7 Ekim 2011 Cuma

Büyük Komplodan Geriye Kalan -1

Ferda Çetin


ABD 2000’li yıllara yeryüzünün tek hakimi olarak girmek istiyordu. Öyle ya reel sosyalizm yıkılmış, “imparatorluk”un önündeki en büyük engel Rusya kendi derdine düşmüş, geriye sistem muhalifi halk hareketleri, devrimci-sosyalist güçler kalmıştı. ABD ise bu güçlerin tümünü çoktan “terörist” ilan etmiş, eski ulusal güvenlik danışmanlarından Zbigniew Brzezinski’nin daha 1997’de yazdığı “2000’li yıllara sıfır terörle girme” senaryosunun çekimlerine başlanmıştı. Bu plan zaten Balkanlarda, Yugoslavya’da hayata geçirilmiş, Kürdistan, Afganistan ve Ortadoğu için yeni planlamalar yapılıyordu. Master planın adı BOP’tu. İçeriği, detayları her coğrafyada özgünlüklerine göre oluşturulacaktı.

Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in, Suriye’ye tehditler savurduğu 16 Eylül 1998 tarihli konuşması da bu planın bir parçasıydı. Ardından TC. Cumhurbaşkanı Demirel, bu konuşmanın aynısını 1 Ekim 1998 günü TBMM’de tekrarladı. Mısır devlet Başkanı Hüsnü Mübarek hem Hafız Esat’la hem Demirel’le paralel görüşmeleri bu süreçte gerçekleştirdi. Mübarek’in Demirel’le paylaşacağı, müzakere edeceği pek bir şey yoktu. İkisi de ABD’nin sadık adamlarıydı. Ancak Mübarek, Hafız Esad’a geliştirilecek sürecin ciddiyetini, eğer Öcalan Suriye’den çıkarılmazsa oluşacak uluslar arası baskıyı ve tehditleri anlatıyordu. Suriye yetkilileri de bu durumu doğrudan Öcalan’la ve PKK ile paylaştı.

Aynı günlerde Kürt Halk Önderi Öcalan sıkça, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği uluslararası bir komplodan söz ediyordu. 9 Ekim’di, o akşam Öcalan MED TV’de bir programa katılarak bu konuda konuşacaktı. Programın duyurusu daha önce yapılmıştı. Ancak o akşam MED TV yayınları kesildi.

MED TV’nin yayın lisansı 1995’te İngiltere’den alınmıştı. İlk ve tek Kürt televizyonu olarak o tarihten beri yayın yapıyordu. 9 Ekim’de yayını kesen kurum İngiliz Bağımsız Televizyon Komisyonu (ITC)’ydu. Komisyonun ne kadar bağımsız olduğu kısa sürede açığa çıktı. MED TV’nin kapatılma kararının veren kurumun koordinatörü Robin Biggem, aynı zamanda Britishairspare (BAS) şirketinin de ortağı ve tepe yöneticilerindendi. BAS silah üreten ve satan bir şirketti. Türkiye de iyi müşterilerinin başında geliyordu. Türkiye’ye önemli oranda silah ihracatı yapıyordu. İngiliz gazeteleri bu ilişkileri aylar sonra öğrenip açığa çıkarmış, bu kirli ittifakı “rezalet” başlıkları ile duyurduklarında iş işten geçmişti.

İngiltere hükümeti, Öcalan’ın Suriye’den çıkarılacağı süreçten de, sonrasında geliştirilecek uluslararası plandan da haberdardı. Kürtlerin Öcalan bağlılığı biliniyor fakat oluşabilecek tepkilerin niteliği ve boyutu bilinmiyordu. Gelişmeleri anı anına izleyen Kürt halkını etkisizleştirmek için haber kanallarının kapatılması en etkili yoldu. Böyle düşünenler, MED TV’yi siyasi bir kararla kapattılar.

Öcalan ve PKK yöneticileri 9 Ekim 1998’de başlayan süreci “Uluslararası Komplo” olarak nitelemekte, bu komploda ABD ile birlikte İngiltere’nin rolüne de sıkça atıfta bulunmaktadır. Neden? PKK hangi verilere dayanarak İngiltere’yi bu komplonun organizatörlerinin başına koyuyor?

İngiltere’nin sıkça zikredilmesinin temel nedeni BOP’nin aktif tarafı olmasıdır. İngiltere Ortadoğu’nun yeniden ele alınıp kaynakların sömürülmesindeki geçmiş pozisyonu ve güncel müdahaleleridir. İngiliz politikasının temel ve hiç değişmeyen özelliği, eşit-adil partner ilişkileri yerine bağımlı-işbirlikçi ilişki tarzıdır. Bu geleneksel politikayı en iyi W. Churchill’in “İngiltere’nin ebedi dostları da ebedi düşmanları da yoktur. İngiltere’nin ebedi çıkarları vardır” sözleri anlatmaktadır. “Bir damla petrol bir damla kandan daha pahalıdır” sözü de onundur.

PKK’nin devletlerarası bu denklemde ve işbirlikçiliğe dayalı dönemsel “dostluk”larda İngiltere nezdinde kabul edilebilir bir yanı yoktu. Çünkü PKK Önderliği ve geleneği, kendi dinamiklerini esas alan bağımsızlıkçı bir çizgiyi ifade ediyordu. Burnunun dikine, kendi gücüne güvenerek, kendi bildiği gibi yürümekte ısrarlı olan bir hareketin, yeryüzünü sömürgeleştirmek isteyenlerle bir savaş hali içinde olması da bu bakımdan doğaldı.

Öcalan ABD, İsrail, AB, Rusya ve Yunanistan’ın açık destekleri ile, Kenya’da Türk devletine teslim edildikten iki ay sonra, İngiltere’deki Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Merkezi (IISS) bir rapor yayınladı. Raporun özeti şuydu: Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi sonrasında örgüt yönetiminde çatışma yaşanacak, PKK yönetim krizi yaşayacaktı. (Bu konudaki beklentilerin tamamiyle boş olmadığı, 2003-2004 yıllarında yönetim düzeyindeki bazı şahısların, PKK’yi tasfiye ederek ABD politikalarına eklemlenme çabaları hatırlanmalıdır) İkinci aşamada, yönetimsiz halkın örgütlülüğü dağılacak; son yirmi yılda Kürt halkının emeği, çabası ve fedakarlığı ile oluşturulan yasal kurumlar, dernekler, vakıflar ve bürolar kapanacak; devletsiz ama örgütlü bir ulus olan Kürtlerin “sistem”i dağılacaktı. “Final” aşamasında ise tasfiyesi kaçınılmaz hale gelen PKK’den sonra, Kürt halkı yeni bir arayış için girecek ve PKK dışında yeni alternatifler ortaya çıkacaktı.

Nitekim 15 Şubat 1999 tarihinden sonra, yurt dışına çıkmış ve o tarihe kadar ciddi hiçbir varlıkları olmayan, esasında siyaset sahnesinden de çekilen ne kadar eski Kürt örgütü, şahsiyet varsa bir hareketlilik içine girdiler. Almanya’nın teşvik ve destek verdiği NAVEND isimli bir hareket oluşturulmaya çalışılıyordu. Toplantılar yapılıyor, PKK’den sonra yapılacaklar üzerinde tartışmalar yürütülüyor, pratik işbölümleri yapılıyordu. PKK’den ayrılarak Süleymaniye’de toplanan şahıslarla Almanya’daki PKK karşıtları yoğun bir ilişki içine girmiş, bu şahısların bazıları Alman pasaportu ile Avrupa’ya taşınıyordu.

Kamuoyuna açıklanan IISS raporu, ABD’nin ve İngiltere’nin ortak görüşü ve ortak arzusunun özetiydi. Bundan sonrası da bu plan çerçevesinde gerçekleşecekti. Avrupa Birliği Devletleri, Kürt Partileri hatta PKK içinde ve yakınındaki kimi kişiler de bu planın gerçekleşmesinden kuşku duymuyordu. 25 yıllık bir mücadelenin bittiği, artık yeni bir sürece girildiği inancı epey etkili olmuştu. Büyük bir psikolojik savaş yürütülüyordu. PKK ile yıllardır dostluk ilişkisi içinde olan, Kürt gazetelerinde yazı yazan, televizyonda programlara katılan Kürt dostu Türkiyeli kimi solcu-demokrat aydın da bu süreçte, kendi istemleri ile ve sudan bahanelerle ilişkilerini kopardılar. Öyle ittifaklar oluştu ki birbiri ile kanlı bıçaklı olan siyasetçiler dergilerde köşe komşusu oldu. Troçkist Akademisyenler Stalinci dergilerde PKK aleyhine yazılar yazmaya başladı.

Kürt halkı huzursuz, tedirgin ama ayaktaydı. Tufan günlerinde gemiden ilk atlayanlar, kendilerini deniz korsanlarına teslim edenler kadar, “ha gayret kara işte orada!” diyenler de az değildi.

* Yarın: Öcalan’ın Avrupa’ya geçişi, Yunanistan, İtalya ve Almanya’nın tutumu

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: