22 Kasım 2011 Salı

Fail ve Katil ve Maktul...


Yedi Uğur’suz yıl hiç geçmedi oysa! Binlerce saat, milyonlarca dakika... O sabi orada, o son teşrin soğuğunda ığıl ığıl kaynayan on üç gözesiyle, yüzüstü kapaklandığı yerde öylece sımsıcak, kanlar içinde... Kaç yaz, kaç hazan, nevbaharlar revan oldu ömürden, acı yük sabit hâlâ; soğumayan inadıyla...

Sur’un çatal sesiyle İsrafil ile göz göze kaçıncı gelişim, tükürdüğüm hınçla belirttiğim güç arasındaki zamanda kaç ayet vahiy olundu, muamma! Kalktı dün ile günün perdesi. Yüreğimi örseleyen sızı, sızıya sebep son teşrinin kurşun girişi 21’i öyle ki, her vakit diri.


Amentüsü kıyımdan mürekkep soluk kemreye şahlanmış zebaninin Kızıltepe’de soğuk namluya sürdüğü on üç Azrail dilinin yuvalandığı cemine döndüğüm baş, o başın güvercinboynu sıcacık, vicdanımın emanetinde. Ve saf, günahsız... Bilinmez, boyunca tüfeğin tetiğine davranan parmak, parmağı tetiğe süren el, eli cinnete doğrultan Yezit acaba baktı mı, bakabildi mi gözlerine, işgalde ehil potinleriyle ezerken çocukluğunu!


O sabinin arada, merhametin iğfal edildiği coğrafyada toprağı öpen alnı insan utancına soğurken, külünden harlanan köz gibi rüzgar çağırıyorum hawarlarıma. Tuz ekmek hakkına sükut ile çığlık arafında eşiğine vardığım Rabbi, kavkını zorlayan yaramda kendini inkar etti! Canda başlayıp canda son bulacak kıyamda bir başına yürüyorum. Kürt yanım çığlık çığlığa mevtasına yanarken, Türk yanım usul ve sessiz ve yüz çevirdi hawarlarıma. Samiliğim kendine hayret. Ehil bir ahrazlıklar dünya, ceberrut bir talihe dönüyor. Yedi kapıdan geçip akdi sükutta baş eğer insanlık yedi yılın cenderesinden bihaber! Ne yaşadın, diyen tek bir can çıkmaz mı ezberinden? Habis bir ur gibi içte büyüyen susku, cinayetler çağının dev kapısını büyük utançlara daha nasıl açsın ki?!


Katile ilencini heybesinde çürüten, ertelenmişlikle kendini eskiten vicdan şarjörü boşaltan parmakların saiki değil de, nedir? Yazık! Oğul kucaklayan, kızın beliklerine övgüler düzen Ana’ya yazık! Gönül gözlerini görmemenin kör kuyusuna muhacir kılanın vebali, evlatlarının enselerine çelik soğuğu gölge yaptığında tövbeye gelse ne fayda...


Filistin’de Wael’i, Bosna’da Asma’yı bizlerden eksilttiğinde namlular, niçine boğmadan içimizi gözyaşlarımızdan çiçekler serptiysek mezarlarına, bugün Uğur’a dönelim yüzümüzü: çocukluğumuzun Kabe’sine! Ağlayalım, hem de çok ağlayalım! Gözlerinden hasret kıvılcımları saçılsın katilin.


Hanginiz, hangimiz Kızıltepe’nin göğünü paralayan tufandan yara almadan kurtulabildik! O iğde bedenden insafa gelip hangimiz yüreğini yatırmadı musalla taşına? Kimin kibirsiz, yalın, nektar tadındaki çocukluğumun turuncu gülüşlerini sıyırıp geçti bakır çekirdekler...


Kanatlarına zifiri karanlık çöken humakuşun ahu vahına hangimizin gözleri tetikte beklemedi gözyaşlarını? Yedi yılın daimi sualidir bu! Bu ‘mevta’ kimin? Sağ kalan kim?


Mizgin, Enes, Abdullah kim?! Sultan, Baran, paramparça Ceylan...


Hakikatteki infilak, infilaktan doğan hakikat, Uğur’un henüz sımsıcak bedenindeki iniltiler değil midir? Yedi yıllık duyulmayan sesin itiraf edilmemiş alışılmışlığında, her gün yeni bir sabinin katlinden çoğalmıyor mu zikredilen isim...


Sahi, ‘Maktul’ sen misin öyle yüzüstü, on üç gözeden kaynayan yaralarınla, her gün sabi öldürmelerinin tanığı olan ben miyim Uğur’can? Solin’in gözlerini bir görebilseydin, dudaklarında gülümsemeyle dalgalanan parıltılı gül hevenklerini. Eyvah ki eyvah!


Kıyametim, mahşerim, vicdanım mahsus ve içli gözleriyle gözlerimin içine içine bakan fotoğrafıyla o çocuk, Uğur’um, hiç büyümedi. Büyüyemedi erguvani şafaklara. On dokuz yaşın dudaklarıyla kaysının, narın tadına nazlanamadı. Dilindeki sözü parmaklarıyla tarayamadı bir kız saçında. On iki dağ yılıyla beslediği can kuşuna musallat olan On Üç Kurşun, çaldı çocukluğumuzu...


Yanalım, hem de çok yanalım suskunluğa! Zaman, “çocuk da olsa gereğinin yapıldığı!” bir zaman! Üflendi sur! Yezit, kurbanlarının isimlerini çekiyor tespihinden birer birer ‘tövbeyi’ fısıldamadı mı kulaklarınıza resul! Tuz ekmek hakkı için, Uğur’un gözlerine bir daha bakın, bir daha. Hakikat orada: Fail ve katil ve maktul...

 Cengiz ÇELİK / Tekirdağ 1 nolu F Tipi Cezaevi

Hiç yorum yok: