18 Eylül 2011 Pazar

Köklerine Yabancılaşmış Bir Ulus: Kürtler

Klasik bir söz olan “Geçmişlerini bilmeyenlerin geleceklerini inşa edemeyecekleri “ özdeyişini sanırım birçoğumuz biliyoruz. “Geçmiş”den kasıt başka milletler için, daha çok “yaşanan tarihsel serüveni” ifade eder. Oysaki Kürtler için “geçmiş”  salt bilinmeyen tarihlerini değil; dil, kültür, edebiyat, sanat ve folklor gibi yasaklanmış tüm ulusal kimlik değerlerini ifade eden koca bir muammadır.

20.yy'da kurulan Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki ulus devletlerin inkârcı ve asimilatif politikaları Mezapotamya’nın en eski ve yerleşik halkı olan Kürtleri geçmişlerinden kopartmakla kalmamış, onlara “onlara ait olmayan bir geçmiş” dayatmakta ve bu dayatılan yabancı geçmiş üzerinden de yeni bir gelecek inşasına zorlamaktadır. Türkiye’de son bir asır boyunca ulus-devletin resmi politikalarının perspektifinde bizlere dayatılan “Türklük şuuru” maalesef ciddi anlamda etkili olmuş ve Kürtlerin kahir ekserisi bu asimilasyon sürecinden nasiplerini almışlardır. Tek dil, tek millet söylemiyle “Türk olmayan ya da Türk gibi konuşmayan, düşünmeyen ve duyumsamayanlara, ” yaşam hakkı tanımayan Kemalist felsefe biz Kürtlere bize ait olmayan yeni bir tarih şuuru, yeni bir dil ve yeni bir kültür dayatmaktadır. Bu politika T.C.’nin selefi Osmanlıdan devraldığı aldığı “devşirme” metodunun günümüze ve özelliklede Kürtlere uyarlanmış yeni bir versiyonudur. Bu nedenledir ki sokakta, işyerlerinde, resmi dairelerde, çevremizde... kısaca her an ve her yerde bu asimilatif dayatmadan nasibini almış, köklerine ve kendine yabancı “devşirme ruhlu” Kürtlere sıkça rastlamaktayız.

Bu ruh halini anlatan birkaç küçük anekdot aktarayım.


Geçenlerde Kürt kökenli bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Bu arkadaşım birçok Kürt gibi asimilasyon sürecinden nasibini almış biri, kendisi ve çocukları Kürtçe bilmiyor. Ana dillerini bilmek ve konuşmak gibi bir dertleri de yok. Bana televizyonda Türkçe konuşan Nijerli bir çocuğu izlerken çok duygulandığını ve gözyaşlarına hâkim olamadığını anlatıyordu. Onu dinlerken “-Ne garip bir çelişki” dedim kendi kendime. “Kendisinin ve çocuklarının asimile olmasına, kendi ana dilleri ile konuşamayışlarına ağlamıyor da,  Nijerli bir çocuğun ikinci bir dili öğrenip konuşmasına duygulanıp ağlıyor.” Nasıl bir paradoks, nasıl bir ruh haliydi bu?.. Buradan Türkçenin dünyanın farklı köşelerinde konuşulmasına veya nüfuz etmesine itiraz ettiğimiz anlaşılmasın. Fakat, Türk kardeşlerimizin kendi dilleriyle özgürce konuşmayla yetinmeyip, Türkçeyi bir dünya dili yapmak için onu tüm dünyaya yaymaya çalışırken, yanı başlarında bin yıldır birlikte yaşadıkları Kürt kardeşlerinin dillerinin yasaklanmasına ve can çekişmesine ise sessiz ve seyirci kalmalarına da hayret etmekteyiz.

Size aktaracağım ikinci anekdota ise geçtiğimiz aylarda şahit oldum.

İsrail tarafından, Filistin yardım gemisinde şehit edilen 9 Türkiye vatandaşı için Van merkezde İsrail’in protesto edildiği mitinge katılmıştım. Mitinge katılanların bazıları tanıdık simalardı. Hiç şüphesiz mitingde İsrail’e gösterilen tepki haklı ve insani gerekçeler içermekteydi. Afganistan, Irak, Filistin, Çeçenistan gibi dünyanın farklı coğrafyalarındaki halkların zulme uğramalarını kabullenmemek ve bunu protesto etmek her türlü takdire ve övgüye değerdir. Fakat kendi toplumsal sorunlarına duyarsız olduğunu bildiğim ve bildiğim bazı kişilerin o mitingdeki heyecanlı tavırları bana çokta samimi görünmedi. Samimiyetleri noktasında beni şüpheye sevk eden sergiledikleri çifte standarttı; şöyle ki:

İsrail olayından birkaç hafta önce Özalp ilçesinde askeriyeye ait bir patlayıcı maddenin patlamasıyla 4-5 Kürt çocuğu feci şekilde parçalanmıştı. Maalesef İsrail mitinginde yumruklarını sıkıp olanca güçleriyle bağıran o tanıdık simaların bazıları parçalanan o çocuklara karşı bırakın protesto etmeyi, tersine sessiz kalıp tek bir kelime yorumda dahi bulunmamışlardı. Sanki başka bir coğrafyadan gelmişler gibi görmezden ve duymazdan gelmişlerdi. Anekdotu esas ilginç kılan şey bahsettiğim bu şahısların Kürt kökenli olmalarıdır. Hatta bazıları “Kürt Sorunu”nun varlığını bile kabul etmeyen, kabullense de bunu hiçbir zaman dile getirmeyenlerdi.

Buna benzer bir olayı ziyaretine gittiğim Kürt bir dostumun kitaplığını incelerken rastladım. Arkadaşım entelektüel ve sosyo-politik birikimi güçlü olan fakat Kürt sorununa duyarlı olmayan biri. Bu meseleyi açmaktan ve konuşmaktan haz etmez, hatta kaçınır. Buna paralel olarak kitaplığında da Kürtlere ve sorunlarına ait siyasi yâda kültürel herhangi bir kitap da bulamazsınız. İlginçtir ki kendi halkının sorunlarına karşı mesafeli olan olan o dostumun o aralar okuduğu kitap, çoğumuzun yerini dahi bilmediği Açe- Sumatra daki halkın uğradığı dini ve milli baskılar ve bu baskılara karşı verilen mücadele ile ilgiliydi.

Nasıl bir ruh halidir ki, dünyanın farklı ve uzak yerlerindeki halkların dertlerine bu denli duyarlı olan bu Kürt arkadaşlar; kendilerini, ailelerini, akrabalarını, yaşadıkları köyden tutun ta şehirlerine kadar tüm coğrafyalarını ilgilendiren olaylara ise tepkisiz ve ilgisiz kalmaktadırlar.? Oysaki yüzyıllardır göç, sürgün, zindan ve katliam kelimeleri ile dolu ve hala devam eden Kürtlerin acılı tarihi, onları yeryüzünün en mazlum milletlerinden biri yapmıyor mu?. Başkasının başına çakıl değse mazlum olup destek mitingini hak ediyor da, Kürtlerin başına onlarca yıldır düşen siyasi ,kültürel ve dini kayalar, çığlar onları mazlum konumuna sokup destek mitinglerini hak ettirmiyor mu.? Sadece son yüzyılda meydana gelen ve biz Kürtlerin hafızasına acıyla kazınmış Dersim, Ağrı, Zilan, Mehabat, Enfal, Halepçe gibi toplar, uçaklar ve kimyasal silahlarla yüz binlerce Kürdün yaşamını yitirdiği katliamlara maruz kalmış bir coğrafyanın hali birilerinin yüreğini acıtmıyor mu?.. “Kirli savaş” denen son 30 yıldaki kardeş kavgasında 17 000’i faili meçhul olmak üzere toplam 30 000 kayıp, 3500 civarı boşaltılmış yada yakılmış köy, göçe zorlanarak metropol şehirlerdeki varoşların kirli dünyasına itilen milyonlarca Kürdün ulusal, kültürel, sosyal ve ekonomik sıkıntıları kayda değer bulunmuyor mu? Ne talihsiz bir milletiz ki içimizde; çevremizdeki başka milletlerin sorunlarına duyarlı olan ama aynı soylu davranışı kendi halkından esirgeyen Kürtler var. Filistin, Çeçenistan, Bosna ve Açe’deki insanların şahadetini önemseyenler kendi coğrafyalarındaki bu insafsız ve adaletsiz tabloya neden yabancı ve duyarsızlar?.... Niçin suskunlar? Bunca yaşanan acı olaylar ve ölümler bu Kürt arkadaşlarımızın yüreklerinde ve vicdanlarında neden bir kıvılcım oluşturmaz?... Yaşadıkları coğrafyanın ve mensubu oldukları halk olan Kürtlerin sorunlarına eğilmeleri için bu topraklarda daha hangi faciaların yaşanması gerekmektedir?...

Beni mazur görün ama bu tip Kürtleri anlatan çok güzel bir atasözümüz var: "Kuçikê meye, Lê hewşa xelkê diawite".

Kürtlerin sorunlarına olan duyarsızlık, sadece Kürtlerin bir kısmını oluşturan “kendine yabancılaşmış Kürtler”de rastlamıyoruz. Lafta halkların kardeşliğinden bahseden ama o kardeşliği bir türlü pratiğe dökemeyen diğer halklarda da bu duyarsızlığa tanık oluyoruz.

Bosna, Filistin, Afganistan ve Çeçenistan gibi yerlerde yaşanan zulümlere karşı duyarlılık göstererek bu zulümleri kınayıcı mitingleri düzenleyen Türk, Arap ve İranlı kardeşlerimiz mevzu Kürtler olunca  -bizimle yaşadıkları “binyıllık İslami kardeşlik” sürecini dillerinden düşürmemelerine rağmen- uğradığımız zulümlere karşı daima duyarsız ve ilgisiz kalmışlardır. Tarihte, Kürtlerin maruz kaldığı zulümler için başka halkların yaptığı bir mitingin kaydına rastlayamazsınız. Örneğin Halepçe’de ve Enfal operasyonlarında kimyasal silahlarla öldürülen çoğu çocuk, kadın ve yaşlı onbinlerce Kürt için, yâda Türkiye’de yüzlerce, binlerce defa yaşanan ateşe verilen köyler, köy meydanında çırılçıplak edilerek dışkı yedirilen, ırzına geçilen, işkence edilen köylüler veya sayısı onbinleri bulan yargısız infaz ve faili meçhul cinayetler için Kürtlerin kendileri dışında hiç kimse kıllarını bile kıpırdatmadı. Bu duruş hal dili ile yapılan zulümleri zimmî olarak desteklemektir. Ama bizler içinde bulunduğumuz sıkıntılara rağmen zulme uğrayan tüm halklar için hürriyeti, hakkı ve adaleti istemekten hatta onlar için mitinglerde haykırmaktan geri kalmadık. Ben ortaokuldan üniversiteye kadar hayatımı geçirdiğim Konya’da Çeçenistan’dan Filistin’e, Bosna katliamından Bulgaristan ve Çin’deki Türklere yapılanlara, başörtü yasağından meslek liselerinin katsayı zulmüne kadar düzenlenen birçok siyasal protestolara katıldım. Bunları “Zulüm kimden gelirse gelsin mazlumdan yana olmak” olan insani prensip gereği yaptım. Ancak benimle beraber diğer mitinglere katılan Türk arkadaşlar Kürt sorunu ile ilgili hiçbir aktivasyona katılmadılar ki bunlardan biri JİTEM’ce öldürülen fail-i meçhul cinayetlerinden biriyle ilgiliydi. Hatta o tür etkinlikleri uzaktan hınç, nefret ve galiz küfürler savurarak izlediler. Çünkü onların mantalitesi JİTEM mensuplarının hiçbir hak ve hukuk gözetmeden sokak ortasında bir kürdü öldürmesini doğal ve yerinde bir davranış olarak algılıyordu. Ayrıca bir kürdün ölmesinin ne önemi vardı ki? Nede olsa en iyi Kürt, ölü Kürt’tür.

Tarih zulme çifte standart uygulayanları elbette yargılayacaktır.

Yeniden, bu yazının esas muhatabı olan ve “kendine yabancılaşmış” Kürtlere dönelim.  
        
Be hey! devekuşu misali kafalarını kuma gömerek çevresinde cereyan eden zulme gözünü, kulağını ve vicdanını kapatan Kürtler sözlerim sizedir: Başkalarından yarar yok, anladık da siz nerdesiniz.? Başka bir ülkede mi yaşıyorsunuz? Ne oluyor sizlere.? Daha ne zamana kadar başka mahallelerdeki cenazelere ağlayıp kendi evinizdeki cenazelerden bihaber ve onlara karşı duyarsız yaşayacaksınız.?      

Baksanıza! yaklaşım metodu ve içeriği tartışmalı olsa da, ordu da dâhil devletin en üst kurumları bu meselenin vahametini kavrayarak “demokratik açılım” sürecini dillendirirken, yangının içindeki sizler neden hala suskunsunuz.? Yangını söndürmek adına neden bir kova su taşıma zahmetini göze alamıyorsunuz.?

Köklerine ve kendine yabancılaşmış kişilik tiplerinin tutumu ve duruşudur bu...
Bu tutum; tıpkı devletin uzun yıllar yaptığı gibi Kürt sorununu karşı üç maymunu oynamadır. Müesses statükocu düzen tarafından şekillendirilmiş olan Kürtler bu nedenle kendi sorunlarına karşı ilgisizdirler. Kürt sorununu duymaz, görmez ve dillendirmezler.

Oysa ki kendi dilini konuşmaktan ve çocuklarına öğretmekten imtina eden; ulusundan, köklerinden ve kültüründen kopuk yaşayan hatta saçma bir aşağılık kompleksine girerek içinden çıktığı topluma karşı mesafeli ve tepeden bakanlar ayıplanmayı ve lanetlenmeyi hak etmektedirler.

Büyük alim ve mutasavvıf Beyazıt’lı Şeyh Halife Yusuf (1885-1965)  “İrşad’ül Mü’minin” kitabının Takrizinde kendi diline yabancılaşmış ve Kürtçe konuşmayan kimselere şöyle sesleniyor:

Jı evvel kes nediye hetta evi zemani
Bı vi tertib hasıma bivi lisani

Lisani kurmanci çıl bavu kala
Héj nızani bı xwandına meh u sala

Kelbi  kut xur bı kéri şivaniyé nayé
Cahılek nezani Xudé nedayé
                                
Ey  cahilé mal xerabé wiran
Neke dawa meydana piling u şéran

Tu ku exmaqi lisani abayé xwe nızani
Şerm u heya bıke tu kémtıri jı sani


Yaşamı, yaşayışı ve duruşu kendi halkından olmayanlar edindikleri yabancılaşma psikolojisi ile ulusal kimlik ve kültürlerine burun kıvırıp küçümsedikleri için o halkın sorunlarına da ilgi duymazlar. Müntesibi oldukları toplumun sorunları karşısında kör, sağır ve dilsizdirler. Nerden geldikleri ve kim olduklarının cevabı onlar için bir değer ifade etmemektedir. Bu nedenle “devşirme”ye evrilmiş olan ruhları kendi halkına karşı daima bir ihanet potansiyeli taşır. Maalesef sadece biz Kürtlerde var olan bu “caş” lık kültürü yüzyıllardır halkımızın baş belası olarak varlığını korumaktadır.

Kendi sorunlarımıza duyarsızlaşmış ve sırt çevirmişsek bu durum kendimize ve köklerimize yabancı olmamızdan kaynaklanmaktadır. Çünkü kendimizle ilgili düşünebilmek, tartışabilmek ve fikir sahibi olabilmek için kendimizi, halkımızı ve coğrafyamızı tanımak gerekiyor. Yani fikir sahibi olabilmek, bilgi sahibi olmaktan geçer.

“Dar li ser koka xwe héşin dibe, mirov ser zımané xwe.” İnsan dili, tarihi ve kültürü üzerine inşa olur. Oysaki M. İzady’nin deyişi ile “Kürtlerin en son ilgilendikleri konu kendi dilleri ve tarihleridir.”

Kürt meselesinde söz söyleyebilecek, kendi halkının penceresinden olayları yorumlayacak ve hatta çözümü arayabilecek bir Kürdün bilgi dağarcığında, Kürtlerin dili, tarihi, edebiyatı ve kültürü ile ilgili asgari düzeyde de olsa bir şeyler bulunmalıdır. Çünkü kişi hangi milletin dili, kültürü ve kimliğiyle yetişirse hayata ve olaylara o milletin gözüyle bakar. Olaylara başkalarının bakış açısı ve mantalitesiyle değil kendi halkımızın perspektifinde bakmamızı sağlayacak tek yol “kendimiz olmak”dır.  “Kendimiz olmak” ise asimilasyona direnip dilimizi ve kültürümüzü bilmek, yaşamak ve yaşatmakla mümkün olur.
    
Çünkü “Nezani bidesti ye, Zanin rizgariye”

Peki Kürtler tarihlerini, dillerini, edebiyatlarını, müziklerini kültürlerini…kısaca onları “Ulus” yapan değerlerini biliyorlar mı.? Kürtleri aşağılayan ırkçı beyinsizlerin kin ve nefret kokan küçümsemelerinin aksine kendilerini utandırmayacak kadar zengin olan ulusal birikimlerini ve değerlerini biliyorlar mı.? Ve bunları  ruh, kalp ve beyinlerinde inadına canlı tutarak yaşayışlarında sergileyebiliyorlar mı.?

Bu sorulara sıkılmadan, başımızı öne eğmeden ve göğsümüzü gere gere “EVET” diyememenin burukluğu var bizlerde ÇÜNKÜ:

-Mevlana’nın mesnevisini, Firdevsi’nin Şehnamesini, Sadi’nin Bostan ve Gülistanı’nı bilen ve yeri geldiğinde onlardan bazı parçaları ezberden okuyanlar; büyük mutasavvıf ve aşkın şairi Melle Ahmed-i Ciziri’ nin kendi dilimizde yazılmış Divan’ından bihaberdirler.

-Yunus’un birçok ilahisini, dörtlüklerini okuyup onları ruhlarında terennüm eden kaç Kürt Faqiyi Teyran’ın, Eli Heriri’nin, Eli Teremaxi’nin, Helife Yusuf’un ya da Melle Ahmed-i Bate’nin şiir ve gazellerinde kendi dünyalarına ait bir ruhu terennüm etmişdir.

-Ömer Hayyam’ın, Neyzen Tevfik’in, Mithat Paşa’nın Pir Sultan Abdal’ın,... Rubailerini hayranlıkla okuyan ve onları dillerinden düşürmeyenler; 11.yy’daki rubai ustamız Baba Tahir-i Uryan’ın bırakın rubailerine, ismine bile yabancıdırlar.

-Karacaoğlan, Dadaloğlu, Âşık Emrah, Âşık Veysel gibi ozanlara hafızasında yer ayıran dostlarımızdan kaçı Şakıro, Nuro, Ahmed-e Fermane Kiki, Rıfaté Daré, Dengbej Kerem ve Mıhemed Arif Cıziri gibi “dengbej”lerimize aşinadır.

-Dede Korkut masallarıyla Orta Asya kültürüne dalanlar kendi kültürümüzün ve köklerimizin Homeros’u olan “Şahé dengbeja” Evdalé Zeynike’yi tanımıyorlar bile.

 -Bildiğiniz aşk masalları nelerdir diye sorulsa, Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem, Ferhat ile Şirin gibi komşu halklara ait masalları ilk akla getirenler, geçmişten günümüze süzülerek gelmiş kendi kültürümüzün ürünleri olan Memé Alan, , Zembılfroş, Mem ü Zin, Siyabend ü Xacé, Cembeliyé Hekkari ü Binevşa Narin, Sti ü Ferxi,  gibi masallarımızı hatırlamaktan uzaktırlar.  Kürt folklorunda önemli yer tutan Mirze Mıhemed, Şex Senan, Dım Dım                 (Bradost’lu Xané Lep Zérin), Ker ü Kulık, Séva Heci, Hespé Reş, Bersis gibi  kaç destan ve manzum öyküden haberdardırlar.

-Fuzuli, Nedim, Baki ve Şeyh Galip üzerine teşriki mesai yapanlar; çağını aşan bakış açısıyla içinde bulunduğu toplumun sosyal ve siyasal sorunlarını dile getire büyük usta Şeyh Ahmed-i Hani’yi ve onun Kürt halkına adadığı ve klasik Kürt edebiyatının en büyük şaheseri olan Mem ü Zin’i okumamışlardır.

-Kaçımız empoze edilenin aksine Orta Asya’da değil,  Mezopotamya’da doğan ve gelişen gerçek tarihsel köklerimizi ve de nereden gelip nereye gittiğimizi merak edip resmi ideolojinin dışındaki kaynakları okudu. Mesela kaç kişi Bitlis emiri Şerefhan’ın 400 yıl önce yazdığı Şerefname’de kendi tarihimizi ve köklerimizi aradı.

-Oğuzları, Göktürkleri, Hunluları, Moğolları veya Timurluları iyi bilenler Kardukları, Xaldileri, Medleri, Hurrileri, Mittanileri, Kassileri, Guttileri, Şeddadileri, Eyyubileri, Mervanileri acaba hiç duymuşlar mıdır.?

- Resmi ideolojinin öğretileriyle şekillenmiş olan ve orta asyadan başlayıp günümüze ulaşan tarihi serüveni ezberden bilip içselleştirmiş olanlar hiç merak edip kendi tarihlerini merak etmişler midir. Tarihin en kadim medeniyetleri olan Kardukluların, Medlerin, Hurilerin, Mittanilerin torunları olanlar Mezapotamyanın karanlık çağlarından süzülüp günümüze erişen tarihlerini biliyorlar mı.? Unutturulmaya, yok sayılmaya ve inkâr edilmeye çalışılan tarihimizi kaçımız merak edip okuyoruz. Kendi tarihini bilmeyenlerin başkalarının tarihiyle kendileriyle özdeşleştirmesi nasıl bir ruh halidir.? Bırakın kadim tarihi, büyük acıların ve katliamların yaşandığı ve milli hafızamıza işlenmiş olan yakın tarihimizdeki Şemzinanlı Şeyh Ubeydullahi Nehri, Babanlı Abdurrahman Paşa, Revandız Miri Mehmet Paşa, Şeyh Mahmut Berzenci,  Mire Miran Bedirhan Bey, Simko Ağayé Şikaki, Şeyh Said başkaldırıları ile Ağrı, Dersim, Mehabad, Enfal ve Halepçe’de yaşanan katliamların detaylarını kaç kişi biliyor.
      
-Oğuz Han, Kürşat, Atilla, Cengiz Han, Battal Gazi ve Köroğlu’nun adı anıldığında göğsü kabaran Kürtlerden kaçı; yiğitlik ve cesaretleriyle her biri birer “Lehenk” olan; Örneğin: halkını esaretten kurtaran Demirci Kawa’yı, yenilmez savaşçı Rüstemé Zal’ı, Agiri’de özgürlük ateşini yakan Bro’ye Heski Telli ve İhsan Nuri’yi, Halit Begé Cıbri, Seyit Abdulkadiré Nehri, Çarçıra şehidi Kazi Muhammed, Şéré Kurda olan Hesenanlı Ferzende, Keremé Kolağası, Sılemané Ahme, Şeyh Zahir, Seyithan, Alican, Aliye Yunis, İsmail Ağaye Şikaki, Yado Ağa, Seyit Rıza’yı bilir ve onlarla gurur duyar.

- Reşat Nuri, Orhan Kemal, Halide Edip Adıvar ve Orhan Pamuk gibi yazarların romanlarını bir solukta okuyan bizlerden kaçımız Kürt dilinde romanlar yazan Ereb Şemo, Eliye Evdirehman,  Heciye Cındi ve Mehmet Uzun’un eserlerine göz gezdirdik.

- Müzik bir ulusun kültürel damarlarından biri değimlidir.? Kürtlerin ne kadarı başka kültürlerin müziklerine zaman zaman da olsa ara verip Şıwan Perver, Civan Haco, Aramé Tigran, Qarabeté Haço, İsa Berwari, Arif ve Hesen Cızrewi kardeşler, Mıhemed Şexo ve Meryemhan’ın ses ve müziğindeki melodilerle kendi köklerine seyahat etmektedir..

- Bu satırları okuyan kaç kişi yok edilmeye çalışılan tarihimizi, dilimizi ve kültürümüzü sürgün ve zindanlara inat hayatları pahasına koruyarak gelecek kuşaklara sunan, Kürt kimliği ve kültürünün mimarları Celadet ve Kamuran Ali Bedirhan kardeşler, Babanlar ailesi, Cemilpaşazadelerden Ekrem ve Kadri Beyler, Memduh Selim, Mutkili Halil Hayali, Hamza Begé Müksi, Kürdizade  Ahmet Ramiz, Osman Sebri, Dr Fuat, Dr. Nurettin Zaza, Dr Nafiz, Piremerd, Melle Mahmudé Beyazıdi, Prof. Qanado Kurdo, Eminé Evdal, Prof. Celile Celil, Mele Mıhemedi Koyi, Melle Ahmedé Xasé, Kemal Fevzi, M. Emin Zeki ve Mukriyani kardeşlere minnet ve şükran borçlu olduğunu hissetmektedir.

- Uygulanan ret ve inkâr politikalarına karşı bizden önceki yurtsever Kürtlerin verdiği siyasi ve kültürel mücadelede tarihinin hangi başlıklarından haberdarız. Bunlardan; KTC, Hevi, Azadi, Hoybun, Jin, Hawar, Ronahi, Hetave Kurd, Roji Kurd, Kurdistan, İleri yurt, Dicle kaynağı, 1919 Amasya protokolü, Şeyh Said, Ağrı, Zilan, Mehabat, Zorunlu iskan yasası, Şark ıslahat planları, Şark istiklal mahkemeleri, 49’lar ve 23’ler olayları, 55 ağalar, Sivas ve Kayseri toplama kampları, 33 kurşun, DDKO, Diyarbakır, Metris ve Mamak zindanları… Sizlere neleri hatırlatıyor. Kaç kişi bu başlıkların altını birkaç cümleyle de olsa doldurabilir
 
-Şiir sevdalısı kaç Kürd’ün dağarcığında Ahmet Arif’in, Orhan Kotan’ın, Cegerxwin’un, Hejar’ın, Kadrican’ın, Nali’nin, Şeyh Rıza Talabani’nin, Abdurrahman Zapsu’nun, Evdırahmane Axtepi’nin ve Hacı Qadıré Koyi’nin hasret, sürgün ve çaresizlik kokan yurtsever içerikli şiirleri bulunur.

- Kürdistan medreselerinde yetişen dünya çapındaki kaç ilim adamını biliyoruz. Hâlbuki bu horlanan halk ne çınarlar yetiştirdi. İlahiyat dünyasında Bediüzzaman Said Nursi’den İbni Teymiye’ye,  Ramazan el Buti’den Sait Havva’ya ve mutasavvuf Mevlana Halid-i Bağdadi’den Seyit Tahayi Nehriye’ye, Arvasilerden Küfrevilere, Gavsı Hizani’den Seydaye Taği’ye, Melle Xelile Serte’den Mele Halite Oleki’ye Dahiler dâhisi Astronom ve matematikçi Ebul Hanife Ahmet Dinawari’den kelamcı Sühreverdi’ye, Coğrafyacılar İbni Faldan ve İbni Hallikan’dan, kelamcı el-Cezeri’ye, Sibernik ilminin dünyadaki ilk kurucusu İsmail Ebul-İz’den tarihçiler İbnül Esir’e ve Ebul Fida’ya uzanan binlerce ilim adamı Kürtlerin dünya medeniyetine kazandırdıkları eşsiz değerler değilmidir?

Kürtleri kendilerine ve köklerine yabancılaştıran farklı sosyolojik etmenler var. Bunların arasındaki en önemli etmen, devletin Türk ulusçuluğunu temel ideoloji olarak dayatan eğitim sisteminden etkilenme ve Türkiye’deki siyasi akımların da buna bağlı olarak devleti kutsal sayan Türk ulusçuluğunun kirliliğinden arınamamalarıdır.

Bu nedenledir ki, günümüzde herhangi bir dini veya siyasal organizasyona dâhil olan Kürt kökenli entelektüellerin bir kısmı ulusal kimliklerine ve kültürlerine bilinçli bir şekilde ısrarla mesafeli durmaktadırlar. Milli bilince sahip bir Kürt olmanın içinde bulundukları davaya sanki ihanetmiş gibi algılanan yanlış bir kanı var. Bu nedenle çevremizde “Ben Müslüman’ım yada sosyalistim bu bana yeter Kürtlükte neyin nesi” diyerek kendi köklerine karşı mesafeli duranlar var. Hatta entelektüel Kürt bir yazar “hangi milletten olduğumuzun yada hangi dili konuştuğumuzun ahirette hiçbir yararı yoktur. Bu nedenle Kürtçe bilmemin yada kendimi Kürt olarak hissetmemin hiçbir önemi yoktur” diyecek kadar zavallılaştı. Buna ancak çüşşş!.. denir.

Siz hiç dünyada “ahirette yararı yoktur” diyerek kendi dilinden, kültüründen ve milli değerlerinden vazgeçen bir toplum biliyor musunuz? Maalesef bizdeki bu aklıevveller dışında ben hiç kimseyi bilmiyorum. Ayrıca, sizler dindar, sosyalist yada demokrat olan bir Türkün “benim bir ideolojim var” deyip etnik kimliği olan Türklüğünden vazgeçtiğini gördünüz mü?
  
Oysaki etnik kimlik ile ideolojik kimlik birbirinin rakibi yada alternatifi olan kavramlar değildirler. Bir insan etnik olarak başka, ideolojik olarak başka bir kimliği taşır. Hülasa bir Kürd’ün, Türk’ün yada Arab’ın etnik aidiyetini yaşaması; İslamcı, sosyalist yada demokrat olmasının önünde bir engel değil, alternatifi ise hiç değildir.

Gerçekten de faşizm hariç, ırksal farklılıkları dışlamayan İslamcı, sosyalist veya demokrat… hangi siyasal ekolden olunursa olunsun kendini etnik yönden Kürt olarak tanımlamanın ve bu kimliğe sahip çıkmanın bu ideolojilerle çelişen veya çatışan yönü yoktur.

Maalesef gerçek böyleyken, gerçekleri çarpıtarak Kürt kökenli insanları etnik kimliklerinden uzaklaştıranlar veya utanç duymalarını sağlayanlar hatta buna zorlayanlar bu ülkedeki Türkçü, milliyetçi taassubu üzerlerinden atamayan siyasal oluşumlardır. En sağdan en sola kadar Türkiye deki çoğu siyasal akım maalesef bu paraleldedir. Kürt sorununa bakış açıları içlerindeki Kürtlere rağmen devletin resmi tutumuna yakındır ve bilerek yada bilmeyerek Kürtlerin asimilasyon sürecine katkı sağlamaktadırlar.

Bu yaklaşım biçimleri kabul edilemez.

Bin yıldır bizimle aynı coğrafyayı paylaşan komşu halklar bizi kardeş olarak hangi ideolojiye, hangi siyasi oluşuma veya organizasyona çağırırlarsa çağırsınlar; bunu kimliğimize saygı duyarak ve bizleri asimile etmeden yapmalıdırlar. Yani bizleri dini yada siyasi bir oluşuma katarlarken Türkiye’deki Kürdü Türkleştirmeden, Irak ve Suriye’dekini Araplaştırmadan ve İran’dakini de Şiileştirmeden yapmalıdırlar.

Fakat reel politik süreç bu ülkede hep olması gerekenin tersine işletildi. Bize herhangi bir ideolojiyi verenler karşılığında milli kimliğimizi elimizden aldılar. Mesela bizleri içlerine alan Türkiye’deki bazı dini cemaatler bize dinimizi verdiler ama Kürt kimliğimizi bizden alıp unutturdular. Kürtlüğümüze ve dilimize tahammül bile edemediler. “Müminler kardeştir”, “Üstünlük ancak takvadadır”, “Sizin dilleriniz ve renkleriniz Allahın ayetlerindedir”, “Bir birinizi tanıyasınız diye sizleri milletler ve kavimler halinde yarattık”, “Kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemeyen hakiki mümin olamaz”  gibi ayet ve hadislerin emrettiği eşit ve adil kardeşlik sadece teoride kalıp pratiğe yansımadı.  Hâlbuki Kürtleri inkar eden bu tutum İslam’ın ruhuna ve “Ümmet” bilincine açıkça aykırı değimliydi.? Oysaki kendileri Türklüklerinden ne ödün verdiler, nede vazgeçtiler.

Kemalizme “milli demokratik devrim” kabulü ile zaman zaman gönderme yapan ve bundan dolayıda ulusalcı kirlilikten kendini koruyamamış olan Türk solunda ki bazı fraksiyonlarda da durum bundan farklı değildir. Solun evrensel değerleri yerine ortaya koydukları Ulusalcı, Darbeci ve Statükocu tavırlarla gerçekte solun hümanist değerleriyle çelişen, ülkemize özgü garip bir sol söylemi oluşturdular.  Birçoğu için Lenin’in “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” anılmaması ve hatırlanmaması gereken talihsiz bir yargı olarak kalmalıydı. Hatta içlerinde “Kürtlerin etnik sorunlarının dillendirilmesine” feodal ve gerici istekler olarak bakanların oranı hiçte az değildir.  Daha ılımanları ise bizi sosyalizme çağırırken “Devrim(!)”e kadar etnik aidiyetimizi unutmamızı ve kimliksel beklentilerimizi de devrim sonrasına ertelememizi önerdiler. Yani “önce biz ve beklentilerimiz; imkân olursa siz ve sorunlarınız.”  Gerçek solcuları tenzih etmekle birlikte; Türk solunun Kürtlere karşı geliştirdiği Faşizan ve Devletçi söylemler, sosyalizmin tarihine kuşkusuz kara bir leke olarak geçecektir. 
 
Bu ülkede Kürt olduğunu söyleyen, Kürtçe konuşan yâda Kürtlerin yaşadığı etnik, kültürel ve siyasal sorunları dile getirme cesaretini gösterenlere, aynı siyasi davada ki (İslam yada sosyalizm fark etmez) Türk kardeşleri tarafından genelde şu tepki gösterildi:                
                            
- “Sus! Kürtçü müsün sen.? Bırak bu bölücü düşünceleri. Sakın konuşma. Kardeşliğimize ve davamıza zarar veriyorsun.”

Bu paralamaya uğrayan zavallı kürdün şu cevabı vermesine bile izin verilmedi:                         

-“Yahu sen Türk kimliğini gururla haykırabiliyorsun, tarihini, edebiyatını, kültürünü yasaksız öğrenebiliyorsun; dilini özgürce her yerde ve herkesle konuşabiliyorsun, toplumda ve devlette yasaların desteğinde her şey “Türk’e göre ve Türk için” düzenlenmiş… Benim istediğim tek şey ise insafa gelip sadece varlığımı ve dilimi kabul etmeniz. Değil “haklarımı” vermek benim “varlığımı” bile kabullenmiyorsunuz. Asimile olup yok olmama sessiz kalıyorsunuz. Hatta çoğunluğunuz bu durumdan oldukça memnun. Asimile edenler Irkçı olmuyor da asimilasyona uğramak istemeyenler mi ırkçı oluyor. Kimliğimi ret ve inkar eden sizler ırkçı ve Türkçü olmuyorsunuz da kimliğime sahip çıkmaktan dolayı ben mi bölücü ve Kürtçü oluyorum. Yoksa Türkçü olmak şeref de Kürtçü olmak alçaklık mıdır?”

Bu örnek, ülkedeki birçok Kürdün yıllarca maruz kalmış olduğu trajikomik durumlardan biridir. Şimdilerde yumuşadı ama bu ülkede hiçbir siyasi görüşü olmadığı halde sadece Kürtçe konuştu diye “Kürtçü” yada “Bölücü” olarak ilan edilen insanlar oldu. Ülkemizde yaşanan bu çarpık anlayışın yorumunu insaf sahiplerine bırakıyorum.

Aslında bir sorun varsa bu sorun kişinin etnik aidiyeti değildir, sorun içinde bulunduğu siyasal bakışın onun etnik kimliğine ve bu kimliğe ait kültürünü yaşamasına gösterdiği saygı ve kabulünün olup olmamasıdır. Şu husus asla unutulmamalıdır: Bir Kürt kendi kimliğini, dilini ve kültürünü dışlayan,  reddeden, küçümseyen ya da özgürce ifade etmesini engelleyen hiç bir ideolojide yer alamaz ve almamalıdır. Çünkü insanların etnik yapılarını ve farklılıklarını kabullenmeyen bir ideoloji insani, ahlaki, vicdani ve hukuki değildir. Bu tür bir siyasal yapıda yer alan Kürtler konumlarını yeniden gözden geçirmelidir.

Kendine, halkına ve köklerine yabancı olanların “Kürt sorununa” olan mesafeli duruşlarının tek sebebi içinde yer aldıkları ideolojinin onları yönlendirmesi değildir elbette. Onların bu duruşlarını daha da netleştiren başka sosyolojik faktörlerde mevcuttur. Bunlardan mesela; alınan eğitimin içeriği ve bireysel zaaflar zikredilebilinir. Bireysel zaaflar birçoğumuzun hayatında ciddi bir tehlike olarak kişiliğimizi ve kimliğimizi tehdit etmektedir.

Bu zaaflar şöyle sıralanabilir:

-Dünyevi hesapların ( iktidar, makam, ikbal, rant, para vs… ) yol açtığı devlete ters düşmeme kaygıları

-Riskten kaçış: Devlet ve yargının hışmından korkma, Kürtçü, PKK”cı, damgası yeme tehlikesi

- Adil ve doğru olmanın yani Kürt meselesinde devletin empoze ettiği bilinen ezberleri bozacak hakikatleri söylemenin Kürtçülüğü / PKK’yı güçlendireceği hezeyanı ile “maslahat” gereği dilsiz şeytan olmayı kabul etme.

Yukarıda bahsedilen kişilik tipleri asimilasyona uğradığından dolayı kimliğine yabancılaşmış kişiler değildir. Bunlar Kürt dili ve kimliğine yabancı olmadığı halde, kişisel menfaat ve dünyevi beklentiler nedeniyle kendilerine yabancılaşmış görüntüsü verenlerdir. En tehlikeli olan tipler de bunlardır. Çünkü gerçeği ve hakkı bildiği halde münafıkça bir duruş sergilerler. Gerçekte “yabancılaşmamış” olduğu halde halkına karşı ““yabancılaşmış görünmeye çalışan” bu kişiler tipiktir: Kürt diline ve kültürüne hâkimdirler, evinde ve aile efradında Kürtçe konuşulur. Hatta Kürt sorununda derinlemesine bilgi sahibidirler. Özel ve risksiz ortamlarda Kürt sorunu üzerine ifrat düzeyde hamasi nutuklar atarlar. Onları dinlerken “Kürtçü” olduklarını bile düşünebilirsiniz. Ama gerçek öyle değildir. Onları birde resmi ortamlarda, işyerinde, sendikalarında ve toplum içinde görün. Dünyevi hesapları, makam ve koltuk hırsı, parasal rant için yada içinde bulundukları aşağılık kompleksinin gereği olarak, sistemin adamı oluverirler. Soranlara Kürtçe bildiğini bile inkâr eder. Muhataplarına güven vermek, onlardan olduğunu ispat ve menfaatlerini muhafaza etmek için resmi söylem ağzıyla Kürt sorunu diye bir sorun olmadığını, bunun bir dış mihrakların oyunu olduğunu anlatır. Ana dilde eğitim hakkını dillendirmek şöyle dursun; bunun insani, hukuki ve dini bir hak olmadığını hararetle ispatlamaya dahi çalışır. Dilinden müesses nizama methiyeler dökülür. Hatta sizinle birebir konuşurken hamasi nutuklarla sizi şaşırtır fakat devletin resmi makamlarına da gidip şirin görünmek adına sizi “Kürtçü” diye ihbar eder. Maalesef etrafımızda bu ikiyüzlü bukalemun tipleri bu aralar sıkça görür olduk Bu tiplerden bazıları, bulundukları ortamlarda birileri Kürtlerin varlıklarını inkâr ederken veya birileri Kürtlerin haklı ve insani taleplerine karşı hınç kuşanarak faşizan tavır ve söylemlerde bulunurken bunları duymazdan gelirler. Böyle zamanlarda ve ortamlarda hamiyet-i milliyeleri (!) kaybolur. Yedikleri her bir tokada karşılık diğer yanaklarını çevirme acziyetini göstermekten imtina etmezler. En acısı da bunu yapanların bazıları bu rezillikleri toplumun barışı ve kardeşliği için yaptığını düşünüp bununla kendini avutmasıdır

SONUÇ:

Kürt sorunu bu ülkedeki en hassas konulardan biridir. Bu konuda konuşmak, yazmak, kafa yormak mayın tarlasında dolaşmak gibidir. Sorunun çözümü adına attığınız her adım ağır bedeller ödemenizi gerektirebilir. Hele birde Kürt kökenliyseniz “Kürtçü, “vatan haini” ve “bölücü” damgası yemeniz kaçınılmazdır. Güvenlik takibatları, adli ve idari kovuşturmalar, çevrenizden dışlanmak sizin için kaçınılmazdır. Dostlarınızın bile size bakışı değişir; ürkütür, tedirgin edersiniz onları… Yalnızlaşırsınız. Bu düşünceleriniz nedeniyle zamanı ve yeri geldiğinde başta devletin olmak üzere birçok kapının sizlere kapandığını görürsünüz. Artık “sakıncalı vatandaş” ve “potansiyel tehlike”siniz. Varsın öyle olsun…
 
Unutmayınız ki bir sorunun çözümü için atılacak ilk adım o sorunu dile getirmek yani gündemleştirmektir. Bu nedenle sorunları konuşan, tartışan ve o sorunlara çözüm yollarını arayan bir kamuoyunun oluşmasına şiddetle ihtiyaç var. İnsan olarak, vatandaş olarak, aydın olarak ve en önemlisi bu sorunun öznesi olan Kürtler olarak, bu sorunun çözümü için kamuoyunu bu konuda duyarlı olmaya, empati yapmaya, konuşmaya ve çözüm yolu aramaya teşvik etmeliyiz. Susmanın, görmezden ve duymazdan gelmenin bu sorunun çözümüne katkı sağlamadığı bilinmelidir. Binaenaleyh herkesi bu sorunun çözümüne, kardeşlik ve eşitlik temelli gerçek bir barışın oluşmasına katkı vermeye çağırmalıyız. Bu barış ve huzur ortamına her iki halkın de şiddetle ihtiyacı var.

Bu ülkede yaşayan Kürtlerin ezici bir çoğunluğu bölünmek, ayrışmak gibi bir amaç taşımamaktadırlar. Ortadoğu coğrafyasındaki hiçbir halk bizim kadar barışı, kardeşliği ve uyum içinde birlikte yaşamayı arzu edemez. Çünkü son 200 yıldır maruz kaldığımız acılar bu amacı zorunlu kılmaktadır. Bu ülkede birileri Kürt halkının sorunlarına duyarlı olan ve çözüme yönelik fikir beyan edenleri Kürtçü, bölücü, vatan haini diye yaftalamaktan artık vazgeçmelidirler. Kürtleri anlamamakta ısrar eden dar kafalılara yıllardır söylediğimiz şey şudur: “Kürtlerin kahir ekserisi ırkçı değildir ve olamazlarda. Çünkü bir milletin ortaya koyduğu ırkçı-faşizan politikaların bu politikaya maruz kalan diğer milletin nelerine mal olduğunu yani ırkçılığın iğrenç yüzünü tarihsel süreçte tecrübe ederek en iyi bilenler Kürtlerdir. Bizler sadece; “Allahın bizi yarattığı şekilde” yani asimile edilmeden, yüzyıllardan beri atalarımızdan bize miras kalmış olan kendi dilimizle konuşmak, kendi kültürümüzü yaşamak ve yaşatmak istiyoruz.  Ve ne olur birilerini “Kürtçü” diye yaftalamak yerine empati yaparak bir anlıkta olsa kendinizi onların yerine koyun ve lütfen şu soruya cevap verin “Sizin diliniz, kültürünüz ve varlığınız bir asır boyunca yasaklansaydı tavrınız ne olurdu?”

Yeryüzündeki tüm milletlerin kendi dillerine, sanatlarına ve kültürlerine sahip çıkma ve onları geliştirmeye yönelik çabaları vardır. Ulus devletlerin kurdukları ve bu amaçla eğitim verdikleri okullar ve üniversiteler kendi ulusal değerlerini koruma, kollama ve geliştirme refleksinin bir delilidir. Bu çalışmalar yeryüzünde yaşayan her ulusun meşru ve insani bir hakkıdır. Maalesef bu hakkın kullanımındaki tek istisna Kürtlerdir. İsyanımız işte bunadır. Herkese HAK olan, Kürtlere neden YASAK. Kendi dilini konuşamamak, tarihimizi öğrenememek ve kendi sanatımızı icra edememek kısaca asimilasyona uğramak neden sadece Kürtlerin kaderi olsun. Yeryüzü; tüm kültürleri ve renkleri üzerinde taşıyabilme cömertliğini ve serbestiyetini gösterip onları kucaklarken; kucağında neden sadece Kürtlere yer yoktur.

Tüm zamanların en büyük Kürt edibi Şeyh Ahmed-i Hani’ bu adaletsiz durumumuzu şöyle anlatır:

Envai milel xwedan kıtebin
Kurmanç jı tené be hesébin
"Dünyadaki tüm milletlerin kitapları, edebiyatları ve okuryazarlıkları vardır. Bu durumun tek nasipsizleri ise Kürtlerdir."

Bizler geçmişte yaşayıp yok olmuş ve sonra tarih kitaplarının tozlu sayfalarında yerini alarak sadece tarihçilerce tanınan antik milletlerden biri olmak istemiyoruz. Dünya var oldukça bilinmek, tanınmak ve saygı görmek istiyoruz. Dileğimiz; İnsanlık âleminin diğer milletleriyle birlikte horlanarak ve aşağılanarak değil, insan onuruna yaraşır bir şekilde kardeşçe ve eşit şartlar altında barış içinde yaşamaktır.

 
Evrensel normlarda, gerçekçi ve adil bir kardeşlik; bir milletin diğer bir kardeş milleti asimilasyonla eriterek kendi bünyesine katmasıyla oluşmaz.  Bu yöntem tek kelime ile ZULÜMDÜR. Ve bu sakat anlayış kardeşliği değil tersine çatışmayı, ayrışmayı, kin ve nefreti doğurur. Yaşanan tarihsel olaylar bunun kanıtıdır.  Bu topraklarda gerçekçi bir kardeşlik; birbirinin farklılığına saygı duyan, diğerini ötekileştirmeyen, rencide etmeyen ve farklılığı oluşturan dil, kültür ve kimliğe yaşam hakkının tanınmasıyla tesis edilebilir. Yani ASİMİLASYON değil; ENTEGRASYON temelinde bir kardeşlik projesi inşa edilmelidir. Bu nedenle Avrupa’daki Türk kökenli vatandaşlarımızın asimilasyonlarına ağlayıp bu duruma şiddetle isyan edenlerin, Türkiye’de asimilasyona uğrayan 20 milyon Kürt için de aynı insani ve soylu davranışı göstermelerini bekleriz. Bu ülkedeki Türkler “Ben nasıl ki kendi dilimi konuşuyor,  kültürümü, kimliğimi ve değer yargılarımı özgürce ifade ediyor ve yaşayabiliyorsam aynı şekilde Kürt kardeşlerimiz de kendi değerlerini yaşayabilmelidir” dedikleri gün gerçek kardeşliğin yolu açılmış olur. Aksine “ aman ha! Farklılıkları kaşımak ayrılığı doğurur; bir ve beraber olmamız için gelin siz Kürtlüğünüzden vazgeçin, dilinizi, kültürünüzü ve sizleri siz yapan yani sizleri Türklerden farklı kılan tüm değerlerinizi unutup Türkleşin ki bu ülke bölünmesin” gibi vicdandan yoksun ve bizlere asimilasyonu tavsiye eden klişeleşmiş sözler kardeşliğe hizmet etmez. Nitekim etmedi de!. Yaşanan acı hatıralarla dolu yakın tarih bunun ispatıdır. Bu mantık “benim her şeyim olsun senin hiçbir şeyin olmasın” diyen adaletten yoksun bencil ve şımarık kardeş mantığıdır. Bu mantığa rağmen bu ülkede; Kürtlerin maruz kaldığı haksızlıklara tepki veren, onları onaylamayan ve çözümden yana tavır koyan vicdan sahibi Türklerin de var olması Türk ve Kürt kardeşliğini eşit ve onurlu iki halk olarak tesis edecek bir çözümün umutlarını arttırıyor.
  
Kürtler kendi tarihlerine, dillerine ve kültürlerine sahip çıkarak kendilerini inkâr eden sürece direnmelidirler. Asimilasyona uğrayıp başkalaşmadan, kendi kimlik ve kültürlerine göre yaşayarak  “VAR” olduklarını ve asla “YOK” olmayacaklarını inatla ortaya koymalıdırlar. Geçmişine, diline, kültürüne ve halkına yabancı, genetik olarak Kürt ama duruşu ve düşünüşü Kürt olmayan, bedeni Kürtlere ruhu egemenlere ait devşirme karakterli ve bundan da mutlu olan kişilerin ne Kürtlere nede Türklere verebileceği hiçbir şey yoktur. Bu tip yabancılaşma psikolojisine sahip, yüreğinde ve beyninde ne tarafa ait olduğunu belirleyememiş olanlar Kürtlerin geleceğine yönelik umutlarına da katkı sunamazlar. Yapabildikleri tek şey “Kürt sorunu”nu uzaktan izlemek olan bu tip Kürtler, bundan dolayı sorunun çözümünde aktör değil seyirci olmaya taliptirler. Kendi kimliklerine yabancılaşmış olanlardaki “Özgüven” eksikliğinin yansımasıdır bu… Sorunun çözümünü iktidardakilerin vicdanlarına havale ettiklerinden dolayı Kürtlere verilecek demokratik hakları, “Allahın verdiği fıtri bir hak” değilde devletin “ihsan ve lütufu” olarak algılamaktadırlar. Oysaki Kürt sorununun muhatabı da, çözümünde rol alacak aktörlerden biri de bizzat Kürtlerin kendileridir. Bu yüzden, sorunlarımızı ve makûs kaderimizi hiç kimselerin merhametine ve vicdanına bırakma saflığına da düşemeyiz.
   
Son olarak;

Bu makale, köklerine yabancılaşmış olan Kürt muhataplarımın “Kürt sorunu”nu legal zeminlerde sahiplenmeleri ve bunu dillendirmeleri amacıyla yazılmış bir temenni ve haykırıştır. Hayatında hiçbir illegal yapılanmaya özelliklede içinde silah, kan ve gözyaşı barındırarak Türklerin ve Kürtlerin ayrışmasına sebep olabilecek ve kin ve nefret tohumları eken hiçbir metoda ilgi duymamış biriyim. Bu nedenle, makalenin dili sivri ve incitici olsa da, konunun şiddet zeminine taşınarak toplum barışının bozulmasını asla amaçlamamaktadır.

İstikbalde olmasını umut ettiğimiz kendine, köklerine ve geçmişine yabancılaşmamış bir neslin var olması duası ve temennisi ile sizleri selamlıyorum.

ozgur-gundem.com

Hiç yorum yok: