20 Eylül 2011 Salı

Bir Gazetecinin Gözüyle PKK ve Sıkıyönetim Mahkemeleri


TAYLAN ESMER - ANF



   
12 Eylül askeri darbesi sonrasında Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde görülen ve aralarında PKK öncü kadrolarından Hayri Durmuş, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Akif Yılmaz, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Ali Çiçek'in de aralarına olduğu PKK ana davasını 2 yıl boyunca takip eden 37 yıllık gazeteci-yazar Ekrem Sunar, tanık olduklarını kitaplaştırdı.

14 Temmuz ölüm orucunun ilan edildiği duruşmaya tanıklık eden Ekrem Sunar, o tarihte Sıkıyönetim tarafından gazetecilere uygulanan sansürü, PKK öncü kadrolarının mahkemedeki duruşlarını, itirafçıları, mahkeme heyetinin tutuklulara yaklaşımını ANF'ye anlattı. Sunar, gazeteci ve yazar olarak o tarihte tanık olduklarını tarihe bir not düşmek için şimdi belgelerle toparladığını ve kitap haline getirdiğini söyledi.

Kürtlerin ve PKK'nin tarihinde önemli bir yere sahip olan PKK ana davası ile diğer Kürt siyasi örgüt ve fraksiyonlarının da davalarının görüldüğü Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri tutanakları ve adı vahşetle anılan E Tipi Kapalı Cezaevi'nde yaşananlar aradan 30 yıl geçmesine rağmen hala belleklerden kazınmadı.

12 Eylül askeri darbesi sonrasında henüz mahkemeler başlamadan, askeri yönetim TRT'de "Olayların İçinden" adı ile 28 Mart 1981 ile 6 Nisan 1981 tarihleri arasında tam 10 gün boyunca yayın yaparak, duruşmalar öncesinde tutukluların işkence altında alınan polis sorgu ifadelerini, itirafçıların ve "mağdur" köylülerin ifadelerini ekranlara yansıtarak toplumu anti propaganda yaparak bu duruşmalara hazırladı.

PKK ana davası 2 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde görülürken, ana dava dışındaki diğer PKK davaları ile Kürt parti ve fraksiyonlarının davaları ise 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde görüldü. 7. Kolordu Komutanlığı 2 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde 13 Nisan 1981 yılında başlayan, 24 Mayıs 1983 yılında sona eren ve 63 idamın verildiği duruşmaları takip eden gazeteci-yazar Ekrem Sunar, o tarihte mahkeme salonunda ve duruşmaların haberleştirilmesi aşamasında yaşadıklarını "Mazlum'un, Kemal'in, Hayri'nin söylemiyle PKK ve Kürdistan" adıyla kitaplaştırdı.

37 yıllık gazeteci-yazar Ekrem Sunar, Türk Haberler Ajansı adına 30 yıl önce takip ettiği Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yaşadıklarını ANF'ye anlattı.

* Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde görülen duruşmaları takip ediyordunuz. Duruşma öncesinde neler yaşanıyordu?

- 12 Eylül Askeri darbesiyle birlikte Türkiye genelinde başlatılan gözaltı ve tutuklama furyasından Güneydoğu büyük ölçüde nasibini aldı. Bölgede PKK ve diğer Kürt örgütlere yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda 4 bin dolayında kişi, 4'ü Kurdoğlu Kışlası'ndaki askeri, diğeri şehir merkezinde (E tipi) olmak üzere toplam 5 cezaevinde tutuluyordu.

Sanıklar 7. Kolordu Komutanlığı sahasında kurulan Askeri Mahkemelerdeki duruşmalara getirilirken yada duruşma bitiminden sonra cezaevine götürülürken; önde ve arkada ağır silahlarla donatılmış askeri panzerlerin eşlik ettiği konvoyun takip ettiği güzergah trafiğe kapatılarak, adeta kuş uçurtulmuyordu.

Duruşma saatinden önce tutuklulara, yargılanacakları duruşma salonunun bulunduğu alanda Harbiye marşı eşliğinde koşu ağırlıklı askeri eğitim yaptırılırdı. 'Marş.. Marş...' sesleri ortalığı çınlatıyordu. Bu eğitim, bir bakıma duruşma saatinin yaklaştığını duyurur nitelikteydi.

* Duruşmalarda yargılananlara yönelik uygulamalar nasıldı?

- Mahkemede devam eden duruşmalara katılan sanıkların konuşma, dinleyici yada avukatlarıyla bakışma ve işaretleşme hakları yoktu. Sandalyede oturmuş, ellerini nizami şekilde dizlerinin üstünde tutuyorlardı. Kafalar sıfır numara traşlı, tek tip elbise içinde, başlarını dik tutarak, tek bir noktaya bakıyorlardı. Bu nokta genellikle, Mahkeme heyetinin arkasındaki duvarda yazılı 'Adalet Mülkün Temelidir' vecizesiydi. Heykel gibi oturmak zorunda oldukları yerden duruşma sonuna dek öylece yazıya mı, mahkeme heyetine mi bakıyorlardı? Pek anlaşılamıyordu. Sanıklar, burunlarına konan sineği dahi kovamıyorlardı. Çünkü kalkan ellere, başlarında dikilen gardiyan jandarmalar tarafından anında cop iniyordu.

İşkenceden ve cezaevi yönetiminden şikayet edenler yada el kaldırmadan kalkıp konuşmak isteyenler yine başlarındaki gardiyan jandarmalar tarafından tehdit ediliyordu. Kimi zaman da, duruşma salonunda coplanan sanıklar mahkeme heyetine, 'İşkence burada da devam ediyor. Burada yaşadığımızı da tutanaklara geçirin' diye bağırarak tepkilerini göstermek zorunda kalıyordu. Duruşmada taşkınlık yaratan yada mahkeme heyetine saygıda kusur eden sanıklar elleri kelepçelenerek salon dışına çıkarılıyordu.

Kesin kuraldı; tutuklu, belirtilen biçimin dışında bir biçimde oturamazdı. Sağında ya da solunda oturanlarla dirsek teması yapacak şekilde kıpırdayamazdı. Konuşurken de elini bacaklarına yapışık durumda tutmak zorundaydı. Kağıt kalem yanında bulunduramazdı.

Sanıkların salona alınmaları yada duruşma ara kararlarında tuvalet ihtiyaçlarına kesinlikle izin verilmiyordu; su ihtiyaçları karşılanmıyordu. Zorunlu bu iki temel ihtiyacın karşılanmaması yargılanan sanıklar için adeta büyük bir işkenceye dönüşüyordu.

* Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde savunmayı üstlenen avukatlar özgürce müvekkillerini savunabiliyorlar mıydı?

- Duruşma boyunca avukatların da durumu sanıkların durumundan farklı değildi. Onlar da söz aldıklarında esas duruşta bulunmak zorundaydılar. Salondaki görevli gardiyan askerler, avukatların el ve kol hareketlerini 'mahkemeye saygısızlık' kabul ederek müdahale ediyordu. Duruşma sırasında müvekkilleriyle de görüşemediklerinden, mahkeme heyetinden de bu yönde talepte bulunamıyordu. Avukat, söz verilmedikçe konuşamıyordu, işkence ve baskılardan söz edemiyordu. Verilen zaman kısıntısının dışına çıkamıyor, sözünü uzatamıyordu. Israr etmesi halinde de duruşmadan çıkartılıyordu. Davaya katılan birçok avukat, görevlerini tam olarak yerine getiremedikleri ya da yaptıkları savunmalarda örgütün propagandasını yaptıkları savıyla suçlanıyordu. Bu nedenle birçok avukat davadan geri çekilmek zorunda kaldı. Kimi avukatlar da susturulmaları için sık sık gözaltına alındı. Bu avukatlardan biri de Şerafettin Kaya idi. PKK davasına giren Av. Şerafettin Kaya, sonraki günlerde Rizgari davasından tutuklanarak ağır işkencelerden geçirildi. Kaya, yargılandığı Sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi'ndeki bir duruşmasında gördüğü işkenceleri anlatırken; 'O kadar çok işkence metotlarını yaşadım ki, avukatlığımdan utandım' dedi. Ve tüm bunlar, duruşma heyetinin gözleri önünde yaşanıyordu.

HABERLER SIKIYÖNETİM BİLDİRİSİ GİBİYDİ
* Duruşmaları izleyen sınırlı sayıda gazeteciydiniz. Basına yönelik nasıl uygulama nasıldı?

- Duruşmayı izleyen gazeteciler 7. Kolordu Komutanlığı nizamiye kapısında önce polis tarafından sıkı üst aramasından geçiriliyordu. Sonra da kimlik tespitleriyle birlikte geliş amaçları kayıt altına alınıyordu. Toplu ve çift sıra halinde götürülen dinleyici, avukat ve gazetecilerin duruşma salonuna kadar olan askeri alanda başları öne eğik, sağa sola bakmaları; aynı şekilde duruşma salonunda sanıklarla uzun süre bakışmaları yasaktı.

Haber ajanslarının merkezlerine geçtikleri duruşmalarla ilgili haberler önce, Sıkıyönetim Adli Müşavirliği denetiminden geçiriliyordu. Kontrolden geçen haberler genellikle Sıkıyönetim Komutanlığı bildirisine dönüştürülmüş vaziyette Ajans ve gazetelerin yerel bürolarına geri dönüyordu. Haberlerde kesinlikle 'PKK', 'Kürt Devleti' ve 'Kürdistan' kelimelerinin kullanılması yasaktı. 'Bölücü', 'Apocular', 'Marksist-Leninst örgüt mensubu' olarak söz ediliyordu. PKK'li yerine kısaca 'terörist' olarak yazılıyordu. Ancak, bu tür yasaklar, duruşmaların devam ettiği sonraki dönemlerde giderek yumuşatıldı. Bunda da, örgütün öncü kadrolarının mahkemede, 'PKK', 'Kürt', 'Kürdistan' ve 'Kürt Devleti' söylemlerini ısrarla tutanaklara geçirmelerinin rolü büyük oldu

* Duruşmalarda PKK öncü kadroları ile itirafçıların diyaloglarına tanık olmuşsunuz…

- Örgüt içinde 'gözlüklü' kod adı ile tanınan itirafçı Hıdır Akbalık'ın sözlü sorgusu ardından Mehmet Hayrı Durmuş ayağa kalkarak söz almak istedi. Hakimin izin vermesi üzerine konuşan Durmuş, 'Hıdır'ın samimi diye mahkeme heyetine sunduğu ifadeler, zaten iddia makamının ta kendisidir. Biz bölücü değiliz ve Türk halkına da karşı değiliz. Tarihe bakıldığında Kürt sorunu vardır. Irkçı olmadığımızı da defalarca söyledik. Ama Hıdır gibi insanlar bu gerçeği kabul etmiyor. Bazı insanlar kendilerini kurtarmak için gelişen devrimci sürece ayak bağı oluyorlar. Hıdır, 'ben sosyalizmin iflas ettiğinin kanısına vardım' diyor. Oysa sömürü ve sömürgecilik var oldukça, sosyalizm asla iflas etmez. Dolayısıyla sosyalizm değil, Hıdır Akbalık'ın kendisi iflas etmiştir. Hıdır samimi değildir, kararsızlığını tarih gösterecektir. Hıdır, insanların canını yakma çabası içindedir. Bu da onun kendisinin bileceği bir iştir. Hıdır Akbalık yazılı samimi ifadesinde kendisini kurtarmak için ihbarlarda bulunuyor. Dolayısıyla, Hıdır Akbalık'ın verdiği yazılı ifadesi, iddia makamının bizim hakkımızda hazırladığı iddiadan başka bir şey değildir' dedi.

Aynı şekilde söz alan Mustafa Karasu da söz alarak, 'Hıdır, mahkeme heyetine sunduğu samimi itiraflarında devrime çatıyor, buna karşın ABD emperyalizminden hiç söz etmiyor, görmezden geliyor. Bu nedenle Hıdır Akbalık bir karşı devrimcidir. Halklar özgürlük mücadelelerinde bazı devletlerden elbette ki yardım ve destek alırlar. Bu uşaklık değildir. Ama bugün Hıdır Akbalık'ın emperyalizme uşaklık ettiğini görüyoruz, dedi.

Yine söz alan Hamit Baldemir ise Hıdır Akbalık'ın, PKK'nin ithal malı bir çete olduğu' şeklindeki sözlerine, 'PKK ithal malı bir çete değildir. Siyasi bir organizasyondur. İdeolojik bir partidir. Akbalık Atatürkçü olamaz, olsa olsa dalkavuk olabilir' diyerek yüksek sesle tepki gösterdi.

PKK'nin Diyarbakır Bölgesi Askeri Komite sorumlusu olmak, adam öldürme, gasp ve silahlı soygun suçlarından hakkında 5 kez idam cezası istenen Mehmet Tanboğa da, 'Hıdır Akbalık kendisi hakkında istenen idam cezasını hafifletebilmek için sürekli yalan beyanlarda buluyor. Aslında o ve onun gibilerin bu tür beyanlarda bulunmalarına gerek yoktur. Samimi olarak geçmişte yaptıkları eylemlerden pişmanlık duyduklarını mahkeme heyetine itiraf etmeleri yeterlidir. Başkalarının canlarını yakmaya gerek kalmazdı. Hıdır Akbalık mahkemeye sunduğu yazılı beyanlarında samimi değildir. Çünkü yalan konuşuyor. Yalan konuşların beyanları da samimi olmaz. Ben PKK'yi, Kürt ve Kürdistan'ı savunan tüm arkadaşaların fikirlerine katılıyorum. Hakkımda verilecek kararı mahkemenin takdirlerine bırakıyorum' dedi.

‘KAYITSIZ KOŞULSUZ ÖLÜME YATIYORUM’
* 14 Temmuz 1982 tarihinde mahkeme salonunda alınan ölüm orucu kararına tanıklık ettiniz. Neler yaşandı o anda?

- Mehmet Hayri Durmuş'un tek isteği mahkemede yazılı ve detaylı bir siyasi savunma yaparak Kürt halkının davasını tarihe mal etmekti. Ancak, böyle bir savunma yapması sürekli engellendi. M. Hayri Durmuş, yargılanan bazı sanıklarla ilgili mahkemeye ulaşan raporlar mahkeme başkanı tarafından okunurken, 'önemli açıklamalarda bulunacağım' diyerek söz istedi. Mahkeme başkanı, 'sanık ifadeleri, raporlar ve şahsınla ilgili suçlamalara cevap verebilirsin' demesi üzerine Hayrı Durmuş, 'Çok önemlidir' diye ısrar etti. Yargıç konuşmasına 'meseleyi ana hatlarıyla anlatması' koşulu ile izin verdi.

Konuşmasına, 'Biz burada, her şeyden önce siyasi bir davadan yargılanıyoruz' diyerek başlayan Durmuş, buna karşın yasaların sanıklara tanıdığı savunma hakkının fiilen ellerinden alınmış olduğunu, yazılı savunmasını cezaevi yetkililerine teslim ettiğini ancak bunun mahkemeye iletilmediğini belirterek, 'Bize cezaevinde insanlık onuruna yakışmayacak düzeyde baskı yapılmaktadır. Amaç ise pişmanlık duyduğumuzu kabul ettirmek, bizleri itirafçı duruma getirmektir. Duruşmalarda ideolojik bir konuşma yaptığımızda, ya da inandığımız ilkeleri savunduğumuzda, gönderildiğimiz cezaevinde söz konusu baskılar daha artmaktadır.

Bizim siyasi savunma yapma hakkımız elimizden alınmıştır. Bu nedenle ben de kendimi feda etmeye karar verdim. Bugünden itibaren ölüm orucuna başlıyorum. Ben, PKK hareketinin kuruluşunda ilk merkez komitesi üyeleri arasında yer aldım. Harekete katıldığım günden şimdiye kadar da harekete tam anlamıyla yararlı olamadığımı biliyorum. Bunun için de kendimi suçlu hissediyorum. Öncü kadrosu içinde yer alan birisi olarak cezaevinde de üzerime düşen sorumluluğu yeterince yerine getiremedim.

Kürdistan bağımsızlık mücadelesi elbette başarıya ulaşacaktır. Ben şiddet faktörüne daima inanmışımdır. Bu nedenle de Kürdistan bağımsızlık mücadelesi de silahlı mücadeleye dönüştürülmedikçe başarıya ulaşacağına inanmıyorum. Ulusal kurtuluş hareketlerinin günümüz koşullarında silahlı mücadeleye başvurulmadan başarıya ulaşması mümkün değildir' dedi.

Mahkeme Başkanı Hakim Albay Emrullah Kaya, M. Hayri Durmuş'un kesin bir kararlık duygusu içersinde olduğunu anlayınca, 'Ölüm orucu kararından vazgeç. Mahkeme heyeti olarak savunma sorununuzu ve cezaevi koşullarınızı ilgili yerlere yazılar yazarak halledeceğiz. Savunma hakkınız vardır, savunma yapabilirsiniz' deyince, M. Hayri Durmuş diğer duruşmalarda olduğu gibi yine kararlı bir duruş sergileyerek 'Artık söyleyeceğiniz hiçbir şey umurumda değil' dedi.

KEMAL PİR: İLK ÖLEN BİZ OLMALIYDIK, GEÇ KALDIK
* Hayri Durmuş'tan başka söz alan oldu mu aynı duruşmada?

- Durmuş konuşmasının devamında, 'Bu sorun salt Hayrı Durmuş'un sorunu değildir. En az 100 arkadaşım da aynı sorunları yaşamaktadır. Yani savunma hakkından fiilen yoksun bırakılmışlardır. Biz bu konuda mahkemenin iyi niyetine inanıyoruz. Ama mahkeme heyetiniz bu sorunu çözemez. Ben herhangi bir şart ve koşul öne sürmüyorum. Kayıtsız, koşulsuz ölüme yatıyorum. Bir sonraki duruşmada olmayabilirim, Bu yüzden arkadaşlarıma vasiyetimdir; mezar taşıma, 'Halkına karşı borçlu öldü' diye yazılsın. Kararımda samimiyim. Bu benim son eylemim olacak. Kürdistan'ın bağımsızlığı için yola çıkanlar bu direnişi esas alacaklardır. Kürdistan ancak böyle özgürleşir. Dünya, bölge ve ülkenin durumu bu yolu zorunlu kılıyor' dedi.

Mehmet Hayrı Durmuş'tan sonra söz alan, örgütün tutuklu en genç mensubu olan Ali Çiçek, 'PKK bize teslimiyeti değil direnişi öğretti. Ben de ölüm orucuna başlıyorum. Bu eylemde öleceğim için, partim ve halkım adına yaptığım bazı eylemleri açıklamak istiyorum' dedi. Başka arkadaşlarının üzerine atılan tüm eylemleri bir bir kabul ettiğini açıkladı.

Arkasından Kemal Pir oturduğu yerden söz hakkı almadan ayağa kalktı. Duruşma salonunda görevli gardiyan askerlerin müdahalesine rağmen; 'Ben de ölüm orucuna başlıyorum. Hayri ve Ali Çiçek'e katılıyorum. Ekleyeceklerim var; bu böyle olmamalıydı. İlk ölen biz olmalıydık. Geç kaldık' diye bağırdı.

Kemal Pir'in ardından diğer sanıklarda peş peşe ayağa kalkarak başlatılan ölüm orucu eylemine destek verdiklerini yüksek sesle açıkladılar. Duruşma salonu bir anda karışmıştı. Salondan 'Kahrolsun’ sesleri yükseliyordu. Görevli gardiyan jandarmalarla tutuklular arasında itiş-kakışmalar başladı. Coplarla sanıklar salondan çıkarıldı.

14 Temmuz 1982 günü yapılan bu duruşmadan sonra Diyarbakır Cezaevinde başlatılan ölüm oruçlarında Kemal Pir 7 Eylül, Hayri Durmuş 12 Eylül, Akif Yılmaz 15 Eylül ve Ali Çiçek ise 17 Eylül 1982 tarihinde yaşamlarını yitirdi. Cezaevindeki ölüm orucunda peşpeşe ölümlerin yaşanması şok etkisi yarattı. Ölümlerin artabileceğinden endişe duyulmuş olacak ki, Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Müşavirliği duruşmalarda sanıkların siyasi yazılı savunmaları önüne konulan engellerin kaldırılacağını açıklamak zorunda kaldı. Bir süre sonra da yasağın kaldırılmasına ilişkin karar uygulamaya konuldu.

Ancak savunmalarda Diyarbakır Cezaevi koşullarından kesinlikle söz edilmeyeceği, bu kuralı ihlal edenlerin yazılı savunmaları cezaevi yönetimince el konularak ilgili mahkemelere kesinlikle gönderilmeyeceği belirtildi.

EKREM SUNAR KİMDİR?

1946 yılında Diyarbakır’da doğdu. 1964 yılında gazeteciliğe başladı. Türk Haberler Ajansı (THA), Hürriyet Haber Ajansı (hha), Ulusal Basın Ajansı (UBA), Güneş ve Yeni Günaydın gazetelerinin Diyarbakır, Adana, Van bölge bürolarında muhabir ve temsilcilik yaptı. 2005 yılında Irak Cumhurbaşkanı olan Celal Talabani ile Aralık-1978'de peşmerge lideri iken uluslararası düzeyde ilk görüşen THA ekibinde yer aldı. Avrupa'nın 22 TV Kanalında yayınlanan Talabani ile röportaj 1979 yılında Sedat Simavi Vakfı'nın 'TV Haberciliği' dalında "Irak'ta Kürt Koridoru" adı adlında birincilik ödülü aldı. Kıbrıs Harekatı, İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşı ile Irak, Suriye, İran ve Ermenistan'da yaşanan toplumsal olayları izledi. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti tarafından 1986, 1987 ve 1988 yıllarında 'Yılın Gazetecisi' seçildi. Sürekli Sarı Basın Kartı sahibi olan Ekrem Sunar'ın bölgedeki gelişmeleri kapsayan "Düşük Yoğunluklu Haber Güncesi", "Barzan'dan Bağdat'a Kürtler/Irak'ta Kürtlerin Yüzyıl Savaşları" ve "Mezopotamya'nın Medya Süvarileri/Tanıklar" isimli yayınlanmış kitapları bulunuyor.

Hiç yorum yok: