18 Eylül 2011 Pazar

Osmanlı’nın Anadil Yaklaşımları

Hasan KIZILKAN

Osmanlı’da eğitim anlayışı millet eksenindeydi. Fakat bu milliyet ekseni bugünkü gibi anlam kaybına uğratılmamış haliyle yürütülmekteydi. Milliyetçilik kelimesi Kur-âni bir kavram olan millet kelimesinden türemiştir. Kur-ânda millet kelimesi 16 yerde geçmektedir ve hepsinde de din anlamında kullanılmaktadır. Hakim olan millete “Milleti Hakime” burada tüm Müslüman tebaası kastediliyor. Gayri Müslimleri ise “Milleti Mahkume” deniliyordu. Yapılan bazı uygulamalarda kendisini tüm üryanlığıyla da gösteriyordu; gayri müslimlerin izin almadan ata binememeleri gibi. Osmanlı devletinde dine dayalı eğitim anlayışı 17. ve 18. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmiştir.

Kral kimse Dil O’dur

Bu dönemden sonra Avrupa’da da din etkisini yavaş yavaş ulusal motiflere bırakmaya başlamıştır. Nitekim Martin Luther’in İncili Almanca’ya çevirisi ile birlikte dil temelinde milliyetçilik tartışmaları başlar; benzerlik ve farklılığın belirlemesindeki temel kriter olan “Din” yerine “Dil” önem kazanır. Nitekim Batı Avrupa’da 16. yüzyılda bile “Kral kimse, din O’dur. Sözü yerini “Kral kimse dil O’dur” sözü almıştır. Bu düşünce kalıbı Osmanlı devletine de sirayet etmesi çok fazla gecikmedi. Osmanlı devleti ademi merkeziyetçi esnek yapısı yerine merkeziyetçi bir yapı benimsemeye başladı. Tanzimat dönemiyle birlikte bunu somut olarak görebiliriz. Bu zihniyet haliyle eğitim politikalarını da doğrudan etkilemiştir. Yeni açılan okullarında bu zihniyete hizmet etmesi, her kesime hizmet etmesi ve her kesimden insana açık olması gerekmekteydi. Bu eksende 1857’de Maarf-i ummeye nezareti kurulur. Bu dönemde yüksek öğrenime hazırlık ve merkezileşen devletin artan memur ihtiyacını karşılamak için bir yandan “İbtidai” mektepler kurulurken diğer taraftan da rüştiye ve sultani gibi yeni okullar açılır. Bu okullarda ağırlıklı olarak Arapça, Farsça ve Fransızca gibi yabancı diller kullanılmakla beraber devletin bürokrasi dili olan Osmanlıca önemli bir yer tutar. Ancak bu gelişmeler günün koşullarından dolayı daha çok merkezi yerlerde uygulanmıştır. Bunun yanı sıra ilk aşamada Müslüman olan diğer kavimler medreselerde kendi anadillerinde eğitime devam etmişlerdir.

Devletin lisan-ı resmisi olan Türkçe

I. Meşruiyetin ilanıyla Osmanlı devlet dili ve dil politikası ilk kez ciddi olarak tartışılmaya başlandı. Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-i Esasiye’de (1876) madde olarak yer alması meşruiyet döneminin başlangıcıyla olur. Kanun-i Esasiye’nin taslak hazırlıkları çalışmasında “Memalik-i muhtardır.” Fakat hidamet-i devlette istihdam olunmak için devleti lisan-ı resmisi olan Türkçe’yi bilme zorunluluğu şartı konulmuş. Kanun-i Esasiye’nin taslak temelinde herkesin kendi anadilinde eğitim ve öğretim yapması serbest bıraktırılmıştır. Yanlızca devlet görevlisi olanlara Türkçe’yi bilme şartı getirilmiştir. Fakat daha sonra Sait paşa bu maddenin özerklik ifade ettiğini ifade edip bu maddeye itiraz etmiş ve bu maddenin değiştirilmesine neden olmuş. Bu madde Kanun-i Esasiye’nin 18. Maddesine şu haliyle girer. “Tebaa-ı Osmaniye’nin hidamet-ı devlete istihdam olmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçe’yi bilmeleri şarttır.” Bu milliyetçi talepler Osmanlı’nın büyük askeri yenilgilerinin artması ve Osmanlı’nın içinde bulunan milletlerin azınlık hakları ve bağımsızlık taleplerini dillendirmeleri ve bu yönlü edindikleri kazanımları, Osmanlı’yı parçalama endişesine götürmüştür. Bu mihvalden yola çıkarak giderek daha da milliyetçi bir yapıya bürünmüştür. Osmanlı devletinde esen bu milliyetçi rüzgar II. Abdülhamid’in (1877-1878) 93 harbi olarakta bilinen Osmanlı-Rus harbini bahane ederek meclisi kapatması, esen bu milletçilik rüzgarını sekteye uğratmıştır. II. Abdülhamid monark ve daha çok dini motifli gevşek bir sistemi oturtmaya çalışıyordu. Kendi monark otoritesini ve zihniyetini tabana yaymak ve benimsetmek için ülkenin her yerinde binlerce okul yapılmış ve eğitimlerini bu paradigmanın halka benimsetilebilmesine göre hazırlamışlardır. Bu uygulama esnek bir şekilde uygulanıyordu; Fakat 2. Meşrutiyetin ilanıyla 19. yüzyılda esen ulus-devlet ruhuna uygun olan faşist uygulamalar hayata geçiriliyor. Bu faşist uygulamalar ittihat ve terakkinin güçlenmesiyle sistematik bir hal alıyor. Fakat bu zihniyet Osmanlı devletinin sonunu hazırlamıştır.

Cumhuriyet dönemi dil uygulaması

Gelişen milliyetçilik hareketiyle dağılan Osmanlı devletinin mirası üzerinde de Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulur. Yeni kurulan ulus devlete de şimdiden bir halk gerekiyordu. Bu da ortak dil, ortak bayrak, ortak tarih ve ortak vatana şiyar edinen bir ulus yaratılmak isteniyordu. İtalyan birliğinin mimarlarından olan Mossimo d’Azeglio’nun dediği gibi; “İtalyan devletini kurduk şimdi de İtalyanlar yaratmalıyız.” Bu zihniyet aynı şekilde cumhuriyet yönetimi içinde geçerlidir. Osmanlı’nın Ümmetçi anlayışının yerine ulus eksenli yeni kurulan devletin tüm tebaayı Türkleştirmesi gerekiyordu. Bu zihniyetin tezahürü olarak 1924’te Tevhidi Tedrisat kanunu (Eğitim Birliği) getirildi. 1928’de bir gecede Latin alfabesine geçildi. 1929 yılında tüm ülkede millet mektepleri açıldı. Türkleştirme politikasının nihayi sonuca ulaşılması için 1925’te Şark Islahat planı kabul edildi. Böylece Türkçe’den başka bir dil konuşmak yasaklandı. Bir benzer çalışmada 15 Ekim 1927 tarihinde toplanan CHP’nin büyük kurultayında partinin amacının “Dil birliğini sağlamak” olduğu açıklanır ve bunun sağlanması için bütün kurum ve kuruluşlar seferber edilir. Hatta tehdit edilerek Türkçe konuşmaları için baskı yapılır.

Asimilasyon tam hız...

Alınan kararların tam anlamıyla yürürlüğe girebilmesi için belediyeler ve kolluk kuvvetleri harekete geçirilir. Şüphesiz bu uygulamada model ülke Fransa devletidir. Fransızlar Occiton ve Provencal dillerini asimile eşiğine getirmeyi bu metotlarla başarmıştır. T.C’de bu metotlarla sonuca gitmek istemiştir. Kısmen de sonuç alınmıştır. Fakat bu uygulamalar vicdanlarda ve yüreklerde derin yaraların açılmasına da neden olmuştur. Bu uygulamalar sadece Kürdistanla da sınırlı kalmamıştır. 1991’de hükümet darbe döneminden kalan Kürtçe konuşmayı yasaklayan 2932 numaralı yasayı kaldırmak durumunda kaldı. Fakat halen de Dar-ül Fünun Hukuk Fakültesi ve cemiyetinde şiar edinilen “Vatandaş Türkçe konuşacak” kanuna biat etmeyen diğer bir deyişle kulluk etmeyen Firavun muamelesini görmektedir.

Hiç yorum yok: