28 Eylül 2011 Çarşamba

BDP'nin Meclise Dönmesi Üzerine

Türksömürgeci zihniyeti ve onun yerli elitleriyle burjuva partileri, basın-medyaherkes topyekun bir şekilde BDP'nin meclise dönmesi için yoğun bir şekilde çağrılar yapıyorlar. Tabi bu cağrıları yapan sadece Türk sömürgeci zihniyeti ve burjuva partileri değil. Bugün Kürd siyaseti ve Kürd özgürlük hareketi içinde yer alan kesimlerde sıklıkla BDP’yi  Türk meclisine dönme konusunda baskılar yapıyorlar. Kısacası herkes devlet meselesi gibi ağız birliği yaparcasına BDP’nın meclise dönmesini içleştirmişler.

Bilindiği
gibi BDP, oniki Haziran genel seçimlerinden sonra YSK’nın zorbalıkla, hilakarlıkla siyasi bir karar verip halkın iradesine hipotek koymasından sonra meclisi boykot kararı almış. BDP uzunca bir zaman bu kararının arkasında kalmasına rağmen, son günlerde gerek eşbaşkanlar şahsında gerekse  parti içinde yükselen söylemler aslında bunun pek öyle olmadığını gösteriyor.

Peki
gerçekten BDP meclise geri dönmeli mi? Öncelikle bu soruya bazı veriler üzerinden giderek cevap aramaktır amacım..

Gerçek
anlamda bugün BDP vekillerini iptal eden AKP’ye ve BDP'yi meclise çağırıp Tayyip Erdoğan’a misyon yüklemeye çalışan ve onun dediklerini yaparak sorunun çözüleceğine inanan opürtünist ve konformonistlerin sürekli olarak barışın yolunun statükonun asıl sahip olan zihniyetin içinde olduğu Türk sömürgeci meclisini işaret etmesi akla mantığa sığmamaktadır. Bir an düşünelim ve farz edelim ki BDP meclise geri dönsün. Peki döndüğü gün barışolacak? Her gün bombalanan Kürdistan dağlarının bombardımanlarıkesilecekGerilları katletmekten vazgeçecekler? Kürtlerin siyasi ve politik taleplerini kabulmüedecekler? Ya da halkın iradesiyle secilen vekillerin vekillikleri iademi edilecek?

Bütün
bu sorular açık seçik ve cevapları ortadayken sıklıkla BDP’nın mecliste olmasını savunan, orda olması gerekir diyen kesimler kesinlikle altını çizerek belirtmek gerekir ki kendilerini kandırıyorlar. Umudu bugün Türk sömürgeci meclisinden beklemek büyük bir ahmaklıktır. Ama enterans olan herşey böyle belli iken oryantalist bir şekilde elzam olarak dayattıkları yine köleliktir. Kesinlikle BDP’nin meclise dönmesi kölelik dışında bir termonojiyle izah edilemez.
 BDP’nin mecliste olması gerektiğini savunan, orda olması gerekir diyen kesimler acaba Erdoğan’ın Kürdistan’ın göbeğinde ‘’ Kürd sorunu yoktur’’ sözlerini neye yoruyorlar acaba?  Ve yine Erdoğan’ın Anayasanın ilk üç maddesinin kelimesine bile dokundurmayız demeleriyle mi barış ve uzlaşma sağlanacağını ileri sürüyorlar? Ve yine ‘Öcalan’ın verildiği dönemde biz iktidar olsaydık onu asardık‘ söylemini acaba hangi mantıkla izah edecekler..?’’ çok merak ediyorum..

Öncelikle
şunu belirtmek gerekir ki ‘barış’ gibi yüce bir kavramın Türk sömürgeci gibi barbar bir zihniyette geleceğini düşünmek büyük bir hata ve yanılgı olur. Eğer gerçekten Kürtlerle barış yapmak istiyor iselerdi, seçilmiş milletvekillerinin Meclis’e girmesine engel olurlar mıydı? Ya da her gün Kürdistan dağlarını bombalar, bu halkın evlatlarını katlerder miydi? Demokratik haklarını kullanıp sivil itaatsızlık eylemlerini yapan halkın üzerine gaz bombaları yağdırıymıydı? Secilmiş belediye başkanlarıyla beraber parti üyelerini tek sıra halinde kelepçe takıp cezevine gönderirmiydi?  Barış isteyen önce en kolay adımdan başlar. Bugüne değin hiç bir seçilmiş milletvekilinin Meclis hakkına el konulmamışken, Tayyip Erdoğan bunu yapıyorsa, Türkiye'de ilk kez o yapıyorsa bunu adı barış değil düşmanlıktır. Uzlaşmak değil, saldırmaktır. Şimdi 1 Ekim’de de BDP’nin Meclise gelmesi için yoğun baskı yapılıyor. İşin enterans tarafı bu baskının Kürt halkı tarafından değil, Türk sömürgeci zihniyeti ve onun yerli elitleriyle, burjuva partileri tarafından yapılıyor olmasıdır. Bu baskı tamamıyla “Erdoğan’a teslim ol” politikasıdır. Kürdlerin kendi kaderini tayin hakkından vazgeçip Türk sömürgeci zihniyeti boyunduruğu altında yaşamak politikasıdır.

BDP
parlamentoya girseymiş, her şeyi orada tartışsaymış ya! Çocuk mu kandırıyorsunuz, kendinizi mi? 30 milletvekiline karşı 511 milletvekili. Çözüme ve genel oya o kadar istekliyseniz, önce iskemleleri gaspedilmiş milletvekillerini hapisten çıkarmak, herşeyden önce Kürdlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarının iadesi için gücünüzü yoğunlaştırın. Barışın yolu Meclis’ten mi geçiyor? Yani Anayasa’da AKP-CHP-MHP Kürt hareketinin siyasi taleplerini kabul mu edecek? Böyle umanlar yanılıyorlar.  Bu Meclis’ten demokrasi hiç çıkmaz. Tüm sistem ve statüko bileşenleri el ele vermişler ve milli cephede birleşmişlerdir, savaş parlamentosu olmuşlardır.

Dolasıyla
bazı veriler üzerinde baktığımız zaman Türk sömürgeci zihniyeti hilakardır, komplocudur.Tarihin diyalektiği bize bütün verileri vermektedir. Türk sömürgeci zihniyeti tarihin hic bir döneminde hak ve özgürlükler konusunda herhangi bir adım atmamıştır bu mecliste. Ama biz ne yapıyoruz hala ümid bağlıyoruz bu savaş kararı vermiş savaş parlamentosunda.

Ama
öyle gözüküyor ki, bütün veriler bu yöndeyken, herşey böyle açık seçik iken BDP baskılara dayanamayacak ve yemin edecektir. Öyle olacaksa, bunun için biçimsel bir gerekçeye hacet yoktur. "Seçilmiş arkadaşlarımızın gasp edilen haklarını almaları için boykotla başlattığımız mücadeleyi kaybettik, Tayyip Erdoğan kazandı. Türk kamuoyu, Türk sömügeci aydınları ve medya desteğiyle muharebeyi o aldı" demek gerekir..

Ha
bir ikincisi sıklıkla Kürdleri silahsızlandırmaya çalışan kesimlerin bunu nasıl ve hangi hakla yaptıklarını anlamış değilim. Çünkü Ezilen sınıfların ve ezilen ulusların ellerinde silah bulundurma, zulme karşı silahlı direniş hakkı, tartışma götürmez bir haktır. Dahası, bu hakkın kayıtsız koşulsuz bir biçimde savunusu, devrimci olanla olmayanı, gerçek demokrat olanla olmayanı ayırmada belirleyici nitelik taşıyan bir kriterdir. Bu bağlamda, TSK’nin ve AKP hükümetinin ve onları şu ya da bu ölçüde destekleyen kesimlerin, Kürt halkını ya da başka herhangi bir halkı silahsızlanmaya çağırmaya zerrece hakları yoktur. Savaş, terör ve saldırı siyasetlerinin baş sorumluları olan bu güçler önce, katlettikleri ve katletmekte oldukları milyonlarca insanın hesabını vermelidirler. Dünyanın neresinde olursa olsun, ilkesel planda, herhangi bir sınıfsal ya da ulusal kurtuluş hareketinin, sömürücü sınıfların ve onların temsilcilerinin “silah bırakma” çağrısı ve dayatmaları ve “terör ve terörizm” suçlamaları karşısında savunma konumunda durmasına hiç, ama hiç gerek yoktur.

enes_gulen@hotmail.com

Hiç yorum yok: