15 Eylül 2011 Perşembe

Dolandırıcıların Son Baharı!..

AKP rejiminin, PKK ile yaptığı ikili görüşmelerin beşinci oturumuna ilişkin ses kaydı kim tarafından ifşaa edildi bilmiyorum, ama bir dolandırıcılık hamlesinin ifşaası konusunda, sonsuz değerde bir belgedir. Dünyanın gözüne sokma bakımından paha biçilmez değerde.
Lafı döndürüp, dolaştırmanın bir anlamı yok. PKK, Kürdistan hareketidir. Gerilla ülkesine adanmış fedai…
Anlamamakta direnen, kafası almayanlar için vurgulayarak söyleyelim: TC için, „terörist“ olan gerilla gücü ve liderleri Kürdün, Kürdistan’ın ulusal kurtuluş savaşçılardır. O nedenle, her biri korunması gereken birer değerdir, Kürtler için. Kürt, gerektiğinde yemiyor, içmiyor, giymiyor, onlara yediriyor, içiriyor, giydiriyor, herhangi bir köyde dinlenirken, köylüler nöbete duruyor. Kürdistan’ın seçilmişleri de, ulusal kurtuluşa adanmışlıkta öne çıkanlardır.
Ama Türk tarafı, bu gerçeği bir türlü anlamıyor, anlasa bile kafası kavramıyor. Kavramadığı için de seçilmişlere dönüp, „teöristle arana mesefa koy“ diyor. „Koy ki, elini sıkarak seni ödüllendireyim, başdan börekten pay verip, Mehmet Metiner, Galip Ensarioğlu yapayım…“
Kürt seçilmişler, halkına ihanetin dar kapısında çocuklarına „terörist“ demediği için AKP rejimi tarafından dışlanıyor, kabul görmüyor, elleri sıkılmıyordu. Dahası, Avrupa ve Amerika’yı da söylemlerine destekçi yapıyorlardı.
Fakat, ikiyüzlülüğün ironik yanı, Kürt siyasetçilere „teröristlerle arana mesafe koy“ diyerek onları kendi halkının çıkarları ve değerlerine ihanete zorlayan AKP rejimi, perde gerisindeki dolandırma manevralarında, Kürt siyasetçilerin yapmadığını da yaparak yakın temasta saygıyla eğiliyor, müzakerelere oturuyorlardı. Abdullah Öcalan’a „sayın“ dedi diye Kürtleri cezaya boğanlar, şevhetle „sayın“ ve PKK’nin dil alışkanlığıyla „önderlik“ diyorlardı.
İnternete düşen ikili görüşme belgeleri, bu bakımdan iki yüzlülüklerine inen şamar, öte yandan dolandırıcının, Kürtler karşısında son baharıydı. Kürtler artık, kolay dolandırılmıyordu. Şeyh Said, İhsan Nuri Paşa, Seid Rıza deneyimlerinden sonra, kuzu postu altında, „teslim olup, silahları bırakın, haklarınızı verelim“ meleme numarası yapan kurda, „önce yap, göreyim, sonra taviz“ dediklerini gördük, belgelerde.
AKP rejimini, bir yazımda zekası kıt, kısa zamanda zengin olma hırsı boynu aşan Türkleri kandırarak geçinen, Haliç köprüsü ve Taksim’deki saat kulesini satarak, TC tarihinin geçmiş dolandırıcılar arasında en namdar şöhreti olan Sülün Osman’a benzetmiştim.
Evet, AKP rejimi bugün Kürtler karşısında dolandırıcılığının son baharını yaşıyor, fakat o kadar işte…

Yurttaşın hakkını yurttaşa, Sezar’ın hakkını da Sezar’a teslim etmek gerekiyorsa eğer, Sülün hiç bir zaman ve hiç bir dolandırma taklasında, Türk halkı nezdinde AKP rejimi kadar esah, hakiki görünemedi. Cami avlusunda sergilenen kurnazlık kurslarının en başarılısı olarak, o kadar hakiki göründü ki, içeride Kürtler hariç, yapmadığını yapmış, yapamayacağını yapacakmış sihirbazlığının „numarasına gelmeyen“ kalmadı. Teslim olmayanları tehdit ve şantajla emir kulu haline getirerek, demokrasinin uluslararası sularına açıldı.
Nasıl takdir etmezsiniz, emrindeki polis ve askerler Kürt köylerini topa tutup, cinayetler işlerken, gözüne diken gördüğü Kürtleri toplama kamplarına doldururken, yayımlanmamış kitap hakkında ölüm emri verilirken, 68 kişiyle dünyada en çok gazeteci yazar tutuklatan rejim, heykel yıktıran, Faşist İtalya diktatörü Mussolini’nin bilim akademisini kendisine bağlayan ruhunu yere indiren, Kürtlerin dil yasağını, kimlik hırsızlığını tahkim eden, sokağa çıkanın üstüne zehirli gazlar boca eden, cenazeye katılımları polis barikatıyla setleyen AKP rejiminin başı Recep Erdoğan Kuzey Afrika’nın rakipsiz kürsülerinde, insaniyet şarkıları söyleyen bülbüldü. Karşısına dizdiği Araplara „Adam olun, muhalefete zulmetmeyin“ diyordu.
Erdoğan, özenle düşünülüp, dikkatle yazılmış insaniyet nutkunu okurken, baktım, Arap liderler yüzlerinde gülümsemeyle bakıyorlar. O kadar yağa, yollara dökülen bala rağmen alkışlayanın sayısı üçü geçmedi. Onlar kaçın kurası ki, yutmadılar. 
Çünkü, hazretin ağzında, aynı pınardan geldiği Mısırlı Müslüman Kardeşleri iktidar yapmaya oynadığını, Libya’yı yakıp yıkmaya çıktığını, Suriye’nin içine elini daldırdığını unutarak, „ülkelerin içişlerine karışan fesatlara“ yumruk sallıyıp, „demokrasi“ diye haykırıyordu. Arap yutmuyor, ama Ahmet Altan heyecanına mağlup bir şekilde, makalesine „hayranlıkla selamlıyorum“ diye başlıyordu.
Ankara’daki Bakanları, onun „fatih olma“ hevesini, pikniğe davetiye davulu niyetine ölüm tamtamları çalarak açıklıyor, kan görmek isteyen yandaş kalabalıkları sevindirmeye çalışıyorlardı.
Oysa savaş, kurgulanmış film, Qendil’de, zaptı kolay kale değildi. Kolay olsaydı Saddam ve Mollalar rejimi fatih olurdu. Kaldı ki, onların orduları daha az vahşi değildi.
Savaşın öbür korkunç boyutunu, MİT müsteşar yardımcısı, PKK temsilcisine suçlama niyetine, şehirlerin militanlar ve bombalarla doldurduğunu demekle gözler önüne seriyordu. MİT, bu bilgilere sahip olduğuna göre, sonuç hesaplanmalı, birileri bunlara savaşın oyun, hele hele sinema filmi olmadığını anlatmalı.
Unutmamak gerekiyor ki, „imamın ordusu“ düzülmesine rağmen, hala düşmanları da var. Arjantinli Videla da, daha yakın tarihte Falkland fatihi olmaya kalkışmış, kendisi altında kalmıştı. Amerika’nın beş yüz bin kişilik ordu ve son sistem teknoloji silahla destek verdiği Vietnamlı Diem’in akibeti orada duruyor, Kuveyt’i fethe çıkan Saddam kuyudan çıkarılıp asılmıştı…


AHMET KAHRAMAN

Hiç yorum yok: