Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, 29 Ocak 2009'da Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı
Şimon Peres'e ve moderatöre "bir dakika" çekip "Siz öldürmeyi çok iyi
bilirsiniz" diyerek İsrail'in kısa ama "şanlı" katliam tarihinden
örnekler vermeye koyulduğunda Şimon Peres gafil avlandı.
Eğer
hazırlıklı olsa ve "Teveccüh ediyorsunuz beyefendi, siz de hiç fena
sayılmazsınız" diye mukabele ederek o da (Osmanlı'ya hiç girmeden)
Türkiye'nin kısa ama "şanlı" katliam tarihinden örnekler sıralamaya
başlasaydı Davos mazlum Filistin ve Kürt halkları için gerçeklerin tüm
dünya önünde ortaya döküldüğü kutlu bir yer olur, yıllarca hayırla
anılırdı.
Türkiye'nin
suçları ortaya dökülmedi ama olsun, Başbakan Erdoğan bütün dünyanın
görmezden geldiği bir gerçeği, İsrail'in her türlü insani melekeden
yoksunı bir katil olduğunu tüm dünyanın gözü önünde yüzlerine karşı
söylemiş ve itham etmişti ya; Filistin halkı gibi adalete susamış bir
halk için seraptan öte bir şeydi bu.
Gazze'de
taş üstünde taş bırakmayan, beyaz fosfor gibi kimyasal silahların
kullanıldığı toplam 1400 Filistinlinin canına kıyan insanlık dışı Dökme
Kurşun Operasyonu'nun hemen ardından söylenen bu sözler, bütün
Filistinliler için, dünyanın dört bir yanından Filistin Davasına inanan
insanlar için, çok güzel hareketlerdi.
Tüm
dünyadan bu zulme bir dur denilmesini isteyen milyonlarca insan
Erdoğan'ın bu çıkışını ayakta alkışladı. Biz de alkışladık elbette, "En
kötü çıkışın böyle olsun" dedik ama Tarih bizi hizaya soktu: "Kendinize
gelin "dedi; "Bu, Erdoğan'ın yapıp yapabileceği en iyi çıkıştır."
Davos'tan
hemen hemen bir buçuk yıl sonra 29 Mayıs 2010'da Mavi Marmara Katliamı
yaşandı ve İsrail Deniz Kuvvetleri'nin uluslararası sularda
gerçekleştirdiği baskında dokuz sivil aktivist katledildi.
Evet,
"Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz" tespitini yapabilmiş bir ülkenin
içinde sivil vatandaşlarının olduğu bir gemiyi öyle pervasız, öyle
savunmasız göndermemesi gerekirdi. En azından içeride kriz anını
yönetecek böylesi bir saldırıya müsaade etmeyecek adamlarının olması
gerekirdi. Muhtemelen de vardılar ama yönetemediler.
Ama
bu başka bir tartışmanın konusu. Bu, Türkiye'de insanların özgürce,
insanca, güven içinde yaşamak için değil devletleri namına ölmek için
dünyaya geldiklerine dair kemikleşmiş, hastalıklı bir düşünceyle
ilintili daha çok.
Türkiye'nin
o insanları bile bile ölüme gönderdiğini söylemek saçma bir komploculuk
olur. Türkiye'nin gemiye operasyon düzenleneceğini, gemideki insanların
canlarına kastedileceğini kesinlikle beklemediğini teslim etmek gerek.
Ancak
böylesi bir saldırıyı beklememek, Davos'ta Başbakan ağzıyla yapılan o
tespitin aslında -gerçekte- bilinçaltında şöyle kurulduğunu gösterir:
"Siz (Filistinlileri) öldürmeyi çok iyi bilirsiniz." Hatta şöyle de
geliştirilebilir: "Siz (köşeye kıstırdığınız, silahsız, ilaçsız,
gıdasız, ocaksız, savunmasız, yalnız bıraktığınız Filistinlileri)
öldürmeyi çok iyi bilirsiniz." Türkiye'nin milliyetler arasında bir
skala olduğu bilgisini kanıksadığını ve kendisini bu formüle -ne
münasebet- dahil etmediğini gösterir.
Sonuç
olarak Türkiye tedbirsiz davrandı. İsrail sınırın çok uzağında, daha
uluslararası sulardayken gemiye saldırdı. Yaralıları ve kötü muameleleri
bir tarafa bırakıyorum: dokuz silahsız sivil aktivisti, bazılarını ense
kökünden, bazılarını alnının şakından, bazılarını defaatle vurarak
katletti.
Türkiye
şimdi katledilen kendi vatandaşı dokuz sivil aktivist için özür ve
tazminat talep ediyor; Gazze Halkı için ise uygulanmakta olan ablukanın
kalkmasını istiyor. Haklı mı? Sonuna kadar haklı.
Hiçbir
ülke kendisinin hazzetmediği politik düşüncelere sahip diye,
onaylamadığı biçimde hareket ediyor diye - hangi ırktan, milliyetten ya
da inançtan olursa olsun- sivil insanların canlarına kast edemez,
üzerlerine (hem de hedef gözeterek) ateş edemez.
Durdurmak, izin vermemek başka bir şeydir; hedef gözeterek ateş etmek, öldürmek başka bir şeydir.
Türkiye'nin
güvenlik güçleri bundan 10 gün önce, 28 Ağustos 2011'de Çukurca'nın
Narlı Köyü'nde Kürt aktivist Yıldırım Ayhan'ı hedef gözeterek tam göğüs
kafesinin çatından vurdular. Yıldırım Ayhan birkaç saat içinde can
verdi.
Hava
harekatının durdurulması için sınıra yürüyen Yıldırım Ayhan ve
arkadaşları da toplasanız Mavi Marmara yolcuları kadar anca vardılar.
Onlar da sivil ve silahsızdılar. Onlar da sınırı geçmek istiyorlardı.
Onlar da sınıra uzak bir yerde durdurulmuşlardı. Resmi açıklamalara
bakarsanız onlar da uyarılmıştı Türkiye tarafından. İsrail askerlerine
sopalar ve demir çubuklarla karşı koyan Mavi Marmara'daki aktivistlerden
farklı olarak yerine taş atmışlardı onlar son model silahları olan
güvenlik güçlerine. Onların da üzerlerine ateş açıldı hedef gözetilerek.
Ülkelerin
isimleri değişebilir ama zihniyet aynı. Kendisine taş attı ya da eline
geçirdiği bir sopayla karşılık verdi diye ateşli silahlara sahip
olmadığı bilinen sivil insanlara öldürmek için ateş eden zihniyetin
İsrail ya da Türkiye olması bir şey değiştirmez. Eylemcilerin kim
olduklarının, ne talep ettiklerinin bir önemi yoktur böyle bir durumda.
Yıldırım
Ayhan'ın Mavi Marmara'da İsrail tarafından katledilen kurbanlarla
arasında birkaç küçük fark vardı. Yıldırım Ayhan uluslararası sularda
değil kendi ülkesinde öldürülmüştü. Yıldırım Ayhan -bağlam olarak; çünkü
mavi Marmara'da öldürülenler arasında da Kürtler vardı- Türk değil
Kürt'tü ve başka bir ülke eliyle değil kendi ülkesinin güvenlik güçleri
tarafından öldürülmüştü.
Gelişmelere
bakılırsa, - ve Mavi Marmara'yla karşılaştırılırsa- bu küçük farklar
Yıldırım Ayhan'ın katledilmesine ölümler piyasasında hem haber değeri,
hem adalet değeri cinsinden çok puan kaybettirdi.
Ölümünü,
vatandaşı olduğu Türkiye'nin Filistinlileri pervasızca öldüren İsrail'i
uluslararası kamuoyuna şikayet etmeye soyunduğu da göz önüne alınınca,
paradoksal olarak, hemen hemen Gazze'de İsrail tarafından katledilen bir
Filistinli'nin sessiz sedasız ölümüne eşdeğer hale getirdi.
Cinayetin
üzerinden neredeyse iki hafta geçti, ama Türkiye'nin Yıldırım Ayhan'ın
katilinin kim ya da kimler olduğunu bulmak için soruşturma açtığına dair
bir küçücük haber bile okumadık. Yıldırım Ayhan'ın acılı ailesinden
kimlerin özür dileyeceğini, aileye kimlerin ne kadar tazminatını
ödeyeceğini de öğrenemedik.
Yıldırım
Ayhan Kürttü, Türkiyeliydi. Bu ülkede doğdu, bu ülkede büyüdü. Bu
ülkede öldürüldü. Tek suçu insan olmanın temel haklarını istemek olan
Gazzeli mütevazı bir Kürt gibi, tek suçu kendi ülkesinde özgürce
yaşamakta diretmek olan Başkaleli masum bir Filistinli gibi öldürüldü.
Yakınları cansız bedenini Van'da defnettiler. Peki ya cinayeti?
Yıldırım
Ayhan Cinayeti soruşturmasız, özürsüz, tazminatsız, sanki hiç olmamış
gibi, sanki hiç yokmuş gibi derin bir sessizliğe gömülmeye çalışılıyor.
bianet.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder