17 Eylül 2011 Cumartesi

Bir Asker Uğurlaması'ndan Notlar

 ALİ BARIŞ KURT
Ne mutlu ki, sayı ve tabaka bakımından önemli oranda insanlar; 'onların çocukları Amerikalar'da...', 'neden hep bizim çocuklarımız ölüyor...', 'ben çocuğumu kurban olsun diye doğurmadım' diyerek, zaman zaman devletin savaş ısrarına tepkilerini açığa çıkarıyorlar. Bu ifadelerin her ne kadar 'özel günler' neticesinde de olsa, klişe bulunacak düzeye ulaşması sevindirici.

Diğer yandan 'asker uğurlamaları'ndaki milliyetçi enerjinin demokratik kamuoyunda daima  umutsuzluk yarattığı gerçek olsa da, haftaiçi Ankara otogarında şahit olduğum ve hem siyaseten hem de psikolojik açıdan değerlendirmeye tabi tutulması gereken bir tablodan, bahsedeceğim...

Ortalama on-onbeş asker adayı el ve ayaklarından tutularak havaya doğru fırlatılırken, sloganlar tahmininiz gibiydi; 'en büyük asker bizim asker!' Benim için çocukken de daima çelişkili bir slogandı bu ve belki de sadece Türk toplumuna özgüydü. Zira, aynı cephede savaşacak olanların arasında dayanışma güdüsünden ziyade, 'yarış' vardı. 2008'de bir başka otobüs terminalinde, İzmit'te asker adaylarından birkaçı, 'cam kenarında ben oturacağım' kavgası yapmış ve kavgaya aileler de dahil olunca, terminal savaş alanına dönmüştü. Yalnızca üç-beş saniye, gerillaların benzer nedenlerle kavgaya tutuştuğunu düşünmenizi istesem! Fıkralara dahi konu olamayacak kadar absürt, değil mi? 'Zorunlu askerlik' ve 'gönüllü gerillacılık' için belki de verilebilecek en basit örnek bu ama anlattığı şeyler o kadar da bayağı değil.

Konuyu dağıtmadan, devam edeyim... Bir taraftan Kürtlerin değerlerine davul-zurna eşliğinde küfürler savuran o kaba kahkahalara da şahit eden kalabalığın içinde, tek bir gözyaşı dökenine rastladım. Tabii ki anneydi! Oğlunun az sonra bir savaşa gönderilecek oluşu ona ne gurur ne de mutluluk katabilirdi. Kahkaha seslerine karışan hıçkırıklarıyla ağlayan anneye sarılan ve gözyaşlarını tutamayan bir başkası da, asker adayının kendisiydi. Her ne kadar egoist bir saptama olsa da, tam da 'ateş düştüğü yeri yakar'dı.

Annesinden ayrılmak istemediğini ve daha mühimi ölüm ihtimaline alışamadığını hissetmek için, titremelerini biraz daha yakından seyretmek yetiyordu. Sünnet olmaya mecbur bir çocuğun ikilemindeydi; asla istememek ama kaçışın asla mümkün olmaması! Belki de henüz birkaç ay önce bir başka arkadaşını askerliğe uğurlarken daha gür kahkahalar ve adamsendecilik taslayan, kendisinden başkası değildi. O gün uğurlananların hepsi ürkek ve aynı zamanda nedamet duygusu yaşayanlardı. Yanıtı açık soru şu olmalı; peki ya diğer gün uğurlananlar? Hiçbirinin duygularında nüans olduğuna inanamayız.

Velhasıl, mahalle baskısı ve devlet baskısı başka bir yol bırakmıyordu. Vicdani ret mücadelesi tam da tarif etmeye çalıştığım bu arada kalmışlara (kemikleşmiş milliyetçiler dışındaki her genç) seslenebilmeli. Genç Kürtler, sebeplerini açmaya dahi gerek olmayan bir anlayışla askerliği reddetmeli; ideolojik nedenlerin yanında da, başka bir yolun seçenek olduğu Türk gençliğine anlatılabilmeli. Zira eminim ki, ne AŞTİ'de ağlayan anne, ne de oğlu haberdardı vicdani redden! Bundandır ki, o hıçkırık ve titremelerin biraz da sorumlusuyuz!

Aynı uğurlama töreninde denk geldiğim ve yukarıda değindiklerim kadar önemli bulduğum ise, başka bir sloganın anlattıklarıydı. O bağırtılar, dişlerin vampirleşip gözlerin ateş saçtığı bir fotoğrafı ve AKP'nin militarizme kattıklarını yansıtıyordu; "AKP'den vatana bir asker daha."

Ses kaydının gösterdiği

İnternet sitelerinde yer verilen ve PKK-MİT görüşmesine ait olduğu söylenen ses kaydı, bir-iki gündür tartışılan boyutundan arındırıldığında, pek çok ehemmiyet içeriyor aslında... Şimdiye değin PKK konusunu tabulaştırdığı ve gerek önderliğine gerekse de yönetimine tartışmasız mesafe duyduğu düşünülür, Türk toplumunun. Öyledir de. Fakat mühim olan bu gerçekliğin 'kırmızı çizgisinde' gizli. Sözgelimi, Sayın Öcalan'ın özgürleşmesi veyahut PKK ile masaya oturulması gibi ihtimaller, bütün toplumun sokağa dökülüp vandallaşacağı hissiyle de, giderek tabulaştırıldı. Oysa sözkonusu ses kaydında Türkiye Başbakanı adına görüşmeye dahil olduğunu açıklayan bir MİT görevlisi mevcuttu. Bir bakıma PKK ile masaya oturulmuştu. Ne ülke cehenneme döndü, ne de PKK'ye muhalif kesimler 'beklendiği kadar' refleks gösterdiler. Türkiye toplumu -genelinin siyasi tercihi bir yana- barışa ve çözüme hazır. Hazırlanması gerekense, AKP Hükümeti.

alibariskurt@yeniozgurpolitika.org

Hiç yorum yok: