14 Eylül 2011 Çarşamba

Karayilan: ‘Direnmek Boynumuzun Borcu’

"Önderlik susturulmak, yönetim bastırılmak ve hareket tasfiye edilmek isteniyor" diyen Karayılan, "Buna karşı direnmek boynumuzun borcu" dedi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP ve Erdoğan'ın güçlendikçe milliyetçileştiğini belirterek, AKP'nin tasfiye planını şöyle özetledi: "Önderlik susturulacak, topluma sesi gitmeyecek, yönlendirme rolü olmayacak; yönetim bastırılacak, suikasta tabi tutulacak, böylece komuta kontrol merkezi etkisiz kılınacak ve hareket tasfiye edilecek."

Karayılan amacın yeni düzlemde Kürtlerin yer almasını engellemek olduğunu belirterek, "Aslında ikinci bir Lozan tertipleniyor. İkinci bir Lozan'ın tertiplenmesinden önce Kürtleri bastırma hareketi söz konusudur" dedi. 
ANF'nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, KCK Önderi Abdullah Öcalan'la görüşmelerin engellenmesi, AKP'nin tasfiye planları ile son günlerde Federal Kürdistan Bölgesi yetkilileri ile yapılan görüşme trafiğine ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. 


Öcalan'dan 47 gündür haber alınamıyor. Daha önce uyarılar yapmanıza rağmen devletin tavrının değişmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha önce yaptığımız konuşma ve açıklamaları tekrarlamak istemiyorum, hala geçerliliğini korumaktadır. Gerçekten AKP tehlikeli oynuyor. Kürt toplumu için Önder Apo'nun önemini, bu konudaki hassasiyeti çok iyi biliyor. Ona rağmen 47 gündür görüşme olmuyor. Kimse Önder Apo'nun durumunun ne olduğunu bilmiyor. İnsanın söylemeye dili varmıyor ama yaşamı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur.

Bu bir psikolojik savaştır. Rencide etme, böylece geri adım attırarak, sonuç alma gayretindedir. Annelere, kadınlara, çocuklara, Önderliğe ve herkese karşı çok ölçüsüz, hiçbir ahlaki değer yargısını dikkate almayan, hukuksuz bir uygulama söz konusudur.
İmralı'da kendi kanunlarını ve cari hukukunu bile çiğniyor.

Daha düne kadar görüşüyordunuz. Ne oldu da birden bire en ağır tecrit ve işkence uygulamasını devreye koydunuz? Bu konuda açık ki çok zorlayıcı, tahrik edici, provokatif bir uygulama söz konusudur. 
Beraberinde ağır sonuçları doğuracak bir uygulama biçimidir.

İmralı'daki uygulamaları da kapsayan bir konsepten sözediyorsunuz. Bu konuyu biraz açmanız mümkün mü?
AKP ve Erdoğan güçlendikçe daha fazla milliyetçileşmekte, daha fazla şiddet eğilimini, iktidarcı-baskıcı özünü açığa vurmaktadır. Başbakan İstanbul Belediye Başkanı iken; 2005 yılında; 2007 seçim öncesi, sonrası; 2009 yerel seçimler öncesi, sonrası; son seçimler ve şimdi... Gittikçe şiddet eğilimini öne çıkaran, Kürt halkının bastırılmasını esas alan bir eğilim söz konusudur. En son seçimle birlikte devleti tümüyle hakimiyetine almış oldu. AKP devletleşti; devlet AKP'leşti.

Normalde yüzde 50 oy almış bir parti olarak Türkiye'nin temel sorunlarına daha ölçülü ve daha çözümleyici yaklaşması gerekmez miydi? Ama görüyoruz daha fazla devletçi-ulusalcı-iktidarcı ve devletin elindeki şiddetle her şeyi yapabileceğine inanan bir noktaya gelmiş bulunuyor. "Öncekiler şiddeti yanlış uyguladı, ben şimdi şiddeti doğru uygulayacağım ve sonuç alacağım" demektedir. Konsept budur. Bize dayatılan da teslimiyettir. "Herkesi dize getirdim, sizi de dize getiririm" demektedir. "Kimse bir şey söylemeyecek, ben kimseyi muhatap almayacağım, ben kendim yapacağım, siz onaylayacaksınız" demeye getirdi. Ne zaman ki Önderlik protokol sundu, "bu olmazsa olmaz" dedi, ne zaman ki Kürt siyaseti Demokratik Özerkliği ortaya koydu ve "bu olmazsa olmaz" dedi, o zaman AKP, gerçeğini tümüyle açığa vurdu. Sen sistem içinde herkesi dize getirmiş olabilirsin ama Kürt sorunu 200 yıllık bir sorundur. Bir toplumsal sorundur. Sen şiddetle, öldürmekle, tutuklamakla dize getiremezsin.

Bir düşünse, Çiller de 'ya bitecek ya bitecek' dedi, tüm gücünü, devletin bütün olanaklarını harekete geçirdi. Ama PKK bitmedi fakat Çiller'in kendisi ve partisi bitti.

Türk tarafından sürekli Silvan olayı bir kırılma noktası, Silvan olayından sonra AKP zorunlu bir biçimde savaş kararı aldı, propagandası yapıldı, bu propaganda epey etkili de oldu. Böyle mi?
Bu doğru değildir. AKP kıştan beri şiddet kullanma kararını vermiş ve bunun hazırlıklarını yapmıştır. Mesela İran ile yaptığı görüşmeler, ortak harekat planı -şimdi biraz tehlikeye girmiş bulunuyor- kış aylarında tartışılmış ve kararlaştırılmıştır. Seçimleri kazanmasıyla birlikte bu konudaki keskinliğini net bir biçimde ortaya koydu. Şimdi seçimlerden önceki o sert konuşmaları daha iyi anlıyoruz. Aslında bunların hepsinin dayandığı bir konsept var. Konseptin özü şudur: PKK'yi çökertmek! Bu sürecin başlatılmasının Silvan ile bir alakası yoktur. İradeyi tanımama, bastırma, marjinalleştirme ve böylece Kürt sorununu tanımama zihniyeti var. Zaten Kürt sorunu diye bir sorun yok, PKK sorunu var, denildi. PKK'yi tasfiye edersek, zaten sorun bitmiş oluyor denilmektedir. Yani mantık budur.

Bu açık ki 1925'ten bu yana Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geliştirdiği zihniyetin farklı biçimdeki devamıdır. Yalnızca farklı bazı cümlelerle süslenmiştir, yoksa öz olarak aynısıdır. Bundan önceki hükümetler de bu yöntemi çok denedi ama hiçbir sonuç alamadılar. Fakat kendileri sonuç alacaklarına inanıyorlar. Yani bir yerde asker beceriksizdir, başaramadılar; şimdi biz başaracağız demektedirler.
Özellikle bazı aklı başında gibi görünen yazar-çizer çevreleri de PKK'nin yanlış yaptığını, şiddete başvurduğunu, kendi kendini bitireceğini söylemektedirler. Bunlar doğru şeyler değildir. Şiddette tercih kılan PKK değildir. Bu birinci nokta. İkincisi, PKK'nin şiddet yöntemiyle geriletilmesi de asla mümkün olmayacaktır.

Peki AKP'nin hesabı nedir?
Hesap şudur: Önderlik susturulacak, topluma sesi gitmeyecek, yönlendirme rolü olmayacak; yönetim bastırılacak, suikasta tabi tutulacak, böylece komuta kontrol merkezi etkisiz kılınacak ve hareket tasfiye edilecek. AKP'nin bütün planı buna dönüktür. Bütün o Fethullahçı basın, AKP basını aylardan beri bunun zeminini yaratmıyor mu? Şiddeti doğallaştıran, operasyonları vazgeçilmez gösteren, adeta kan dökmeyi reva gören yazıları, değerlendirmeleri, psikolojik savaş yöntemlerini çeşitli gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlamaları hep buna dayanıyor. 
Şimdi evvela tüm Kürt halkı bilmelidir ki ortada çok ciddi bir konsept var. Bu konseptle AKP, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'ni bastırmak ve Kürt halkını da bir tebaa halinde köle yapmak ve statüsüz bırakmak istemektedir. Mesele statü meselesidir. "Sen nasıl statüden, Önderliğin özgürlüğünden bahsedersin" deniliyor. 
Sorun kararlı bir biçimde Önderliğin özgürlüğü ve Özerklik statüsünden bahsedilmeyle birlikte baş göstermiştir. Biz bir halkız, soykırım kıskacına alınan bir halkız. Soykırıma karşı çıkışı gerçekleştirdik. İsyan hareketini geliştirdik. Bu isyan hareketi bugün toplumsallaşmıştır. Bunun çözüm biçimi çok açıktır. İsyanın önderliği özgürleşmeden topluma bir statü tanınmadan çözülmesi de mümkün değildir. Biz bunlarda ısrar ettiğimiz için, Önderlik bunda ısrar ettiği için saldırıyla karşı karşıya kalmıştır.

Sorunu şiddetle çözmek isteyen bir devlet zihniyeti var.
AKP'nin bize teslimiyeti ve şiddeti dayatması açıktır. Bizim buna karşı asla teslim olma gibi bir durumumuz olamaz. Önderliğimizin buna karşı geri adım atması söz konusu olamaz, Hareketimizin geri adım atması söz konusu olamaz. Biz buna karşı direneceğiz. Direnmek boynumuzun borcudur, insanlığımızın bir gereğidir. Halkımıza, insanlığa verdiğimiz sözün bir gereğidir. Biz mert insanlarız, sözümüze sahip çıkacağız; ne pahasına olursa olsun sahip çıkacağız. Bizim yaptığımız budur. Biz elimizi-kolumuzu bağlayarak, bu konseptin adım adım hayata geçmesini ve halk olarak ölümü bekleyemeyiz.
Sözümona Önderliğimiz üzerinde tecrit uygulayarak, hareketimizi perspektifsiz bırakacaklar. 40 yıllık tecrübemiz var. Hareketin kendini yönlendirme, yönetme sorunu yoktur. Ama Önderliğimizi özel olarak tecrit altına alıp, aslında en tehlikeli bir savaş biçimiyle savaşacaklarını anlamış oluyoruz. Savaşırsan kendi yasalarına, kanunlarına göre savaş. Savaşın da yasaları vardır. Gelip, Kandil'de çocuk öldürüyorsun, daha sonra da "biz öldürmedik" diyorsun. Bu savaş kanununa, savaş yasalarına uymak değildir. Ne kadar düşmanlık da olsa bunun altında etik yaklaşım da olmalıdır. İnsanlığı bir tarafa veren, bütün insani duyguları rencide etmeye yönelen bir güç sonuç alamaz. Bu yeni konseptin de herhangi bir biçimde sonuç alması söz konusu değildir.

Böylesi bir dönemde Türk hükümeti, başta Güney Kürdistan Hükümeti olmak üzere çeşitli kesimlerle "sınır ötesi operasyon hazırlığı" olarak nitelenen bir dizi görüşme gerçekleştirirken, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları da bölgede askeri merkezleri denetledi. Bu durumu nasıl yorumlamak gerekir?


Anlatmaya çalıştığım konsept, sadece AKP'nin kararı değil, belli ki bölgedeki sömürgeci güçlerin ortak kararıdır. İran'ın da aynı dönemde Kandil'e dönük saldırıları dikkate alındığında ve yine uluslararası güçlerin de bu saldırılara karşı sessiz kalışı gözetildiğinde aslında daha geniş bir konseptin bulunduğu açık. Ortadoğu bölgesi yeniden düzenlenirken, Kürtlerin bir güç olarak ortaya çıkması ve bir statü kazanmasını önlemeye dönük derin sömürgeciliğin bir müdahalesi söz konusu.

Kürtleri güçsüzleştirme, Kürdistan stratejisini zayıflatmaya dönük bir yönelimdir. Bu temelde bir konsept hazırlanmıştır ve biz anlıyoruz ki bu konsept kış aylarından beri tartışılıyor, konuşuluyor ve kararlaştırılıyor. İçeride bize ve Önderliğe bazı dayatmalarda bulundular. Biz bu dayatmaları kabul etmeyince bu konsept 12 Haziran seçimlerinden sonra hayata geçirildi. Başta parlamenter kriziyle ortam gerginleştirildi. Daha sonra devam eden askeri operasyonlarla birlikte yaşanan çatışmalarda asker ölümleri de yaşanınca istedikleri ortamı oluşturarak, savaş kararlarını açıklamış oldular. Aynı dönemde İran da Kandil'e saldırıp PJAK'la savaştı. Açık ki kapsamlı bir konsept var. Hatta bu konsepte Güney Kürdistan Federe Bölge Hükümeti'ni de dahil etme planı var.

Bugüne kadar bu konuda her ne kadar sonuç almamış olsalar da bunların daha kapsamlı politikaları var. Amaç, başta PKK ve PJAK'ı güçsüzleştirme, ardından da bütün Kürtlere gözdağı verip, herkesi hizaya çekmedir. Böylece yeni düzenlemede Kürtlere yer vermemedir. Aslında ikinci bir Lozan tertipleniyor. İkinci bir Lozan'ın tertiplenmesinden önce Kürtleri bastırma hareketi söz konusudur. Bu yönelimin amacı budur. AKP'nin bu konudaki politikasının altında yatan gerçek böylesine derin sömürgecilik anlayışına dayanan köklü bir kararın varlığıdır. Bunu herkesin görmesi gerekmektedir.


Bölgeye komutanların gelişi, Milli Güvenlik Kurulu'nun karar alması, Sinirlioğlu'nun Irak'a ve Güney Kürdistan'a gelmesi bu amaçladır. "Biz ezme hareketinde kararlıyız. Sizin de bize dahil olmanız lazım; dahil olmazsanız, siz de zarar görürsünüz" mealinde şeyler söyleyecektir. Daha değişik biçimde işbirliği teklif edecektir, deniliyor. Kısaca sömürgeciliğin bu konudaki bakış açısı ve konsepti bizim açımızdan netleşmiş bulunuyor. 
Belli ki AKP şiddeti yaygınlaştırarak Medya Savunma Alanlarına ve Güney Kürdistan içlerine kadar yaymak istiyor. Saldırı yapabilirler. Ama sonuç alamayacakları kesindir. Bu konuda daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Biz kendimize güveniyor ve şiddet içerikli her türlü saldırının sonuçsuz kalacağını söylüyoruz. Buna inanmayan varsa İran'ın Kandil'e saldırısına bakabilirler.

Federe Kürt Hükümeti'nin tutumu nasıl gelişebilir?

Sömergeciliğin yeni konseptinin artık bütün Kürt siyasetçileri tarafından ve özellikle Güney Kürdistan liderlikleri tarafından okunduğunu düşünüyorum. Bu açıdan kimsenin ciddi hatalara gireceğini düşünmüyorum. Fakat herkesin dikkatli olması gereken bir dönemde bulunuyoruz. Biz, Kürt sorununu diyalog ve barışçıl yöntemlerle çözmek istiyoruz; savaşla, şiddetle değil. Ama şöyle bir gerçek var: Savaşı biz değil, sömürgecilik bize dayatıyor.

Sömürgeciliğin tüm Kürdistan halkını hedefleyen bir konsepti vardır. Buna karşı bizim dayanışma içinde olmamız, Kürt halkının çıkarlarını her parçada savunmamız, mevzilerini korumamız ama sömürgecilik karşısında taviz vermememiz, boyun eğmememiz çok önemlidir. Ben bu temelde bütün Kürt siyasetçilerini bir kez daha Türk devletinin öncülüğünde gelişen bu sömürgeci saldırıya karşı ortak tavır almaya, birlikte davranmaya ve dayanışmaya çağırıyorum. 
Elbette ki, Federe Kürdistan Bölge Hükümeti'nin komşu devletlerle çeşitli düzeylerde ilişkileri olabilir. Burada önemli olan sömürgeciliğin oyunlarına dikkat etmek ve gereken ulusal tavrı alabilmektir. Bu husus önemlidir.

Ben şuna inanıyorum: Eğer biz ulusal birlikçi tutumu ve ulusal çıkarları esas alan politikada ısrarlı ve kararlı bir duruşu sergilersek hiç kimsenin gücü bize yetmeyecektir. Biz başarılı olmanın koşullarına sahibiz. Özellikle bu konuda ben Kürt siyasetinin sorumlu yaklaşacağına inanıyorum.
Biz Kürt halkının haklarının tanınması temelinde de barışçıl çözümlere açığız. Bu konuda Önderliğimiz Başbakan'a çağrı yaptı. "Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözme teminatı versin, önümü açsın, bir hafta içinde sorunu çözeriz" dedi ama Başbakan buna cevap vermedi, savaş kararını açıkladı. İşin gerçeği budur, herkesin bunu görmesi gerekiyor.

Biz Kürt halkının ulusal değerlerini ve mevzilerini savunmada, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'ni başarıya taşırmada tarihin bu önemli döneminde üzerimize ne düşüyorsa onu yapmaya kararlıyız.

İran ile ateşkes

PJAK tarafından bir ateşkes ilan edildi. Bu ateşkes öncesinde yaşanan süreç nasıl değerlendirmeli? Siz ateşkesi nasıl yorumluyorsunuz?
Daha önceden planlanan bir konsept temelinde İran devletinin 16 Temmuz'da Kandil'e dönük başlayan harekatını 12-13 gün süren bir çatışma yaşandı. Daha sonra bazı dostlar araya girdi, bir takım görüşmeler yapıldı. O görüşmeler belli bir sonuca ulaşmadı. Bu sefer daha farklı kesimler aracı olmak üzere araya girdiler. Onların da sürdürdüğü görüşmeler nihayetinde belli bazı yerlerde tıkandı.

Esasen sorun, İran-Irak sınırı arasında tartışmalı olan bazı stratejik tepelerdir. Orada da tekrar tıkanma olunca İran devleti yeniden 2 Eylül'de Kotaman ve Casusan alanlarına dönük yüksek tekniğe dayalı silahlarla saldırılar başlattı. Bir kez daha üç gün boyunca çok yoğun bir çatışma yaşandı. Bütün bu çatışmalar boyunca PJAK'ın HRK gerillaları komutan Şehit Simko şahsında gerçekten çok kahramanca direndiler, büyük bir direniş sergilediler. Yine son üç günkü çatışmaya HPG'nin de bir kısım güçleri katıldı. Kürdistan özgürlük gerillasının burada göstermiş olduğu performans çok yüksek bir performanstır. Bir kez daha görüldü ki hiçbir güç ve hiçbir ordu zorla Kürdistan özgürlük gerillasına bir şey dayatamaz. 30 yıllık tecrübe ve çok sağlam askeri tarzı söz konusu.
Böyle önemli tarihsel bir direnişin ardından PJAK'ın, dostların ve aracıların araya girmesiyle ateşkes ilan etmesi çok önemlidir. KCK olarak bu ateşkesi hem destekliyoruz hem de bizzat geliştirilmesinde rol almış bulunuyoruz. İran ile çatışma değil, sorunların diyalogla çözülmesi politikasını doğru buluyoruz.

PJAK'ın bu anlamdaki attığı adımı da çok yerinde görüyoruz. Çünkü PJAK direnişiyle kendisini kanıtladı. Bütün dünya alem gördü, Kürdistan halkı gördü. Büyük bir devlete karşı net bir tutum ortaya koydu.

Eğer İran'ın tutumu şiddet eksenli olmazsa biz PJAK'ın şiddet kullanmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Kandil'e dönük saldırının üçüncü kez başlaması artık çatışmanın çok kapsamlılaşmasını beraberinde getirecektir.

Bu ateşkese karşılık İran'ın yanıtı nasıl oldu? Bundan sonra neler yaşanabilir?
Bize göre İran İslam Cumhuriyeti bu soruna stratejik değil, taktik bile diyemeyeceğimiz çok dar bir yaklaşıma sahiptir. Sorunu tepelere kilitlemiştir; "Şu tepeyi bırakırsan saldırmam, şunu bırakmazsan, saldırırım" noktasına getirmiştir. Bu da bazı karşılıklı tepkileri ortaya çıkarmaktadır.

Sorun, birkaç tepenin sorunundan çok daha önemli ve çok daha büyüktür. Böyle yaklaşmak gerekiyor. Biz sorunun köklü çözümü için siyasi bir yaklaşımın gerekli olduğuna inanmaktayız. Eğer İran devleti de bu çerçevede yaklaşır, bu sınır üzerindeki sorunu bir biçimde çözme temelinde; idamları yapmazsa, PJAK güçlerine ve Kürt halkına karşı askeri operasyonlar yapmazsa, PJAK güçleri de ateşkesi uzun süreli kılmalı, hatta süresiz kılmalıdır diye düşünüyoruz.
Kürt halkı bölgenin en eski halkıdır. Bu halka düşmanlık değil, dostluk yapmada faydaları olacaktır.

İsrail ve PKK


İsrail'le Türkiye arasında bir kriz yaşanıyor. Türk Hükümeti ne yapmak istiyor?
Bir kere füze kalkanının Türkiye'ye konulmasıyla İsrail'in stratejik düzeyde savunulmasını üstlenen bir ülkedir Türkiye. Bölgede İsrail'i savunmada stratejik bir rol sahibi olan bir ülkedir. Ama öte yandan sanki İsrail ile adeta savaş eşiğine gelecekmiş gibi bir hava yarattılar. Bu sansasyonel bir şeydir. İçi boş bir söylemdir. Bu daha çok kamuoyunu yanıltmak, özellikle Arap alemine mesaj vermek için yaratılan bir gerginliktir. Öte yandan İran ile bölge üzerinde yarışmaktadır. Fas, Mısır ve Libya'yı dolaşması da aynı amaca hizmet eden bir gezi planıdır.

Bu çerçevede yürütülen tartışmalarda İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman'ın örgütünüzle çeşitli temaslarda bulunacağı iddia ediliyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Öncelikle şunu belirteyim: PKK hareketi büyük ve her şeyden önce ilkelere dayanan bir harekettir. Bölgede üçüncü bir çizgi olarak; halkların demokrasisinden yana bir güç olma iddiasıyla 40 yıla yakın bir zamandır mücadele yürüten bir örgüttür. PKK'nin askeri eğitim ve benzeri şeylere ihtiyacı yoktur. Kendisinin derin askeri tecrübesi, bilgisi ve eğitim yeteneği vardır.
Kürt sorunu bölgede ciddi bir sorundur. Öyle taktik bazı manevralar için kullanılacak bir sorun değildir. Herkesin bu soruna daha ciddi yaklaşması gerekiyor.
PKK bugüne kadar Ortadoğu bölgesinde dış ilişkiler anlamında temiz kalmış, kendi öz gücüne dayanan tek harekettir. Hiç kimse bu konuda aksi bir şeyi ileri süremez.

Türk devletinin zihniyetine gelince; Türk devleti zaten öteden beri iç dinamiğe dayanan ve toplumsal bir hareket olan Kürt hareketlerini hep dış mihraklarla izah etmiştir. Şeyh Sait ayaklanması zamanından bu yana gelişen Kürdistan hareketlerine hep bir dış mihrak yakıştırmasını yapmışlardır. Bir iç sorun olduğunu inkar etmenin en kolay yolu dış mihrak olduğunu söylemektir. Daha önceki ulusalcı-devletçi bakış açısına sahip olan bu dış mihrakları kullanma eğiliminden -beyaz Türkler de bunu çok kullanıyorlardı- belli ki AKP de, yeşil Türkler de bayağı hoşnutlar.  Daha düne kadar Suriye ve İran aksı diyorlardı. Şimdi hiç utanmadan srail demeye başladılar.

AKP hükümeti, bu tür psikolojik savaş yöntemlerine kendisini tümüyle kaptırmıştır.

GÜLİSTAN TARA/DENİZ KENDAL - ANF/BEHDİNAN

Hiç yorum yok: