazanıyor. ABD ve AB’nin kendi finans krizlerini aşmak için Çin’e büyük bir ihtiyaçları var. Çin elinde bulundurduğu 5 trilyon doları bir bakıma bu ülkelerin krizden çıkması için kullanmaktadır. Bu bakımdan Çin’in Suriye politikasını görmezlikten gelmek pek mümkün değil.


Bir başka önemli nokta da şu ki; küresel güçlerin, özellikle İslam dünyasında gelişen toplumsal hareketleri, ideolojik-politik aygıtları kanalıyla kendi lehlerine çevrilmek için çok ciddi bir çaba içerisinde olduklarını görüyoruz. Bu konuda önemli bir başarı elde ettikleri de söylenebilir. Bu süreç, Arap dünyasında, ABD’nin yeniden prestij kazanmasının önemli bir halkası olarak değerlendirildi. Suriye’ye askeri müdahale yani askeri işgal bunu yeniden tersine çevirebilir. Suriye’nin bölgenin politik denkleminde kritik bir yerde olması nedeniyle doğrudan işgali göze almaları en azından şimdiki koşularda zor görünüyor.


Görev Arap Birliği’nde

Bu nedenle Suriye’yi bölgesel ülkelerle kuşatma politikası temel bir perspektif olarak benimsenmiş görünüyor. Bunu birkaç noktada somutlaştırmak mümkün. 

Birincisi, Suriye’nin Arap dünyası tarafından yalnızlaştırılmasıdır. Bu görev de Arap Birliği’ne verilmiş. Arap Birliği’nin, Suriye’ye bir kısım kararlar veya yaptırımlar dayatması ve buna paralel olarak diplomatik ilişkilerin kesilmesi sürecine girilmesi, ABD-İngiltere’nin belirlediği bir politikadır. Böylelikle yıllarca Esad-Baas rejimine destek vermiş olan Arap devletleri, bu kez rejimin değiştirilmesi için politik baskı oluşturmaya başladılar.

İkinci bir nokta ise Suriye’ye ekonomik yaptırımlar uygulanarak, halen rejimi içte destekleyen özellikle orta sınıfın kopuşunu sağlamaktır. Özellikle Halep ve Şam’da önemli bir güç olan orta sınıf / burjuvazinin Esad rejimine verdiği desteğin devam etmesi, sistem bakımından önemli bir avantaj olarak görülüyor.


Üçüncüsü, başta Suriye’ye komşu olan ülkelerin Suriye’nin askeri-politik ve ekonomik kuşatmanın ana unsuru olarak rol üstlenmeleridir. Türkiye bu sürecin başrol oyunculuğuna soyunurken, Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinin de Suriye rejiminin değişmesinde aktif görevler üstlendikleri anlaşılıyor.


Suriye ordusunu parçalamak

Dördüncü belki de en önemli nokta, Suriye’de iç politik dengeleri bakımından çok önemli bir role sahip olan Suriye ordusunun içten parçalanmasını ve Sünni kökenli güçlerin Esad rejimine karşı ayaklanmasını sağlamaktır. Böylelikle iç savaş sürecinin yoğunlaştırılarak dengelerin değiştirilmesi hesaplanmaktadır. Suriye ordusunun da, bugüne kadar bütünlüklü yapısını esasta koruduğu anlaşılıyor. Bu denge değiştirilmeden gerekli başarıların sağlanmasının mümkün olmayacağı da biliniyor. Bu nedenle askeri ilişkilerdeki dengenin bozulmasına yönelik ciddi yönelimler içerisine girildiğine dair somut veriler bulunuyor. Suriye ordusu içinde mezhepsel çatışmalar oluşturmak ve istikrarsızlığı derinleştirmek için ‘Özgür Suriye Ordusu’ adı altında, Sünni kökenli bir silahlı gücün oluşturulmasına başlandı. Örneğin hava kuvvetleri istihbarat merkezine düzenlenen saldırının bu güçler tarafından yapılması önümüzdeki sürece ilişkin önemli bir veri sunuyor.

Savaş naraları atan Türkiye, başrole soyunmuş bulunuyor. Ancak Türkiye’nin izlediği dönemsel Suriye politikası son derece dikkat çekici olup esasen ABD-İngiltere politikasıdır. Türkiye’nin kendisine has bölgesel politikası olmadığı, küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre politikalarını belirlediğine dair çok önemli veriler bulunuyor. Son birkaç yılda Suriye’ye yönelik birbirine tamamen zıt politikalar izlemiş olması bunu somut bir örneğidir.


Nerden nereye

Dün vizelerin kaldırıldığı, ortak bakanlar kurulu toplantılarının yapıldığı Türkiye-Suriye ilişkileri, bugün yüzde yüz tersine döndü. ABD’nin bölgesel jandarmalığına soyunan Türkiye, Suriye’ye yönelik çok kapsamlı politikalar uygulamaya koyuyor. Örneğin ‘Özgür Suriye Ordusu’ liderliğini yaptığını iddia eden Albay Riyad El-Asaad’ın, askeri güçlerinin Türkiye tarafından eğitildiğini belirtmesi, Suriye muhaliflerinin İstanbul’da toplanması ile verilen açık politik destek ve bunu örgütlü bir güce dönüştürmek için Türkiye’nin aktif rol alması, enerji gibi stratejik ilişkileri askıya alma girişimi, söz konusu politik yönelim konusunda bir fikir vermektedir.

ABD, eğer Suriye’ye bir askeri harekât zorunlu hale gelirse, Arap Birliği kararıyla Türkiye’nin askeri gücünün kullanılması hesaplanmaktadır. Türkiye de bu olasılığı göz önünde tutarak işgale yönelik hazırlıklar yapıyor. Suriye’nin iç politikasına doğrudan müdahale ederek iç çelişkilerin derinleştirilmesi, hatta tampon bölge hazırlıklarına başlanılması, politik ve askeri krizin boyutlarını ortaya koymaktadır.


Türkiye’nin Suriye politikasının birkaç önemli arka planı bulunuyor. Suriye’de oluşan iç dengeler Kürt sorunu bakımından önemlidir. Kürtler bir biçimiyle otonom bir statüye kavuşacaklardır. Türkiye’nin askeri müdahalede aktif görev almasının en önemli nedeni Kürtlerin özgürleşmesine yol açacak bir toplumsal gelişmeyi engellemektir. Hatta tartışılan ‘tampon bölge’ askeri projesinin arka planında Kürtlerin olası bir ‘otonom’ yapılarını engelleme amacı yatmaktadır.


AKP-İsrail stratejik ittifakı sürüyor

Ayrıca Cemaatin devleti ve AKP iktidarı, Suriye ve İran politikasıyla aslında İsrail’in bölgesel korumacılığını yapmaktadırlar. Bu iki ülkenin devre dışı kalması, Lübnan Hizbullah’ının etkisizleştirilmesi anlamına geleceği biliniyor. Türkiye bu görevi çok net bir şekilde üstlenmiş olduğu gibi İsrail’in stratejik çıkarlarına hizmet eden en büyük unsurlardan biridir. Bu bakımdan AKP iktidarı ile İsrail arasındaki stratejik çıkar devam ediyor. ABD gibi İsrail de genel çıkarları bakımından, Suriye’de Kürtlerin en azında otonom bir yapıya kavuşmalarını istemeyeceklerdir. Pazarlıklar yapılırken, bütün bu faktörler masaya konularak anlaşmaların yapıldığı asla unutulmamalıdır.

Türkiye bölgesel bir güç olma isteğini sürekli dillendirmektedir. Bunu tek başına yapma şansı bulunmuyor. Ayrıca Arap dünyasında da pek sevilmediği bilinir. Bölgesel bir güç olmanın yolu ABD’nin stratejik çıkarlarını korumaktan geçtiğinin de farkında. Özellikle ‘Ilımlı İslam’ ekseninde model ülke olarak seçilen Türkiye’de rejimsel değişiklik, Arap dünyasına empoze ediliyor. Böylelikle hem Ortadoğu coğrafyasının küresel sisteme dâhil edilmesi sağlanacak hem de Türkiye’nin etki gücü arttırılacak. Eğer Esad rejimi devrilirse, Türkiye’ye uygulanan modelin Suriye’ye de uygulanması sağlanacak.


ABD’nin bölgesel stratejileri çok yönlü olup, ülkelerin özgün durumlarına göre taktik politikaları devreye sokmaktadır. Suriye’ye yönelik belirlenen politikaların uygulanması için Arap Birliği ve Türkiye kullanılmaktadır.


Esad kolay teslim olmayacak

Ancak Suriye rejimi tarafından olaya bakıldığında, gelişmenin çok boyutlu olacağını görmemiz mümkün. Uluslararası dengeleri de hesaplayan Esad, öyle kolay teslim olmayacağını sık sık vurguluyor. Esad, Sunday Times gazetesinde yer alan demecinde, "Suriye'yi kontrol altına almak için baskı devam edecek, ancak Suriye buna boyun eğmeyecek" açıklamasında bulundu. Ayrıca Suriye ülkesine yönelik olası bir müdahalede savaşarak ölmeyi göze alıp almadığı sorusuna, "Kesinlikle, bunu söylemeye bile gerek yok" yanıtı, Suriye’nin sanıldığı gibi kolay lokma olmayacağını gösteriyor. Suriye, mevcut politik istikrarsızlığı aşarsa, özellikle Türkiye ile olan ilişkiler çok farklı boyutlarda gelişeceği kesin.

Bilinmesi gereken bir başka önemli nokta, kapitalist küresel politikaların başarılı olup olmaması, bölge halklarının duruşuna bağlıdır. Halkların ortak mücadelesi geliştiğinde, Arap dünyasındaki anti-kapitalist potansiyel örgütlü bir mücadeleye dönüştürülürse, kapitalistlerin değil, ezilenlerin politikaları zafer kazanacaktır.

Mustafa Peköz

Gokyuzu9@aol.com

Hiç yorum yok: