27 Ekim 2011 Perşembe

Ağla Kürdistan!

Gün görmemiş, insanca hayatın güneşli anlarına hasret, kırılan onurunun acısını yüreğine akıtıp, vahşiye kaptırdığı insanının yasını tutarak yaşamış, zalimin ruh bedeninde açtığı travmalarla yaralı Kürdistan şimdi de yer kırılması ve dipten yarılmanın getirdiği felaketle matemde…

Başın sağ olsun, Kürdistan!..

Ağla fakat, altındaki yerin sarsılıp, kırılmalarla yıkılması olan deprem, senin hayatında bir ilk değildir. Daha önce de yaşadın. Yer küresinde, denizlerin kabarıp, karaları nasıl yuttuğunu, sarsılan toprağın geride enkaz yığınları bırakarak sakinleştiğini de biliyoruz..

İnsan evladı, bu sarsıntıların yasını tuta geliyor. Ama senin, benim, onun, bütün insanlığın matemine oturması gereken asıl manzara, bu değildir. Kürtçesiyle „şin û şîvanı“ tutulması geken manzara, bu vesileyle bir kere daha gün ışığına çıkıp, çürümüş yüzünü bize gösteren, „Türk tutum“dur. Kinle zehirlenerek düşmüş, yerde çürüyerek, Kürtlerin deyimiyle „zıvıl“ (gübre) ötesi hal almış vicdanlar…

 Tabii ki Türklerin bütünü, bir kere de yer sarsıntısı nedeniyle, kinle zehirlenmiş ruhuyla, koro halinde, „ben vicdansızlığın yer yüzündeki sesi, görüntüsüyüm“ demedi. Benim sözünü ettiklerim de bütünü değildir.

Fakat duymuşsunuzdur. Bir Türk televizyon spikeri, sayıları kaç, Türk nüfusunun kaçta kaçını temsil ettiği asla bilinmez, lakin „o dünya“nın sözcüsü edasıyla, „deprem, her ne kadar Van’da olsa üzüldük“ diyordu, gizleyemediği bir sevinçle.

Kimi tepelerin kinini, genelin çürük vicdanını, insanlık düşmanlığıyla zehirlenmiş hangi yüzdenin temsilcisi bilemiyorum, ama Kürdistan’ın uğradığı felaket karşısında, sevinç histerisiyle ayağa fırlayanlar az değil, pek çoktu.

İnsanım diyenin kanını donduracak ırkçı nefretin boyutlarını Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan, şöyle yazıyordu:
„Şöyle bir baktım mesajlara, yorumlara falan: Bazıları yürek soğutuyordu. Bazıları bilgiç bir edayla „Teröre destek verirlerse böyle olur“ diyordu. Bazıları acı olaydan hükümete çakacak malzemeler devşirmeye çalışıyorlardı. Bazıları Deniz Feneri olayını gündeme getiriyorlardı. Bazıları „Ağlama sırası onlarda“ diyorlardı. Bazıları „Hükümetin yapamadığını Allah yapıyor“ diye yazıyorlardı. Kısacası, bir akıl tutulması, bir vicdan körelmesi, bir merhamet yoksunluğu, bir cehalet histerisi alıp başını gitmiş durumdaydı. „Yapmayın, etmeyin, ayıp oluyor“ diyen az sayıda sağduyulu ses ise arada kaynayıp gidiyordu. Kısacası Van’ı önce deprem sarstı, ardından da faşizm.“

Korkunç, ama bu ruh halidir, bugün yere düşmüş onurunu kaldırmaya çabalayan Kürde terörist deyip, Kürdistan’a bomba yağdıran. Aynı kafadır, dün kırım yapan, yangınlarla yürüyen...
Dağlara bombalar gönderenler, askerleriyle dağı, taşı sararak „yok edici güçlüyüz“ naraları atanlar, sıra insanlığa gelince Van’ın köylerine ulaşamadıklarını söylüyorlardı. Aynı kafa dün, Somali’ye yardım adı altında Fethullah Gülen’e yatırım yolu açıyordu. Ama enkaz altında kalan Kürde sıra gelince çaresizi oynuyordu.

Türk Başbakan depremin aldığı canlarla, geride bıraktığı yıkıntıları bile kişisel çıkarının hanesine „kar“ olarak yazma hesabıyla, Van’da nutuk atıyor, varlığını ilahi bir güç gibi gösteriyor, karşısına dizdiği kameralara, yanında taşıdığı bakanların isimlerini tek tek sayıyordu. O sırada nutukla bizi uyutmaya durduğu enkaz, insanlığı arayan sesler veriyor, başında bulunduğu hükümet, kimi Avrupa ülkeleri ve İsrail’in yardım elini geri çeviriyor, Kürt halkının kardeşleri imdadına koşusuna barikat kuruyordu.

Türk ordusu ise yıkıntı altınca bir nefeslik hayat mücadelesi verenleri kurtarma yerine Kürdistan dağlarına bomba yağdırmaya devam ediyordu.

Bütün yer yüzünde, depreme dayanıklı evler, her türlü yapı devletçe inşa ediliyordu. Türk Başbakanı ise yıkılan evlerin kerpiçten yapılma olduğunu söyleyerek, ırkçı siyaseti temize çıkarıyor, suçu çaresiz Kürde yüklüyordu. O Kürt ki vergi toplama ve askerlik yaptırma zamanı „kardeş“ti. Sonrasında ödediği vergi, köylerini basmaya gönderilen yıkımcılara, yangıncılar, canını almaya giden tetikçilere ücretti. Aynı Kürt, askerlikte tehdit altında kardeşlerine, baştan başa bütün geleceğine kurşun sıkan esirdi. Dili yasak, kişiliği ezilen, kimliği inkara uğramış, ülkesinin statüsü çalınmış, kendisi rehine...

Depremde bile „onlar“, yani „düşman“dı Kürtler. Yer yüzünde benzerine rastlanmayan, duyulmayan bir barbarlık...

Ölümlerin sevinç dansına vesile olduğu, ırkçılığın polis koruması altında insan avına çıkıldığı barbar bir yeryüzü parçası yarattılar. Asıl ağlaması, yası tutulması gereken budur. Zehirlenerek yerlerde sürüklenen insanlığımızın...

Uyan ve sen de gör tükürülesi yüzü, ey Kürt...

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: