2 Kasım 2011 Çarşamba

Osmanlı Ordusunda Ermeniler

Ragıp ZARAKOLU
Resmi Türk tarih tezine göre 1915 yılında yaşanan bir soykırım değil, 1. Dünya Savaşı sırasında, “Ermeni ihaneti” nedeniyle alınmış bir zorunlu göç olayı.

Cihan Harbi’ne girme konusunda, İttihat Terakki Darbe Hükümeti son derece istekli idi. Böylece Balkan Savaşı’ndaki utanç verici yenilgiyi unutturacaklarını, Alman emperyalizminin desteği ile bir Turan imparatorluğunu kuracaklarını hayal ediyorlardı. Bunun için ise, Ermeni halkının varlığı bir engel olarak görülüyordu. Ayrıca savaşa katılarak Ermeni Reformu’nu askıya alacaklarını biliyorlardı.


Sosyalist partiler Avrupa’da patriyotizm/yurtseverlik adına, dünya savaşının önünü açarak emekçi kitlelerin birbirini katletmesini kolaylaştırdılar. O dönemde sadece Rosa Luxemburg, Liebknect, Lenin gibi isimler Enternasyonalist geleneğe sahip çıkarak, savaşa ‘hayır’ dediler. Ama çok azınlıkta idiler. Bu dönemde Lenin, Zinoniev ile birlikte kaleme aldığı kitabına “Akıntıya Karşı” adını verecekti.


Modernizmin Etkisi
 
En dramatik durumda olanlar, Osmanlı ve Rus imparatorluğunun Ermeni kökenli yurttaşları idi. Erzurum’da 1914 Eylül’ünde toplanan EDF Genel Kongresi’nde, Batı’daki  II. Enternasyonal partileri gibi, gerek Batı ve gerekse Doğu Ermenistan’daki Ermenilerin kendi devletlerine karşı vecibesini yerine getirmesi kararı çıktı. Bu bir anlamda, Ermenilerin iki cephede birbirine kurşun sıkması anlamına geliyordu
Avrupa’da sosyal demokrat partilerdeki patriot eğilim etkisini, II. Enternasyonal üyesi Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaklar) arasında da kendini gösterdi ve genel kabul gören, her ülkede yurttaşlık görevinin yerine getirmesi ilkesi benimsendi. Alman ve Fransız işçileri, yurttaş olarak nasıl kendi ülkelerinin ordularında askerlik görevini kabul edip, birbirine kurşun sıkacaksa, Osmanlı ve Rus imparatorluğu yurttaşları da, asli görevlerini yerine getireceklerdi. Çünkü modernizm bunu gerektiriyordu.

‘Yurttaşlık Görevini İfa Edin!’


En dramatik durumda olanlar ise, Osmanlı ve Rus imparatorluğunun Ermeni kökenli yurttaşları idi. Erzurum’da 1914 Eylül’ünde toplanan EDF (Ermeni Devrimci Federasyonu) Genel Kongresi’nde, Batı’daki II. Enternasyonal partileri gibi, gerek Batı ve gerekse Doğu Ermenistan’daki Ermenilerin kendi devletlerine karşı vecibesini yerine getirmesi kararı çıktı. Bu bir anlamda, Ermenilerin iki cephede birbirine kurşun sıkması anlamına geliyordu.


Hem İstanbul, hem Petrograd Ermenilere otonomi sözü veriyordu, yeter ki kendi hükümetlerine karşı ayaklansınlar. Bir İttihat Fırkası heyeti, bu öneriyi bizzat Erzurum’da toplanan EDF Kongresi’ne götürdü. Ama kongre bu öneriyi benimsemedi. Anayasal sistem içinde yurttaşlık görevlerini yerine getirecek, ama karşı cephede kullanılmayı kabul etmeyeceklerdi.


Seferberlik başladığında EDF’nin aldığı “yurttaşlık görevini ifa edin” kararı sonucu, Ermeni yurttaşlar vecibelerini yerine getirdiler. Ama bu, erkek nüfusun ordu saflarında, sivil nüfusun ise yaşadıkları yerlerde katledilmesini kolaylaştıracaktı.


Bu kararı nedeniyle EDF, aynı zamanda 1908 devrimi sonrası İTF ile kurduğu siyasal ittifak nedeniyle çok eleştirilecekti.


Yüz yıllarca orduda asker ya da subay olamayan Ermeniler, askerlik hakkının tanınmasından sonra askeri okullara heyecanla başvuracakları gibi, 31 Mart olayları sırasında ve Balkan Savaşı sırasında “gönüllü” asker olacaklardı.


İtalyan Diplomatik Arşivleri


Tarihçi Anahit Astoyan, yeni yayınlanan ve Türkçe’ye de çevrilen “Osmanlı Ordusunda Ermeniler” adlı araştırmasında bu konuya ilişkin hayli ilginç bilgiler vermekte.


Bu araştırmada yer alan İtalyan diplomatik arşiv belgelerine göre, Cihan Harbi öncesi Seferberlik başladığında, “Ermeniler ülkenin farklı vilayetlerinde kendi imkanları ile Kızılhaç büroları açmış ve bağışlarda bulunarak Türk (Osmanlı) ordusunun maddi ihtiyaçlarını temin etme işine katkıda bulunmuslardı.

Ordunun ihtiyaçları için Ermenilere ait işyerlerine, hastanelere, değirmenlere, kiliselere, manastırlara da el kondu. Bu işlem kitlesel gasplara dönüştü. Ermeni evlerinden özellikle askeri ihtiyaçlara uygun olanlar, savunma olanağı sağlayacaklar hatta Ermenileri yok etmeye yarayacaklar gasp edildi.


Tekilif-i Harbiye adı altında Ermenilerin her türlü malına el konmaya başlandı. Herhangi bir memur, istediği en kaliteli mala ve genellikle de kendi evi için el koyabilirdi. Hiçbir Ermeni buna karşı koyamazdı.


Hangi sınıftan olursa olsun, istisnasız bütün Ermeniler mal varlığını yöneticilere teslim etmeye mecburdu. Atlar, eşekler, katırlar ve öküzler de malları nakletmek bahanesiyle ellerinden alınıyordu.


Erkekler, hatta çoğu zaman kadınlar dahi beygir olarak kullanılıyordu.


Balkan Savaşı’nda Ermeniler


Ermeni askerlerin gayretleri konusuna, Alman misyoner Doktor Yohannes Lepsius tanıklık ediyor. “Türk tanıklara göre, Osmanlı ordusunda bulunan Ermeni askerler Balkan Savaşı’nda örnek davranış sergilemiş ve cesurca savaşmışlardır. Bu savaşın ilk aylarında onlar yüksek rütbeli askerler tarafından büyük övgülere layık görüldüler. İstanbul’da Askeri Okula yedek subay olarak kaydolmak için Türklerden çok Ermeniler müracaat ettiler. O askeri eğitimlere 1500’den fazla Ermeni kaydolmuştu, özellikle de eğitimli ve orta halli çevrelerden. Onlar posta, telgraf ve benzeri işlerde çalışmak istemiyorlar, asker olmak istiyorlardı.”


Ermeniler Osmanlı vatandaşı olarak Balkan Savaşı’nda sadece asker olmakla yetinmeyip Osmanlı ordusuna düzenli yardım etmişlerdir. Örneğin Balkan Savaşı’na destek sağlamak amacıyla kurulan “Milli Savunma Topluluğu”nun Pangaltı Şubesi Müdürü Dikran Allahverdi idi. Dikran Bey Balkan Savaşı’nda Osmanlı ordusu yararına 30.000 Osmanlı altını toplamayı başarmıştı. O vesile ile hakkında basında yazılar dahi çıkmıştı fakat aynı Dikran Allahverdi 24 Nisan 1915’te tutuklanan ve sürgüne gönderilen düşünürler listesine alındı.


Enver Paşa’dan Ermenilere Övgü


Ermeni askerlerin gayretli çabaları ilk başlarda İttihatçılar tarafında övgü ile karşılandı. Bu konuda Alman misyoner Doktor Yohannes Lepsius, bakın neler bildiriyor: “Harbiye Nazırı Enver Paşa şubat ayında Kafkas cephesinden İstanbul’a döndüğünde katıldıkları mücadelede Ermeni alayının sergilediği örnek davranış ve cesaretten dolayı Ermeni Patriği’ne özel memnuniyetini belirtti. Özellikle çok başarılı bir eylemi anlattı. Ohannes Çavuş adında bir Ermeni, adamlarıyla Enver Paşa’nın kurmayını kriz durumundan kurtarmıştı. Ohannes Çavuş’a hemen madalya verildi. Enver Paşa Erzincan’dan geçerken Ermeni piskoposlar yazılı olarak selamladılar kendisini ve o da sevgi dolu bir şekilde cevap verdi onlara. Konya Ermeni cemaati adına iyi dileklerini yollayan cemaat liderine Enver Paşa’nın cevabını İstanbul’da yayınlanan almanca “Osmanisher LLoyd” gazetesinin 26 Ocak 1915 tarihli sayısından aktarıyoruz.


“Konya ziyaretimin çok kısa olması nedeniyle sizinle görüşmek mümkün olmadığı için üzgünüm. Şükran duygularınızı ifade ettiğiniz yazıyı aldım. Bu vesile ile ben de size teşekkür etmek istiyorum. Diyorlar ki, Osmanlı ordusunun Ermeni askerleri savaş meydanında askeri vazifelerini vicdanlı bir şekilde yapıyorlar ve ben kendim de görüp tanık oldum.
Sizden ricam, Osmanlı ordusu için yaptıkları fedakarlıktan dolayı Ermeni halkına memnuniyetimi ve şükran duygularımı iletin.

Harbiye Nazırı, İmparatorluk Ordusu Başkomutan Vekili Enver.”


Ermeni Askerler Silahsızlandırıldı


Çok sayıda Ermeni, Rum ve Yahudi subayın ve askerin gerek Allahuekber Dağı’nın soğuğunda, gerek Arap çöllerinde, gerekse Çanakkale’de öldüğünü biliyoruz. Ama onların adları “Şehit liste” ve anıtlarında yer almadığı gibi onbinlerce Ermeni asker silahsızlandırılarak, amele taburlarında köle işçi olarak kullanıldı ve katledildi.


Cumhuriyet döneminde azınlıklar asla askeri okullara kabul edilmediği gibi yedek subaylık hakkı da ancak 1950 sonrası uygulanmaya başlandı. Bu konuda araştırmacı Rifat Bali’nin peşpeşe yayınladığı “Yirmi Kur’a Nafia Askerleri” ve “Gayrimüslim Mehmetçikler: Hatıralar - Tanıklıklar” adlı kitapları ile araştırılmaktan kaçınılan tabu konulardan birini başarı ile otopsi masasına yatırdı.


60 darbesine kadar, Türk ordusunda Kürt kökenli subaylar da yer alabildi. Bunlardan suikast sonucu ölen Eşref Bitlis’i anabiliriz.


Ama özellikle 1980 sonrası askeri okullar Kürt kökenlilere iyice kapandı.


Yurt savunmasında canını yitirmiş, gayrimüslimlerin anısına saygıyla...

 
Reform Süreci

Sonuçsuz Açılımların Yaratımı


Ermeni sorunu, Osmanlı’dan miras kalan sorunları siyasal ve adil biçimde “çözmek” yerine onları “çürütme” yönteminin en önemli örneklerinden biridir. Yeni moda deyimle ifade edecek olursak, bu zihniyetin değişmemesi nedeniyle, ne “Tanzimat”, ne “Islahat” ne de “Meşrutiyet Açımları” bir sonuç vermiştir. Bütün bu açılımlarda, niyet geleceğe yönelik gerçek ve kalıcı ortak bir program oluşturmaktan çok, çözümsüzlükte devam ve “devletin bekası” için zaman kazanmaktır. “Islahat”tan anlaşılan ise, paylaşımdan çok, egemenliğin monolitik tarzda devamını sağlamak için, ana paradigmada asla değişiklik yapmadan, özellikle devlet cephesinden gerekli düzenlemelerin yapılmasıdır.

Seçimlerde Ortak Listeler

Ermeni halkının siyasi önderleri ve örgütleri, yarım kalmış bir demokratik devrim girişimi olan 1908 Devrimi’nden sonra, iradelerini Türkler ve diğer halklarla “birlikte yaşama” temeli üzerinde oluşturdular. Osmanlı partileri ile siyasal ittifaklar kurdular, seçimlere ortak listeler ile katıldılar.

Ermeni aydınları aslında, Osmanlı aydınlarının 1908 Devrimi sonrası, Türk Ocakları aracılığı ile başlattıkları uluslaşma yaklaşımlarına dostça bakacaklardı. Bugünkü Kürtler gibi onlar da, Anayasal düzende “kurucu unsur” olduklarını düşünüyorlardı. Büyük müzisyen Gomidas, Türk Ocağı’nda konferanslar vererek, ulusal kimlik arayışlarına, müzik alanında destek sunmaya çalışacaktı. Çünkü o da birçok Ermeni aydını gibi ayrı kimliklerin birlikte var olabileceğini düşünüyordu. Uğursuz 1914 yılına kadar...

Savaş, Asayiş ve Öz-savunma

Asayişsizlik durumu, Doğu Anadolu’da ise Ermeniler ve Kürtler açısından geçerli idi. 93 Harbi’nden sonra ve 1890’lı yılların Hamidiye kıyımları sonucunda birçok Ermeni köylüsü topraklarını yitirmişti. O dönemin korucuları olan Hamidiye Alayları, bunların dönmesine izin vermediği gibi, Ermeni köylüsünü taciz etmekte devam ediyordu. Ermeni partileri ise o zaman “fedai” denen, bir çeşit öz-savunma işlevini gören gerilla güçlerini dağdan indirmiş ve anayasal sistemin legal bir parçası haline gelmişlerdi. Hepsi legal parti olarak, açık örgütlerdi. Dolayısıyla, ITF’nin “imha” siyasetine yöneldiği kesinleştiğinde, Van dışında, direniş için çok az olanak kalmıştı.

Osmanlı hükümeti 1914 yılında, Ermenilerin yoğun olduğu Doğu Anadolu’nun 6 vilayetinde Makedonya’dakine benzer bir reform programını başlatmayı, büyük devletlerin özellikle de Almanya ve Rusya’nın baskısı ile kabul etmişti.

Bu Osmanlı yönetimi için artık Anadolu’nun da elden gittiği paniğini yaratacaktı. Öte yandan Balkanlar’dan gelen büyük göç dalgasına da bir yer açılması gerektiği düşünülüyordu. Balkan Savaşı nedeniyle korkunç bir ekonomik kriz yaşanmaktaydı, devlet ekonomik açıdan iflas etmişti. Modernleşerek güçlendirilmiş büyük Osmanlı ordusu ise, yeni oluşmuş küçük Balkan devletleri karşısında, Batılıları da şaşırtan utanç verici bir yenilgiye uğramıştı.

Halkların Açılım Umutları Tükenince

Osmanlı’nın en sadık tebalarından olan Arnavutların, 1912 yılında, ITF’nin “sözde açılımlarından” umudu kesmeleri ve aralarındaki din ayrımını (Müslüman, Ortodoks ve Katolik) ilk defa kaldırarak birlikte ayaklanmaları, irili ufaklı Balkan devletlerine, güçlerini birleştirme ve birlikte atak yapma cesareti vermişti. (Balkanlar’daki süreç ve Arnavut uluslaşması için bak: Aram Andonyan, “Balkan Savaşı”, Çev. Zaven Biberyan, Aras Yayınları, 1999)

Arnavutlar’dan sonra Araplar da, ulusal taleplerini yüksek bir biçimde dile getirmeye başlamışlardı. Kürtler ise, hâlâ hilafete sadakatle bağlı olmakla birlikte Kürt aydınları arasında da, batan imparatorlukta kendi geleceklerini çizme yoluna girdiler. Bir bölümü (Şeyh Abdulkadir) imparatorluktan yana, ki devlet çökerse kendilerine iş kalmayacaktı, bir diğer grup ise (Şerif Paşa, Mevlanzade) bağımsızlıkçı bir çizgiyi izlediler. Ancak bağımsızlıkçı çizgi gerek birinciler, gerekse İttihat ve Kemalistler tarafından etkisizleştirildi. Arap aydınları arasında da ITF’ye olan güven dibe vurmuştu. Onlar da hızla bağımsızlıkçı bir çizgiye yöneleceklerdi. Bu Arap aydınları ise, imparatorluk batarsa Suriye’de kendi hanedanını kurmayı hayal eden Cemal Paşa tarafından Beyrut’un bugün “Şehitler Alanı” diye bilinen meydanında salkım saçak sallandırılacaklardı. Cemal Paşa’nın Ermeniler karşısındaki görece ılımlı tavrı ise, kurmayı hayal ettiği yeni devlette, bu halkın yaratıcı yeteneğinden ve gen havuzundan yararlanmak içindi.

Sevr Antlaşması’nın İflası


İttihatçılar, yenilgi durumunda bile, Ermenistan’ın artık kurulamayacağını biliyorlardı. Fiziki varlığı yok edilen bir halk nasıl devlet kurabilirdi ki? Onlara göre “Hayali Ermenistan” toprağa gömülmüştü. Kemalistlerin de 1929’da Ağrı’da hayali Kürdistan’ı, toprağa gömdüklerini düşünmeleri gibi.

Savaş sonrası imzalanan Sevr Barış Antlaşması, küçük bir Kürdistan yanında büyük bir Ermenistan’ın da oluşumunu öngörüyordu. Ama halkı olmayan hayali bir devlet nasıl oluşturulabilirdi ki? Zaten Sevr Anlaşması’nın en baştan iflas etmesinin asıl nedeni de buydu. Soykırım aynı zamanda, yükseltilmesi istenen ulusal burjuvazi adına bir mülksüzleştirme ameliyesi idi. Mülkiyetin zorla el değiştirmesi sonucu, baskıcı sisteme bağımlı yeni bir burjuva tabakasının yükselişi desteklendi. Madem “Türkiye Türklerin” olacaktı, azınlıkları tasfiye süreci sonuna kadar devam ettirilmeli idi! Kürtlere biçilen kaftan ise, “beyaz soykırım” idi, yani asimilasyon ve “dil-kırım” (linguacide) politikalarının hayata geçirilmesi. Aslında bunun başarılamayacağını, Talat Paşa ile “Ermeni Açılımı”nın Ermeni toplumu adına tartışmasını yapan Erzurum Milletvekili Pastırmacıyan (Armen Garo), anılarında, Talat Paşa ile olan tartışmalarının ayrıntılarını vermektedir. Garo, Ermeni halkını tasfiye etmeye kararlı olduklarını anladığını, Araplarla federasyon kurmak istediklerini, Kürtleri ise asimile etmeyi planladıklarını, ama bunun olanaksız olduğunu belirtir. (Bak: Armen Garo’nun Anıları, “Osmanlı Bankası.” Türkçesi: Attila Tuygan, Belge Yayınları 2009)

Kürt sorununun günümüzdeki çözümsüzlüğü Garo’nun öngörüsünü doğruladı.

Hiç yorum yok: