27 Eylül 2011 Salı

BM’de Savaş Naraları

Bir kısım Avrupa medyasının „şovmen“ (güldüren ve eğlendiren adam) diye sıfatladığı TC Başbakanı Recep Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler (BM) kürsüsündeki „şov“nu, herkes gibi televizyonda seyrettim. Hazret, cehalet ve ruh hali hafifliğinin cesareti ve şimdilik sırtını dayadığı Amerika’dan aldığı güçle, bir kibir yumağı olarak, boş koltuklara babalanıyordu. Filistinliler bile ciddiye alıp, dinlemeye oturmamışlardı.

Ama Recep bey, kameranın nereye ayarlı, görüntüsünün kime gideceğinin bilincindeydi. BM’yi, partisinin Manisa ya da Kayseri mitinginin platformuna çevirmişti. Vicdanı cömert, zeka düzeyi yüksek, feraseti arşu alaya yükselen Türk halkına, mugalatadan ibaret bir nutuk ziyafeti daha çekip, gönül bahçelerini fethe çıkıyor, düşmanlarını tehdit edererek, kan görmek isteyen sevenlerinin duygu tepelerinde tepiniyordu.

Usta bir mugalatacı olarak, Filistin’in kurtarıcısı rolünde insanlığın evrensel vicdanına seslenirken, dünya barışı derken rolünü o kadar inandırıcı, o kadar hakiki oynuyordu ki, eminim Ahmet Altan, bin kere secdeye gelip, „işte aradığım dünya lideri“ diye bağırmıştır.

Nitekim, Kürdistan’ın tazelenen askeri taarruzlar kuşatmasında ağladığını, Kürt köylerinin bombalandığını (Şemdinli’de dört ölü) bebeklerin gaz bombalarıyla katledilğini, zindanların Kürtlere dar geldiğini, yalnız son on günde beşyüze yakın Kürde kelepçe takıldığını bilmesem sergilediği insaniyeti ben bile alkışlardım.

 O kadar inandıcıydı ki, Hitler’in ruhu dirilse, yanında sıfır derekesinde kalıyordu.
Hitler düşmanlarını tehdit ederken yumruklarını sıkıyor, havayı yumruklarken ağzı köpükler saçıyordu. O ise sükunet içinde, sadece havayı şamarlayıp, yelpazeliyordu.

Hitler de, canlar alıp, kan nehirleri akıtma hazırlıklarını tamamlayana kadar, „komşularla sıfır problem“ demiş, hatta Rusya, Fransa, Britanya, Çekoslovakya ile birer „saldırmazlık anlaşması“ bile imzalamıştı.
 
TC’nin „nur topu gibi barış adamı“ Recep Erdoğan ise Amerika ve Avrupa menfaatlerinin ileri hücum kolu olma görevini üstlenip, güçlerini arkasına alana kadar, içeride „Kürt açılımı“ ikinci kıvırtmayla da „komşularla sıfır problem“ demiş, bu tertiple Yunanistanla kucaklaşmış, Kıbrıslıları öpmüş, Ermenistan ile dostluk anlaşması yapmış, Suriye ile ortak bakanlar kurulu derekesinde bir olmuş, Libya’dan madalya almış, İran’la ortaklaşa Kürdistan seferi programlamıştı.

Sonrası mı? TC tarihinde bile, benzeri olmayan bir sedakatle Amerikan menfaatlerinin ileri akıncı kolu olma görevini üstlenince, Hitler gibi hafıza kaybına uğradı. Ne Kürtlere verdiği söz kaldı, ne komşularla „sıfır problem“ anlaşması kaldı…

Amerikan desteği yedeğinde ya, BM kürüsünden, kendinden geçmiş, ne dediğini bilmeyen haşhaşi (afyonkeş) gibi Amerika’ya bile kafa tutuyor, egemenlik alanı Birleşmiş Milletlere sile çakıyor, belasını ararcasına İsrail’i, Ermenistan, Yunanistan, Kıbrıs’ı tehdit eden savaş naraları atıyordu.
Hitler de, miting kürsülerinde böyleydi. O da ırkçı gaddarlığını, insaniyetin renkli kağıtlarına sarıp, sunuyor kendi medyasının övgü sarmalında yere, göğe sığdırılmıyordu.

Hitler’in öz gücüne güvenmesi ayrı mesele de, Pakistan’lı Eyüp Han Amerika’ya güvenip Hindistan’a saldırmış, Arjantinli Videla Fakland adaları fatihi olmaya heveslenmiş, Saddam Hüseyin de Kuveyt’i işgale çıkmıştı.

Sonrası mı? Sonrası „kılavuzu kargan olan“ın akıbeti ve herkes aradığı belayı sonunda buluyordu. Çünkü yer yüzüne, rakipsiz ve yenilgisiz horoz gelmemişti, henüz…

Herkes aradığı belayı bulur da, Recep Erdoğan’ın Filistin cephesindeki insaniyet havariliği rolünde, insan evladını kör, sağır, en aşağılayıcısı aptal yerine koyup, Kürdistan’da çevirdiği kırım ve kan sesini saklıyor, „Filistin açık hava hapishanesi“ diyordu.

Ben, bu sözlerin sahibine sıfat biçmiyor, aklıma gelenleri de kıtm ediyor, söylemiyorum. Siz, Kürdistan’a bakarak içinizden geleni söyleyin.

TC’yi tarih sahnesine çıkaran dünya güçleri, 24 yıl sonra da İsrail’i inşa ettiler. İkisi de büyük çoğunluğuyla, başka topraklardan gelen göçmendi.

Ama İsrail, kimsenin aidiyetini, dilini, varlığını, halkının statüsünü inkar ve yasak, ülkesini de ilhak etmedi. Filistinliler aidiyetlerini yaşıyorlar.

TC’yi kuranların verdiği Kürdistan statüsü yok. Dilleri yasak. Dilini konuşanlar, mahkeme kararıyla mahkum ediliyor.  Çocukları, zorla „Türküm“ diye bağırtılıyorlar. Kürtler, izin dahilinde Türkistan’a girebiliyorlar.

Kürdistan misket bombaları, bebekleri katliam altında. Recep Erdoğan, Kürdistan’ın tepesinde pum kuşu gibi, „tek“ diye hıçkırıp, „tek millet (ırk), tek dil, tek bayrak, tek vatan“ diye gidiyor. Sonra dönüp, „Filistin açık hava hapishanesi“ naraları atıyor.

Arsızlık, hayasızlığın sıfat tanımı ne, bilemiyorum…

Hiç yorum yok: