18 Eylül 2011 Pazar

“Dost-Düşman” Diyalektiği

Ulusal örgütlenmelere mücadele ve egemenlik anlayışı noktasında ileri düzeyde katkı sunan “dost-düşman” kavramlarıdır. “Siyasi”, politik, ekonomik ve egemenliğe dayalı tüm yapısallar bu eksende şekillenerek, sömürgeci egemen otoritenin meşruluğunu reddeden karşı bir duruşu simgeler. Toprağa ve bu bağlamda egemen siyasal özne olma konusunda baskın, etkin bir iradeye ayarlı ulusal örgütlenmelerin; egemen siyasal sömürge düzenini, “iyi” ve tarafsızlık ilkesiyle tanımlama istemi,  sömürge kimliğin etnik egemen varlığını meşrulaştırma amacına yönelik olur. İster kamusal ister siyasal ve ister sivil alanda olsun egemen siyasal gücün tüm yönleriyle kendini var kıldığı, tüm araç ve gereçlerin de “dost-düşman” diyalektiğinde tasavvur edilmesi zorunludur. Aksi takdirde meşruiyeti kısmen de olsa onanmış en küçük bir kabul ciddi sorunlar yaratır.
 
Ezilen, yurtlarından çıkarılan, siyasal, politik ve toplumsal egemenliğine son verilmiş Kürtlerin, bu perspektifte varlık göstermeleri ve bu kavramlar çerçevesinde, ulusal epistemolojik norm ve dinamiklerini belirlemeleri ve bu noktada bir savunma, yeniden varlık bulma algısı içinde hareket etmeleri önemli bir başlangıç olacaktır. Kuşkusuz “dost-düşman”  diyalektiği kavramsal ve içerik olarak ne yalnızca savaş halini yansıtır ne etnik bir çatışmanın kaçınılmazlığını ileri sürer ne de kendi dışında bir öteki yaratmaya çalışır. Kısacası öc alma duygusuna tandanslı herhangi bir amacı taşımamaktadır.

Kendi siyasal, egemenlik varlığını inşa etmek her milletin-ulusun hakkı olduğu gibi Kürtlerin de hakkıdır. Bu haklılık aynı siyasal sistem içinde demokratik eşitlik temelinde varlık bulabilir mi? Ya da etnik karşıtlıkların eşitlik, adalet, ortak bilinç, ortak karar, ortak irade şeklindeki yansıması formunda, siyasal karşıtlık karşısında nasıl bir tutum takınacağı gibi sorular sormamızı zorunlu kılar. Ulus-devletlerde -özellikle Kürdistan’ı parçalayan- demokratik anlayış, birlikte yaşam, eşitlik ve adalet gibi kavramların “dost-düşman” ekseninde tasavvur edilmeyeceğine inanmak Kürtler açısından safdilliktir. Egemen siyasal anlayış üst-yapı ve alt-yapı çerçevesinde konumlandırdığı hukuki anlayışını “koruma” adı altında muhafaza eder. Dolayısıyla Kürtlerin egemen-sömürgeci siyasal düşünce ile ilişkileri ast-üst kavramsalında yer edinmek zorunda kalır. Bu ilişki, sömürgeci zihniyetin Kürdistan’da gelişimini sağlayarak sivil, askeri ve devletsel bir hegemonyanın varlığını devam niteliği taşıma görevini üstlenir. Öyleyse Kürdistan’a yönelik her egemen bakış, “dost-düşman” diyalektiğinde kavramsallaştırma olarak çıkar karşımıza.

Kuşkusuz Kürtlerin bu kavramları kendi ulusal mücadeleleri kapsamında geliştirmeleri, egemen siyasal iktidarın reddi ile mümkündür. Red, inkâr ve demokratik egemen söylem üzerine kurulu ulus-devletlere karşı, “dost-düşman” diyalektiğinin felsefi ve teorik alt-yapısının temellendirilmesi, şüphesiz Kürt aydın ve entelektüellerin görevidir. Toplumsal dinamiklerin, siyasal, politik ve ulusal konjonktörün bu noktada önemli olacağı yönünde akademik ve güncel çalışmaların yapılması zaruridir. Zira felsefi, teorik alt-yapıdan yoksun düşüncelerin alanı sınırlı, bir o kadarda polemik ve paradokslarla iç içedir.

Ulusal örgütlenmelerde tarafsızlık ilkesi ve egemen siyasal sistemin demokratikleşmesi üzerinden sürdürülen politik, siyasal mücadele, “dost-düşman” diyalektiğine yönelik savunma gücünü boşa çıkarır ve Kürtlerin self-determinasyon istemini uluslararası zeminde etkisiz kılar. Nitekim Kürtlerin bugün sistem içi çözüm arayışları ve self-determinasyon momentinin siyasal, ulusal ve milli bir hak olarak gündeme taşınmaması konusundaki ölçüsüzlükleri, önemli bir eksikliğin varlığını gösterir. “İktidarın kaynağı” olarak belirtilen egemenlik ilkesinin Kürt siyaseti tarafından ıskalanması ve yerine egemenin iradesini benimseyen  çözüm üzerinde yoğunlaşması, söz konusu ölçüsüzlüklerin sadece bir yönüdür. Bu da günümüzde rasyonel siyasetin  “siyasal alan”a ilişkin olanaklarının kullanılmaması anlamına gelir. Halbuki bu alana özgül bir yaklaşımda bulunmuş olmanın daha evrensel ve kitlesel devinimlere yol açacağı apaçıktır.

Egemen sömürgeci ulus-devletlerin mutlak hakimiyet otoritesini parçalayan ve onları yeniden dizayn etmeye zorlayan “dost-düşman” diyalektiğidir. Doğası gereği bu kavramlar başta Kürtler olmak üzere tüm sömürge toplumlar için köklü dönüşümü sağlayan üst noktasal bir düşünce akımı yaratır. Bu diyalektik; egemen ulus-devletlerin, Kürtlerin geleceğine ilişkin kararlar almasını ve egemen etnik kimliğe dayalı siyasal bir üst-yapı içerisinde alt-kimlik formelliğinde/ biçimselliğinde konumlandırılmalarının yeni bir sömürge ve hegemonya olduğu bilgisini yansıtır.

Kürtlerin siyasal ve sosyal birlik paradigmasını bölen, parçalayan egemen ulus-devletler,  siyasal ve etnik egemen kimliklerinden kaynaklı egemen merkezi anlayış çerçevesinde, Kürtlere karşı devlet olarak istedikleri her türlü müdahale hakkına sahip oldukları düşüncesini ileri sürerler. Bunun en açık örneği “tek devlet, tek dil, tek bayrak ve tek vatan” gibi kavramlara yönelik her türlü reddediştir. Kürtlerin siyasal, ulusal taleplerini bastırmaya, egemen ulus-devletin yetkin olduğunu nihayetinde ise egemenin her halükarda nihai karar verici olduğu mantığı yolunda bir anlayış benimsenir. Kuşkusuz bu noktada Kürtlerin kendi egemenlik paradigmalarını “dost-düşman” diyalektiğinde yeniden inşa etme zorunluluğu kaçınılmaz olur. 

Dost-düşman” kavramsalında temellendirmeye çalıştığımız bu çalışma, Kürtlerin kendi sorunlarına karşı ne yapmaları, nasıl hareket etmeleri, siyasal epistemolojilerini hangi kavramsal çerçevede temellendirmeleri ve bu temellendirmenin hangi perspektifte olması gerektiği noktasının ne olduğu konusunda yeterli düzeyde bilgilendirilmeye ihtiyaç duymaktadır.

Elbette “dost-düşman” diyalektiği ekseninde formüle etmeye çalıştığımız yöntem, bilimsel bir gerçeklik taşımakla birlikte, Kürtleri siyasal, politik, ekonomik ve kültürel egemenliğe yönlendirici önemli normlar içermektedir. Bunların en başında sömürgeci siyasal paradigmanın karşısında olma ve self-determinasyon gerçekliğiyle kendine özgü bakışı yansıtan siyasal bir duruşun belirginleşmesidir. Bu vesileyle Kürtler, egemen sömürge ulus-devlete ilişkin alanın dışında, kendi siyasal, sosyal, politik ve ekonomik egemenliğine bir adım daha yaklaşmış ve uzun soluklu da olsa amaçlarına ulaşmış olacaklardır.

Kürtlerin “dost-düşman” diyalektiğinde siyasal ve toplumsal bir algı çerçevesinde örgütlenmeleri ve kendilerini egemenlik düzeyinde yönetmek istemleri, çoğulcu demokrasilerde bir haktır. Ve Kürtlerin bu haklarını kullanmaları kendi rızalarına dayandıkça; egemen otoritenin karşı çıkışları, baskıları, terör gibi nitelemelerinin uluslararası hukuka aykırı olduğu gerçeği anlaşılacaktır.

Tüm bunlar, öncelikle Kürtlerin taraf olarak öteki sömürgeci zihniyeti “dost-düşman” diyalektiğiyle tanımlamasıyla gerçekleşebilir. Çünkü muhatabınızı dost olarak kabul etmeniz durumunda onunla aranızda her türlü ilişkinin-sömürge olarak yaşamayı, sizi yönetmesini ve nihai egemenliğin ona aidiyetini vb.- meşruiyetini kabul etmiş sayılırsınız. 

İrfan BURULDAY

kurdistan-aktuel.org

Hiç yorum yok: