1 Ekim 2011 Cumartesi

Analiz: Avrupa Franco’sunu Arıyor

Özellikle İngiltere ve Norveç’te yaşanan kanlı olaylarla gündeme gelen Avrupa’daki ırkçılık olgusu, Avrupa Birliği’nin bütün ülkelerinde yükselişini sürdürüyor.

2011 Ramazan Bayramı’nın ilk günü. Sabah saat 08:00... Paris’in göbeğindeki semtlerden Lumiere’de anayol üzerinde bulunan bir spor salonuna doğru binlerce insan dört koldan akın ediyor. Mali, Cezayir, Suriye, İran, Irak ve Kuzey ile Güney Afrika’nın birçok ülkesinden binlerce insan yerel kıyafetleri, takkeleri, namazlıklarıyla bayram namazına gidiyor.

Binlerce kadın kara çarşaflara bürünmüş, spor salonun arka bölüm kapısından giriş yapıyor. Aynı dinden ama farklı uluslara mensup bu insanlar için doğal bir bayram sabahı. Ama etrafta bulunan Fransızlar için tablo hiç de böyle değil. Kafelerde oturan, otobüs durağında bekleyen ya da yoldan geçen Fransızların yüzünde bir dehşet ve korku. „Burası bizim ülkemiz mi, bu insanlar nereden çıktı?“ şeklinde cümleler mırıldanıyor.

Karşılıklı nefretle birbirlerine bakıyorlar

Küfürler, nefret eşlik ediyor bu cümlelere. Hergün işyerinde, yolda, otobüste bir arada olan farklı uluslardan insanlar şimdi karşılıklı nefretle seyrediyorlar birbirlerini. Bir kadın mırıldanmakta olanların aksine, nefretini, sözlü olarak haykırıyor. İnsanların aldırış etmemesi onu daha da çılgına dönderiyor. O arada etrafta fark edemediğimiz onlarca polis anında kadının yanında belirip, apar topar kadını oradan uzaklaştırıyor. Paris’te renklerin, ırkların, ulusların birbirine karıştığı sokaklarda bu kadar açıktan bir ırkçılığa tanık oluyoruz. Sonrasında belki de bizlerin günlük akış içerisinde fark edemeği ırkçılığı, metrolarda, tren garlarında, postane kuyruklarında daha belirgin görmeye başladık. Aslında son on yıldır işsizliğin, krizin, ekonomideki bozukluğun, sosyal haklardaki gerilemenin nedeni olarak gösterilen yabancılara karşı tepki daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor. Tepki bir süre sonra ırk ayrımcılığına dönüşüyor ve somut olarak insanların günlük davranışlarına yansıyor. Bu basit gibi görünen Ramazan Bayramı günü gelişen tepki, Avrupa’daki ırkçılık olgusunun gün geçtikçe ne kadar büyüdüğüne işaret ediyor. Bunu Avrupalının kendisi de artık inkar etmiyor. Özellikle İngiltere ve Norveç’te yaşanan kanlı olaylarla gündeme gelen Avrupa’daki ırkçılık olgusu, Avrupa Birliği’nin bütün ülkelerinde yükselişini sürdürüyor.

Sağ ile aşılmaya çalışılan buhran!

Bu, günlük insan yaşamı sırasında karşılaşılan bir ırkçılıkla sınırlı olmayıp, ekonomiden siyasete, iş dünyasından okula her alana yayılmış durumda. 2006 yılından bu yana yaşanan devrevi krizler hükümetlerce hep göçmen olgusuyla açıklandı. Diğer taraftan sermaye akışının önündeki engelleri kaldırmanın siyaseti sağla daha kolay halledilir hale geldiği için sağ politakının önü açıldı. Bütün bunlara paralel olarak Avrupa nüfusu yaşlandıkça, alınan göç bu kez işçi ihtiyacının doyuma ulaşması ya da ucuz üretimin dışarıdan elde edilmesiyle göçmeni hedef haline getirdi. Sadece göçmenler değil özellikle Avrupa Birliği’ne sonradan dahil olan Balkan ülkelerinin insanları da bundan nasibini aldı. Özellikle son üç yıldır sistematik bir biçimde ırkçılık derinleşmekte ve sağ partilerin tabanı güçlenmektedir. Birçok gözlemcinin vurguladığı gibi Avrupa genelinde 2008 bu yana sağ hızla yükselişe geçmiştir.

Bunun için 2011 Finlandiya seçimlerine bakmak yeterli olur sanırız. 2011 Nisan ayında Finlandiya’da yapılan seçimlerde yüzde 19 oranında oy alarak sürpriz bir şekilde meclise girmeyi başaran aşırı sağcı Gerçek Finliler Partisi ile birlikte, bütün Kuzey Avrupa ülkelerinde aşırı sağcı partiler parlamentolarda temsil edilir hale geldi. Norveç’te ikinci büyük parti konumunda bulunan İlerici (Kalkınma) Parti son yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 22,9’unu alarak parlamentoda 41 milletvekili ile temsil edilmeye başladı. Bir başka Kuzey Avrupa ülkesi olan Danimarka’da, „Danimarka Danimarkalılarındır“ sloganıyla seçimlere katılan Halk Partisi’nin oranı son seçimlerde yüzde 14 düzeyine yükseldi. Danimarka, bugün Batı Avrupa’daki en sert göçmen politikalarını uygulayan devlet haline geldi. Aynı şekilde İsveç’teki son genel seçimlerde sürpriz bir şekilde oylarını artıran İsveç Demokratları Partisi yüzde 5,7 oy oranıyla parlamentoya girmeyi başardı. Bütün bu partiler AB’ye karşıt olduklarını ifade etmektedir.

2010 Hollanda seçimlerinde oylarını yüzde 110 düzeyinde artıran Özgürlük Partisi de aynı karaktere sahip bir partidir. Dolayısıyla bütün Kuzey Avrupa ülkelerinde son seçimlerde aşırı sağcı, etnik milliyetçi ve yabancı düşmanlığı ile öne çıkan, AB karşıtı partilerin ve politikaların zemin kazandığı görülmektedir.

Tekmelenip çıkarılan kara koyunlar!

Diğer Avrupa ülkelerindeki durum Kuzey ülkelerinden farklı değildir. Fransa’da 1972 yılında kurulan Ulusal Cephe (FN) yükselişini sürdürmeye devam etmektedir. Bazı anket sonuçlarında Ulusal Cephe’nin gelecek yıl (2012) yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kalabileceği ve Nicolas Sarkozy’e rakip olabileceği öngörülmektedir. Fransa’da Ulusal Cephe’ye göre daha ılımlı sayılan Sarkozy’nin dahi yabancılara karşı duruşu bilinmektedir. İsviçre’de aşırı sağcı politikalar takip eden İsviçre Halk Partisi (SVP) 1999 yılından bu yana ülkedeki Federal Parlamento’da en büyük siyasi grubu teşkil etmektedir. Her ne kadar yüzde 28,9 oy aldığı son seçim kampanyasında göçmenleri „ülkeden tekmelenerek çıkarılan kara koyunlar“ şeklinde tasvir eden seçim afişleri tepki toplasa da 2009 yılında ülkede minare inşa edilmesine karşı yürüttüğü kampanyada son derece başarılı bir sonuç almıştır.

İtalya’daki aşırı sağ parti Kuzey Ligi 2008 yılındaki seçimlerde oyların yüzde 8,3’nü alarak Silvio Berlusconi’nin kurduğu koalisyonda kilit bir rol üstlenmiştir. İspanya’da da durum pek farklı değildir. Ülkede faşist Franco yönetimi nedeniyle ırkçılığa karşı belli bir duyarlılık olsa de özellikle Müslüman topluma karşı kindar politikalara sahip Platforma Partisi (PP) son seçimlerden güçlenerek çıkmıştır. Ülkedeki ekonomik bunalımın ve işsizlik sorununun Platforma Partisi’nin oylarını artırdığı düşünülmektedir. Avusturya’da 2012 yılında yapılacak seçimlerde aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi’nin birinci parti olması beklenmektedir. Uzmanlar bu aşırı ırkçı dalganın Almanya’ya yayılmasından endişe ediyorlar. Almanya’da son dönemde yapılan bütün kamuoyu araştırmaları özellikle yabancıları hedef alan ırkçılığın, aşırı sağcı ve göçmen karşıtı düşüncenin hızla yükseldiğini ortaya koyuyor.

Devlet politikası olarak ırkçılık!

2009 yılında 19 ülkede yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılan hemen her ülkede aşırı sağ partiler oylarını artırmış, sosyalist ve sol eğilimli partiler oy kaybına uğramıştır. Avrupa Parlamentosu’na 90’a yakın AB karşıtı milletvekili seçilmiştir. 94 Korfu zirvesinden sonra AB Bakanlar Konseyi tarafından oluşturulan Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İçin Khan Komisyonu’nun hazırladığı bir raporda Avrupa genelinde yükselen ırkçı hareketlere işaret edilmiş, ancak toplumlar düzeyinde ciddi bir eylem programı uygulanarak bu sürecin önünün alınabileceği vurgulanmıştı. Bu rapordan sonra AB’nin kendisi ırkçı politikaların adresi olmada daha büyük adımların bizzat sahibi oldu. Bunun için Fransa’nın Romanlara yaptığı uygulamalar sırasındaki tutumuna bakmak yeterli olur kanısındayım. Siyasi ve ekonomik buhran arttıkça, suçlu gösterme eğilimi, sağın yükselişini sağlamak için göçmen karşıtı politikaların mimarı olmak AB için kaçınılmaz bir politika olarak uygulanmaya devam ediyor. 

Ekonomisi güçlü olan Avrupa’nın büyük devleri Almanya ve İngiltere’de bile işsizlik, ekonomideki çalkantı, kriz hali, gelir dağılımındaki uçuruma paralel  ırkçı söyleme kan taşımaya devam ettikçe bugünkü tablo daha da büyüyerek devam edecek. Özellikle 11 Eylül sonrası başlatılan İslamofobi bugün farklı biçimlere bürünmüş ırkçılık olarak karşımıza çıkarıyor. Yoksullaşmayla, krizle, kapitalizmin buhranlarıyla beraber yürüyen ırkçılık beraberinde ırkçı ve aşırı milliyetçi hareketlerin/partilerin yükselişindeki oranın birbirine paralel seyretmesi doğal bir sonuçtur. Bu sadece toplumsal bir tepki olarak ortaya çıkmamakta; aksine bazı sermaye grupları ve tekeller tarafından bilinçli olarak şişirilmektedir. Bu nedenle Ramazan Bayramı sabahında sokakta bağıran Fransız kadının kendiliğinden bilincinin sonucu olarak yaşanmıyor ırkçılık... Irkçılığın bizzat devletler, hükümetler ve sermaye grupları tarafından pompalandığı gerçeğini görmek gerekiyor. Norveç katilini de aynı zihniyet yaratmıştı. Önümüzdeki dönemde bu ve benzeri olayların daha sık yaşanması ise kaçınılmaz. Çünkü yıllardır ekilen tohumlar şimdi gün yüzüne çıkıyor.

SELMA AKKAYA / Paris

Hiç yorum yok: