18 Eylül 2011 Pazar

'Üniversite ve Akademiler, Kürt Meselesinin Özüne Dokunmadı'

İsmail Beşikçi için yapılan sempozyumda konuşan Prof. Dr. Mesut Yeğen, Kürtleri, "Cin soylu, geri, cahil" diye nitelendiren Negatif Kurdoloji'nin devam ettiğini, üniversitelerin Kürt sorununun özüne dokunmadığını, sol ve sosyalist akademisyenlerin de meseleden kaçtığını söyledi. Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ise, akademisyenleri, "Mikro iktidar, küçük odalar ve sandalyeleri kapma mücadelesi" içinde olmakla eleştirdi.

Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi tarafından 12 Eylül etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen "İsmail Beşikçi ve Türkiye'de İfade Özgürlüğü" konulu sempozyumda düşünce özgürlüğü ile ilgili çok farklı konular masaya yatırıldı. Öğleden sonra yapılan "İfade özgürlüğü, akademi, kültür, sanat ve edebiyat" konulu oturumu Şanar Yurdatapan sunarken, Prof. Dr. Mesut Yeğen, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, İFEX Genel Müdürü Annie Game konuşmacı olarak katıldı. Oturumda sanatçı Pınar Sağ da hakkında açılan dava nedeniyle tanıklığını anlattı.

‘HER Q'Yİ DUYDUĞUMDA BEŞİKÇİ’Yİ HATIRLAYACAĞIM’

Düşünce ve İfade Özgürlüğü önündeki yasal engellere dikkat çeken Şanar Yurdatapan, "Yasaların anti demokratik içeriğini ancak bizim mücadelemiz durdurabilir" dedi. İFEX Genel Müdürü Annie Game ise, çalışmaları hakkında bilgi vererek, dünyadaki düşünce ve ifade özgülüğü önündeki engellere dikkat çekti. Hondaras'a öldürülen gazetecilerin katillerinin bulunacağına dair 40 ülke önünde söz verdirdiklerini anlatan Game, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda yürütülen çalışmaların zorluğuna dikkat çekerek, "Ortak kampanyalar" yürütme çağrısında bulundu.

Yaratılan korkunun nedenlerine değinen Game, korkunun da esas olarak toplumu bilgi sahibi olmaktan alıkoymaya yönelik olduğunu söyledi. Game, Türkiye'de de 1992 tarihinden beri 23 gazetecinin öldürüldüğünü ve çok sayıda gazetecinin cezaevinde olduğunu anımsatarak, toplum üzerindeki şiddet semptomlarının ve arkasından gelen cinayetlerin öncelikle tehditlerle başladığına dikkat çekti. Dünya'da son 10 yıl içinde 500'den fazla gazetecinin öldürüldüğünü söyledi. İsmail Beşikçi'nin bir yazısında K yerine Q harfini kullandığı için ceza tehdidi ile karşı karşıya kalmasını eleştiren Game, "Q bizim alfabe de var. Ama bizim toplantılarda da soru bölümü Q diye kodlanır. Soru bölümüne Q cevap bölümüne A denir. Bundan sonra her soru ve cevap bölümünde Beşikçiyi hatırlayacağım" dedi.

‘AKADEMİ KÜÇÜK ODALARIN MÜCADELESİ İÇİNDE’

Dilovası'nda kanser riski araştırması nedeniyle hakkında soruşturma açılan ve okuldan atılan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu da yaşadıklarını anlattı. Akademik özgürlüğün toplumsal sorumlulukla birlikte ele alınması gerektiğini ifade eden Hamzaoğlu, akademisyenleri "Mikro iktidar mücadelesi" içinde olmakla eleştirerek, "Küçücük odaları ve sandalyeleri kapma mücadelesi içindeyiz" dedi. Üniversitelerin birer meslek okuluna dönüştürüldüğünü ve kasaba belediyesi işlevi gördüğünü ifade eden Hamzaoğlu, toplumsal özgürlük sağlanmadan akademik özgürlüğün mümkün olmayacağını dile getirdi. Hamzaoğlu yaşadıklarını da şöyle anlattı:

"Yaptığımız araştırmada Dilovası'ndaki ölümlerin yüzde 30.4'nün kanserden kaynaklandığını belirledik. Bunun da hava kirliliği ile bağlantılı olup olmadığını araştırdık. Havada tespit ettiğimiz ağır metalleri yeni doğan bebeklerin dışkısında ve anne sütünde tespit ettik. Bunları raporlaştırdık ve sıralı amirlerimize ilettik. Sonra basına yansıdı. Sağlık Bakanlığı bizi çağırdı, 'raporlarınıza güvenmiyoruz' dediler. Bunun yolu başka bir araştırma ile sonuçları çürütmektir biz de ortak araştırma önerdik. Ortak araştırmada bizim ulaştığımız sonuçlar teyit edildi. Daha sonraki malum yalnızlaştırma ve tecrit durumunu biliyorsunuz. Sorun benim ne yaşadığım değil, Dilovası'nın, bizlerin ve o bebeklerin ne yaşacağıdır."

‘AKADEMİ KÜRT SORUNUN ÖZÜNE DOKUNMUŞ DEĞİL’

Prof. Mesut Yeğen ise Akademi'nin Kürt sorunu yaklaşımı ve düşünce özgürlüğü bağlantısı üzerinde durdu. Yeğen, üniversitelerin 1960 yılına kadar Negatif Kurdoloji konusunda etkin bir çalışma yaptığını belirterek, "Bu Kurdoloji, Kürtlerin geriliği, cahilliği, aşiretçi yapısını, hatta işin içine teoloji ve diyanet girince cin soylu olduklarını kanıtlamaya yönelik bir çalışmaydı" dedi. 1960 sonrasında Musa Anterlerin bu Negatif Kurdolojiye etkin bir müdahale de bulunduğunu, ancak söz konusu negatifliğin devam ettiğini belirterek örnekler verdi. Yeğen, Beşikçi ile birlikte 1980 sonrasında akademi de Kurdoloji'nin alt dalı olarak Kürt sorunu konusunda kimi gelişmeler yaşandığını belirterek, "Bu konudaki üretim Beşikçi'nin üretimiyle sınırlı kaldı onu da üniversiteden attılar" dedi. Marksist ve solcu akademisyenlerin bile tarihi Marksist kavramlarla yeniden tanımlarken Kürt meselesine karşı suskun kaldıklarını belirten Yeğen, 80-90 yıllarından sonra da söz konusu kesimlerin Kürt meselesiyle ilişkinin aşırı sosyolojik ve bir parça yokluluk eksenli merhamet duygusuyla sınırlı olduğunu söyledi. Kürt sorununun özüyle ilgilenen akademisyenlerin okuldan uzaklaştırıldığını anımsatan Yeğen, "Artık eskisi gibi hapse atmıyorlar. Onda da Beşikçi'nin 17 yıl cezaevinde kalmasının büyük payı var. O hepimizin yerine yattı" diye konuştu. Akademide "Kemalist derebeylik ve muhafazakar derebeylik" tarzında iki kesimin etkili olduğunu belirten Yeğen, bazı önemli tespitlerde de bulunarak şunları söyledi:

"Kürtlerin dağ Türkü olduğu vs gibi yaklaşımlarla Negatif Kurdoloji devam ediyor. Akademinin yaklaşımı risk almayan işin özüne dokunmayan meselenin dekoratif taraflarıyla ilgilenen bir yaklaşımdır. Kürt sorunuyla ilgilenen bazı akademisyenler bir kaçma tarzı olarak İngilizce yazıyorlar. Bunlardan bir kaçına İngilizce yazdıklarını Türkçeye çevirmelerini önerdim kabul edilmedi. Marksist akademisyenler ise hala mala-davara zararı olmayan şeylere dokunuyor. Bunun nedeni de bu caydırma, düşünceyi cezalandırma tutumları ve bunun yarattığı korkudur."

Daha önce bir konseri sırasında "İşkencede hayatını kaybeden Kaypakkaya'ya selam olsun" dediği için "suç ve suçluyu övme suçundan hakkında dava açılan sanatçı Pınar sağ ise, sözlerini yenileyerek, "Bu faşizme karşı kim duruyorsa ben onlara kurban olurum" dedi. Yılmaz Güney'in, "Halkın sanatçısı aynı zamanda halkın savaşçısıdır" sözlerini kendisine rehber edindiğini belirten Sağ, "Bu sistem insanları işkenceden geçiriyorsa, küçücük çocuklara alçakça cezalar veriyorsa, 100 kişiyi düşünceden suçlu ilan etmişse, elbette ezilenlerden yana olacağız" dedi. Sağ, "İbrahim Yoldaş" şarkısı nedeniyle de hakkında dava açıldığını belirterek, şarkıyı salonda seslendirdi ve salondakilerde eşlik etti.

Hiç yorum yok: