28 Eylül 2011 Çarşamba

‘Kürtleri Öldürüp İntihar Süsü Veriyorlar!’

BDP Van Milletvekili Aysel Tuğluk, Taraf gazetesinde yayımlanan son yazısında (26 Eylül) böyle demiş. İçinde bulunduğumuz süreci bundan daha iyi özetleyen bir ifadeye rastlamadım. ‘Kürtleri öldürüp intihar süsü veriyorlar’dan neyi kastettiğini uzun uzun anlatmış; kısaca hükümet ve/veya devletin, ‘biz barışı kurmaya çalışıyoruz, PKK eylemleri ile, BDP Meclis protestosu ile bozuyor, çünkü kan ve şiddetten besleniyor’ söylemini nasıl bir yanılsama ve yanıltma söylemi ve politikası olduğunu izah etmiş. Medya ve bazı aydın ve demokratların bu söylemi nasıl yaygınlaştırdığından söz etmiş.

Derin bir yara açabilir


Ben mevcut iktidar/devlet politikasının Kürt meselesini çözmek bir yana, ardında derin bir yara açacak bir felakete gidiş olduğunu düşünenlerden biriyim. Ancak ben bu süreçte, kendine demokrat diyen ve medya yolu ile etkinliği olan çevrenin sorumluluğunu, birincil derecede önemli buluyorum. İktidarlar güce dayalı politikalara meyledebilir, tarihsel süreçler bu yönde seyredebilir, ‘aydın’, ‘demokrat’ dediğimiz insanların toplumsal-tarihsel ‘sorumluluğu’ tam da bu tür süreçlerde önem kazanır. Bu süreçte, demokrat aydın ve yazarların birçoğunun işi, güce dayalı iktidar politikalarına (yine Aysel Tuğluk’un başka bir yazısında dediği gibi) ‘mazeret mucitliği’ yapmak olmamalıydı, olmamalı.

Halihazırda iktidar, ‘terörle mücadelede ya bizdensiniz ya da düşmandan yana’ noktasına gelmiş vaziyette. Bu koşullar altında dahi, Kürt meselesinin özgürce tartışılması ortamı, bizzat bazı demokratlar tarafından ‘şiddete destek çıkmak’ şeklinde yaftalanıp adeta ihbar ediliyor. Şiddete karşı çıkmak ve tartışmak başka şeydir, ‘terörle işbirliği’ yapma iması ile ses kesmeye çalışmak başka! Bu ülkede ‘PKK terör örgütüdür’ diyenler kadar ‘PKK bir direniş örgütüdür’ diyenler serbestçe konuşamıyorsa, özgür ve verimli bir tartışma sürdürülemez. Şiddete böyle karşı çıkılmaz.

Bırakın PKK’yı, bu ülkede BDP’nin tezlerini anlamaya, anlatmaya çalışmak bile yaftalanıp, ihbar edilme nedeni olabiliyor. BDP’ye ‘Meclis’e gel!’ çağrısı yapmak demokratlık, neden protesto ettiklerini izah etmeye çalışmak ‘şiddet yanlılığı’ olarak mahkûm ediliyor. Katılın katılmayın, BDP’nin Meclis’e girme konusundaki tereddüt nedenlerinin ne olduğunu medya üzerinden izah etmelerinin ortamı oldu mu? Bu koşullar altında ‘Meclis’e gir’ çağrısı tek taraflı bir yüklenme halini alıp, BDP’yi fazlasıyla zorladı.

‘Tek taraflı’ ve ‘üst perdeden’

Bu çağrı, ancak BDP Meclis’e girme kararı alırsa ve hâlâ demokratik alanlarının daraltılması devam ettiği takdirde, buna da aynı iştahla karşı durmaya devam edilirse, anlamlı olacak.

Doğrusu, ben bu çağrıyı yapmakta tereddüt ettim, ama Meclis’e katılmalarını istemediğim için ve demokratik siyaset alanını kullanmayı anlamlı bulmadığım için değil. Çağrıların çoğunun üslubunu, fazlasıyla ‘tek taraflı’, fazlasıyla ‘üst perdeden’ bulduğum için. Bağımsızlara oy verenler, ‘ben de oy verdim ve onların Meclis’e girmesini istiyorum’ derken oy veren başka insanların BDP’ye tam tersi yönde baskı yaptığını hesaba katmadılar. Belli ki, bir Kürt çobanının oyu, bir demokrat aydının oyu ile eşit sayılmıyor. Bağımsızlara destek veren aydınlar bile, bölgedeki toplumsal tabanın baskısını, yani çobanın oyunu eşit saymamanın yolunu, ‘örgüt baskısı’ kisvesine büründürmekte bulmuş vaziyetteler. Mesele sadece BDP’nin Meclis’e girmesi değil, bu kafa ile çözüm ve barış sürecinde yol almak mümkün olmayacak.

Tekrar ediyorum, ben de BDP’nin Meclis’e girmesi taraftarıyım ve umutlarım bu yönde. Ancak demokratik talep ve görüşlerimizi ifade ederken, ‘aydın kibri’nden de, iktidar dilinin kuşatıcı kıskacından da uzak durmak zorundayız.

Hiç yorum yok: