6 Aralık 2011 Salı

Bask Halkı Var mı?

Giovanni GIACOPUZZI / Çeviren: Zekine Türkeri

İspanya Başbakanlığı’na aday, ikisi de eski içişleri bakanı olan Rajoy ve Rubalcaba(1) arasındaki seçim propagandaları tartışmaları bu seçimlerin iki ana temasını es geçti: Finansal piyasalara tam itaat ve Bask meselesi, yani ‘omurgasız İspanya’ göstergesi... Kabul etmek gerekir ki, kapitalizmin genetik bir hastalığı olan finansal piyasalara siyasi destek sorunu bir İspanyol sorunu değildir. Bu, daha ziyade, Avrupa yönetici sınıfının tamamına ait bir sorundur. Onlar ki onlarca yıl boyunca, bu durumu destekledi, besledi ve tıpkı kölenin sahibine yaptıği gibi itaat ettiler (itaat, ikinci durumda bir  zorunluluk iken,  bunlardaki itaatte büyük bir arzu, iştah mevzu bahisti).

Bask meselesi üzerindeki sessizlik belki de senaryoda yazılı idi. New York’tan Berlin’e, oradan Roma’ya kadar seçim kampanyalarında liderler arasındaki bütün tartışmalarında olduğu gibi, bir demokratik diyalektik pandomiminde, en önemli temanın es geçildiği görünüyordu: Bir Devlet sorunu. Bu ‘genel mutabakat’ diyalektik çatışmalara götürse de uygulamada mutabakatlarla vardırıyor; ‘ulusal kurtuluş’ amaçlı otonomi hükümetlerinden tutun; 2003’te olduğu gibi, seçimlere ortak listelerle gitme planlarına kadar. ‘Kirli partiler’ yasalarından hiç söz etmeyeyim. Sözkonusu genel mutabakat, bu imaj devrinde, İspanyol siyaset diyalektiğinin kırılmasına müsaade etmiyor, 2011’de diyalog yoluyla da olsa... Her ne kadar bu son haftalarda siyasi tartışmaların ana teması ETA ve Bask Ülkesi olsa da vaziyet böyle.


Bu öyle karmaşık bir durum ki, meseleye yaklaşan biri, konunun gidişatı hakkında ‘en ufak bir fikri’ olmasa da, içinde kaybolup gidecektir. Meselenin bir boyutu mesela: Pek çok Basklının ısrarla talep ettiği karar verme hakkı. ‘Bayat’, ‘arkaik’, ‘realiteye uzak’, hatta ‘kriminal ve terörist’ Kral Midas(2) yasası gereğince... Bunlar, İspanyol siyasi parti karargahlarının İspanya ve Euskal Herria arasındaki çoğulculuk fikri temasına doğru savurdukları yapıcı izahlardan bazıları oluyor.


Ortada bir siyasi sorun değil, sadece bir terör sorunu olduğu tekrarlana tekrarlana dillerde tüy bırakmadı. Öyleyse, ETA da silahları bir kenara koyduğuna göre artık her şey yoluna girmiş oldu. Hem, karar vermek isteyen özne, İspanya için yok zaten. Yani, iki fikir arasında herhangi bir ihtilaf yok, çünkü yalnızca bir fikir var, o da İspanyol olandır. Doğru, şiddetin sustuğu bir ortamda her şey konuşulabilir dendi, hatta bu da söylene söylene dillerde tüy bırakmadı. Ama tabii ya, konuşmuş olmak için konuşmak günümüz demokrasisinin paradigmasıdır, çünkü her şey yerli yerinde, yerinden oynatılamaz tarzda, anayasa ve piyasalar tarafından çoktan yazıya dökülmüş bile.


Bask Halkı diye bir halkın olmadığı anayasalcılarca(3) beyan edilmiş bir kez, ama geleceğin ne göstereceğini kim bilebilir. Çünkü bir ‘İspanyol halkı var (İspanyol Anayasası mad. 1.2), sımsıkı hukuki terimlerle, ve O’nun yönetme hakkının yasal yegane sahibi öznesi olma vasfına başkaca hiçbir halk karşı koyamaz; yani, O ki, aynı zamanda ‘şu Bask Halkı’nın da sahibi, hani şu olmayan halkın... Olmayan, çünkü ‘kurumsal nitelik ve yetkilerle donatılmış bir öznenin kimliğini tanıma işi mevcut Anayasa’da reform yapmaksızın imkansız gibi’... Yani, eğer Anayasa değişecek olursa, Bask Halkı da doğabilir, oluşturulabilir, İspanyol optiğinde...


Mümkün olanla imkansız arasındaki sınırı belirleyen öğe, İspanyol kanunları kitabının hayranlık uyandıran bu mucizevi, hırslı, hatta biraz da aşırı bencil  rolü ise eğer; hayat, bazı şeylerin aslında var olduğunu dayatır, her ne kadar olmadıkları söylense de... Zapatero ETA’yı yenenin Bask Halkı olduğunu söyledi, ve Rubalcaba da ‘ETA üstündeki zaferin büyük aktörü’ olarak Bask Halkı’na teşekkür etti. Yani, bir halk olmayan Bask Halkı aynı zamanda ETA’yı yenecek kadar da güçlü, halkçı (4) Basagoiti’nin ‘1998’de devletle başabaş olmak üzereydi’ dediği ETA’yı. Aynı partiden Santiago Abascal’ın dediği gibi: ‘Bask halkının otodeterminasyon hakkı demokratik bir anlamda var, ve onu da her seçim döneminde kullanıyor’; o Bask Halkı ki yalnız ‘ulusal egemenliğin yegane sahibi, Anayasa’nın dayanağı ve her tür siyasi gücün kaynağı olan İspanyol Halkı’nın iradesi’ işlevsel olduğu zaman beliriyor.


Hal böyle iken, egemenlikçi Basklıların (5) hak talebi, yalnız Euskal Herria için değil, aynı zamanda İspanyol Devleti için de bir demokratik yenilenme teşebüssü olamaz mı acaba diye soruyor insan kendi kendine. Keza, yüz binlerin oylarıyla tescil edilmiş olan bu talep, İberik Yarımadası’nda eşitler arasında gerçek anlamda demokratik bir diyalektiğin temellerini oluşturma anlamına da gelmiş olamaz mı? Ki bu, nihayetinde, devletsel egemenlik, düzmece bir toplumsallık savunmasında demir atmış bulunan ve antidemokratik finansal piyasaların hizmetinde bir Avrupa’ya, kültürel olarak çoğulcu ve toplumsal bir Avrupa’ya, doğru bir adım anlamına da gelir.


Çevirmenin notları:

 
1- Rajoy y Rubalcaba: Rajoy, 20 Kasım 2011’de yapılan genel seçimlerde Halkçı Parti’nin (PP) Başbakan adayı idi. Mariano Rajoy şimdi İspanya Başbakanı’dır. Alfredo Perez Rubalcaba, aynı seçimlerde İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) adayı idi. Şimdi anamuhalefet lideridir.

2- Kral Midas: Bir Yunan mitolojik figürdür. Midas, Tanrı Baco’dan dokunduğu her şeyi altına çevirmesini isteyecek kadar bencil, hırslı bir kraldır. Dileği gerçekleşir, dokunduğu her şey altın olmuştur olmasına ama artık yiyecek ve içecekten de yoksun kalmıştır, zira onlara dokunduğunda altın olurlar. Artık altın içinde yüzer, ama ayranı yoktur içmeye... 

3- Anayasalcılarca: Pek çok değişim ya da talebin karşısına ‘anayasa izin vermiyor’ argümanı ile karşı çıkan, mevcut İspanyol Anayasası’nın sıkı savunucularını kastediyor.  

4- Halkçı: Halkçı Parti’yi (PP) kastediyor.

5- Egemenlikçi Basklılar: Otodeterminasyon hakkının tanınmasını isteyenleri kastediyor.

Hiç yorum yok: