25 Aralık 2011 Pazar

Gozlan: Seçimlerde Kürtlerin Başarısı Erdoğan’ı Çıldırttı


Erdoğan hükümetinin “demokrasi”, “laiklik” ve “jeopolitik” politikasını “Türk Sahtekarlığı” kitabında deşifre eden tanınmış Fransız gazeteci ve yazar Martine Gozlan, ANF’ye verdiği mülakatta, 12 Haziran seçimlerinden Kürt çıkışı ve CHP’nin hafif oy artışı ile ortaya çıkan muhalefetin Erdoğan’ın çileden çıkardığını söyledi. Gozlan, “Ordudan nefret eden Erdoğan’ın Kürtler sözkonusu olduğunda despotik bir başkomutana dönüşmesi çok garip” dedi.

Marianne dergisinin ünlü Ortadoğu muhabiri ve yazar Martine Gozlan ile Grasset yayınlarından son çıkan kitabı “Türk Sahtekarlığı” (L’imposture turque) kitabı ve Türkiye’deki mevcut durumu konuştuk. Aynı zamanda din ve toplum sorunları uzmanı olan Gozlan’ın 1994 yılında “İslam ve Cumhuriyet” (L'Islam et la République), 1996’da “İslami entegrizmi anlamak için” (Pour comprendre l'intégrisme islamiste), 2004’te “Allah’ın cinsiyeti” (Le Sexe d’Allah), 2005’te “İslam Arzusu” (Le Désir d’islam) ve 2008’te ise “Sünniler-Şiiler: Neden birbirlerini öldürüyorlar” (Sunnites-Chiites : pourquoi ils s’entretuent) isimli kitapları da çok tartışma yarattı.

ERDOĞAN’IN ÜÇ YALANI
*Batılı güçler Erdoğan’ın Türkiye’sini Arap dünyası için bir model olarak sunarken, hangi nedenler sizi “Türk Sahtekarlığı”nı yazmaya yöneltti?


Kendi hükümet modelini demokrasi ile islamizm arasında mutlu bir evlilik olarak anlatmaya sarılan Sayın Erdoğan’ın konuşmalarının niteliğini belirtmek için “sahtekarlık” terimini kullandım. Oysa üç yalanla işimiz var:

Demokrasi Yalanı

Önce demokrasi yalanı, çünkü ifade özgürlüğü terörizmle ilişkisi olduğu gibi hayali gerekçelerle düzenlenen baskınlarda gazeteci ve yayıncıların tutuklanması ile tehlikede. Geçen haftaya kadar 70 dolayında gazeteci tutukluydu, 46’sı da son günlerde gözaltına alındı (Son bilançoya göre 20 Aralık’ta düzenlenen operasyonlarda 49 gazeteci ve medya çalışanı gözaltına alındı, 24 Aralık’ta 36’sı tutuklandı).

Laiklik Yalanı

Sonra laiklik yalanı, çünkü laiklik değerleri ancak muhaliflerin Mustafa Kemal ve 1924’te Halifeliğin kaldırılmasından bu yana Türkiye’nin orijinalitesi ve büyüklüğüne bağlanmasıyla yaşam bulabilir. AKP ve liderinin hedefi, toplumun yeniden İslamlaştırılmasını daha da derinleştirmektir. Büyük basın gruplarının Başbakan’ın yakınlarının-özellikle damadının- kontrolüne geçmesi bu açıdan belirleyicidir. Uysal bir basınla sözkonusu olan, türbandan alkol tabusuna kadar “İslami olarak doğru” davranışların mesajını vermektir. Rejimin dilediği modernite bir hayal ürünüdür. Topluma yayılan ultra-muhafazakarlık, geleneksel rolleriyle evlerinde kalmaları istenen kadınların statüsü ve bazıları İstanbul’da 2010’da galerileri saldırıya uğrayan sanatçılar için endişe kaynağı oluyor.

Jeopolitik Yalanı

Son olarak, jeopolitik yalanı ile Doğu’ya doğru jeopolitik bir yayılmanın yenilenme ve büyüklük sembolü olduğuna inandırılmak isteniyor. Oysa Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında, İsrail ile İslam Dünyası arasındaki ayrıcalıklı arabuluculuk yeridir ona uluslararası alanda yer veren. Recep Tayyip Erdoğan, son örneği Paris ile Ankara arasında Ermeni sorununda görülen, bir kriz diplomasisinden hoşlanıyor.

*Batı’nın bunca övdüğü “Türk modeli” ve Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “ileri demokrasi”nin ötesinde, gazeteciler, sendikacılar, öğrenciler, seçilmişler ve avukatlar açısından dünyanın en büyük cezaevine dönüşen ve başında kendisini eleştiren herkesi susturmaya çalışan bir hükümetin olduğu bir ülkeyi nasıl tanımlıyorsunuz?

ERDOĞAN’IN OTORİTERİZMİ İLE TETANİZE OLMUŞ DÜŞÜNCE


Burada, sizi biraz ılımlaştırmak istiyorum. İnsan haklarına yönelik olarak ağır bozulmalara ilişkin az önce saydığım AKP Türkiye’si ‘dünyanın en büyük cezaevini’ oluşturmuyor! Aşırı tepkiler ters etki yaratır. Bu şekilde Sayın Erdoğan’ın destekçilerine argüman kazandırılıyor. Konu, daha fazla ekleme yapmaya ihtiyaç göstermiyor, Avrupa Birliği’nin kendisi düzenli olarak rejimi düzene çağırıyor. Eğer bugünkü Türkiye’yi tanımlamak gerekirse, Başbakanının otoriterizmi ve aynı zamanda seçimlerde ve uluslararasında birinci argümanı olan büyüme cazibesiyle geniş bir şekilde tetanize olmuş bir düşünce ile direnen medya, cesur entelektüel ve eğitim görevlileri, sanıkları savundukları için tutuklanmaya başlayan avukatların içerisinde olduğu mutsuz ve ezilen diğer düşünce saçağı arasında ayrım yapmamız gerekiyor.

AVRUPALI ENTELLEKTÜELLERİN TÜRK MODELİ HAYRANLIĞI
*Peki neden Avrupa AKP hükümetinin baskıcı pratikleri karşısında bu kadar hoşgörülü ve öncelikli olarak özgürlükler değil de ekonomik büyümeden bahsediyor?

Tekrar ediyorum, Avrupa 2011 yılında birçok kez Türk hükümetinin dikkatini kendisini suçlu olarak gördüğü insan hakları ihlallerine çekti. Bu da Avrupalı entelektüellerimizin sahte Türk modeli hayranlığında bir şey değiştirmiyor. Dün İslam’a karşı set oluşturduğu gerekçesiyle Arap diktatörlerini kendilerine uyduran da yine bu entelektüellerdi! 2003’te bölgede yıkıma yol açan Irak’taki kriminal ve çılgın Amerikan müdahalesini alkışlayanlar da aynılarıydı. Düşünce yaratıcılarının çılgın bir şekilde modellere ihtiyacı vardır… Ne yazık ki kendileri düşünemiyorlar.

CEMAAT POLİSİ, YARGIYI VE İŞ DÜNYASINI ELİNDE TUTUYOR
*Kitabınızda Fethullah Gülen cemaatinin devlet içerisinde büyüyen etkisine dikkat çekiyorsunuz. Bazıları da AKP-Gülen koalisyonunun ülkeyi yönettiğinden bahsediyor. Bu cemaat ve toplumdaki rolü konusunda ne düşünüyorsunuz?

Cemaatlerin Türkiye’de uzun bir hikayesi var ve toplumun derin katmanlarında Kemalist devrime karşı direndiler. Askerlerin intikamından korktuğundan ABD’de sürgünde yaşayan-ki Erdoğan askerleri tamamen susturdu- Fethullah Gülen’inki ise sadece eski Türk cemaat toplumunun zemindeki eğilimlerini yeniden üretmekten ibaret: ultra-muhafazakarlık, üyelerin gizli dayanışması, eğitim, siyasi ve mesleki ortama sızma.

Fethullah Gülen kendi tarikatının cesur hümanistlerin bir derneğinden başka bir şey olmadığını iddia ederek çok yapay bir kaldıraçla (zemindeki cemaat toplumunu eğilimlerini) tatmin etti. Bu saçmalıklar ABD’de çok iyi gidiyor! Gerçekte ise, Türk toprağında, cemaat polisi, yargıyı ve iş dünyasını elinde tutuyor. Erdoğan seçim kampanyalarında geniş bir şekilde ona dayandı. Polis ile tarikat arasında ilişkiler üzerine bir araştırma, bugün birçok gazetecinin uzun yıllar cezaevine girmesine yol açıyor, özellikle yasaklanan ama paltoların içerisinde dolaşan ‘İmam’ın ordusu’ kitabını yazan Ahmet Şık gibi. AKP içerisinde gericiliğe ayak direyen bazı çevreler Başbakan’ın tarikatla arasında mesafe koymasını istediği iddia ediliyor. Ama korku ve yüreksizlik egemen olduğu için, azınlıktalar.

HALEN DEMOKRASİ OLDUĞU İÇİN ERDOĞAN ÖFKELİ
*Bir yandan basın ve ifade özgürlüğünün kötüleşirken, diğer yandan sindirilen ve hükümetin resmi ideolojisine açık bir şekilde yatan Türk medyası gerçeği var. Bu koşullarda ve böyle bir hükümetle yeni bir demokratik anayasa yapmak mümkün mü?

Haziran 2011’deki son seçimlerde Kürt partisinin çıkışı ve kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oylarının hafif artışı, Erdoğan’ın anayasayı yeniden yazmadaki sabırsızlığını hafifçe frenledi. Bir muhalefet var; CHP yeniden halka ulaşmayı sağlayacak yeni bir strateji düşünüyor ve Kürt partilerin tartışmasız bir meşruiyeti var. Bir otokrat olan Erdoğan’ı çileden çıkaran tam da budur. Bu nedenle Kürt adayları içeri attı ve CHP eylemlerini izleyen gazetecileri taciz etti.

Gerçekte, Türkiye halen de bir demokrasi var ve Erdoğan’ın davranışlarını sertleştiren de budur: Bunu es geçmek istiyor, şimdiden polisi, adaleti ve basını kontrolü altına aldı. Bu ülkede Erdoğan’a karşı mücadele eden demokrasiden geri kalan budur!

TUTUKLAMALAR ÇÖZÜMDEN UZAKLAŞTIRIYOR
*Bir de, Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin anahtarı olarak görülmesine rağmen sessizlikle geçiştirilen bölgenin kalbindeki bir Kürt sorunu var. Türk, İran ve Suriye baskıları ile uluslar arası sessizliğe rağmen, Kürtler sokakları terk etmiyor ve Arap Bahar’ının onlarca yıl öncesinden beri kendi mücadelelerini veriyor. Dünyadaki halk ayaklanmalarının bu kritik noktasında Kürt sorunu karşısındaki “AKP sahtekarlığı” ve uluslararası suç ortaklığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürtlere karşı yürütülen korkunç zulüm aşırıları teşvik etmekten başka işe yaramaz. Başlangıçta Erdoğan hükümetinin yumuşama kartını oynayacağına inanıldı. Öyle olmadı ve terörizmle ilişkili olduğu biçimindeki yalan suçlamalarla Kürt gazeteci ve yayıncıların tutuklanması barışçıl bir çözümden daha da uzaklaştırıyor.

Tutuklamaya ve tüm kurumlardan sökmeye varacak kadar ordudan nefret eden Erdoğan’ın Kürtler sözkonusu olduğunda despotik bir başkomutana dönüşmesi çok garip. Bana göre Kürtler iki kötülükten açı çekiyor. Birinci kötülük onlara dışarıdan saldırıyor, az önce bahsettik. İkincisi içerden onları kemiriyor: Bu PKK’ye hayranlık ve bağlılıktan geliyor. Buna karşın toplumda demokratlar eksik değil ve onların sesidir uluslararası alanda duyulmasına ihtiyaç olan. Kürtlerin onuru ve tanınma ihtiyacını yüksek ve güçlü bir şekilde taşıması geren bu barışçıl, rasyonel ve aydın sestir. Aynı zamanda sorun uluslar arası toplumu da bitkinlikle vuruyor zira birçok ulus ve birçok ülkeyi zan altında bırakıyor. Bu anlamda, Amerika’nın çekilmesi ertesinde parçalanma riski taşıyan Irak’ın belirsiz geleceği Irak-Türk-Kürt sorununu sahnenin önüne taşıyacak.

ARAP BAHARI’NIN GELECEĞİ
*Arap baharı ya da Arap ayaklanmalarının geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Tunus gibi umudun direneceği topraklar vardır. Libya gibi başkaları da iktidar iştahı, kabilecilik ve savaş cephanelerinin yayılması göz önüne alındığında tehlikededir. Mısır’da büyük şehirlerdeki seçimlerin birinci ve ikinci turunda yelkenleri açan Sünni İslam, kadın davası ve özgür düşünceye karşı ciddi bir tehlikeye koşturuyor. İktidarın sivillere devredilmesinin isteyen eylemcilere karşı Mısır ordusunun zulmü aşırı uçları sertleştiriyor. Tüm bu ülkeler için, korkutan ekonomik koşullar istikrarsızlığı kuşkusuz ağırlaştırıyor. İslamcı iktidarların ekonomi yasasıyla yüzleşmesi gerekecek ve burada şeriatın yapabileceği fazla bir şey yok! Suriye’ye gelince, son tahminlere göre 6 bin ölümle katliamların içine sürükleniyor ve kan akışı Başar El Esad’ın kaçınılmaz sonu geldiğinde kolay bir geçişi teşvik etmeyecek. İslamcıların burada da trajedi üzerinden yükselmesi olasıdır.

Ama Tunus gibi sembol bir ülkeye geriş dönmek ve bağlamak istiyorum. Kendisini Türk modeli olarak ılımlı gösteren İslamcılar gerçekte tüm aşırı sinyalleri verdiler. Başbakan Hamadi Cebali, “altıncı halifeliğe girişi” yüceltti, hükümeti başkent Tunus yakınındaki Manuba fakültesindeki eğitimcilere yönelik haftalardır saldırılarda bulunan Sünni İslamcılara polisin ne müdahale etmesini istiyor ne de buna cesaret ediyor. Bu komandolar tamamen örtülmüş kız öğrencilerin derslere devam edebilmesini dayatıyorlar. Şimdiden açık öğretmenleri rahatsız ettiler ve profesörleri tartakladılar. Neden polis müdahale etmiyor? Ekim ayındaki son seçimlerin arifesinde şu an iktidardaki parti Ennahda’nın siyasi bürosunun bir üyesi Sünni İslamcılara karşı sertleşme değil “iyileştirme” yapmak gerektiğini bana açıklamıştı.

Sadece, karşıda, çok değişen ve cesur bir toplumumuz var. İnanıyorum ki hayati önemdeki 2012 yılı boyunca iyiyi kötüden, İslamcı demagojiyi demokratik realite ve akıldan ayırmayı bilecekti.

Hiç yorum yok: