11 Ekim 2011 Salı

Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene

Diyarbakır Milletvekili Leyla ZANA parlamentodaki yemini ardından aidiyetimi sorgularsam kendi kendime vereceğim cevap ne diye düşünürsem, en doğru ve güzel cevap olamaz mı? Diye düşünürüm.

Bu nereden aklıma geldi ki ansızın söyleyiverdim. Tarih 1986 yılı sonbaharıydı, meşhur Diyarbakır cezaevi iç avlusu, Tutuklu olduğumuz dokuz ayın ardından Mahkeme, gruptan iki kişi hakkında tahliye kararı vermişti. Karar Cezaevi yönetimine tebliğ edildikten sonra Ali ABİ ile benim, tahliyemiz gerçekleşiyordu. İşlemler sonuçlandı, iç avluya çıkarıldık. 

Elbiselerimizi bulmamız için bizi depoya soktular, elbiselerimizi bulamadık, üst baş bir şeyler uydurmaya çalıştık, çıkarıldığımız iç avluda. 

İri cüsseli üç subay yan yana yürüyerek yanımızdan geçiyordu. Ortadaki şahıs durdu ve yüzüme sert bir bakış fırlattı, ardından da ""Türk müsün"" emir verir gibi gür bir ses tonu ile bağırarak sordu. 

Bu soru karşısında ben ve Ali şaşırmıştık. Soru doğrudan bana yönelikti, cevabını da benden bekliyordu. Diğer iki subay iki üç adım ilerledikten sonra durup, bize taraf bakarak, bana soruyu yönelten arkadaşlarını beklediler. 

Nasıl bir cevap vermeliydim, yalan söyleyemem, kişiliğim yalan kaldırmaz, bu kesin, ailemde hem Türklük hem de Kürtlük vardır. Ninem Türk, dedem ise Kürt"tür, hangi halkın adını ifade edersem edeyim, yalan olur. 

Öbür taraftan da karşımdakiler egemen ulusun militarist güçleri, sivil değiller tartışabileyim. Benden de bekledikleri cevap belli, onu da biliyorum. Onların istemediği, beklemediği bir cevap söylediğimde de sert tepki ile karşılaşacağımı tahmin ediyorum.
Kişi olarak inandığım sosyal ve kültürel değerler var, ilkelerim var, doğru olduğuna inandığım ülkemin değerlerini inkâr edemezdim. Ülkemin değerleri bunlar, inkar edersem yalancı durumuna düşerim ve en büyük onursuzluğu yaşamış olurdum ki hayatım boyunca bu olayın etkisinde kalabilirim.

Saniyeler içinde zihnimde düşünceler, ilkeler, değerler çekişmesi ve hesaplaşması yaşadım. Karşımdaki Subaylara nasıl bir cevap vermem gerekiyor. Bu küçük duraksamam Ali"yi biraz tedirgin etti, yan yana duruyoruz. Elini elime hafiften vurdu. 

Doğrusu soruyu ilk duyduğumda vereceğim tek bir cevap olduğunu biliyordum. Ancak diğer düşünceler istem dışı zihnimi meşgul ediyorlardı.

Rahat bir tavırla ""Türkiyeliyim"" diye cevap verdim.
Karşımdaki kişi kaşlarını çattı, alın ve boyun damarları şişti. Beklediğimin üstünde daha da sert bir ses tunu ile ""neeee"" diye bağırdı. Biraz da hayretler içinde kaldığı, kulaklarına inanamadığı hissini tavırlarında gördüm. 

Aynı soruyu tekrar sorması da onun içindi galiba, acaba yanlış mı duydum, hissi içindeydi. İkinci kere ""Türk müsün"" diye sorduğunda ise ""Türkiyeliyim"" cevabını hemen ve daha rahat verdim. 

"" neden bırakıyorlar ki bunları""  diye sert bir ses tonu ile bağırırken sesi iç avluyu inletti, yankılandı ve üzerime doğru hamle yaptı. Ben de karşısında ayakta duruyorum, hamlesine karşı duruşumu bozmadan bekledim. Her iki arkadaşı kendisini yakaladı, kollarından tutarak benden uzaklaştırmaya çalıştılar. Biri onu sakinleştirmek hem de olaya ne kadar hakim olduğunu ortaya koymak için olacak galiba ""gel sen, bırak, bunların beynini yıkamışlar, zaten"" dedi ve arkadaşını uzaklaştırmaya çalıştı.
Bunun üzerine kendisine seslendim, ""ülkemin, herkesi kabul eden bütün değerlerinden etkilenmem, yanlış olmamalı. Merak etme benim beynimi kimsenin yıkamaya gücü yetmez, ancak senin için aynı şeyi söyleyemem"" dedim. 

Ali araya girdi, ""sus cevap verme arkadaşım, dur hele buradan çıkalım"" dedi. Bende tedirgin olmuştum, doğrusu, onun gibi.
Sonra yeniden zihnimde aynı sahneyi canlandırdım. Yanlış bir şey söylemediğime emindim, buna rağmen başımıza kötü bir şey gelir mi? Halen cezaevi iç avlusu içindeyiz. 

Bu subayların tepkisini aşırı ve ırkçı gördüm. Hâlbuki ülkemizde sadece Türkler tek yaşamıyor. Onlarca farklı halk, kültür bu ülkeyi vatanı olarak görüyor/ kabul ediyor. Sadece ülke sınırları ile sınırlı da değil, bu duygu kıtaları kapsıyor. Böyle aşırı bir zihniyet bu duyguyu köreltir. Bu aidiyet duygusunu, birlikte yaşam duygusunu ırkçı zihniyetle ancak küstürülür. 

Bugün Makedonya"dan Pakistan"a, kuzey"den Güney"e hem inancı hem de akrabalık ve kültürel değerlerle halkların birbiri ile olan ilgileri, ilişkileri tarihten gelmektedir. Hiç kimse Arap olmak, Türk olmak, Kürt olmak veya Fars olmak hissi ile bu duyguyu sürdürmüyor.  Farklı halkların, kültürlerin ortak paydaları tarihseldir.

Bu aidiyet; Kürt Sultanı Selahaddini Eyübi"nin halklar arası kardeşlik kültüründen ve bunu devralan Osmanlı gelir.  Bu kardeşleşmenin inanç sal yanı, kan bağı yanı, ortak kültürel yanı, ekonomik ilişkiler gibi çok farklı ortak paydalar bulunuyor.
Bölgemize egemen kılınması istenen ırkçı/ulusalcı kültür itici, ayrımcı ve bölücüdür.

Irkçı/ulusalcı İtici ve bölücü rejim bölgemizin en büyük sorunu olarak ortada duruyor. 

Bu bireysel davranıştan ziyade kurumsal bir davranış olarak görülebilir. Silahlı bir kurumun bu zihniyeti doğal olarak halkları endişeye sevk edebilir. Görev ve sorumlulukları yasalarla belirlenmiş olsa da işin aslı farklıdır. Belli bir zihniyet hâkimiyeti söz konusudur. Bu da sivil yaşamın her alanına müdahale demektir. Kendi düşüncelerinden farklı olduğuna inandıkları zaman sivillere karşı harekete geçmelerine neden oluyordu. İşin bir de bu yanı söz konusudur.

Aradan geçen bunca yılın ardından bu gün karşı karşıya kaldığımız olgu içler acısıdır. 7 Ekim 2011 günü Halkın oyları ile seçilen vekillerine yönelik bir paramiliter, başka bir paramiliter arkadaşına sesleniyor, ""bırak onu, muhatabın değil"" Milyonlarca yurttaşımızdan oy almış ve seçilmiş bir Milletvekili için bu ifadeyi kullanıyordu. Milletvekili de o paramilitere sesleniyor ""ben bu halkın seçilmiş vekiliyim, sen kimsin"" o kimliğine uygun bir cevap veriyor ve diyordu ki ""Ben Devletim"" bunun üstüne başka söz söylenebilir mi?

Paramiliterin Devleti temsil ettiği yerde Demokrasi yoktur. Ancak Demokrasi yalanı vardır.  

Bu Milletvekilin siyasetini, fikirlerini beğenmeyebilirsin, Demokrasilerde bu durum doğal ve hoşgörü ile karşılanır. 

Paramiliterin görev ve sorumlulukları bellidir, kendisini Devletin yerine koyması, herkesin kendisi gibi düşünmek zorunda görmesi faşizme özgüdür.

Faşizm Almanya"da gaz odaları, Irak"ta kitle sel olarak çöle gömülme, başka ülkelerde başka uygulamalarla insanlığın karşısına çıkmıştır.

Sokakların, Caddelerin gaz bombaları altında inletilmesi de faşizmdir. Bir ırkı kollayarak başka ırkları siyasal ve kültürel olarak yok etmek de faşizmdir.

Ortadoğu"da açık ve örtülü faşizm yıllara yayılarak devam etmektedir. İnançlar üzerinde, düşünceler üzerinde, kültürler üzerinde acımasızca devam etmektedir.

Paramiliter devlet ve milletvekili hiç görülüyorsa bu gidiş iyi gidiş değildir. Geçmişte de militarizm siyasi düşüncesini beğenmediği siyasetçiye ""muhtar bile olamaz"" dediğinde halklar gereken cevabı sonra vermiştir.  Bu paramiliter zihniyet de halklardan gereken cevabı alacaktır. Sonra tarih tekerrür mü ediyor diyerek şaşırmış gibi yapacağız.

Ancak yanlış her yerde yanlıştır. Farkında olmak gerekir. Geç bile olsa yanlışlar fark ediliyor.

Hiç yorum yok: