18 Eylül 2011 Pazar

Ortadoğu Girdabında Şeytan’ın Hileleri’ne Karşı Durmak

Gürültülü bir değişim süreci, tüm Dünya’da reddedilemeyecek bir açıklıkla kendini dayatmakta ve ekonominin, kültürün, siyasetin ve devletin edindiği klasik kalıpları zorlamaktadır. Hepimiz, bu değişime tanıklılk etmekteyiz. Özelde Ortadoğu’nun değişimi ise, sancılı bir görüntü ortaya koymaktadır.

Irak ve Mısır örnekleri, Ortadoğu demokrasisinin girift ve açmazlarla dolu olduğunun işaretini fazlasıyla vermektedir.  Yemen, Libya ve diğer halk hareketleriyle iktidarlarının değişimden nasiplerini aldıkları Arap ülkeleri, geleceklerine dair, her gün yeni bir idealizasyon prosesini gündemde tutmaktayken, Türkiye’nin pozisyonunun da tartışılması gerekmektedir. İçeride ve dışarıda manevraları gittikçe sivrilen Türk politikası, olaysal ve fikirsel olarak, kült olma yolunda Ortadoğu’da hem takdir hem de nefret toplamaktadır.

PJAK’ın İran’a karşı ateşkes ilan etmesi ile birlikte, İran devlet yekililerinin Türk politikası hakkındaki eleştirel açıklamaları, İsrail-Türkiye arasındaki krize dönen Mavi Marmara konusu  ve buna ilaveten BM’nin konuyla ilgili raporunu açıklamasıyla Türkiye’nin politik elitinin takındığı külhanbeyi tavrının, Batı’da, Avrupa ve Amerika’daki yansıması, Ortadoğu’da, “zalime meydan okuyan karizmatik ve devrimci Türk çıkışı” imajından ziyade, Ortadoğu’ya kötü örnek ve demokratik aklın yitirilmesine ramak kala devinilen bir hareket ve yapılan bir hamle olarak görülmektedir. Özellikle Avrupa’nın demokratik devlet ve kurumlarının, hatta içeride bazı Türk aydınlarının da dillendirdiği bahse konu kanaatin özünde, Avrupa Birliği’nden kopmakta olan Türkiye’nin, tam olarak ne yapmakta olduğu sorusu yatmaktadır. Esasen bu sorunun cevabını pek tabi kendileri bilmekle beraber, sorunun cevabı, devletçe geliştirilen, toplumda, siyasette, cemaatte, “neo” kavramının yayılması ve yer bulmasıdır.

Neo-Türkçülük diyebileceğimiz bu “edinilmiş” siyasi karakter, Türkiye’nin, aslında özellikle Kürtlerin, pekte yabancı olmadığı Türk siyasal geleneğinden gelen ve Amerikan-Türk siyasi prensiplerinin getirdiği ve yerleştirdiği, ithal bir siyasi kişilik ve taktik olgusudur. 

AKP iktidarının yaydığı kanaat, Batı’da “Ortadoğu’nun modeli”, Doğu’da ise “Ortadoğu’nun modeli ve omurgası” görüntüsüyle süslenen, kolonyalist ve dikdatoryal bir yönetim anlayışıdır. 

Filistin meselesine, bir dönem, gece gündüz mesai harcayan Türkiye siyasi iktidarı, aynı enerjiyi Suriye ve Libya’ya harcamaktan geri durmadı. Edindiği imaj itibariyle de, Ortadoğu’nun hamisi ve modeli konumuna yükseldi! Ortadoğu’da,  Arapların gözbebeği haline geldi.  Öyle ki, Müslüman Kardeşler örgütünden ayrılan bir grup, Mısır’da Adalet ve Kalkınma Partisi ismiyle ve programıyla siyasi faaliyet yürütmeye başlayan, Türkiye kopyası denebilecek kadar takipçi olan bir siyasi iklime kaydı. Türk devletinin ve AKP’nin aldığı bu gazla, İsrail’e kafa tutmasını, Türk gururu ve mağrurluğu ile açıklamak ne kadar akılcıdır, bunu hepimiz az çok tahmin edebiliriz…

Mavi Marmara mağdurları için, İsrail’in, kendilerine tazminat ve özür borcunu ağzından düşürmeyen siyasi elit, olayı; sorunu, bundan evvel olduğu gibi, -sorunlara konu olayları fetiş haline getirmekte, boğmakta ve esas sorunun üzerine sünger çekip görmemektedir. 

Adı geçen olayda, vicdanen ve ahlaken doğru bulmadığımız, ama  yasal statüye sahip ambargoyu delen bir gemi ve bu insani hamleye terörizmle cevap veren bir otoriteye karşı geliştirilmesi gereken hukuki ve siyasi bir planı olması gereken Türk siyasi iktidarının, -ki plan safahatında C’ye varan bir zenginliğe sahip olan bir örgüt, siyaset adamı ve tabakasına sahiptirler kendileri! olayı tersten okutup, mazlum ve haklı imajı yaratarak, kendine pay çıkarmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Daha amiyane bir ifade ile belirtirsek, artistik bir rol ortaya koymaktadır. Devleti yönetenler, gerçeklerden, koşullardan kopuk bir politika ve kof bir karizma peşinde koşmaktadırlar. Kürt meselesinde de aynı tavrı ortaya koyması, nedenlerden ziyade sonuçlarla ilgilenmesi, apaçık bir siyasi fetişizmin tezahürüdür. Bu durum, Firavun’un çekişmelerine benzemekte, hile ile hak ve adalet peşinde koşmaktadır. Kuracağı düzeni, buyurun siz tahayyül edin.

Demin izah ettiğimiz Neo-Türkizm/Turanizm, Nur Cemaatinin de felsefik, ekonomik ve siyasi desteği, alt yapısı ve iktidarın teknokrat güruhunun gücüyle, gittikçe sertleşen ve özünde kemikleşen bir tavrın gelişmesine doğru şekillenmektedir. Bu ortamda varlığını devam ettiren, Amerikan siyasi hedefleri ile örtüştüğü ölçüde İran ve Suriye’deki siyasi atmosferden nemalanan, 2003 yılında kaybettiği Amerikan prestjini yeniden tesis etmek adına, Batı’nın gözüne girmek ve Ortadoğu’da da omurga sahibi olmak için uğraş veren Türk iktidarı, Türkiye’de ve Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı “Nurjuvazi” mihenkli Türk karakterli siyasi hegemenonyayı, ya gerçekten çok ileriye taşıyacak, ya da altında ezilecektir. Bu olayın, oynanmakta olan bir kumar olduğunu düşünmek, belki biraz safdillik olur, ancak Kürtler, bu tabloda siyaseten tepkisiz ve cılız bir görüntü ortaya koymaktadırlar. Devlerin savaşında, basit bir askeri güç-PKK- ve siyasi otorite ile -Federe Kürdistan ve Türkiye siyasi arenasında BDP- yetinmek Kürtleri geride bırakmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. 

Elbette Kürtlerin birliği, Kürtler adına büyük bir kazanımdır. Ancak, Kürt ulusal/siyasal birliğinin yüzde yüz tesisi dahi, bu ortamda, Kürtlere elle tutulur bir başarı yolunu açmayacaktır. Belki de yapılması gereken, Kürtlerin, özerklikten öte, devletleşme ihtiyacının zarureti ve kaçınılmazlığı üzerinde kafa yormak ve enerji sarfetmektir. Kürt siyasal camiasına, kanaat önderlerine ve Kürt toplumuna da düşen, bu ödeve çalışmaktır.

Av. Mürsel EKİCİ 

Hiç yorum yok: