14 Eylül 2011 Çarşamba

Mehmet Metiner, AKP ve Omurgasızlık


Mehmet Metiner, belli bir dönem hızlı bir İrancı ve ardından Girişim dergisiyle birlikte Kürt hassasiyeti gösteren biri olarak tanınır. Girişim’in ekonomik sıkıntıyla veya misyonunu yerine getirememekten dolayı kapanmasının ardından, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul belediye başkanı olması döneminde arkadaşlarının kurmuş olduğu paravan şirkete alınmayan ve bundan dolayı da arayışlar içerisinde olan bir kişilik.
Arkadaşlarının organizelerle paralanmasıyla birlikte o da diğer belediyelerde danışmanlık yapma çabası içerisinde oldu. Belli bir dönem sonra, Tayyip beyin danışmanları arasına girdi. Ancak, rüşvet aldığı iddiasıyla belediyeden uzaklaştırıldığı söylendi. Daha sonralarda Altan Tan ile birlikte HDP’e yakınlık gösterdi. O zamanın Özgür Gündem gazetesinde yazı yazmaya başladıktan sonra, parti başkan yardımcılığına kadar yükseldi.
Kısaca özetlemek gerekirse 94-95’te Erdoğan'ın danışmanlığını,  ardından Fazilet Partisi döneminde Genel Başkan Recai Kutan'ın siyasi danışmanı olarak görev yaptı ve 2000 yılında HADEP'te Genel Başkan Yardımcısı olarak bulundu. Bu arada,"Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi" adlı bir kitapla, geçmişine ciddi eleştiriler getirdi.
Kitabında Taliban zihniyetinden nasıl bir demokrat İslamcı olduğu serüvenini yazdı. Şu anda Bahçeşehir Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Metiner bir ara Show TV’de yayınlanan Hacı adlı dizinin de danışmanlığını yaptı. Sadece kendisinin İslamcısı ve Kürdü olduğunu vurgulayan Metiner, Nemrut dağındaki heykelleri put diye algılayıp, yıkmayı düşünecek kadar Talibancı bir zihniyete sahipken değiştiğini, bunun neticesinde İslam’ı bir devlet modeli ve Kur’an’ı anayasa kitabı ve politika rehberi olarak görme anlayışından kopacak şekilde değiştiğini vurguluyor.
Metiner, değişik zamanlarda verdiği demeçlerle Türklerin Kürtlere yönelik sorunuyla ilgili olarak da, kendisine özgün düşünceler serdediyor. Kürtlerin de tıpkı diğerleri gibi özgür ve eşit olarak her türlü demokratik ve kültürel haklara sahip olması gerektiğini savunan Metiner, kendisinin tutarsızlıkla suçlayanların geçmişten tamamen kopan kesimler olduğunu savunarak ve bunun devamında bu kesimlerin İslam devleti, Kur’an’ın anayasa olmasını, Cuma, Darul İslam-Darul Harp, "tağuti sistem", "düzenin kurumlarında çalışanlar kafirdir, tecdid-i iman ve tecdid-i nikah etmelidir" eleştiri ve tartışmalarını bir kenara bırakıp çıkar peşinde koştuklarını söylüyordu. Bunu söyleyenlerin bugün düzenin kurumlarında çalıştığını, holding ve makam sahibi olduğunu ve bu çıkar ilişkisiyle AKP’yi desteklediklerini, AKP'yi yere göğe sığdıramadıklarını savunuyordu.
Onu milletvekili olmadan önce, PKK’ye karşı yöneltmiş olduğu sert eleştirilerden veya TV’ilerde bu konuyla ilgili olarak yaptığı yorumlarından da tanıdık. Kendisine bir dünya kurmuş ve o dünya içerisinde kemale erdiğini düşünmenin özgüveniyle çoğu zaman haddini aşan çıkışlar yaptığına da şahit olduk. Türk medyası PKK tarafından tehdit edildiğini söyledi, bu haber doğrulanmadı ancak Adıyaman’dan milletvekili olmasının da yolunun böyle bir tehditle açıldığı söylendi. Kim ve ne olursa olsun, Metiner neticede bu toprakların bir değeri. Kendi tabiriyle sevapları, günahlarından daha çoktur diye düşünüyorum. Bizim konumuz onun ne kadar sevap işlediği veya çeşitli kirli ilişkiler neticesinde bulaştığı günahlar değil…
Birkaç gün önce Metiner'in internete düşen ses kaydında, Erdoğan'ı eleştiren sözleri gündem oluşturmuştu. Ses kaydını yayınlayan vatandaş, kabine oluşturulurken kendisine yer verilmemesinden dolayı öfkelendiğini ve onun neticesinde bu konuşmayı yaptığı notunu düşmektedir. Metiner önce kabullendi ve ardından da çeşitli zamanlar yaptığı konuşmalardan montajlandığını söyledi.
“Erdoğan’ın kapasitesinin Türkiye’yi yönetmeye yetmediğini, entelektüel birikimin çok dar ve geri olduğunu, uluslararası bir organizasyonun neticesinde işbaşına getirildiğini, Kürt sorununu çözecek cesaret ve kapasiteye sahip olmadığını, bir boşluktan yararlandığı, bir yerlerden icazet aldığı, dış dinamiklerin istediği değişimi gerçekleştirmeye çalıştığı, Türkiye’de demokratikleşmeyi sağlayamayacağı, buna engel olacakların, bu icazeti verenlerin statükonun içerdeki gerçek sahipleri olduğu, Kürt meselesinde antidemokratik ve çok geri olduğu, ancak pragmatik bir yaklaşımla sorunu çözebileceği, cesareti buna elvermeyeceği ve böyle bir düşünceye de sahip olmadığı, Türk milliyetçiliğiyle bire bir örtüşecek bir yaklaşım içerisinde oldukları, Abdullah Gül ve arkadaşlarının sicili bozuk olan Mehmet Ağar ile yol arkadaşlığı yapıyor olması Erdoğan’ın Kürt sorununda çok da aktif bir rol oynamayacağı sonucunu doğurduğu, yanındaki danışmanlarıyla günü kurtarmaya çalıştığı, ancak kendisinin siyaseten, entelektüel düzeyde bunu kaldırabilecek bir çapta olmadığını, vurgulayan” Metiner; Kürt meselesiyle ilgili olarak da şöyle diyor: “Kürtlerin anadilde eğitim görmesine karşı çıkmak demokratik bir yaklaşım değildir.”
Bu anlatılanların hangisi yanlış. Bazı başlıklarla biz de onun söyledikleri üzerinden bir değerlendirme yapalım. İçeriden ve dışarıdan aldığı icazetle, ülkeyi ekonomik ve sosyal açılardan belli bir seviyeye çıkaracağına dair vermiş olduğu sözlerin, önemli bir kısmını yerine getirdiği görüntüsü var. Bunun önemli bir kısmını yaptığından kuşku yok. Ülkenin temellerini eskiye nazaran daha da sağlamlaştırdı. Hem ülke içerisinde ve hem de ülke dışında prestij sahibi oldu. Ekonomik krizler yaşanmadı, hortumlar kısmen de olsa kesildi. Devletin egemenliği çok ellilikten tek güç haline dönüştürüldü. Sosyal alanda önemli reformlar yapıldı. Yargıda değişiklikler yapıldı yapılmasına da, Doğu (Kuzey Kürdistan) her alanda ikinci sınıf muamelesi görmeye devam ediyor. Binlerce insan sivil muhalefetten dolayı zindanlarda. Anadilde savunma yapmalarına izin verilmiyor ve bu da yetmezmiş gibi, yakınlarının linç edilmesine zemin hazırlamak için mahkeme başka yerlere alınmak isteniyor. Kalkınma açısından yapılan her teşebbüs tıpkı siyasi açılımlar gibi oyalama, uyutma ve aldatma amaçlı. Güvenlik güçleri Kürtlere ikinci sınıf insan muamelesi yapmayı sürdürüyor. İşkence karakollardan sokaklara taşındı. Kadınlar, çocuklar aleni bir şekilde işkence görüyor, başbakanın küçük bir işaretiyle vuruluyorlar. Burada duralım.
Uluslararası organizasyonla işbaşına geldiği söyleniyor. Bizim bildiğimiz eskiden beri ABD icazeti olmadan Türkiye’de iktidar olmak mümkün değil. Onlara rağmen güçlü bir ülke kurmak hayal gibi. Orta Doğu Projesi en ince ayrıntısına kadar uygulanıyor ve dolayısıyla Türkiye de bu konsept içerisinde. Dış ve iç siyasetlere bir bütün olarak baktığımız zaman Erdoğan hükümetinin çok da masum bir duruş sergilemediğini rahatlıkla görebiliriz. Sadece roller değiştirilmiştir. Bunun böyle olduğunu olayların merkezine oturmuş Metiner bizden daha iyi görüyor. İsrail’in yerine yeni oyunculara ihtiyaç duyulduğu artık açık bir şekilde dillendiriliyor.
Entelektüel birikiminin çok dar ve geri olduğu konusunda, haklı olduğuna inanıyorum. O kadar çok işle uğraşmasından dolayı bu alana zaman ayırması zor görünüyor. Milli Görüş geleneğinden gelen birisinin de buna fazla ihtiyaç duyacağını da sanmıyorum. Dolayısıyla beslendiği kaynaklar danışmanlarının bilgisine dayanıyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin en önemli meselesi konusunda da yeterli bir manevra sergileyememiştir. Danışmanlardan biri KCK’yi tutuklayalım dediğinde o da “dağdan ovaya siyaset yapmaya inin” dediklerini veya barış için Türklerin adaletine teslim olanları, küçük çocukları hiç düşünmeden zindanlara atmayı büyük bir marifet olarak görmüştür.
 “Açılım” dediği içi boş projeyi, en basit Habur olayını bile idare edemediği için yüzüne gözüne bulaştırmıştır. Kendisine icazet verenler yaptıklarını beğenmeyince medya silahıyla onu vurmaya çalışmışlar, o da sinmeyi tercih etmiştir. Oysa barış olduğu zaman ülkenin tamamında sevinç gösterilerinin yapılması doğal karşılanmalıydı, yaklaşık otuz yıldır dağda olan gerillanın barış çalışmaları içerisinde ülkeye dönmesinin en azından kendi yakınları tarafından büyük bir sevinç gösterisiyle karşılanmasının insani, duygusal ve tabii bir eylem olarak algılanmasından daha doğal bir çaba olamaz. Kürt sorununu çözecek cesaret ve kapasiteye sahip olmadığını, küçük bir saldırıyla köşesine sinmesiyle ve bunu bahane ederek defalarca “kadın, çocuk kimseye acınmayacak” teranesini dillendirerek ortaya koydu. Türkiye’de demokratikleşmeyi sağlayamaya yönelik çabasında kendisine icazet verildiği kadar hareket edebildiği doğrudur. Yıllardan beridir, aynı martaval okunuyor. Kendisine yapılanı haksızlık olarak görmesine rağmen bir başkasına yapılanı, adaletin, egemenliğin hakkıymış gibi izah etmeye çalışması bunun en büyük göstergesidir. İnsanlara meydan okuyan, tehdit eden, Kürtlerin ezilmesine, sindirilmesine zemin hazırlayan, milletin iradesiyle seçilmiş milletvekillerine hakaret eden, dışlayan bir demokrasi ne kadar demokrasi olur siz düşünün. Sivil muhalefet yapan Kürtlerin Erdoğan’ın direktifiyle saldırıya uğraması, kadınların, çocukların kameralar karşısında linç edilmesi, güvenlik güçlerinin vurulan Kürt gençlerine yönelik insanlık dışı uygulaması, milletvekillerinin gösterilerde saldırıya uğraması, sakat kalması hangi demokratik zihniyetin eseridir. Kürt meselesinde antidemokratik ve çok geri olduğu, bu uygulamalardan veya Kürtlerin hedef gösterilerek linç edilmelerinden anlaşılmıyor mu?
En ufak rahatsızlıkla “tek millet, tek devlet, tek bayrak…” tek teklerini sıralayan bir zihniyetin Türk milliyetçiliğiyle ortak bir konseptin içerisinde olmasından daha doğal ne olabilir. MSP geleneğinden gelen birinin bundan farklı düşüneceğini zanneden bir insanın var olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Bahçeli ve çevresinin küfürlerine rağmen ülkücü yoldaşlarına yaklaşımını fark etmemek için Fizan gibi başka alemlerde yaşamak gerekir. O, Gül ve arkadaşlarının sicili gerçekten çok kirli olan Mehmet Ağar gibi milliyetçi insanlarla yol arkadaşlığı yapması nasıl bir demokrasi istendiğinin ipuçlarını vermiyor mu? Demirel, Çiller ve Ağar dönemini ne çabuk unuttuk!? Şimdi iktidarda olan, bu zihniyetle örtüşen kadrolardır. Böyle bir kadrodan Kürt meselesinde samimi bir yaklaşım sergilemelerini beklemek, büyük bir saflık olur. Çevresindeki danışmanları onun iktidarda kalması için günü kurtarmanın endişesinden başka hiçbir insani çaba içerisinde değiller, olamazlar da. Devlet geçmişteki kamburlarından kurtulmak ve onun yerine daha uzman bir derin yapılanmayı eskisinin yerine yerleştirmek istiyor. Bunun için ne gerekiyorsa yapılıyor. Yenidünya konseptinde bu gerekiyor, gereken de yapılıyor. Ortaya konan bu çabanın Türkiye insanı için olduğuna inananlar, Mavi Marmara’da kandırılan sade zihniyettin kalıntılarıdır. Kimse bu yalana inanmıyor. Yapılanlar tamamen perde gerisindeki ciddi devlet yapılanmasının dışa yansıyan gözboyama ilizyonundan başka bir şey değildir. BM’in Mavi Marmara raporu ve onun çevresinde yapılan değerlendirmeler eğer o gözleri açmıyorsa, balyozla bile açamazsınız.
Metiner’i tutarsızlıkla suçlayanlar nasıl bir tutarsızlık içerisinde olduklarını görmüyorlar. Metiner tutarsız değil mi, onlar kadar tutarsız. Erdoğan’ın bu yapısını bilmesine rağmen her defasında onun yanında yer almasını ancak pragmatik çıkarcı bir yaklaşım olarak değerlendirebiliriz. Her defasında hakaret ettiği bir insanın yanına yeniden dönmek, ‘tilkinin dönüp dolaşacağı ‘ misali kadar büyük bir paradoks. Bu ayrı bir mesele. Ancak onu eleştirenler “dinime küfreden bari Müslüman olsa…” deyiminin anaforundan kendilerini kurtarmış değiller. PKK’lisi de böyle, İslamcısı da.
PKK’den başlayalım. Hiçbir şeklide, ideolojik paradokslarından kurtulamıyorlar ve kendisine naif eleştiriler yapan insanları makul karşılama erdemi gösteremiyorlar. Bunun neticesinde, rejimin büyük keyif aldığı PKK-İlim çatışması veya kendi içinde ayrışmaya kadar götüren cepheleşmeler oldu. Aşiretlerle kan davasına varan çatışmalar cabası. Kendilerinin dışında kalanları ötekileştirme zihniyetinden kurtaramadılar. Ve Kürtlerin tamamının önemsediği dine karşı ideolojik tavır alma handikabından kendilerini kurtaramadılar. Cuma namazları, imamlar birliği veya diğer dini söylemleri samimi bir şekilde sahiplenme yerine, sadece acemice kullanma yolunu tercih ettiler. Özellikle dini bayramların “Kara Bayram” olarak ilan edilmesi ve her defasında bu uygulama için bir bahane aramaları, onlardan bazılarının din konusundaki kötü niyetlerini ortaya koyan düşünceler olarak sırıtıyor. Haklı olarak, toplumun tamamında eğer dine yönelik bir artniyet yoksa ‘o zaman bir defa bile olsa Newruz şenliklerini de “Kara Newruz” olarak ilan etsinler’ türünden söylentiler giderek belirgin hale geliyor.
Tamam, mücadeleyi veren, direnen, bedel ödeyen, zindanlara atılan, hakaret gören, üzerlerine gidilen, işin zahmetini çeken, Kürt halkının genelini arkalarından sürükleyen, ihanetler karşısında çözülme zaafı göstermeyen ve onları eleştirenlerin olaylara seyirci kalmasına rağmen yollarına devam edenler onlardır. Amenna. Siyasal Kürt bilincinin ve pratiğinin oluşmasında onların büyük katkısı olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Bunu kimse inkar etmiyor. Ancak, Marksist ideolojik bağnazlıktan kurtulmadıkça toplumu kucaklayamazlar ve rejimin bütün boyutlarda dini bir kalkan olarak kullanmasına engel olamazlar. Eğer samimi iseler, din ile ilgili bütün çıkışları bu samimiyeti ortaya koyucu olmalıdır. Cuma namazları organize edip, bu namazlara katılmamak hangi mantığın eseri olabilir? Oysa kendileri katılsalar ve Müslüman grubları da bu çalışmaların içine katma çabası gösterseler büyük bir sivil muhalefetin oluşmasına öncülük etmiş olacaklardır. Daha geniş kitleleri (İlim, PKK’den ayrılmışlar, uzak durmuş olanlar, İslamcılar da dahil) kucaklamadıkça, düşman gördükleri Kürtlerin bir şekilde gönüllerini almaya çalışmadıkça, kendileriyle birlikte olanlarla belli ayrışma, ayrılık ve muhalefetten dolayı meydana gelen kırgınlıklarını sona erdirmedikçe, kendilerinin dışında kalanlara yaşama hakkı vermeme cehaletinden kurtulmadıkça Kürt halkının temsilcisi olma hakkına sahip olamazlar. Kürtün kendisine düşman olmasından daha büyük bir ihanet olabilir mi?
Ee… Mehmet Metiner’i tutarsızlık ve zikzak çizmekle eleştiren İslamcılara gelelim.
Allah aşkına hangi ahlaki normlarla içine düştüğünüz tarihi yanılgıyı görme basireti göstermeden, kutsal ittifakla Metiner’e saldırıyorsunuz? Metiner ne kadar tutarsız ve İslami değerlerden uzaklaşmışsa siz onun on katı tutarsız ve kişiliksiz bir zemine savrulmuş durumdasınız. Sizin ne insafınız, ne adalet duygunuz, ne kardeşlik anlayışınız, ne haklıyı haklı, haksızı haksız görme ölçünüz kaldı. Bunların tamamını, AKP ile savrulduğunuz pragmatik, çıkarcı duruşunuzla tükettiniz. Ne hale geldiğinizi görmemek için hırçınlaşmanız buradan kaynaklanıyor. İslam devleti idealini, Kur’an’ın anayasa, hayatı tanzim eden yol gösterici olmasını, Cuma, Diyanet, Darul İslam-Darul Harp, "tağuti sistem" kavramlarını, "düzenin kurumlarında çalışanlar kafirdir, tecdid-i iman ve tecdid-i nikah etmelidir" eleştiri ve tartışmalarını bir kenara bırakıp çıkar peşinde koştunuz…
AKP’nin nimetlerinden yararlandıkça, bütün bu değerleri AKP’lileştirdiniz. Geçmiş değerlerinizden tamamen koptunuz. Ya geçmişiniz kirliydi veya şu anda içinde bulunduğunuz kirli duruşunuz, bütün bu çözülmüşlüklere, teslimiyete, tutarsızlıklara izin verecek kadar sizi omurgasızlaştırdı. Sizin bu duruşunuz, hangi tutarlılıkla izah edilebilir. Her biriniz MİT, Diyanet, Dış İşleri, Başbakanlık, Araştırma Merkezleri, Kızılay, AKP STK’aları, Mavi Marmara organizasyonları, aktivistleri, AKP Kürt İslamcıları ve.. Ve bir sürü kurumun başına geçmeyi onurlu bir görev gibi karşılayınca, huzursuz olmuyor musunuz? Medya, holdingler, şirketler, ihaleler, milletvekillikleri, danışmanlıklar, TR6 kadroları ve benzerleri hangi İslami hassasiyetinizin gereğini yerine getirmeyi amaçlıyor. Devleti İslamileştiriyor musunuz, yoksa devlet sizi devletleştirip, hizmetkar olarak dönüştürüyor mu? Tutarsızlık, ahlaki paradoks, erdemsizlik, ilmi cehalet bundan başka nasıl tarif edilebilinir!?
Metiner, bunu söyleyenlerin bugün düzenin kurumlarında çalıştığını, holding ve makam sahibi olduğunu ve bu çıkar ilişkisiyle AKP’yi desteklediklerini, AKP'yi yere göğe sığdıramadıklarını savunuyorken, kendisi de bunu yapmaktan çekinmiyor. Ama hiç olmazsa, fırsatı buldukça doğruları söylemekten de kaçınmıyor. Milliyetçilerle örtüşen siyasetlerinden dolayı, “Erdoğan’ın Kürt meselesinde çok da aktif bir rol oynamayacağı sonucunu doğurduğu, yanındaki danışmanlarıyla günü kurtarmaya çalıştığı, ancak kendisinin siyaseten, entelektüel düzeyde bunu kaldırabilecek bir çapta olmadığını, vurgulayan” Metiner; Kürt meselesiyle ilgili olarak da şöyle diyor: “Kürtlerin anadilde eğitim görmesine karşı çıkmak demokratik bir yaklaşım değildir. Kürtler de diğerleri gibi aynı haklara, eşitliğe, özgürlüğü, adalete sahip olmalıdır.” Bunu en başta siz samimi olarak dilendirip, bunun gereklerini yerine getirmeli değil miydiniz?! Nerede iddia edip, yapmadıklarınız?
Mesut YILDIZ

Hiç yorum yok: