6 Ekim 2011 Perşembe

Cemil Bayık: Yeni Bir Görüşme Süreci Başlamaz

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Öcalan’ın ortaya koyduğu talepler ve çift taraflı ateşkes olmadan yeni bir görüşme sürecinin başlamayacağını belirterek, "Tutukla, irade kır, ondan sonra da görüşeceğim de! Böyle bir görüşme anlayışı, böyle bir müzakere anlayışı, siyasal güçlerle ilişki anlayışı olmaz" dedi.

ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Öcalan’a tecrit ve BDP’ye yönelik siyasi operasyonlara ilişkin geniş değerlendirmelerde bulundu. “Bundan sonra AKP hükümetinin yaklaşımları Kürt Özgürlük Hareketi tarafından daha dikkatli ele alınacaktır” diyen Bayık, artık çift taraflı ateşkes olmadan yeni bir görüşme sürecinin başlamasının sözkonusu olamayacağını söyledi.

Son tutuklamaları değerlendiren Bayık, “Bu tutuklamalardan sonra seçimlerin de demokratik siyaset yapmak için parti kurmanın ve örgütlemenin de bir anlamı kalmamıştır” vurgusunda bulunurken, BDP’nin tutuklamalar karşısındaki tepkisini de yetersiz bularak eleştirdi. Bayık, “Bu kadar tutuklamanın olduğu yerde faşizm vardır” dedi.

ÖCALAN’A TECRİDİN SİYASAL BİR AMACI VAR
*PKK lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit iki buçuk ay oldu. Başbakan tecridin süreceğini açıkladı. Hatta İmralı’yla örgüt arasında bağın koparıldığından söz ediliyor. Öcalan’ın dış dünya ile bağının koparılması ile amaçlanan nedir?

Kürt Halk Önderine yönelik tecridin kuşkusuz çok boyutlu bir siyasal amacı bulunmaktadır. Önder Apo’yla görüşmeler vardı. Bu görüşmelerde Önder Apo’nun çözüm için çabalarına karşılık vermedikleri gibi, Önder Apo'ya ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı oyalama içine girerek ve kendi öngördüklerini dayatarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmeyi hedeflediler. Kürt Halk Önderi buna karşı tutum koydu. Sağlığım, güvenliğim ve özgürlüğüm sağlanmadığı müddetçe benim yapacak bir şeyim kalmamıştır dedi. Açıkça Kürt sorununun çözümünü istiyorsanız, çözüm konusunda samimiyseniz bu konuda benim önümü açarsınız, ben de bu sorunun çözümü konusunda katkı sunarım demiştir. Bu olmadığı taktirde benim bu konuda yapacağım bir şey kalmamıştır diyerek aradan çekilmiştir. Bunun üzerine o günden bugüne ağır bir tecrit uygulanmaktadır. Bu tecritle birlikte AKP'nin gerçek yüzü açığa çıkmıştır. Düne kadar heyet gönderip görüşme yaptığı bir hareketin liderine kendi isteklerini kabul ettiremeyince tecrit uygulayarak şantaj ve tehdit politikasını devreye sokmuşlardır. Açıkça baskı ve zulümle, işkenceyle Kürt Halk Önderinin iradesini, daha doğrusu halkın iradesini kırıp kendi inkar ve imha sistemini tekrar sürdürmek istemektedirler. Önder Apo'ya yaklaşım Kürt halkına yaklaşımdır; Önder Apo'ya yaklaşım Kürt Özgürlük Hareketi'ne yaklaşımdır. Hiç kimse kendini kandırmasın. Önder Apo'ya bu zulmü ve baskıyı yapanlar Kürt halkının kesinlikle ne varlığını kabul ederler ne de özgürlüğünü kabul ederler.

Türkiye Kürtleri bir halk olarak, bir toplum olarak kabul etmiyor. Kürtleri bir halk ve toplum olarak kabul etmediği için liderlerini de tanımıyor. Çünkü toplumların, halkların liderleri olur, temsilcileri olur. Kürtler ise tek tek birey olarak değerlendiriliyor. Devletin vatandaşları olarak değerlendiriliyor. Hakları, hukukları olan bir toplum, farklı varlığı olan bir toplum olarak görülmüyor. Böyle yaklaşıldığı için kimse karşımızda bir toplum lideri olarak konuşamaz, bir halkın lideri olarak karşımızda oturamaz, taleplerde bulunamaz diyerek bu tecridi uygulamışlardır.

TECRİT KÜRT HALKININ HASSASİYETİ BİLİNEREK YAPILIYOR


Bu tecrit, Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve Kürt halkının hassasiyeti bilinerek yapılmaktadır. Kürt halkına da “siz bir toplum değilsiniz, bir halk değilsiniz, öyle sahiplenecek bir lideriniz de olamaz” denmektedir. Bu açıktan açığa Kürt halkına karşı bir bir meydan okuma ve bir savaş açmadır. Kürt halkının duygu ve düşüncelerini dikkate almamaktır. Kürt halkının duygularıyla düşünceleriyle savaş içine girmektir. Bu yaklaşım kesinlikle sıradan bir yaklaşım olarak ele alınamaz. Kürt halkına ve toplumuna, “sahiplenecek bir lideriniz yoktur, biz bu kişiye istediğimizi yaparız, tecrit de uygularız, baskı da uygularız, İmralı işkencesini de sürdürürüz” demek istemektedirler.

Kürt halkının hassasiyetine rağmen böyle bir yaklaşımın gösterilmesi sıradan bir politikayı ifade etmiyor; bir inkar sistemini ifade ediyor, bir ezme ve tasfiye politikasını ifade ediyor. Bütün isyanlar bastırılması açısından liderlerin katledilmesi gerekli görülmüş, liderlerin asılması isyanların bastırılmasının sembolü yapılmıştır. Bu liderleri, siz karşımıza bir toplum, bir halk olarak çıkıyorsunuz, olmayan bir şeyi dayatıyorsunuz diyerek cezalandırmışlardır. Bugün de Kürt Halk Önderine bu kadar öfke duyulmasının nedeni Kürtlerin bir halk ve toplum olarak Türk devletinin karşısına çıkarılmasıdır. Türk devletinin karşısına bir halk ve toplum olarak Kürtlerin varlığını tanıyacaksınız, özgürlüğünü kabul edeceksiniz duruşuyla çıkmasıdır. Bu tutum da Türk devlet zihniyeti açısından işlenecek en ağır suçtur. Bu açıdan da Kürt Halk Önderi bugün Türkiye açısından en ağır suçlu konumdadır.

AMAÇ İRADE KIRMAK

Tecrit kesinlikle sadece Önder Apo'ya yönelik değildir; halkın ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin iradesini kırmaya yöneliktir. Kendilerine göre en zayıf halka orasıdır. Önder Apo esaret altında, ellerindedir; istedikleri zaman tecrit uygulayabilirler, istedikleri baskıyı yürütebilirler. Kendilerine göre bu esaret konumunu hem Önder Apo'ya karşı hem Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir şantaj aracı olarak kullanmaktadırlar. Ya mücadeleyi bırakırsınız ya da bu tecridi uygularız demektedirler. Bu, açıktan açığa bir savaş ilandır. Bu tutum, biz yaparız, siz de istediğinizi yapabilirsiniz anlamına gelmektedir. Zaten kimi yazarlar, kimi kesimler bakın tecrit oldu, çok büyük tepki olmadı diyerek esas olarak İmralı üzerinden savaş yürüttüklerini, İmralı üzerinden devletin gücüyle Kürt halkının mücadele gücünü karşılaştırdıkları görülmektedir. Bunun ne kadar alçakça, uğursuz bir politika olduğu açıktır. Kuşkusuz bu uğursuz ve alçak politikanın hesabı sorulacaktır. Kesinlikle Kürt halkı da Kürt Özgürlük Hareketi de Önderliğine sahip çıkacaktır. Bu politikanın yürütülemeyeceğini gösterecektir.

TÜRK DEVLETİ BEN İSTEDİĞİMİ YAPARIM DİYEMEZ
*Bundan sonra nasıl bir süreç bekliyorsunuz? Tecridi Öcalan'ın barış ve çözüm çağrılarına olumsuz bir cevap olarak mı yorumlamak gerekir ve buna karşı hareketinizin yaklaşımı ne olacak?

Bugüne kadar savaşın kapsamlılaştırılması ve derinleştirilmesinde bazı sınırlara dikkat ediliyordu. Fedai gerilla ordusunun ve fedai militanların Türk devletinin askeri, polisi, siyasi ve idari güçlerine karşı ölçülü bir mücadele yürütmesinin nedeni bir taraftan mücadele edilirken, diğer taraftan da sorunun çözümü için kapıyı açık bırakmaktı. Bu açıdan eğer Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve halkın hassas olduğu önderlik üzerinde bu tecrit sürerse tabii ki Kürtlerin de Kürt Özgürlük Hareketi'nin de Türk devletine karşı mücadele yöntemlerini daha sertleştirmesi hakkı ve meşruiyeti doğar. Türk devleti, Önderliğiniz elimdedir istediğimi yaparım, diyemez. Artık günümüz dünyasında hiçbir gücün ben istediğimi yaparım biçimindeki bir yaklaşımı olamaz. Her konuda istediği tasarrufta bulunamaz. Ben her konuda nasıl düşünürsem öyle yaparım demek çok çirkin, faşist bir politikadır. Özellikle de esaret altında bir lidere bu politikanın uygulanması en ağır suçtur. Bu yaklaşım içinde olan bir hükümete ve devlete karşı da bir halkın, Özgürlük Mücadelesi'nin her türlü direnişi gösterme hakkı vardır.

Kürt Halk Önderi; sağlık, güvenlik ve özgürlük koşularında rolünü oynayabileceğini defalarca söylemiştir. Susuz havuzda yüzmem isteniyor diyerek hükümetin yaklaşımını eleştirmiştir. Bu nedenle eğer hükümetin bir çözüm politikası varsa çözüm konusunda herkesle tartışıp konuşacağı, karar vereceği özgür çalışma ortamın sağlanmasını istemiştir. Bu isteme tecrit politikasıyla karşılık verilmesi aslında Kürt Halk Önderinin çözüm konusundaki yaklaşımına ve taleplerine olumsuz cevap vermektir. Bu da bugüne kadar yürütülen görüşmelerde AKP hükümetinin samimi olmadığını ortaya koymaktadır.

ARTIK ÇİFT TARAFLI ATEŞKES OLMADAN GÖRÜŞME SÜRECİ BAŞLAMAYACAK

Bundan sonra AKP hükümetinin yaklaşımları Kürt Özgürlük Hareketi tarafından daha dikkatli ele alınacaktır. Artık AKP istediği kadar bu tecrit politikasını uygulasın, istediği kadar saldırılarını yürütsün Kürt Halk Önderinin ortaya koyduğu talepler karşılanmadan ve çift taraflı bir ateşkes gerçekleşmeden yeni bir görüşme sürecinin başlaması söz konusu olamaz.

SADECE ÖCALAN İLE GÖRÜŞME YAPTIRILMASI YETMEZ

Sadece görüşmenin yaptırılması yetmez. Böyle yaklaşmak tüm Kürtlere “sizi zindana atarız, sizin tek hakkınız on beş günde, ayda bir görüşmedir” demektir. Bunun da Kürt Halk Önderi, Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı tarafından kabul edilmeyeceği açıktır. Geçmişte Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi, AKP'nin bütün olumsuz yaklaşımlarına rağmen belki bu süreç devlette ve toplumda çözüm için bir irade ortaya çıkarılabilir, bunun sonucu hükümet de bir projeyle, bir çözüm yaklaşımıyla bu soruna el atabilir biçiminde bir sorumlu yaklaşım göstermiştir. Bu yaklaşımın sonucu defalarca ateşkes ilan edilmiştir. AKP'nin bütün politikalarına bu nedenle tahammül edilmiştir.

AKP hükümeti bu yaklaşımlara ve tanınan fırsatlara rağmen Kürt Özgürlük Hareketi'ni tümüyle tasfiye edip devleti ele geçirme hesabını bırakmamıştır. AKP'nin Kürt sorununu çözüp Türkiye'yi demokratikleştirme gibi bir yaklaşımı yoktur. Sonradan görme bir iktidar gibi hareket etmektedir. Siyasal, sosyal, ekonomik alandan 70-80 yıllık uzak tutulmanın açlığıyla gözü doymaz biçimde 1930’ların CHP’si gibi tek güç olmak istemektedir. Bunu da Kürtlerin tasfiyesi üzerinden gerçekleştirmeyi düşünmektedir. Gelinen aşamada bu yaklaşıma Kürt Özgürlük Hareketi'nin boyun eğmesi, kabul etmesi düşünülemez. Çünkü AKP hükümeti de Kürt halkının varlığını yok etmeyi düşünen bir stratejinin uygulayıcısı durumundadır. Bu politikaya karşı büyük bir direniş gerçekleştireceğiz. Gerilla da halk da direnecektir. Çok boyutlu bir direniş ortaya çıkacaktır. Ezeriz edebiyatıyla bir sonuç alınamayacağını bu hükümete gösterteceğiz. Kimin ezileceği, kimin tasfiye olacağı önümüzdeki dönemde belli olacak. Her ne kadar AKP dış destek alsa da, Türkiye cephesinden kendisini güçlü görse de Türkiye'de Kürt sorununu çözme kabiliyeti olmayan ya da Kürt Özgürlük Hareketi karşısında başarısız olan iktidarların ayakta kalma şansı yoktur. Bunu da AKP hükümetinin ve yandaşlarının çok iyi bilmesi gerekmektedir.

EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR DİRENİŞ GÖSTERİLECEKTİR

AKP’liler ordularını güçlü görebilirler, ekonomik imkanlarımız var diyebilirler, dış destek var diyebilirler. Ama bunun karşısında Kürt halkının da çok haklı bir davası vardır, özgürlük ve demokrasi sorunu vardır, var olma sorunu vardır. Bir halkın kültürel soykırım karşısında var olma sorunu varsa ve kültürel soykırımın da bilincince varmışsa o halkın büyük direniş göstereceği açıktır. Halkın fedai militanlarının tarihte eşi görülmemiş bir direniş göstereceği açıktır. Sorun devletin imkanlarının fazla olması değildir.

DEVLETİN İMKANLARININ FAZLA OLMASI KADERİ BELİRLEMEZ

Devletin imkanlarının fazla olmasıyla bu mücadelenin kaderi belirlenemez. Bu mücadelenin kaderi kesinlikle sonunda Kürt halkının direnişiyle belirlenecektir. Kürt halkının duruşu 40 yıl önceki gibi değildir. Savaş içinde ulusal varlığının bilincine varan bir halk gerçeği vardır, gençlik vardır, özgürlüğe tutkun kadın vardır, özgürlüğe tutkun bir toplumsal gerçeklik ortaya çıkmıştır. Hareketimiz bu potansiyellere, bu gücüne dayanarak direnecektir. Operasyonlar da yapabilirler, gerilla kayıpları da olabilir, ama devletin sonuç alması mümkün değildir.

SÖMÜRGECİ SİSTEMİN SON SİLAHI AKP’DİR

AKP hükümetinin sonuçta başarısız kalması Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünü zorunlu kılacaktır. AKP'nin kaybetmesiyle birlikte inkarcı sömürgeci sistem sürdürülemez hale gelecektir. Sömürgeci sistemin, Kürt inkarcı sistemin son silahı AKP’dir. Bazılarının söylediği gibi AKP'nin Kürt sorununda önemli adımlar attığı gibi bir gerçeklik yoktur. Ne inkar ne asimilasyon ne de kültürel soykırım son bulmuştur. Buna karşı mücadele sürecektir. Bu mücadele sonucu AKP başarısız kalacaktır. AKP'nin başarısız kalması, Türk devletinin Kürt sorununda demokratik çözüm yapmak zorunda kalmasıdır. Daha doğrusu Türkiye halklarının çıkarının, Türkiye toplumunun çıkarının, Türkiye'nin geleceğinin Kürt halkıyla savaşmakta değil, Kürt halkıyla barışarak, uzlaşarak Kürt sorununun demokratik temelde çözümünden geçeceği anlaşılacaktır. Dolayısıyla AKP'nin kaybetmesiyle, Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde Türkiye'nin demokratikleşmesi gerçekleşecektir. Artık gelinen aşamada Kürt sorununun çözümünü ve Türkiye'nin demokratikleşmesini hiçbir güç engelleyemez. Çünkü bu sistemin karşısında baskı ve zulüm ne olursa olsun mücadele edecek bir Kürt halkı ve Kürt halkıyla birlikte mücadele edecek Türkiye demokrasi güçleri vardır. Türkiye'nin demokrasi güçleriyle Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi tüm bu saldırıları boşa çıkaracaktır.

9 EKİM KOMPLOSU BAŞARISIZLIĞA UĞRATILDI

*Öcalan’ın Suriye’den çıkışıyla sonuçlanan 9 Ekim komplosunun 13. yıldönümünde, gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu konuda nasıl bir mesaj vereceksiniz?

Uluslar arası komplodan bu yana 13 yıl geçti. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, 1998 9 Ekim’inde Önder Apo'nun Ortadoğu’dan çıkarılmasıyla başlayan uluslar arası komplo başarısızlığa uğratılmıştır. Önder Apo'nun AİHM savunmalarında belirttiği gibi “tarihsel komplolar gelişmeleri durdurmaz, hızlandırır” değerlendirmesi bu 13 yıllık süreçte kanıtlanmıştır. Kuşkusuz komplonun boşa çıkarılmasında bu 13 yıl içinde Önder Apo'nun, Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin direnişçi duruşu, kararlı duruşu etikli olmuştur.

Özellikle uluslar arası komplonun başlamasından itibaren Kürt halkının Önder Apo etrafında Güneşimizi Karartamazsınız kampanyasıyla bir ateş topu haline gelmesi, bir direniş barikatı kurulması gerçekten de tarihte eşine ender rastlanan direnişlerden biridir. Bir Önderliğe, bir siyasi kişiliğe tarihte bu kadar sahiplenildiği az görülmüştür. Gerçekten insanlar kendilerini yakarak ateşten barikat kurmuşlardır. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği bir bütün olarak Önderliğe sahiplenmede büyük bir irade, kararlılık göstermişlerdir. Bu öyle bir irade ve kararlılıktır ki, o dönemin ABD dışişleri bakanı bile “bu kadar beklemiyorduk” diyerek şaşkınlığını dile getirmiştir. Belki bu halkın direnişi uluslar arası komployu önleyememiş, ama uluslar arası komploya karşı direnişin ruhunu, çizgisini ortaya koymuştur. Önder Apo'nun esaretiyle birlikte halk da gerilla da Güneşimizi Karartamazsınız direnişiyle mayalanan bir ruhla Önderliğe sahiplenme, Önderlik etrafında bütünleşme, bu temelde uluslar arası komplonun boşa çıkarılacağı bir mücadele süreci başlatmıştır.

KAYBEDECEKLERİNİ BİLİYORLAR

13 yıldır süren bu çok boyutlu mücadele sonucu uluslar arsı komplo boşa çıkarılmıştır. Uluslar arası komplo sürecinde hareketimiz bırakalım gerilemeyi, daha da önemli gelişmeler sağlamıştır. Önder Apo, Kürt halkının, gerillanın ve bir bütün olarak Kürt Özgürlük Hareketi'nin direnişi sonucu uluslar arası komplonun 2009’un sonunda boşa çıktığını halka müjdelemiştir. Bu tabii önemli bir değerlendirmedir. Uluslar arası komplonun boşa çıkarılması, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini kazanabileceği bir bilince ve dirence kavuştuğunun kanıtıdır. Uluslar arası komplo boşa çıkarıldıktan sonra bu sınavdan alnın akıyla çıkan hareketimiz Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü kazanma mücadelesini de başarıya ulaştıracak güce sahiptir. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten komplonun boşa çıktığının görülmesiyle birlikte Türk devleti saldırılarını arttırmıştır. 14 Nisan ve Aralık 2009’daki siyasi soykırım operasyonları, belediye başkanlarının tutuklanması, Kürt Özgürlük Hareketi'nin komployu boşa çıkarması karşısında Türk devletinin yeniden Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir saldırıya geçmesini ifade etmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi'nin güçlendiği, eğer önü alınmazsa Kürt sorununun demokratik çözümünü ve Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlayacağı görüldüğünden, inkar ve imha sistemi bu defa da AKP eliyle Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı saldırıya geçmiştir. Eğer saldırıya geçmezlerse kaybedeceklerini ve Kürt halkının özgürlüğünü kazanacağını gördükleri için saldırılarını arttırmışlardır. Bugün de bu saldırılar artarak devam etmektedir.

ABD ORTADOĞU’DA TÜRKİYE’Yİ KULLANMAK İÇİN DESTEK VERİYOR

AKP bir yönüyle birinci uluslar arası komplonun yenilgisinden sonra bir ikinci uluslar arası komplonun aktörü olmaya çalışıyor. Bu uluslar arası komploda yine ABD var. ABD Ortadoğu’da Türkiye'yi kullanmak için AKP'ye destek veriyor. AKP de başlattığı ikinci uluslar arası komplonun başarıya ulaşması açısından ABD'nin her dediğini yapan, ABD'nin bölgedeki ajanlığını üslenen bir politika izlemektedir. Bu açıdan AKP'nin Önder Apo’ya yönelik tecridini ikinci komplo olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Birinci komploda da Önderliği esaret altına alıp imarlı sistemi içine koyup itibarsızlaştırıp etkisizleştirmek istiyorlardı. Şimdi de yeniden Önderliğe yönelik etkisizleştirme ve itibarsızlaştırma saldırısı başlatılmıştır. Önderliğin etkisizleştirmesi birinci uluslar arası komplonun da esas ayağıydı. Şimdi de Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiyeye dayalı komplo saldırısını esas olarak Önder Apo üzerinden yürütmektedirler. Başbakan açıkça örgütle ilişkisini kestik ve görüşmeler yaptırılmayacaktır demiştir. Zaten yandaş basın da sürekli Önder Apo'nun etkisizleştiğini, örgüt içinde de halk içinde de etkisinin kalmadığının propagandasını yapmaktadır. Örgütün liderliğini dinlemediği gibi bir yalan üzerinden Önder Apo’yu yıpratmaya çalışmaktadırlar. Önderliği itibarsızlaştırmak için özel savaş basınının Önderliğin Şam’dayken kadın gerillalarla gerçekleştirdiği diyalogların çarpıtılarak verilmesi de bu amaçladır. Önder Apo'nun itibarsızlaştırılması ve etkisizleştirilmesi temelinde Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmeyi planlamaktadırlar. Birinci komploda da halkın Önder Apo’yla bağını koparmak istediler, Önder Apo’yla örgüt arasındaki ilişkiyi koparmak istediler, Önder Apo'nun halk ve örgüt üzerindeki etkisini kırmaya çalıştılar. 2000’li yıllardan sonra örgüt içinde Önder Apo’yu saf dışı bırakmak isteyen tasfiyeci unsurları teşvik ettiler. Şimdi de çok farklı yollarla aynı amacın gerçekleşmesi için çalışmaktadırlar.

Önder Apo'ya karşı tehdit ve şantaj politikası yeniden artmış bulunmaktadır. Önder Apo merkezli yeni bir komployla hareketimizi tasfiye edeceklerini sanmaktadırlar. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi ve hareketimiz de geçen 13 yıl içinde büyük tecrübeler kazanmıştır. Belki de tarihteki en tecrübeli hareketlerden biri haline gelmiş bulunuyoruz. Birinci komplo başarıya ulaşmadıktan sonra ikinci komplonun başarıya ulaşması söz konusu olamaz. Tarihte ünlü bir söz vardır, birincisi trajedi olanların ikinci uygulanışı komedi olur derler. Birinci uluslar arası komplo genel anlamda trajediydi. Özellikle uluslar arası komplocu güçler ve Türkiye açısından çok haksız ve utanç verici bir komplo olmuştu. Uluslar arası hukuku pervasızca çiğneyen ve birçok gücün içinde yer aldığı bir komplo olmuştu. Bu komplo başarısız kaldı ve komployu yapan güçler tarihte yaptıkları bu komployla, komplo suçuyla, utancıyla yüz yüze kalmışlardır. Şimdi AKP ABD'nin bölgedeki ajanı rolünü oynayarak aldığı destekle bu ikinci komployu başarıya ulaştırmaya çalışıyor.

BİR HALKIN ÖNDERİNE YAKLAŞIM HALKA YAKLAŞIMDIR

Önderlik ailesiyle altı aydır, avukatlarıyla da iki buçuk aydır görüştürülmüyor. Hiçbir yasa değişmediği halde Önder Apo aradan çekiliyorum der demez Önder Apo'ya tecrit ve karalama kampanyası başlatmışlardır. Şantaj ve tehdidin sonuç alması düşünülemez. Önder Apo bile herhangi bir çözüm olmayacaksa, Kürt sorununda adım atmayacaklarsa benim artık görüşmemin de pek anlamı yoktur; ben konuşacağımı konuştum, söyleyeceğimi söyledim, yapacağımı yaptım demiştir. Eğer devlet gerçekten çözüm için rol oynamamı isterse buna hazırım demiştir. Bu açıdan bu tehdidin, şantajın ne Kürt halkı içinde ne de Özgürlük Hareketi içinde etkisi olur. Aksine bu tecrit halkımız için de hareketimiz için de mücadele gerekçesidir.

Bir halkın Önderine yaklaşım halka yaklaşımdır. Önder Apo'ya yaklaşımla halka “sizi bir halk olarak tanımıyoruz, bu nedenle sizin lideriniz de olamaz” demektedirler. Bu nedenle halkın bağlı olduğu bir lidere bu alçakça şantajı pervasızca yapmaktadırlar. Bununla Kürt halkına nasıl yaklaştıklarını, Kürt halkı üzerindeki inkar ve imha sisteminde ısrar edeceklerini göstermektedirler. Bu açıdan bu ikinci komploya karşı da Kürt halkının, demokrasi güçlerinin, Kürt dostlarının ortak tutum takınarak AKP'nin yürüttüğü bu komployu, bu şantajı ve tehdidi boşa çıkarmaları gerekmektedir. Çünkü Önder Apo'ya doğru bir yaklaşım olmadığı müddetçe ne Kürt sorunu çözülebilir ne Türkiye demokratikleşebilir ne de Türkiye istikrara kavuşabilir. Önder Apo'ya tecrit ve şantaj savaş ilanıdır, Kürt halkıyla Türkiye arasındaki gerilimi sürdürmek ve güvensizliği arttırmaktır. Bu politika Kürt halkıyla Türkiye arasındaki kopuşu daha da arttırmaktadır. Bir bütün olarak Türkiye toplumuna da Türkiye devletine de hayırlı olmayacak uygulamalar yapılmaktadır. Belki kısa vadede AKP bu yolla güç gösterisi yapabilir, zindanda esir olan bir Kürt lideriyle görüşme yaptırmayabilir. Belki bu AKP hükümetini kısa bir dönem için tatmin edebilir; ne kadar güçlüyüz, istediğimizi yaptırabiliyoruz hazzı verebilir. Ama bu yaklaşım esas olarak Kürt halkının mücadelesini daha da yükseltmesine gerekçe olacaktır. Türkiye devletinin Kürt halkıyla barışmasını gerçekten de zorlaştıracaktır. Kürt halkıyla Türkiye devleti arasındaki güvensizlik daha da derinleşecektir. Bunun da Türkiye'ye bir faydası olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

AKP’NİN BU OYUNU BOZULMALIDIR

Uluslar arası komplo sürecinde, bu 13.yılda diğer dönemlerden daha fazla Önder Apo'ya sahiplenmek gerekir. Sadece Gemlik’e yürüyüşle yetinmek doğru değildir. Kuşkusuz Gemlik’e gidebilecek her kes gidebilmelidir; gidemeyenler de bulunduğu alanlarda, kasabalarda, şehirlerde kesinlikle protestolarını yükseltmelidir. Her kasaba ve şehir kesinlikle Önderliğe karşı yürütülen bu saldırıya karşı bir direniş alanı haline gelmelidir. Önderliğe el uzatamayacaklarını, Önderliğe böyle yaklaşamayacaklarını, Önderliğe saygısız davranamayacaklarını, Önderliğe her türlü yaklaşımın, saygısızlığın Kürt halkına saygısızlık ve savaş anlamına geldiğini ortaya koymalıdırlar. Bu temelde uluslar arası komplonun 13.yıldönümü AKP'nin bu politikalarına karşı direnişi yükseltecek bir gün haline getirilmelidir. 9 Ekim uluslar arası komplonun 13. Yıldönümünde Kürt gençlerinden, kadınlarından, bir bütün olarak tüm Kürt halkından beklentimiz budur. Kuşkusuz siyasi soykırım operasyonlarıyla hedeflenen bir amaç da halkın Önderliğe sahiplenmesinin önüne geçmektir. Böylece Önderliğe sahiplenmeyi zayıflatarak tecritle başlattığı saldırısını daha da kapsamlılaştırmak istemektedir. Halkımız bu saldırılara rağmen Önderliğe sahipleneceğini göstererek AKP'nin bu oyununu bozmalıdır. AKP bu uygulamayı yaptığına pişman ettirilmelidir.

AÇILIM KOD ADI ALTINDA TASFİYE POLİTİKASI
*Türkiye'de Kürt siyasetinin hedefleyen operasyonlarda neredeyse her gün onlarca kişi gözaltına alınıyor, bir çoğu tutuklanıyor. Bu ortamda Kürt sorununun demokratik siyasal yollardan çözülmesi mümkün müdür? Bu konuda ne belirteceksiniz?

Kürdistan'da yürütülen siyasi soykırım operasyonlarının amacı anlaşılırsa o zaman değerlendirme yapmak daha da kolaylaşır. Bu siyasi soykırım operasyonları bilindiği gibi 29 Mart yerel seçimlerden sonra gerçekleşti. Aslında bu yerel seçimler Kürt Özgürlük Hareketi için bir tasfiye başlangıcı olarak değerlendirilmek isteniyordu. Kürt Demokratik Hareketi seçimlerden zayıf çıkacak, bu zayıflık temelinde de Güney Kürdistan'da bir Kürt konferansı yapılacak ve PKK'ye silah bırakma dayatılacaktı. Kabul edilmediği taktirde ise Kürt konferansının kararları kabul edilmemiş olarak bize karşı saldırının meşruiyeti güçlendirilmiş olacaktı. Bu temelde de harekete çok yönlü saldırılarak bir tasfiye harekatı geliştirecekti. Ancak 29 Mart seçimlerinde Kürt demokratik hareketinin başarılı çıkması bu planları altüst etti. 29 Mart seçim sonuçları gösteri ki güçlü bir halk tabanına dayalı Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek kolay değildir. Bu nedenle 29 Mart seçimlerinden sonra yapılan ilk Milli Güvenlik Kurulu’nda Kürt Özgürlük Hareketi'nin tasfiyesi için toplumsal tabanın baskı altına alınması ve etkisizleştirilmesi kararı alınmıştır. Bu tasfiye politikası çerçevesinde demokratik siyaset alanı siyasal soykırıma uğratılarak Kürt halkının mücadele gücü zayıflatılacak, böylelikle düşündükleri tasfiye konseptini uygulayacaklardı. Yakın zamanda İlker Başbuğ’un “liberal demokrasi” çözümü dediği Kürt halkını yeni koşullarda siyasal egemenlik ve kültürel soykırım altına sokacak Kürt politikası 29 Mart seçimlerinden sonra kararlaştırılmış ve uygulamaya geçilmiştir. Bu anlayış sadece İlker Başbuğ’un değil, Başbakan Erdoğan’ın da düşündüğü çözüm politikası, daha doğrusu tasfiye politikasıdır. İşte bunu kabul ettirecek bir siyasal ortam hazırlamak için Kürt demokratik siyasetine yönelik operasyonlar yapılmıştır. Aslında açılım dedikleri de budur.

Açılım kod adı altında bir tasfiye politikası yürütülmüştür. Açılımın telaffuz edilişinden bugüne tek bir olumlu adım atılmadığı düşünülürse açılımın ne anlama geldiği görülecektir. Açılım politikasının telaffuzundan sonra yapılanlar sadece siyasal soykırım operasyonlarıdır. Kürt demokratik siyaset alanının daraltılmasıdır, askeri operasyonların arttırılmasıdır. Bu politikayla Kürt Özgürlük Hareketi zayıflatılarak Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek amaçlanmıştır. Habur denilen olay da düşündükleri tasfiye politikası ekseninde değerlendirilmek istenmişti. Kendilerine göre Habur’u teslim almanın ilk adımı olarak düşünmüşlerdi. Ama halkın dinamik gücü görülünce, halkın özgürlük ve demokrasi isteği görülünce bu halka düşündükleri politikanın kabul ettirilemeyeceğini görerek siyasi soykırım operasyonlarını yeniden başlatmışlardır. Böylelikle Kürt toplumu kendi öngördükleri tasfiye planını kabul edecek duruma getirilmek istenmiştir. Öncüsüz, örgütsüz bırakılarak öngördükleri tasfiye politikası halka kabul ettirilecektir. Siyasi soykırım operasyonlarının amacı budur. Habur’dan sonra gerçekleştirilen çok yönlü saldırıları ve bu operasyonları başka türlü ele almak doğru değildir.

AKP ÖNÜNDEKİ ENGELLER TEMİZLENMEK İSTENİYOR

12 Haziran seçimlerinden sonra AKP hükümetinin zihniyeti açığa çıkmıştır. Milletvekillerini cezaevinde tutmuştur, Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülmüştür, BDP üzerinde de yoğun bir irade kırma savaşı yürütülmüştür. Eğer AKP'nin gerçekten çözüm politikası olsaydı, 12 Haziran seçimlerinden sonra Kürt sorunu konusunda bir çözüm planı, projesi olsaydı Kürt halkıyla ve BDP ile gerilimi arttırır mıydı? Çözüm politikası olan hükümet Kürt hareketiyle, Kürt halkıyla daha yumuşak bir yaklaşım içine girerdi. Kürt toplumuyla Türk devleti ve hükümeti arasındaki gerilimi azaltmak için daha yumuşak yaklaşımlar gösterilirdi. Ama seçimden sonra halkın iradesine meydan okuyarak, halkın iradesini tanımayarak gerilimi arttırmıştır.

Kürt Özgürlük Hareketi Önder Apo’nun ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin çözüm yaklaşımlarına cevap vermeyen, çözümsüzlükte ısrar eden politikalara karşı direnişe geçeceğini açıklayınca ve düşündükleri politikaların kabul edilmeyeceği anlaşılınca siyasi soykırım operasyonları daha da arttırmışlardır. Bir taraftan askeri operasyonlar, bir taraftan basın yoluyla psikolojik savaş tırmandırılmıştır. Siyasal soykırım operasyonlarıyla bilinçli, politik güçlerin tümü zindana atılarak AKP'nin tasfiye politikasının önündeki engeller temizlenmek istenmektedir. Böylece Kürtleri bu operasyonlarla zayıflatıp mücadele edemez, tasfiye politikalarına karşı çıkamaz hale getirip kendi siyasal egemenlikçi ve kültürel soykırımcı yeni politikalarını kabul ettirmeyi hedeflemektedir. Bu siyasi soykırım operasyonlarının yapılmasının bir nedeni de öngördükleri anayasayı ve buna dayalı siyasal sistemini kabul ettirmek olduğu açıktır. Özcesi siyasal soykırımların amacı, Kürt halkının örgütlü gücünü dağıtmak, öncülerini ortadan kaldırmak, bilinçli Kürt’ü zindana atmak, toplumu da etkisiz, hareketsiz, mücadelesiz kılarak düşündükleri yeni koşullardaki siyasi egemenlik ve kültürel soykırım sistemini Kürtlere kabul ettirmektir.

BU ZİHNİYETİN SÜRDÜĞÜ YERDE SİYASAL ÇÖZÜM OLMAZ

Bu zihniyetin sürdüğü ve bu tür saldırıların yürütüldüğü yerde kuşkusuz Kürt sorununun demokratik siyasal yollardan çözülmesi mümkün değildir. Çünkü bu bir tasfiye harekatıdır. Kürt halkının taleplerini karşılamayı değil de klasik inkar ve imha siyasetine dayalı kültürel soykırımın yeni koşullarda sürdürülmesi hedeflenmektedir. Bunun kabul edilmesi mümkün müdür? Demokratik siyasal çözüm ilk önce demokratik anlayışı ve zihniyeti gerektirir. Demokratik zihniyet de demokratik siyasetin serbestçe örgütlenmesini ve mücadele etmesini öngörür. Demokratik siyaset alanına bu kadar saldırıdan sonra demokratik siyasal çözümden değil de irade kırma savaşından söz etmek gerekir. İrade kırma harekatının olduğu yerde de demokratik çözüm değil, teslim alma yaklaşımı vardır. Teslim alma yaklaşımının da bir demokratik çözüm olmayacağı açıktır. Teslim olunduğunda ise Türk devletinin inkar ve imha politikası çok yönlü güçlendirilerek Kürtler yeni bir imha sürecine sokulacaktır. Anlaşılıyor ki AKP'nin bu politikaları kabul edilmediği taktirde de teslim alma savaşı devam edecektir. Bunun da bir çözüm getirmeyeceği açıktır. Demokratik siyasal alana doğru yaklaşmadan, Önder Apo’ya doğru yaklaşmadan, Kürt halkının demokratik siyasi iradesini muhatap almadan, Kürt toplumunu toplumsal ve kültürel hakları olan farklı bir ulusal kimlik olarak görmeden demokratik siyasal çözümün gerçekleşmesi mümkün değildir.

BU TUTUKLAMALARDAN SONRA ARTIK PARTİ KURMANIN ANLAMI YOK

Bu kadar siyasi soykırımın olduğu yerde demokratik siyasal çözümden söz etmek, çözüm olanağından söz etmek Kürt halkıyla dalga geçmektir. Hiç kimsenin de Kürt halkıyla dalga geçmeye hakkı yoktur. Bu tutuklamalardan sonra seçimlerin de demokratik siyaset yapmak için parti kurmanın ve örgütlemenin de bir anlamı kalmamıştır. Türk devleti seçilmiş olmayı da, sadece demokratik siyasetle uğraşmayı da anlamsız hale getirmiştir. Çünkü seçilenlerin önemli bir bölümü tutuklanmıştır. Dikkat edilirse Gever’den Suruç’a kadar BDP’li belediye başkanlarının çoğunluğu tutuklanmıştır. Esas olarak birkaç belediye başkanı dışında hepsi tutuklanmıştır. Amed’in birçok ilçe belediye başkanı da tutukludur. Birçok belediye başkanı ve binlerce demokratik siyasetçi tutuklanıp rehin tutulacak, ondan sonra da çözümden söz edilecek! Herkes ciddi olmalıdır. Kendilerine liberal ve demokrat diyenler de ciddi olmalıdır. Rehin ve şantaj politikaları çözüm politikaları değildir. İrade kırma politikalarıdır, teslim alma politikalarıdır. Çözümler ise karşılıklı birbirine saygıyla, halkların iradesine saygıyla gerçekleşir. Halkların iradesine saygı duymadan, halkların demokratik siyasetini dikkate almadan, halkların demokratik örgütlenmesini ve siyasi duruşunu kabul etmeden, meşru görmeden demokratik siyasal çözüm gerçekleşemez. Bu tür siyasi operasyonların arttığı, sürdüğü bir yerde olsa olsa bir irade kırma savaşından, teslim almadan söz edilebilir. Böyle bir durumda da bir tasfiyeyi kabul ettirmek dışında başka bir şeyden söz edilemez. Bu açıdan, demokratik siyasal çözüm anlayışına gelindiğinin gösterilmesi ve demokratik siyasal çözümün oluşmasının koşularının var olduğunu ortaya koymak için her şeyden önce siyasi soykırım operasyonlarında tutuklanan herkesin serbest bırakılması ve siyasi soykırım operasyonlarına son verilmesi gerekmektedir. Bu tutuklamalarda KCK sadece bir kılıftır. Buna bir çocuk dahi inanmaz. Bilinçli oldukları ve mevcut sistemi kabul etmedikleri için bu insanlar tutuklanmıştır. Dolayısıyla bu tutuklananlar serbest bırakılmadan hiçbir tartışmanın ciddiyeti ve değeri olamaz. Bu soykırım operasyonlarını da hiç kimse görmezden gelemez.

Siyasi soykırım operasyonları bir çözümü değil, bir tasfiyeyi düşündüklerinin kanıtıdır. Kendilerine göre kamuoyuna bir çözüm olarak sunmaya çalışacakları yeni bir soykırım sistemi düşündükleri anlaşılmaktadır. Bu kadar bilinçli insan, örgütlü parti üyesi ve sorumlusu düşündükleri politikanın önünde engel olmaktan çıkarılması için tutuklanmaktadır. Bu anlayışın olduğu yerde kim demokratik çözüm iradesinden söz edebilir? Siyasal saldırıların amacının demokratik siyasal çözümü dayatan, demokratik mücadeleyi ve demokratik siyasal çözümü isteyen Kürtleri cezaevine atıp etkisizleştirerek kendi projesini, planını kabul ettirmek olduğu açıktır. Dolayısıyla bu siyasal soykırım operasyonları sürdüğü müddetçe kim çözümden söz ediyorsa, kim AKP'nin bir çözüm politikası olduğundan söz ediyorsa o Kürtleri hiçbir şeyden anlamaz, aptal ve kendilerini akıllı sananlardır ya da Türk devletinin özel savaşının, psikolojik savaşının etkisinde ve kontrolündedirler. Eğer bu soykırım operasyonlarına rağmen AKP'nin çözüm politikası olduğuna inanan Kürtler varsa, onlar da ruhunu satmış ya da kandırılmış Kürtlerden başkası değildir. Bu kadar siyasi soykırım operasyonu o rejimin sadece baskıcı ve faşist karakterde olduğunu gösterir.

OPERSYONLARA SEYİRCİ KALMAK KABUL EDİLEBİLİR BİR DURUM DEĞİL
*Peki bu operasyonlar karşısında demokratik Kürt hareketi nasıl bir tavır sergileyebilir?

Siyasi soykırımları kabul etmek, inkar ve imha politikasını kabul etmektir. Amaç Kürt halkının örgütlü gücünü, siyasi bilincini tasfiye etmek, iradesini kırmaksa o zaman buna karşı direnme kutsal bir direnmedir ve meşrudur. Bu açıdan bu siyasi soykırım operasyonlarını izlemek, seyirci kalmak kabul edilebilir bir durum değildir. Her siyasi soykırım saldırısı bir serhıldan ve direniş gerekçesi olmalıdır. Hatta bu tutuklamalara fırsat verilmemelidir, engel olunmalıdır. Siyasi soykırım operasyonlarını kabul etmemek, hatta Türk devletinin polisinin, savcısının, askeri-siyasi güçlerinin ve her türlü memurunun siyasi soykırım yapıldığı alanlara sokulmasını engellemek gerekmektedir. Ancak böyle bir direniş içine girmek siyasi soykırım operasyonlarını engeller. Çünkü bu operasyonlarda suç ve suçlu aranmıyor. Hangi Kürt bilinçliyse, hangi Kürt Türk devletinin politikalarına karşıysa, hangi Kürt duruşuyla, tutumuyla, söylemiyle etrafında insanları olumlu etkiliyorsa, insanları eğitiyorsa, Kürt insanını Türkiye'deki inkarcı, sömürgeci sisteme karşı duyarlı hale getiriyorsa o, Türk devleti karşısında suçludur. Türk devleti karşısında siyasal bilinçli olmak, siyasal duruşlu olmak, Türk devletinin politikalarına itiraz etmek suç gerekçesidir. Bu açıdan önü alınmadığı taktirde bütün bilinçli Kürtler, Kürtlük bilincine varmış, Türk devletinin politikalarını reddeden Kürtler zindana atılacaktır.

TUTUKLAMA GEREKÇELERİ TAMAMEN UYDURMA

Tutuklamalarda gösterilen gerekçeler tamamen uydurmadır. Eylem yapacaklarmış da bundan tutuklamışlar! Öyle ki şehirlerdeki polis eylemlerinden bunları suçlu gösterecek biçiminde haberler bile yaptırmaktadırlar. Böylelikle toplumu yanlış bilgilendiriyorlar, yanlış yönlendiriyorlar. Öyle ki 12 Eylül döneminin dili olan “yasa dışı yayınlar ve dokumanlar bulunmuştur” tekerlemesi de her tutuklamada yine dile getirilmektedir. Kitapçılarda, bayilerde satılan kitaplar ve dergiler suç unsuru olarak gösterilmektedir. Eğer bu siyasi soykırım operasyonları durdurulmazsa bu tür tutuklamalar normal hale gelecektir. Bu normal kabul edilecek bir durum mudur? Siyasi soykırım operasyonları normal görülebilir mi?

HERKES DİRENİŞ İÇİNDE OLMALI

Bu tutuklamalar bir tasfiye harekatıdır. Bir kültürel soykırım, Kürt halkının inkar ve imhasını gerçekleştirme saldırısıdır. İnkar ve imha, kültürel soykırım önündeki bütün dinamikleri temizleme harekatıdır. Buna karşı direnmemek, inkar ve imha siyasetinin önündeki engelleri temizleme saldırısına göz yummak olur. Bu açıdan sadece Kürt demokratik siyasetine değil, Kürt aydınlarına, yurtseverlerine, kadınına, gençliğine düşen görev, bu siyasi soykırım operasyonlarına izin vermemektir. Bu saldırılara karşı halkın tümü direniş içinde olmalıdır. Hitler faşizmi dönemiyle ilgili söylenen bir gerçek var: herkes tutuklanıp sonunda sıra bir papaza geldiğinde, papaz “bana sahip çıkacak kimse kalmamıştır” demiştir. Şimdi böyle bir siyasi soykırım operasyonu yürütülmektedir. Herkes tutuklanmaktadır. Tutuklananların kesinlikle PKK ve KCK ile ilişkisi yoktur. Kesinlikle Kürt halkının demokratik koşullarda özgürlüğünü ve demokrasisini savunan insanlardır. Hem de her türlü zorluklara rağmen demokratik siyaset alanında çalışıyorlar. Demokratik örgütlenme ve demokratik siyaset çalışmalarıyla Kürt halkının demokratik bir toplum haline gelmesini sağlıyorlar. Ancak yüz yıldır yapıldığı gibi Kürtlerin toplum olma, örgütlü olma ve bu temelde de güçlü olmasını kabul etmiyorlar. Karşısında güçsüz Kürt istiyor. Karşısında bireyi zayıf Kürt istiyor, örgütsüz toplum istiyor. Böyle bir toplum haline getirerek o toplum üzerinde siyasal egemenlik ve kültürel soykırımını sürdürmek istiyor. Bu nedenle her türlü örgütlenmeye saldırarak tutukluyor. Yüz yıldır yapıldığı gibi Kürt toplumunda ne zaman bir bilinçlenme ve örgütlenme olursa bunu baskı ve tutuklamalarla tırpanlıyorlar. Bugünkü siyasi soykırım operasyonları da Kürt halkının büyük bedeller vererek yürüttüğü demokrasi mücadelesiyle ortaya çıkardığı siyasi birikimi tırpanlamaktadır .

Bu açıdan siyasal soykırım operasyonlarına karşı kesin tutum takınılması gerekiyor. Tutuklananlar bizim irademizdir, bu tutuklamalarla bize saldırılıyor deyip bu tutuklamaları engellemesi gerekiyor. Bunun dışındaki her yaklaşım Türk devletinin siyasi soykırım operasyonlarını sonuna kadar sürdürmesini sağlayacaktır. Bu tutuklamaların sonu yoktur. Kürt halkının iradesi kırılana kadar, Kürtler teslim alınana kadar, Kürt halkı etkisiz, tepkisiz hale getirilene kadar bu saldırılar sürdürülmek isteniyor. Bunun da kopkoyu bir faşizm olduğu açıktır. Faşist iktidarlar nasıl ki bütün örgütlü güçleri, bilinçli insanları zindanlara atarak, toplumu örgütsüz ve tepkisiz hale getirmek istiyorlarsa bugün AKP hükümetinin yaptığı da budur. Nasıl ki 12 Eylül’de bütün örgütler dağıtılmış, bilinçli, örgütlü insanlar zindanlara atılmış, bu temelde de toplum örgütsüz, tepkisiz hale getirilmişse bugün Kürdistan'da siyasi soykırımlarla yapılmak istenen de budur.

OPERASYONLAR 1990’LARIN FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLERİ İLE EŞDEĞERDE

Bu siyasi soykırım operasyonları 1990’ların faili meçhul cinayetleriyle eşdeğerdir. O yıllarda Kürt halkının demokratik örgütlenmeleri, bilinçli insanları faili meçhul cinayetlerle tasfiye ediliyordu. Öncüleri öldürülüyor, katlediliyor, böylelikle örgütsüz, tepkisiz Kürt toplumu yaratılmak isteniyordu. Bugün faili meçhul cinayetleri her gün her saat işlemek mümkün olmadığından faili meçhul cinayetlerin yerini siyasal soykırım operasyonları almıştır. Kuşkusuz yine faili meçhul cinayetler var. Kürt halkının her demokratik eyleminde, serhıldanında Kürt gençleri, kadınları ve çocukları yine öldürülüyor. Her mitingde neredeyse bir iki kişinin ölümü normal hale gelmiş bulunuyor. Ama Kürt halkının demokratik mücadelesi tüm bu baskılara rağmen bastırılamadığından, susturulamadığından bu defa da bütün bilinçli insanlar tutuklanarak zindana atılıp halkın demokratik örgütlenmesi ve demokratik siyasal mücadelesi engellenmeye çalışılıyor. 


Dolayısıyla 1990’lı yıllarda faili meçhullerle ulaşılmak istenen hedefe bugün bu yoğun tutuklamalarla ulaşılmak isteniyor. Bu açıdan faili meçhul cinayetlere 1990’larda nasıl tepki duymamız gerekiyorduysa, onları nasıl engellememiz gerekiyorduysa, faili meçhul cinayetlere nasıl tepki duyuyorsak aynı biçimde siyasi soykırım operasyonlarına da tepki duymamız gerekiyor. Birinde can alıyorlardı, diğerinde zindana atıyorlar. Faili meçhul cinayetlerle bugünkü siyasi soykırım operasyonların amacı aynıdır. Bu nedenle zihniyet değişmemiştir. Sadece Kürt halkının mücadelesi ve dünya koşulları nedeniyle Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini bastırmada yöntemler değişmiştir.

Bunu tüm Kürt halkının, Kürt aydınlarının, Kürt yurtseverlerinin görerek bu siyasi soykırım operasyonlarına karşı ciddi bir tutum ortaya koymaları gerekir. Bu tutuklamalara gösterilen tutum zayıf kalırsa siyasi soykırım operasyonları da sürdürülmeye devam edecektir. Geliyor istediği yerde istediği kişiyi alıp götürebiliyor. Mahallede, sokakta kim topluma moral veriyorsa, öncüyse o tasfiye edilmek isteniyor. Bunun dışındaki tüm gerekçeler yalandır, demagojidir. 12 Eylül faşizminin insanları tutuklaması, zindana atması, baskı yapması konusunda gerekçe neydiyse, 1990’lı yıllarda faili meçhul cinayetler devlet için neydiyse, bugün de siyasi soykırım operasyonlarının yapılmasının gerekçesi budur. Arada hiçbir fark yoktur.

Kürt halkı özellikle son 40 yılda ciddi bir mücadele yürüten bir halktır. Mücadele içinde kadını, genci, yaşlısıyla tüm toplum politikleşmiştir. Hatta çocuklar bile erken yaşta politik bilince ulaşmıştır. Kürt halkının bilinci herhangi bir olaya karşı anlık tepkilerle ortaya çıkmamıştır. Kürt siyasal hareketi, Kürt halkının mücadelesi birkaç aylık ya da birkaç yıllık bir mücadele gerçeğinden ibaret değildir. Kürt halkının mücadelesi gün gün, saat saat zorluklarla acılar içinde gelişmiş, birkaç kuşak bu mücadele içinde politikleşmiştir. Bu temelde bilinçlenmiş bir halk gerçeği bir toplum gerçeği bulunmaktadır. Bu açıdan Kürt halkı her türlü tutuklamayı önleyecek güce ve dirence sahiptir. Öte yandan her tutuklanan üyenin, her tutuklanan çalışanın yeri birkaç katı doldurulmalıdır. Bu siyasi soykırım saldırılarını boşa çıkarmanın diğer yolu da budur. Kuşkusuz seçimlerin de demokratik siyasal örgütlenmelerin de bu operasyonlarla bir değeri kalmamıştır. Buna rağmen siyasi soykırım saldırılarına izin vermemek lazım, hem de demokratik siyasal alanı terk etmemek ve her tutuklananın yerine yenilerinin geçmesi gerekmektedir. Türk devletinin siyasi soykırım operasyonları ancak böyle boşa çıkarılabilir.

BDP’NİN BU TUTUKLAMALAR KARŞISINDAKİ YAKLAŞIMI YETERSİZDİR

BDP'nin de bu tutuklamalar karşısında yaklaşımı yetersizdir. Kendi üyelerinin tutuklanmasına böyle tepkisiz kalınabilir mi? Binlerce üyesi tutuklanıyor, ama sıradan tepkiler gösteriliyor! Bu yaklaşım, bu tutuklamalara alışmaktır, hatta buna boyun eğmektir. Bir siyasal parti kendi üyelerinin, kendi yöneticilerinin, kendi belediye başkanlarının, kendi ilçe başkanlarının tutuklanmasına karşı kıyameti koparması gerekmektedir.


BİR YERDE TUTUKLAMA OLUYORSA HERYER AYAĞA KALKMALI


Milletvekillerinin de kıyameti koparması gerekmektedir. Sadece bir yerde değil. Eğer Van’da bir tutuklama olduysa sadece Van ve ilçelerinde değil, bütün il ve ilçelerde zaman geçirmeden aynı anda tepkilerin gösterilmesi gerekir. Kızıltepe’de bir tutuklanma oluyorsa bütün Kürdistan ve Türkiye'de her yerde anında tepkinin gösterilmesi gerekiyor. Bu tutum tutuklamalar açısından bir ilke ve hemen gösterilmesi gereken refleks haline getirilmelidir. Demokratik siyasetçilerin ve sivil toplum örgütlerinin birinci görevi budur. Tutuklamalara tepkiler bu çerçevede süreklileştirilmediği taktirde bu saldırıların sonu gelmez. Bu tutuklamaların hukukla mukukla alakası yoktur. Bizzat siyasi karardır. Zaman zaman bazı demokratik siyasetçiler “Hukuk karar vermeden Başbakan ya da AKP suçlu görüyor” diyorlar. Bu söylem yanlıştır. Sanki yargı farklı mıdır ki? Zaten gözaltına alınanların çoğu tutuklanıyor. Tutuklananlar da yıllardır içeride tutuluyor. Siyasal iktidarla yargı iç içedir. Biri kararlaştırıyor, diğeri uyguluyor. Bu açıdan hukuk tarafsız olmalıdır demek ya da yargılamalardan beklentili olmak halkı yanlış bilgilendirmektir.

BDP ARKADAŞLARINA SAHİP ÇIKMALI

BDP'nin, tutuklananlar insan hakları derneğindense insan hakları derneğinin, Eğitim-Sen’se Eğitim-Sen’in, Belediye-Sen’se Belediye-Sen’in herkesin kendi tutuklanan arkadaşlarına sahip çıkması gerekir. Tabii ki bütün sivil toplum örgütlerinin birden sahip çıkması gerekir. Demokratik siyasal alana, demokratik örgütlenmelere yönelik saldırı olduğunda tüm demokratik siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek direnişe geçmesi gerekiyor. Bundan daha meşru bir direniş olamaz. Öncülük yapılırsa halk bu direnişe destek verir. Zindanlara atılanlar gerillalar değildir, tamamen demokratik mücadele yürüten insanlardır. Klasik tasfiye harekatlarında olduğu gibi, suyu kurut balığı öldür anlayışıyla bilinçli insanlara ve halka saldırılmaktadır. Bu açıdan Kürt demokratik hareketine de demokrasi güçlerine de herkese de büyük görevler düşmektedir. Gençten, kadından çocuğa kadar herkesin bu saldırılara cevap vermesi gerekmektedir.

BU KADAR TUTUKLAMANIN OLDUĞU YERDE FAŞİZM VARDIR


Diğer taraftan bu siyasi soykırım saldırılarının içeride ve dışarıda teşhir edilmesi yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla içeride ve dışarıda kamuoyu çalışmasının hızlandırılması gerekmektedir. Dünyada herkese bu gerçeğin anlatılması gerekmektedir. Bu kadar tutuklamanın olduğu yerde faşizm vardır. Faşizm nedir? Faşizm muhalefetine tahammül etmeyen, muhalefetini bastırandır. Kürdistan'da açık açık hiçbir muhalefete tahammül edilmiyor, bastırılıyor. Milletvekili ve bazılarına biraz göz yumuluyor. Bu da aslında psikolojik savaş gereğidir, özel savaş gereğidir. Dünya halklarını aldatmak içindir, insanları aldatmak içindir. Milletvekilleri ve bir kısım demokratik siyasetçi serbest bırakılıyor, ama esas gövde tutuklanıyor, tasfiye ediliyor ve etkisizleştiriliyor. 1990’larda Kürtler üzerinde her türlü zulüm ve baskı uygulanırken Azadiya Welat’ın basımına engel olmuyorlardı. Bu yıllarda diplomatlar Azadiya Welat’ı ceplerinde taşıyorlardı, “bakın bizde Kürtçe serbest” diyorlardı. Bugün de milletvekilini mecliste tutarak, kitap basımına ve basının faaliyetlerine sınırlı izin vererek, TRT6’yı sürekli dillendirerek bu operasyonların üstünü örtmek istiyorlar. Kuşkusuz meclis de başka platformlar da mücadele yeri olmalıdır, ama milletvekillerine dokunulmuyor diye sanki normal demokratik mücadele imkanı varmış gibi yaklaşmak ve bu tutuklamalara yetersiz tepki vermek kabul edilemez.

2 MART SİYASİ DARBESİNDEN AŞAĞI KALIR DEĞİLDİR

1994 Mart ayında milletvekillerin tutuklanmasına bir siyasi darbe olarak bakılmaktadır. Şu andaki tutuklamalar 2 Mart siyasi darbesinden aşağı kalır değildir. Hatta birçok yönüyle ondan daha ağır bir saldırıdır. Belirttiğimiz gibi bu tutuklamalarla 1990’lı yıllardaki faili meçhul cinayetler eşdeğerdedir. Ancak 1994 darbesini dillendirenler, geçmişteki faili meçhul cinayetlere yanlış diyenler her nedense bu saldırıları normal karşılamakta ya da çok zayıf bir tepkiyle geçiştirmektedirler. Bu durum Türkiye'deki zihniyetin çok fazla değişmediğinin kanıtıdır. Hala kendine yazarçizer diyen birçok kesim 1990’lı yıllarda olduğu gibi devletini ve hükümetini esas almaktadır. Örneğin son tutuklamalar yapıldığı gün Mehmet Ali Birand’ın sunucusu olduğu Kanal D haberlerinde bu tutuklamaların veriliş tarzı gerçekten de alçakçaydı. Bu haberin Mehmet Ali Birand tarafından hazırlanmadığını biliyoruz. Mehmet Ali Birand daha önce biz hep topluma yalan söyledik, yalan haberler yaptık diyerek itirafta bulunmuştu. Ancak kendisinin sunuculuğunu yaptığı haber içinde hazırlanıp sunulan haber tam da kendisinin itiraf ettiği döneme uygun bir haber veriliş tarzıydı. Türkiye'de yazarlar, çizerler ve sunucular bu duruma düşürülmektedir. Bu durum ister istemez Mehmet Ali Birand’tan da çok şey alıp götürmektedir. KCK tutuklamalarına yaklaşım Türkiye'deki basının durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Aydın ve yazarların kaç ayar olduğunu göstermektedir. Özellikle kendini liberal olarak tanıtan yazarçizer takımının AKP faşizminin meşrulaştırıcısı ve savunucusu olduğu daha net ortaya çıkmıştır.

MECLİS’İ BOYKOT DOĞRU BİR KARARDI

*Siyasi operasyonların sürdüğü bir dönemde BDP meclise döndü. Önümüzdeki dönemde meclise nasıl bir mücadele yürütülmesini bekliyorsunuz? Bu tutuklamaların olduğu ortamda BDP siyasi olarak ne yapabilir?

Şu açıktır ki AKP hükümetinin demokratik çözüm niyeti olmadığı ve demokratik anayasa yapma yaklaşımı bulunmadığı için seçimden sonra Kürt demokratik hareketiyle yumuşama ve uzlaşmayı değil, gerilimi tercih etti. Eğer gerçekten demokratik çözüm ve yumuşama niyeti olsaydı milletvekillerini serbest bırakırdı. Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürmezdi. 12 Haziran seçimlerinden sonra AKP hükümetinin bu yaklaşımı aslında başlı başına onun niyetini ve politik yaklaşımını ortaya koymaktadır. Bu açıdan neden gerilim arttı, neden BDP yemin içmedi, meclisi boykot etti? Neden çatışmalar başladı? Neden görüşmeler vardı da sonuç alınamadı da çatışmalar daha şiddetlendi? Sorularının cevabı aranacaksa, bunların cevabı 12 Haziran seçimlerinden sonra hükümetin ortaya koyduğu tutumdur. Kuşkusuz başka etkenler de vardır, ama AKP'nin seçimlerden sonraki tutumu bu soruları cevaplamaya yeterlidir.

BDP'nin meclise gitmeme kararı doğruydu. Tutum konulması gerekiyordu. AKP'nin politikalarının teşhir edilmesi gerekiyordu. AKP'nin çözümden değil de gerilimden yana olduğunu, çözüm politikası olmadığını ortaya koymak için bu tutum gerekliydi. Bu tutum çerçevesinde AKP'nin öngördüğü anayasanın da bir çözüm anayasası değil de BDP'yi ve Kürtleri zayıflatarak Kürtlere ve demokrasi güçlerine kabul ettirilmek istenen bir anayasa olduğunu ortaya koymak açısından da boykot haklı ve yerindeydi. Tepkisiz kalmak, bu tutuklamaları da Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesini de normal görmek olurdu. AKP'nin politikalarının kabul edilmeyeceği, bu tür yaklaşımların normal görülmeyeceğini, bu tür tutumlara karşı mücadele edeceğini ortaya koyması açısından BDP'nin böyle bir karar alması gerekiyordu.

Kuşkusuz siyasi soykırım operasyonlarının olduğu ortamda böyle bir karar almanın zorlukları var. Nitekim birçok yerde il-ilçe meclisleri, konseyleri daha son tutuklamalar olmadan önce bile BDP'ye meclise gitmeme çağrısı yaptılar. Onların bu çağrısı da anlaşılırdır. Gerçekten demokratik siyasetçilerin bu kadar tutuklandığı, siyasal soykırıma uğratıldığı yerde meclise gidilmesine kuşkuyla bakılması yabana atılacak bir yaklaşım değildir. Meclis, demokratik siyaset alanlarından biridir, bir parçasıdır. Bu açıdan demokratik siyaset alanının esasını, tabanını, kökünü, il ve ilçe örgütlerini, yönetimlerini tümden zindanlara atılması, ama gelin mecliste siyaset yapın denilmesi trajikomik bir durumdur. Neredeyse tüm belediye başkanları ve parti yöneticileri tutuklanıyor. Ama mecliste BDP'nin demokratik siyaset yapacağı ve siyasi kararları etkileyeceğinden söz ediliyor. Bunun tabii demokratik zihniyetle, demokratik siyaset anlayışıyla alakası yoktur. Çünkü partiler örgütleriyle vardır. Partiler il ve ilçe yöneticileriyle vardır. Toplumdaki örgütlü güçleriyle vardır. Zaten o örgütlü güçlerle meclise taşınmışlardır. Bunları ortadan kaldırarak meclise gel demelerinin samimiyetle alakası olmadığı açıktır.

MECLİS AKP’NİN DEĞİLDİR

Bu açıdan siyasi soykırım operasyonlarının olduğu dönemde meclise gitmek, kuşkusuz toplum açısından sindirilmesi zor bir durumdur. Bir yönüyle sanki bu tutuklamalar normal görülüyormuş gibi bir yansıma ve algı yaratabilir. Nitekim böyle yorumlayanlar da olmuştur. Ancak mevcut durumda AKP ve devletin politikalarına karşı bir mücadele yürütülmesi de gerekir. Artık çok yönlü, çok boyutlu bir mücadele dönemine girilmiştir. Bu açıdan BDP'nin meclise girme kararını anlayışla karşılıyoruz. Kuşkusuz o meclis Selahattin Demirtaş’ın ve demokratik çevrelerin belirttiği gibi AKP'nin meclisi değildir. Oraya da AKP'nin icazetiyle gitmemişlerdir. Halkın oylarıyla seçilmişledir ve oranın asıl üyeleridirler. Birilerinin isteğiyle, rızasıyla, onayıyla orada değillerdir. Bu açıdan milletvekillerinin o meclise gitmeleri, o meclisi demokratik siyasal mücadele alanına getirmeleri konumları gereğidir.

Kuşkusuz bu mecliste başta siyasal soykırım operasyonlarının ne anlama geldiğinin ortaya konulması ve AKP'nin faşist zihniyetiyle mücadele edilmesi gerekmektedir. AKP'nin kendine göre anayasa yapma çalışmalarına karşı halkın, demokrasi güçlerinin sesini ortaya koymaları kuşkusuz anlamlı olacaktır. Bu yönüyle meclise girmek daha boyutlu bir mücadeleyi göze almak anlamına gelmektedir. Bir taraftan meclisteki muhalefeti etkin yapmak, diğer taraftan toplumdaki muhalefeti yürütmek, ikisini birleştirmek önemlidir. Bu temelde de meclis üzerinde, hükümet ve devlet üzerinde belirli bir etki yaratma çabası yürüteceklerdir. Bunun da mücadelenin bir parçası olduğu kabul edilmelidir. Alınan kararlar çerçevesinde BDP'nin desteklenmesi, BDP'nin hem mecliste hem dışarıda daha etkili siyasal mücadele yapmasına destek verilmesi gerekmektedir. Duygusal yaklaşımlar ve tepkiler anlaşılırdır, ama doğru değildir. Önemli olan mecliste doğru tutum takınılması ve mücadele edilmesidir.

Kuşkusuz BDP'nin meclise girmesi, mecliste mücadele etmesi, yine dışarıda mücadelesini olanaklar çerçevesinde yürütmesi siyasal soykırım operasyonlarına sessiz kalacağı anlamına gelmemelidir. Meclise girme, siyasal soykırım operasyon saldırılarına karşı mücadeleyi daha da etkili bir biçimde sürdürme anlamına gelmelidir. Kesinlikle siyasal soykırım operasyonları meşrulaştırıcı, içine sindirici bir yaklaşım içine girilmemelidir. Biz BDP'nin meclise girmesi kararını saygıyla karşılıyoruz. Öyle belirtildiği gibi BDP'ye meclise girme diye bir uyarı gönderdiğimiz doğru değildir. Kesinlikle böyle bir yaklaşım içinde olmadık. Baştan itibaren kararlarını kendilerinin vermesi gerektiğini, ne doğru ne yanlışsa kendilerinin bu karara varmasının doğru olacağını kamuoyuna açıkladık. Kuşkusuz alacağı kararın da sorumlusu kendileri olacaktır. Bu açıdan BDP'nin kendi mücadelesini, kendi imkanları ve kendi doğrultusunda sürdürmesi açısından kararların kendilerinin vermesi kadar doğal ve doğru bir şey olamaz. Kuşkusuz bu kararın da aldığı tüm kararların da sorumluluğu onlara ait olacaktır. Onlar da bu sorumluluğun bilincinde olarak kararlarına uygun bir mücadele yürüteceklerdir. Biz buna inanmaktayız. Bu yönüyle kararlarına ilişkin öncesinden de sonrasından da bir olumsuz yaklaşımımız olmadı.

TUTUKLA, İRADE KIR, SONRA DA GÖRÜŞECEĞİM DE!

Sadece eleştirebileceğimiz bir nokta vardır: siyasi soykırım operasyonlarına rağmen AKP ile ilişkilerin normal süreceğini söylemek doğru değildir. Bu soykırım operasyonlarına rağmen bir görüşme ve müzakere olursa bu siyasal soykırımın operasyonlarını göz önüne almadan bu görüşme ve müzakerelerin sürdürüleceğini belirtmek doğru bir yaklaşım değildir. Diyalog da olabilir, görüşme de müzakere de olabilir, ama bu siyasal soykırım operasyonları sürdüğü müddetçe, siyasal soykırım operasyonunda tutuklananlar içeride kaldığı müddetçe görüşmeler de müzakereler de sağlıklı yürümez. Bu siyasi soykırım operasyonları demokratik siyasete de demokratik çözüme de saldırıdır. Hem Kürt siyasetçileri tutuklanacak, iradesi kırılacak, zayıflatılacak, ondan sonra gelin müzakere yapalım denilecek, böyle bir şey olabilir mi? Selahattin Demirtaş haklı olarak “siz zindana atılmış bir BDP ile mi müzakere yapacaksınız?” diyerek AKP'nin samimiyetini sorgulamıştır. Çoğunu zindana at, sadece milletvekillerini ve birkaç tane yönetici bırak, ondan sonra ben siyasetle müzakere edeceğim de! Bu gerçekten samimi ve iyi niyetli bir yaklaşım değildir. BDP ile demokratik ilişki kurma anlayışı değildir. Bu tamamen bir özel savaş politikasıdır, bir tasfiye politikasıdır, irade kırma politikasıdır, bir dayatma politikasıdır, bir teslim alma politikasıdır. Bunun da herkes tarafından bilinmesi gerekir. BDP de bunu bilmektedir.

BDP eşbaşkanı AKP'nin politikalarının ne anlama geldiğini açıkça ortaya koymuştur. Tutukla, irade kır, ondan sonra da görüşeceğim de! Böyle bir görüşme anlayışı, böyle bir müzakere anlayışı, siyasal güçlerle ilişki anlayışı olabilir mi? Bu açıdan eğer demokratik çözüm olacaksa, müzakere olacaksa şunu belirtmeliyiz ki, bu siyasi soykırım operasyonları ortamında ne sağlıklı müzakere olur ne de çözüm olur. Bu ortam mücadelenin daha da sertleşmesi ve şiddetlenmesini beraberinde getirir. Çünkü bu tutuklamalar irade kırmak için yapılmaktadır. O zaman Kürt Özgürlük Hareketi de bu irade kırma savaşına karşı mücadelesini daha da yükseltir. AKP el altında olan insanları tutukluyor. O zaman el altında olmayan insanlar, gerillalar, başka alanlarda mücadeleyi yükseltir. Legal, yasal insanları, evini bildiği ve kontrol altında olan insanları al tutukla, böyle bir savaş yürüt, o zaman el altında tutamadığın insanlar da buna karşı mücadeleyi sürdürür, savaşı geliştirir. Bu durumda hangi çözüm süreci ortaya çıkabilir? Bu açıdan bu tutuklamaların olduğu ortamda gerçekten de mücadele çok karmaşık hale gelmiş bulunmaktadır. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekmektedir.

MECLİS ÖNEMLİ BİR MÜCADELE YERİ HALİNE GELEBİLİR

Önümüzdeki dönemde meclis önemli bir mücadele yeri haline gelebilir. Kürt halkı bunu beklemektedir. Yeni anayasa yapım süreci başlamıştır. Kuşkusuz Türkiye'nin eski anayasası iflas etmiştir. Eski anayasa meşruiyetini kaybetmiştir. Yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Bunu Türk devleti de görmektedir. AKP yeni bir anayasa yapmak istemektedir, ama bu anayasa demokratik çözümü sağlayacak bir anayasa olarak düşünülmemektedir. AKP'nin demokratik bir anayasa yapma niyeti de anlayışı da yoktur. BDP başta olmak üzere herkesin bu gerçeği bilmesi gerekiyor. Meclis de demokratik siyaset alanlarından biridir. Belki de önümüzdeki dönemde en fazla da AKP'nin bu demokratik anayasa düşünmeme, kendine göre anayasa yapma anlayışını teşhir etme platformu olacaktır. Önümüzdeki dönemde demokrasi güçlerinin, Kürt demokratik hareketinin en fazla teşhir etmesi gereken, ortaya koyması gereken durum, AKP'nin bu anayasa yapım anlayışıdır. AKP kendine göre düşündüğü bir anayasa yaparak Kürtler üzerinde siyasi egemenlik ve kültürel soykırımı yeni koşullarda sürdürecek yeni bir siyasal sistem oluşturmaya çalışmaktadır. Bu açıdan mecliste tüm demokratik siyasetçilerin AKP'nin politikalarına karşı mücadele etmesi, toplumu aydınlatması, Kürt halkıyla demokrasi güçlerinin bir araya getirilerek AKP'nin politikalarına karşı mücadele etmesi gerekmektedir. BDP'nin, Blok’un meclise girmesi bu açıdan önemlidir.

BDP’NİN ONURLU MUHALEFET YAPACAĞINI DÜŞÜNÜYORUZ

Blok’un çatı partisi haline gelmesi bu süreçte daha da önemli hale gelmiştir. Türkiye'nin ihtiyacı olan Kürt sorununu çözerek Türkiye'yi demokratikleştirecek yeni bir anayasa yapımı açısından önümüzdeki dönemde bir demokrasi hareketiyle mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Çünkü Kürt sorunu bir yönüyle de anayasa sorunudur. Kürt sorununu yaratan 1924 anayasasıdır. 1924 anayasasından bugüne kadarki anayasalar aslında Kürt sorununu derinleştiren, çözümsüz bırakan anayasalardır. Bırakalım çözümsüz bırakmayı, Kürtleri yok etmeye yönelmiş bir anayasadır. Şu anda da Türk devletinin bu anlayışı değişmemiştir. Erdoğan’ın bir gün Kürt vatandaşlarım dediğini duydunuz mu? Hep Kürt kökenli vatandaşlarım diyor. Geçen gün Batman’a giden Fatma Şahin ilk önce Kürt vatandaşlarım dedi, yanlış yapmış olacağını anlamış olacak ki, hemen Kürt kökenli vatandaşlarım diyerek bu yanlışlığını düzeltti. Hiçbir gün Türk kökenli vatandaş denildiğini duydunuz mu? Türk halkına seslenmişlerdir, Türklere seslenmişlerdir. Ama Kürtlere seslendiği zaman Kürt kökenli vatandaşlarımız denilmiştir. Yani kökeni Kürt, ama Türk’tür. Zaten onun için tek millet demektedirler. Hala düşündükleri de yapmak istedikleri de Kürtleri yok ederek tek millet haline getirmektir. Onun için tek millet anlayışı, tek bayrak anlayışı, tek devlet anlayışına bu kadar sarılmaktadırlar. Hala Türkiye Başbakan'ının ya da bir AKP yetkilisinin Kürdistan dediğini duydunuz mu? Türkiye'de herhangi bir siyasetçinin Kürdistan dediğini duydunuz mu? Kürdistan kavramını kabul etmeden hangi Kürt çözümü olacaktır? Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın adının Kürdistan olduğunu kabul etmeden nasıl Kürt sorununun çözüldüğü ve adım atıldığı söylenecektir? Bu konuda İran bile yaşadığı coğrafyayı Kürdistan olarak kabul ederken Türkiye hala Kürdistan kavramını kullanmaktan bilerek kaçınmaktadır. Ama buna rağmen bazı işbirlikçi uşak Kürtler, Kürt kökenli vatandaşlarım diyen Erdoğan’a, Kürtlere karşı inkar ve imha siyasetini sürdürmesi konusunda meşruiyet kazandırmaktadırlar; meşruiyet aracı olmaktadırlar.

Biz kesinlikle BDP'nin iradeli, onurlu bir muhalefet yapacağını düşünüyoruz. Kürt kimliğinin anayasada güvenceye alınmasından ve Kürtlerin kendi kendini yönetmesi konusunda taviz vermeyeceklerdir. Anadilde eğitim ve çok dilli yaşamdan taviz vermeyeceklerdir. Kürt sorununun gerçek ve kalıcı demokratik çözümünü dayatmaya çalışacaklardır. Bu temelde biz hem BDP kökenli milletvekillerin, hem Şerafettin Elçi’nin hem Altan Tan’ın hem de diğer sosyalist milletvekillerin bu konuda ilkeli davranacağını, Kürtlerin temel haklarından, dolayısıyla Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşmesinden taviz vermeyeceğine inanıyoruz.

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: