21 Eylül 2011 Çarşamba

Halklara Yalan Söylemenin Bedeli ve Hülya Avşar

Hatırlarsanız hükümetin açılım histerisinin açılıp saçılmaya başladığı günlerde, Hülya Avşar’la konuya ilişkin bir röportaj yapılmıştı. Ancak; Kürt-Türk bir aileden gelmesi ve popüler olmasından dolayı ne düşündüğü önemsenip gündeme taşınan Hülya Avşar’ın, açılıma denk düşmesi beklenen açık fikirleri, Devlet-lü’müzün pek hoşuna gitmemişti.

Hülya Avşar’ın sanatçı kişiliği bir yana, sinema oyuncusu olarak yeteneğine bir diyeceğimiz yok. Siyasi bir şahsiyet olmadığından ötürü, o güne kadar politik görüşlerine dair, genel yaşam tarzından yapabildiğimiz çıkarsamalardan öte bir bilgi de edinememiştik.

Bilirsiniz, toplumda ün yapmış bireylerin isabetli siyasi değerlendirmeleri, sol-sosyalist basını takip etmeyen kesimlere de ulaşabilmek açısından önemlidir.

Onun, röportaj sırasında Kürt açılımıyla ilgili sarf ettiği sözler, hakkında dava açılmasına neden olmuştu. Hatta röportajı yapan Devrim Sevimay’a da bir soruşturma açılmıştı. Oysa; sağlıklı bir muhakeme yapabilen her insanın, rahatlıkla görebileceği bir tehlikeye işaret etmişti Hülya Avşar.
"Bu işe başladıysanız bitirmek zorundasınız. En azından başarmaya doğru gidildiğini 
hissettireceksiniz. Aksi halde bu yeni doğmuş bebeğin ağzına memeyi verip en güzel anında çekmeye benzer ki bu çok tehlikeli. Çünkü o zaman bebek, kıyameti koparır, olay çıkarır." şeklinde, barıştan yana söylenen bu sözlerin "halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik ettiği" iddiasıyla soruşturmaya temel oluşturabilmesi, açılım samimiyetsizliğinin açık bir göstergesiydi. 

Aslında tek başına bu dava, açılımların muhtevasıyla ilgili bir ipucu şeklinde okunduğunda, takip edecek sürecin saldırılar üzerine kurulu olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

Daha açılımlar silsilesinin en yoğun tartışıldığı günlerde bile bir insanın fikirlerine tahammül gösterilemeyişi, açılımların içi boş vaatlere dayandırıldığını, açıkça belli ediyordu.

Demokratik açılım dedikçe; muhalif kesimlere saldırıldı, sesini yükselten herkes hapishanelere tıkıldı. Şu an sırf yaşadıkları ortamın doğal dengesini bozan barajları protesto ettiklerinden, yüzlerce insan hala gözaltında. Diğer taraftan; devrimci-demokrat tutsaklara uygulanan ağır tecrit, halkın gündeminden uzak tutularak, unutturulmak isteniyor. Yandaş ve Candaş medyalar da, özgürlük tutsaklarının çığlını duymaktan, özellikle imtina ediyorlar.

İktidar, demokratikleşmeden söz ettikçe anti demokratik uygulamalar artıyor. Vaktiyle hükümetin iyi niyetine inananlar bile, açılım muhabbetinin safi bir oyalamadan ibaret olduğunu idrak etmiş durumda artık.

Şu an içerisinde bulunduğumuz durumla, tam da Hülya Avşar’ın açılım sahiplerini, tehlikelerine karşı uyardığı süreci yaşıyoruz.

Atılan nutukların, tutulmayan vaatlerin hesabının sorulmayacağını düşünmek, bununla yetinmeyip bir de halklara cepheden topla, tankla saldırıp katletmenin bir karşılığı olacaktı elbette.

Bugün; ulus olarak varlığını tehdit eden saldırılara karşı, meşru savunmasını ortaya koyan Kürt Halkı’nı teröristlikle suçlayan iktidarın, halklar üzerinde estirdiği gerçek terörü, açılımların bir parçası olarak mı görmek gerektiği sorulmaz mı?

Halklara yalan söylemenin bedelinin ağır olacağı, tarihle doğruluğu sabitlenmiş, bilinen bir gerçekliktir. Arap ülkelerini ziyareti sırasında Suriye’yi kastederek, "halkını katleden, meşruiyetini kaybeder” diyen başbakanın, kendi meşruiyetini hiç sorgulamıyor olması, klinik vakalar kapsamındadır.

Daha yıllar önce, iktidara geldiği ilk günden itibaren, halka karşı sıkılan kurşunlara ortak olan bir hükümete, kendi meşruiyetinin de çoktan ortadan kalktığı hatırlatılmaz mı?

Ayrıca; o röportajın sonunda "yıllardan beri Anayasa’yı değiştiriyorlar, bir kez de barış için değiştirsinler” diyen Hülya Avşar, sizce de halkların çok haklı bir beklentisini ifade etmiyor muydu?
 
BİLGİN ESKİ
bilgineski@hotmail.com

Hiç yorum yok: