28 Eylül 2011 Çarşamba

Blok Vekilleri Meclise Nasıl Dönmeli?


Blok vekillerinin meclise dönüp dönmeyeceği tartışılıyor. Bu tartışmalarda, BDP’lilerin de yüzünü çizdirmeyecek bir dönüş için, hükümetin de adım atması gerektiğinden söz ediliyor. Buna bağlı olarak da örneğin Erdoğan’ın “Biz terörle mücadele ederiz, siyasi irade ile de müzakere ederiz Siyasete gelenle konuşuruz ama gelmeyenle konuşmayız” şeklindeki sözleri, Hükümetin bir adımı olarak yorumlanıyor ve BDP’ye “bakın işte Hükümet “PKK’ile aranıza mesafe koymadan görüşmeyiz”den, bu koşulu kaldırarak sizlerin siyasi olarak muhatap alınacağınız noktasına gelmiş” diye yorumlanıyor ve “haydi ne duruyorsunuz, dönün” sonucu çıkarılıyor.

Meclis’e dönüşü desteklemeyenler de buna karşılık “ya dönerler ya da…” şeklindeki tehditler ve burun sürtmeye yönelik diğer beyanları öne çıkararak dönmenin doğru olmayacağını söylüyorlar.
Bizce sorunu bu biçimde tartışmak daha baştan yanlıştır ve Blok vekilleri ve BDP sorunun bu yanlış biçimde tartışılmasına bizzat kendisi yol açmıştır. 

Şimdi bunun neden ve nasıl bir yanlış olduğunu ve bu temel yanlışa nasıl son verilebileceğini ele alalım.

Savaşın birinci kuralı, düşmanın istediği şartlarda savaşı kabul etmemektir[1].

Siz tavrınızı karşı tarafın tavrına bağlı olarak tanımladığınız anda, mücadelenin koşullarını belirleme hakkını bizzat kendi ellerinizle karşı tarafa vermiş olursunuz.

Blok vekilleri, Meclis’e girişlerini hükümetten istedikleri bir koşula bağlayarak (Hatip Dicle ve diğer tutuklu vekillerin salıverilmesi ve mazbatalarının verilmesi) savaşın koşullarını belirleme imkanını bizzat kendi elleriyle altın bir tepsi içinde hükümete sundular. Elbet hükümet de bunu gayet iyi değerlendirdi ve topu yargıya attı. Ondan sonra da dönüşün yolunu kapamak ve eğer dönülürse de bunun karşı tarafın itibarını iki paralık ederek olmasını sağlamak için kendi açısından haklı olarak elinden geleni yaptı ve yapıyor. Hükümet’e neden böyle yapıyorsun demek kadar saçma bir şey olmaz. Hem savaşacaksınız hem de savaştığınız rakibinizden sizin zayıf yerlerinize vurmamasını; hatalarınızdan yararlanmamasını isteyeceksiniz. Politik mücadele, sportif, kuralları olan bir bir yarışma gibi algılamak belki çocuklarda hoş görülebilir.

Ne var ki, Blok vekilleri ve Kürt Özgürlük Hareketi hala bu temel yanlışı görüp tavrını değiştirmiş değil. Hala eğer Meclise dönerlerse, dönüşlerinin koşulların değişmesine bağlı olduğu türünden bir gerekçenin ardına sığınıp bunu öyle gerekçelendirme peşinde koşuyorlar.

Elbette bir şeyi yapmak isterseniz, en uygunsuz söz ve davranışları bile yapmak istediğinize uygun yorumlayarak yapacağınızı gerekçelendirebilir ve yapabilirsiniz.

Ama kimse de aptal değildir ve bir süre sonra inandırıcılığınızı ve güvenilirliğinizi yitirirsiniz. Bu ise olabileceklerin en kötüsüdür.

O halde, bütün bu duruşu kökünden değiştirmek gerekmektedir.
Bir kere Meclis’e gitmeyerek gerek içerikçe, gerek biçimce daha baştan yanlış yapıldığı  kamuoyuna açıkça ifade edilmelidir. Dönüş başta yapılan bir yanlışın düzeltilmesi olarak ilan edilmelidir. Koşullar değişti de ondan dönüyoruz gibi bir gerekçeyle temellendirilmemelidir.

Halka açıkça bu söylenmelidir:

Biz bu Meclise’gitmeme kararımızı alır ve bunu gerekçelendirirken, baştan bir yanlış yaptık; mücadelenin koşullarını belirleme hakkını düşmana veya Hükümete bizzat kendi ellerimizle verdik. Şimdi bu hatamızdan dönüyoruz. Hükümetin şu veya bu tavır içinde olması bizim dönüşümüzün gerekçesi değildir. Aksine hükümet bizim bu hatamızı bize karşı bir silah olarak kullanmıştır, kullanmaktadır ve kullanacaktır. O kendi açısından elbette bunu yapacaktır. Bunu yaptığı için suçlanamaz. Bizler birbirine zıt amaçlar için mücadele eden güçleriz. Elbette bizi zayıflatmak için elinden geleni ardına koymayacak ve bizlerin hata ve zaaflarından yararlanacaktır. Şimdi bu hatamızdan dönüyoruz. Hükümet hiç bir taviz vermedi, koşullarda hiçbir değişme olmadı; hatta olumsuz gelişmeler oldu. Buna rağmen başlangıçtaki hatadan kurtulmak için Meclis’e gidiyoruz. Bu bizim için hiç de küçümsenmeyecek bir yenilgidir.

Ancak böyle gerekçelendirilmiş bir Meclis’e giriş, bir yenilgiyi bir zafere veya yeni zaferler için bir başlangıç noktasına çevirebilir.

Aksi takdirde “tıpış tıpış geldiniz”; “korktunuz da geldiniz” türünden dokundurmalardan ve her debelenmede daha da batmaktan başka sonuç vermeyecek gerekçelendirmelerden kurtulmak mümkün olamaz.

Hatasını saflarda moral bozukluğu yaratır diye veya başka bir gerekçeyle açıkça koymayan; Meclis’e gidişi bir takım koşul ve tavır değişiklikleriyle açıklayan veya bir zafer gibi göstermeye çalışan her davranış uzun vadede, yeni yenilgilerin tohumlarını içinde taşıyacak ve aslında kendisi en büyük yenilgi; yani bir hatayla bütünleşme olacaktır.
*
Bu özeleştiriye şu da eklenmelidir elbette: “Bu tavır belirlenirken, uzun uzadıya tartışılmamış; seçmenlere ve halka danışılmamıştır. Aceleyle ve adeta bir emri vaki gibi Meclis’e gitmeme tavrı geliştirilmiştir.

Elbette insanlar, hareketler ve partiler hatalar yapılabilir. Ama bunların asgariye indirilmesi için belli usullere uyulması hata payını azaltabilir.

Bundan sonra her yeni durumda daha serinkanlı karar almak; daha geniş ve derin tartışmak ve özellikle seçmenlere ve halka danışmak hem demokratik muhalefetin politik kültürünün bir ayrılmaz bileşeni olmalı hem de bir prosedüre bağlanmalıdır.

Blok vekilleri, özellikle Sabahat Tuncel örneğinde, ezilenlerin vekillerinin yerinin Meclis’ten önce, ezilenlerin sokaklardaki mücadelesinin içinde, önünde ve yanında bulunmak olduğunu gösteriyorlar. Türkiye’nin alıştığı politik kültürün tüm tabularını yıkıyorlar.

Şimdi böyle açık bir özeleştiri ile, ezilenlerin politikacılarının hatalarını açıkça koymaktan çekinmeyeceklerinin ve çekinmemeleri gerektiğinin bir örneğini de sunarak bir tabuyu daha yıkabilirler.

“Meclis’e gidiyoruz. Hükümet geri adım atmadı; şartlar değişmedi, aksine kötüleşti. Önce savaşın koşullarını kendimiz belirleyebilmek için, kendi hatamızı açıkça ortaya koyabilmek için Meclis’e gidiyoruz.

Orada kalıp kalmayacağımıza; orayı bir politik mücadele alanı olarak kullanıp kullanmayacağımıza Hükümet değil biz karar vereceğiz.

Gittikten sonra da ilk işimiz bunu seçmenlere ve halka sormak, bunun için bir tartışma açmak olacaktır.”

Söylenmesi gereken başka bir üslup veya sözcüklerle de olsa bu türden bir içerik olmalıdır.
Bunu söylememek, Meclis’e gitmek veya gitmemekten çok daha büyük bir yanlış olacaktır.

Demir Küçükaydın

 

[1] Elbette ezilenler daha baştan yenik ve altta oldukları için hiçbir zaman koşulları belirleme durumunda olmazlar. Ama onlar binbir savaş hilesi ve taktiğe baş vurarak, karşı tarafın koşullarını ona karşı bir silaha dönüştürmenin ve onları kendi silahıyla vurmanın yollarını aramak, bulmak ve bunu uygulamakla yükümlüdürler. Örneğin en sınırlı söz ve örgütlenme olanaklarını bile kullanarak örgütlenmek böyledir. Bunun için fikri ve örgütlenme özgürlüğünü bir hiçe çeviren yasaların kaldırılması beklenmez. Aksine en küçük olanak bile değerlendirilir. Bu başarılı olduğunda egemenler “yasallık bizi öldürüyor” diye feryat etmeye başlarlar. 

Yüzde on barajını aşmak için bağımsız vekiller bunun bir başka başarılı örneğidir. Burada seçime katılmak için, yüzde on barajının düşürülmesi aranmamış, bu silahı egemenlere karşı kullanmanın ve etkisiz kılmanın yolları aranmıştır.

Hiç yorum yok: