6 Kasım 2011 Pazar

Bayılanı Öldürmek Suçtur!

Muhittin CEMİL - Ender KARADENİZ
Eski polis Taraf’ta “ordunun elindeki teknoloji” hakkında müthiş yazılar yazıyor. Bunun dediğine göre, ordunun attığı bombalar dağları göçertiyormuş. Devlet “yeni teknoloji ile üç ayda” PKK’yi bitirebilirmiş...

Biz bu “muazzam teknolojinin” ne olduğunu kime soralım diye konuşurken, zorda kaldığımız her zaman olduğu gibi Apê Musa çıkageldi.


“Duydum duydum, dedi soluk soluğa, ordunun yeni teknolojisini merak etmişsiniz... Siz tartışırken, ben Washington’da, çaktırmadan Pentagon generallerinin konuşmalarını dinliyordum (malum ölüler kimseye görünmez, herkesi görür)  onlar da merak ediyorlarmış. Şu Türklerin müthiş teknolojisini nasıl ele geçirebiliriz diye düşünüyorlarmış. Malum onların elinde tıpkı bizim Kürdistan dağlarımızın benzeri olan Afganistan dağlarında Afgan gerillalarını “üç ayda” bitirebilecek bir teknoloji yok. O nedenle dağda savaş on yıldır sürüyor. Demek ki Tayyip efendinin ordusu hepten çağ atlamış. Atlamış ama böyle müttefiklik olmaz; Davutoğlu hemen Amerikalı dostlarına alın size Afgan gerillalarını üç ayda bitirecek teknolojiyi, buyurun iyi günlerde kullanın demeli.


Sonra ekledi: Tabii kendilerinden alınan bu teknolojinin Türkün elinde “üç ayda bitirici” hale geldiğini duyan Amerikalılar Davutoğlu’na nereleriyle güler bunu bilemem, bilsem bile söylemem”...


Biz baktık Apê Musa gitmeye hazırlanıyor, “Aman üstat dedik, sen bize bu teknoloji hakkında bir şey demedin”...


“Ortada teknoloji yok evlatlarım” dedi Apê Musa, vaktiyle Nazilerin, sonra Amerikalıların kullandığı kimyasal silahlar var, bir de eski depolorda duran napalmlar. Bayıltıcı gazı atıyor, bayılanları napalmla öldürüyor... Hem bu silahları kullanmak suç, hem bayılan insanı öldürmek... Bayılanları neden öldürüyor? Gidip neden yakalamıyor, esir almıyor. Çünkü intikam alıyor... Devletin intikam alması da suç. Mesele budur... Ben Kürt gençlerinin bu kıyıcılık karşısında kaygılandığını sanmıyorum; Yakında bellerinden sallanan “gaz maskelerini” görürseniz şaşırmayın... Papaz her zaman pilav yemez, bu gençler de her zaman bayılmaz. Her silahın bir muadili vardır; ama haklı olanın muadili, haksızın saflarında yoktur. O nedenle de zafer haklı olanlarındır, teknolojilerin değil...”


Nur içinde yat, Allah’ın sevgili kulu Apê Musa! Amin!


Artık yeter! AKP ve cemaatle aranıza ‘mesafe’ koyunuz!


Önce Fethullah Gülen konuştu. İki yıldır süren ve son günlerde insanlık dışı bir katliam ve faşizan bir tutuklama ile tırmanan AKP saldırısının arkasındaki “lider” olduğunu da bu konuşmayla resmen ilan etti. Ne dedi? Tekrar hatırlayalım:


“O güç, gelip kendi milletinin başına binmiş ve 25-30 milyon insanı esir almıştır. Daha sonra da her on senede bir binlerce insanı ezmiş, zindanlara atmış, sürgünlere yollamıştır. Şimdi, sen orada kuvvetini sonuna kadar kullanmışsın, sokağa hükmetmişsin; fakat ayıptır bu, ârdır, otuz senedir dağdaki bir avuç şakînin hakkından gelemiyorsun.”


“Onların altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir”...


Bu emir, Genelkurmay Başkanı’nın “nezaretinde” “bayıltıcı gazla bayıltıp, napalmla yakmak ve radyasyonsuz nükleer taktik bir silahın yıkım gücüne eşit bombalarla coğrafyayı değiştirerek yok etmek” şeklinde uygulandı.


Ve tutuklamalar bu aşağılık emirden sonra Büşra Ersanlı’ya ve Ragıp Zarakolu’na kadar genişletildi. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Amerika’daki “şefin” emrini yorumladı ve  daha da ileri gitti ve şöyle konuştu:


“BDP’nin milletvekilleri KCK yapısının sözde legal unsurlarıdır. KCK’nin alt birimleridir. KCK’nin illegal unsurları bu yapıyı yönetirler. Bir büyükşehir belediye başkanını o şehirdeki KCK’nin siyasi temsilcisinin nasıl yargıladığının görüntülerini izledik, gördük. Bu yapıdaki gayri resmi görevliler aynı zamanda BDP milletvekillerini de emirleri ile yönetiyorlar.”


Bütün bu olanlardan sonra, kendisine demokratım diyen herkesin “AKP” ve “cemaatle” arasına kesin bir “mesafe” koyması, buna karşılık, KCK adı altında tutuklananlarla ve BDP’yle aralarına “mesafe” koyanların, bu “mesafeyi” ortadan kaldırmaları gerekir.


Çünkü artık “cemaat” sorunu ortaya şöyle koymuştur: “Ya bizdensiniz, ya da onlardan!”

 

Hükümeti ‘terör’e ‘ikna edenler’

Medyadaki tartışmalar, iki eğilim arasındaki çatışmayı olanca çıplaklığı ile açığa çıkardı.

Cengiz Çandar Radikal’de şöyle yazdı:


“Ve evet, Başbakan ‘KCK operasyonuna ikna edilmiştir’ veya bu ‘onun kucağına emrivakiyle bırakılmış bir zehirli hediyedir’. Bunun böyle olduğunu ben biliyorum. PKK’nın silah bırakmasının nasıl mümkün olacağı üzerine TESEV Raporu’nu hazırladığım sırada görüştüğüm devlet yetkililerinden, Başbakan’ın yakın çevresinden, Abdullah Öcalan’ın kendisiyle İmralı’da görüşen heyete ilişkin aktardığı bilgileri benimle paylaşan PKK yetkililerinden biliyorum.


Devletin -üstelik Başbakan’ın yakın çevresi olan- önemli bir bölümünün KCK operasyonlarını yanlış bulduğunu ve karşı olduğunu bizzat kulağımla o kişilerden işittiğim için biliyorum.


O nedenle, evet, Başbakan ‘KCK operasyonuna ikna edilmiştir’ veya ‘emrivakiyle kucağına bu zehirli hediye bırakılmıştır.’”


Çandar, bu “hediye”nin kim tarafından bırakıldığını yazmamış. Ama tartışmalar bu “bırakanı” çıplak biçimde gösteriyor. Bizzat Fethullah Gülen bu hediyeyi ta Amerikalardan Başbakan’a gönderdiğini kendisi açıklıyor, sözcüsü Hüseyin Gülerce bunu doğruluyor, yanaşma Taha Akyol da öyle. Eski polis, yeni Taraf yazarı Emre Uslu ha keza...


Bu sonuncusu Taraf’ta şöyle yazıyor:


“Bu yazı (yani “Ölümden önce son çağrı” başlıklı yazısı M.D.) gariban Kürt çocuğu PKK militanlarını “ben de PKK’lı olsam silah bırakmam” diye gaza getirip devlete de “PKK’yı otuz yılda askeri operasyonlarla bitiremedin şimdi de bitiremezsin, o halde PKK ile müzakere yap” diye çağırı yapan, böylece PKK kitleleri üzerinde temelsiz umut yaratan müzakereci liberallere bir çağırıdır.”


Hükümeti “ikna” edenler bunlardır ve neye ikna ettikleri de şöyledir:


“Çok net söylüyorum, mevcut strateji devam ettirilirse PKK önümüzdeki bahar döneminde yok edilir.”


“Mevcut strateji” budur ve Fethullahçıların Başbakanı “ikna” ettikleri hedef budur.


Ve “düşün yakamızdan” diyerek cemaat tarafından “istiskal” edilen “bizim” dostlarımız, bu “önümüzdeki baharda yok etme” stratejisine hükümeti “ikna” edenlerle aynı gazetede “barış içinde birlikte yaşama” “real politikerliği” yapmaktalar...

 

 

Fethullahçılarla liberaller ‘yol ayrımında’

Cemaatin “değişmez şefi, ebedi lideri, sözlerine asla itiraz edilemez kerameti kendinden menkul şeyhi” Fethullah Gülen’in emrinden sonra, onun Türkiye’deki sözcüsü Hüseyin Gülerce Zaman gazetesinde harekete geçti. “Liberal demokratlara” kapıyı gösterdi.


Gülerce Fethullah Gülen adına liberal demokratlarla yol ayrımına gelindiğini açıkça ilan etti: Durum şöyle:


Yıllarca ordunun hışmından kurtulmak için Hasan Cemal gibilerinin “gölgesine sığınan” Gülerce ve hempaları, şimdi ona “KCK ne? PKK ne?” diye sorular soruyor, sanki Hasan Cemal “Karayılan fikir ve ifade hürriyetini savunuyor” demiş gibi ona “Murat Karayılan KCK’nin başı olarak hangi fikir ve ifade hürriyetinin savunucusudur” diye hesap soruyor ve ardından “gölgeden çıkışlarını” şöyle ilan ediyorlar:


“Görülüyor ki, KCK davası, Kürt meselesinde, bugüne kadar birbirine destek veren muhafazakâr demokrat ve liberal demokrat aydınları bir yol ayrımına getirdi.”


Cemaat yalnız PKK’yi, KCK’yi, BDP’yi, Prof. Büşra Ersanlı’yı ve Ragıp Zarakolu’nu değil, Hasan Cemal’i, Cengiz Çandar’ı, Oral Çalışlar’ı, Ali Bayramoğlu’nu, tüm eski müttefikleri ve KCK tutuklamalarını eleştiren Nuray Mert gibi dürüst demokratları da hedef tahtasına koyuyor.


Ve Başbakan, uçakta cemaatin rotasında seyrederken, bu yazarlara parmağını sallıyor ve tehdit ediyor: Kendinizi gözden geçirin!


Biz Apê Musa’ya haber salıp, sorduk: “Hocam, sen bu duruma ne diyorsun?”


El cevap: Tarihten ders alınsaydı, tarih tekerrür eder miydi? Humeyni’ye elini verenler kollarını kaptırmış, canlarından olmuşlardı; bizde de, bu ılımlılara ellerini verenler şimdi yerlerinden olmak üzereler... Vah vah...”


AKP’yle ittifak yapan sayın demokratlar, Apê Musa’nın bu sözlerinden sakın alınmayın; o sizi sözleriyle dövse de, yüreğiyle sevmekte...

 


Liberal pişmanlık...

Ali Bayramoğlu Yeni Şafak’ta, böyle giderse, son yazılarını yazıyor gibi... AKP’ye verdiği desteğin pişmanlığını şöyle dile getirmiş:

“Haziran ayında, Ramazan’ın ardından büyük sivil tutuklamalarının geleceği, listelerin hazırlandığı, otoriter bir dalga eseceği iddia ediliyordu. O günlerde her vesileyle bunun gerçek olamayacağını, Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin kendi varlığıyla içiçe geçmiş ‘demokratikleşme ve reform politikaları’ndan geri düşemeyeceğini söylemiştim.”


Bu satırların yer aldığı yazıda Bayramoğlu, KCK adı altında yapılan tutuklamaları sert bir şekilde eleştiriyor.

 


Çanlar kimin için çalıyor?

Kazan bombaları coğrafyayı ne kadar değiştirirse değiştirsin, ordu ne kadar “müthiş” teknoloji kullanırsa kullansın, tutuklamalar ne kadar yayılırsa yayılsın, cemaatin ve AKP’nin saflarındaki şüpheler, tereddüt ve kaygılar sanılandan çok büyük. Hükümetin yarı-resmi organı Star’da Mustafa Akyol eski köşe arkadaşı, şimdiki AKP’li vekil Şamil Tayyar’ın da içinde olduğu kişiler hakkında şöyle diyor:


“Cevabı “PKK’ya karşı askeri, KCK’ya karşı da polisiye çözüm” diye verenler, son birkaç yıldır da hükümete bu telkinde bulunan bir başka aydın grubu daha var. “


Bunlara katılmadığını belirten Akyol, hükümetin bir an önce
KCK tutuklamalarına dayanak olan Terörle Mücadele Kanunu değiştirmesini öneriyor ve “Yoksa bu iş gerçekten kötüye gidiyor” dye yazıyor. Yazısı şöyle bitiyor:

“Acı gerçeği dürüstçe teslim edelim ki, PKK’nın etnik milliyetçilikle mâlul sadık bir tabanı var ve bu kolay kolay ortadan kalkmayacak. Örgütün terör kapasitesi de hiç bitmeyecek. Tüm Kandil’i yerle bir etsek, birkaç intihar bombacısı İstanbul’u veya Ankara’yı vurabilir!.


Tevbe Estağfrullah!...

Hiç yorum yok: