Sistemin zihin kodlarını çözmek için Kemalizmin küflü raflarında kir-pas içinde kalmış kitaplara
bakmaya lüzum yok artık. Statükonun ideolojisini oluşturan etmen ve
etkenleri anlamak, kavramak ve bunun üzerine kafa patlatabilmek için
saplanıp kaldığımız ve bir türlü çıkmayı denemediğimiz Kemalizmin
bataklığından çıkmamız gerekiyor artık. Kafalarımıza geçirdiğimiz
çuvalları çıkarmalı ve bize Kemalizm diye yutturulan şeyin, artık
hükümsüz ve geçersiz olduğunu görmeliyiz.
İçinde
bulunduğumuz süreçte, Kemalizm’in maskesini tersinden kullanarak
kendilerine alan devşiren illüzyonistlerin göz oyunlarına kanmak kadar
akla ziyan başka bir durum düşünemiyorum.
Kemalizmin
nüfuz edebildiği alan, çok çok devlet bürokrasisi veya devlet erkini
oluşturan yönetim erkanıydı. Sistemin kurucu unsuru olarak kabul edilen
Kemalizmin halkın geleneksel ve inanç kodlarıyla hiçbir zaman uyuşamıyacağını
ve Cumhuriyeti oluşturan cumhurla gerçek bir barışı tesis edemeyeceğine
yönelik kanaat, entelektüel ve filozofik bir beynin ürünü değildi.
Farklı
kaynaklardan beslenen ve birbirlerine karşıtlık temelinde konumlanan
değerlerin, biraraya gelemeyeceğini ve eninde sonunda çatışacağını
söylemek için allamei cihan olmaya gerek yoktu…
Miadını
dolduran bir söylemin gitmesi için aslında hiç kimsenin hiçbirşey
yapmasına gerek yoktur. Kendi haline de bırakılsa, solgun, yıpranmış,
pörsümüş ve dağılmaya yüz tutmuş bir söylemin değersizleşmesi ve önemini
kaybetmesi kaçınılmazdır. Bunun için artı herhangi bir çabaya ve gayrete ihtiyaç hasıl olmaz.
Ama eğer nihayette farlı söylem ve eylemlerle aynı zihin kodlarını diri tutmak ve Azrail'le cedelleşen ruhu tekrar diriltmek amaçlanıyorsa, bu durumda yapılacak olan; karşıt olarak kabul edilen tarafa sığınarak varolmaya çalışmaktır. Kullanılacak argümanların ise onların
düşmanlığı üzerine bina edilmesi icap edecektir. Bunun için de her
türlü yol yürünür, her vasıta kullanılır ve her türlü alçaklık meşru
kabul edilir...
Kemalizm
karşıtlığı üzerinden Makyavelizm takipçiliği en sıradan ve olağan durum
olarak yer alır kişiliksizleşmiş ve sünepelere dönmüş sefil
yaratıkların beyin hücrelerinde…
“Kemalizmin
ruhuna el-fatiha” dememişseniz, taziyeye geç kalmışsınız demektir.
Yeni doğan çocuğun ebeveynine iyi dilek ve temennilerde bulunmamış,
evlatlarının hayırlı ve salih bir mü’min olması için duada bulunmamış ve
onları tebrik etmemişseniz, yine geç kalmış sayılırsınız nezaket
ziyaretine!
Adı bende saklı kalsın nurtopu yavrumuzun. Çok hayırlı bir evlat olacağı uzun isminden de pek anlaşılmışa benziyor sanırız!..
Kürsüden
yaptığı etkili ve yetkili direktif tarzındaki nasihatleri ve
sohbetleriyle gönülleri çoktan fethetmiştir okyanusların ötesinden
gelebilen feyziyle…
Birilerini
yer yer isim vererek ve bazen de üstü kapalı bir tarza devlete
“ispiyonliyor” gibi argo bir ifade kullanarak hürmetsizlik! etme cüretinde! bulunmayalım.
Ama, güvenlik birimlerini bazı zararlı ve tehlikeli, dış mihrak
destekli olmalarının yüksek ihtimal taşıdığı ve İslam’ın fundamentalist
yorumunu benimsedikleri anlaşılan oluşumlara karşı uyardığını biliyoruz.
Hamiyetperverliğin!
Çoştuğu bir gönülden südur olan halisane ve samimane niyet taşıyan
ikazların, devletin bekası ve selameti için ne kadar önem taşıdığını
sormayın, çünkü ağlamaya başlar o aşk ve heyecanla!
Aslında son günlerde gündemi işgal etmiş olan İsrail sertleşmesi üzerine bişeyler yazmak istiyordum. Amma velakin,
bütün konuların birbiriyle bağlantılı olduğu karmaşık bir süreçten
geçiyor oluşumuz, bütün konuları birbirine bağlama avantajını da sunuyor
bizlere.
Şöyle
ki: Türkiye’ye havale edilen Suriye meselesi dolayısıyla yaşanan
restleşmeler ve füze kalkanı projesinin istenmeyen bir şekilde
anlaşılması ve yorumlanması kaygısından hareketle tırmandırılan savaş
ortamının, hangi sonuçları doğuracağını kestirebilmek çok güç.
Kendisine
Arabistan’ın Fatihi ve Hilafetin yeniden müessisi rölü verilmiş Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı, devrim baharlarını yaşıyan ülkelerde yaşıyan
halkların Neo-Osmanlıcılık beklentilerine Neo-Kemalist bir proje ve
önermeyle karşılık vermesi, kafaları bir haylı karıştırmışa benziyor.
Libya
Geçici Ulusal Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil, kanunlarını yaparken
referanslarını Kur’an’dan alacaklarını belirtti. İhvan’ın bu noktadaki
tutumu da önceden belliydi zaten. Suriye’de yakın gelecekte
gerçekleşecek bir değişiklikle başa geçecek gücün yine İhvan veya ona
yakın bir fraksiyondan oluşacağı şimdiden görülüyor. Irak’ta ise
Saddam’ın devrilmesinden sonra başa geçen hükümet “Çıkarılan kanunlar,
Kur’an’a aykırı olamaz” maddesini eklemişti Anayasa’ya.
Çok
uzatmaya gerek yok. Sözün kısacası şu: Böyle bir tablo karşısında,
Türkiye’de iktidar olan İslamcı! Bir partinin saltanat heveslisi başkanına, Ortadoğu'daki siyasetin havale edilmemesi için hiçbir neden yok!
Artık
bu süreçten sonra, ne ABD Irak’ta olduğu gibi Ortadoğu’ya bir
müdahalede bulunabilir, ne İsrail eskisi kadar rahat hareket edebilir,
ne de Fransa Libya’da olduğu gibi sıcak bir savaşa girmek için rol
üstlenebilir…
Ortadoğudaki
büyük devletlerin küçülmesini ve yutulmak için kolay lokma haline
getirilmesini öngören BOP projesi, şimdi adım adım uygulanıyor… ve bunun
tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için artık yabancı bir unsurun ve dış
(Batılı) bir müdahalenin olması çok uzak bir ihtimal.
Mavi
Marmara, Suriye’ye yönelik tehditler ve İsrail restleşmesi, planlanan
proje ve hedeflerin başarıya ulaşması için bir zemin yaratmaya yönelik
girişimlerdir sadece…
Amerika’nın Ortadoğu’daki jandarması Türkiye’dir artık…
Ve
kendi içinde Kürdistan Meselesi gibi ciddi bir sorunu yaşıyan bir
ülkenin aktör olabilmesi ve rölünü iyi oynayabilmesi zor bir iştir.
Yakın dönemde DİHA üzerinden bir şekilde servis edilen, PKK yöneticileri ile Başbakanlık Mit Müsteşarının yapmış olduğu görüşme, bu sorunun bir an önce sona erdirilmesindeki
isteği ve niyeti gösteriyor bize. Bu konuda samimiyet ve iyiniyetten
çok, bizzat sorunun dış siyasetin önünde oluşturduğu engele ve yol
açtığı zararlara bakmak gerekir.
Bununla
bağlantılı olarak, Okyanusların ötesinden yönlendirildiği anlaşılan
“Belaltı” oyunları ve politikaları, psikolojik savaşın temelini
oluşturuyor artık. Takvim Gazetesinin künyesinde duran Ahmet Çalık ismi
yabancı olduğumuz bir isim değil! Bunun senaryosu da bundan bir süre
önce Kollama isimli dizide oynanmıştı. Bodrum’da bir bayanla gayrımeşru ilişki yaşadığı afişe edilen ve Sivil Cumaları organize ettiği iddia edilen hoca karakteri, bundan bir süre önce Kollama dizisinde senaryolaştırılmıştı. Bu çok garip bir tesadüf müdür? Yoksa önceden planlanmış bir senaryonun devamı mıdır! Ben ikinci şıkkı seçiyorum…
Çok
sevdiğim bir vecize vardır Abdurrahman Dilipak’ın sürekli kullandığı:
Kibrit çöpünü gözünüze çok yaklaştırırsanız, arkasındaki koca bir ormanı
göremezsiniz…
Şimdi Dilipak ve benzerleri, kibrit çöpünü yaklaştırmıyor, gözümüzün içine sokuyor ve olan biten hiçbir şeyi olduğu gibi görmemizi engellemeye çalışıyor!
Kirli
savaşın basın ayağını Hürriyet devralan Yenişafak, hiçbir ahlaki ve
insani kriteri tanımadan alçak ve aşağılık bir basın savaşı yürütüyor…
kalemşörlüğü de Fikret
Bila, Ertuğrul Özkök ve benzerlerinden devralan Ekrem Dumanlı ve Hüseyin
Gülerce gibileri, bize alçaklığın jargonunu belletiyor adeta…
Ne-Osmanlıcık
bekletisindeki Arap halklarının Neo-Kemalist bir siyaset ve projeyle
karşılaşması, hayal kırıklığı yaratmıştır...
Mavi-Marmara’nın da Neo-Kemalist projenin bir parçası olduğunu gören İslamcılarımız nasıl bir kırıklığa uğrayacak, merak ediyorum şimdiden…
Hasan Güzel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder