27 Ekim 2011 Perşembe

Van ve Vicdan

Van’da deprem olduğu haberi, çocukluğumdan ve gençliğimden kalma anıların canlanmasına, sürgün yemiş yüreğimi kor alevlerin sarmasına yol açtı!

İlk hissettiklerim bunlardı. Bir de zamana karşı yarışan; aileme, sevdiklerime ve ‘gönlü gani’ hemşehrilerime yönelik kaygılarımdı.
Bir elim yüreğimde telefona sarıldım. Ancak bir süre kimseye ulaşamadım. Zaman geçiyor, kaygılarım artıyor, kötü duyguların etkisi altında gerilip duruyordum. 

Neyse ki sonuçta kız kardeşlerimden birine ulaştım ve ailedeki herkesin sağ olduğu bilgisini aldım. Fakat felaket vahim boyutlardı. Ölenler, yaralananlar, enkaz altında kalanlar ve kendilerinden haber alınamayanlar vardı.

Böyle bir durumda insan ne yapacağını bilemiyor. Bir an önce orada olmak istiyorsun ama, olamıyorsun! Türkiye’nin ‘düşünce özgürlüğü’ karşıtı yasal mevzuatı buna izin vermiyor. 

Gidersen, geçmişte olduğu gibi fikirlerinden ötürü hapse gireceksin; bu yüzden gidemiyor, acını ve yasını içine gömmek zorunda kalıyorsun.

Aradan üç gün geçti. Resmi açıklamalara göre depremde 400’e yakın insan hayatını kaybetti. Ancak, konuştuğum kişiler ölü sayısının açıklanandan daha çok olduğu bilgisini veriyor. Halk resmi açıklamaların gerçeği yansıtmadığını söylüyor.

Kaldı ki aradan üç gün geçmesine rağmen enkaz altında kaç kişinin kaldığı dahi bilinmiyor. Arama kurtarma çalışmaları devam ediyor fakat, ekipman ve malzeme yetersizliği yüzünden süreç ağır işliyor.
Enkazın tamamen kaldırılması zaman alacağa benziyor; bu da haklı kaygıların artmasına neden oluyor.

Öte yandan 5 bine yakın evin hasar gördüğü deprem yüzünden halk üç gündür sokaklarda yatıp kalkıyor. Depremzedelerin bir kısmı çadırda yaşıyor ama, çoğu çadırsız ve barınaksız yaşam mücadelesi veriyor.

Hava soğuk, kış geliyor, dolayısıyla açıkta kalmış bu insanların başlarını sokacakları bir yerlerinin olması gerekiyor. Olayın vehametini kavramış görünmeyen devlet ise halkın taleplerini duymazdan geliyor ve ‘yapılacak, edilecek’ demekle yetiniyor.
Türk devleti depremden zarar gören insanlara yardım eli uzatmak yerine, fırsat bu fırsat diyerek deprem acısı yaşayan insanlara bir de evlat acısı yaşatmaya çalışıyor!

Halk depremin şokunu atlatamadan, Türk devleti birkaç Kürt daha öldürmek amacıyla ‘sınır ötesi’ operasyona çıkıyor! İmkanlarını can kurtarmak için değil, can almak için seferber ediyor.

Doğrusu Türk devleti kendisine yakışanı yapıyor! Doğal felaket bile onu durdurmaya yetmiyor. Enkazın kaldırılmasını dahi bekleyemiyor. Türk devleti, devlet gibi değil, ilkel bir kabile gibi davranıyor.

Oysa böylesi bir felaket sürecinde herşeyden önce silahların susması gerekiyor! Fakat o tersini yapıyor ve daha çok can almanın derdine düşüyor. Böylece PKK’nin ateşkes ilan etmesinin de önüne geçiyor. 
Tabii, PKK’nin buna rağmen deprem nedeniyle ateşkes ilan etmesi gerekiyor ama, tek taraflı ateşkes de savaşı durdurmaya yetmiyor. Çift taraflı bir ateşkesin acilen sağlanması gerekiyor.

Türki siyaseti ve medyası böyle bir günde yapılan operasyona karşı çıkacağına destek veriyor! Irkçı zihniyet deprem meprem dinlemiyor.

Bu Van’da değil de Ankara’da yaşansaydı acaba, aynı şeyi yapar, operasyona alkış tutarlar mıydı? Aynı şekilde Türk ordusu arama- kurtarma çalışmalarını bırakıp operasyona çıkar mıydı?

Açıkça görüldüğü gibi Türklerle Kürtler ‘tasada ve kıvançta’ artık birlikte değillerdir. Birinin acısı, diğerinin sevincine dönüşmüş durumda. Aradaki mesafenin epey açıldığı belli oluyor.

Deprem Türk toplumunun hatırı sayılı bir kesiminin şovenizmle zehirlendiğini ve militarize edildiğini gösteriyor. 

Elbette depreme üzülen, Kürt halkının yaşadığı acıyı kendi acısı bilen Türkler var; İyi ki de var ama, bir de işin bu yanı var.
Ne ki böyle devam ederse, çok sürmez, Türk halkı ‘kadim kardeşi’ Kürt halkını da kaybeder. Ne de olsa Türk-Kürt ilişkileri tarihin en kötü döneminden geçiyor! 

Kürtlerle savaş Türkiye’nin vicdanını köreltmiş, ırkçılık toplumu tükenişin eşiğine getirmiş bulunuyor. 

Kürtlerin depremde hayatlarını kaybetmiş olmasına sevinmek ve onların cansız bedenleri yerdeyken operasyona girişmek, tükenişin boyutlarını gösteriyor.

Vicdanını yitirmiş, ahlaki değer yargılarını bir kenara itmiş bir Türkiye’nin Kürtler bir yana, Türklere bile bir gelecek sunması mümkün değildir.

Vicdani yeteneği körelmiş, en büyük erdemini kaybetmiş bir toplumun tek bir geleceği vardır; o da felakettir.

Bunun bilinmesi, Türkiye’nin ırkçılığıyla yüzleşmesi gerekmektedir. Aksi durumda Anadolu’da yeni bir ‘felaket’ yaşanması işten bile değildir.

Tehlike eşiktedir. Türkiye toplumu vicdanını yitirmektedir. Bu durumda ülke uçurumdan aşağı düşecektir.

Bu istenmiyorsa Türkiye vicdan azabını yeniden hissetmeli ve ‘kadim kardeşi’ Kürtlere yaptıklarından ötürü pişmanlığını açıkça ifade etmelidir.

Van depremi bunun hayati önemde olduğunu göstermiştir.


GÜNAY ASLAN
gunayaslan@hotmail.de

Hiç yorum yok: