22 Eylül 2011 Perşembe

AKP’nin Türkiye’ye Onuncu Yıl Armağanı: "Bağışmatik"

Mahinur Şahbaz

Borç yiğidin kamçısıdır diyerek, borçlanmayı başarı olarak gösterdi ve ilk defa ekonomi büyürken işsizlik arttı. Gelir dağılımındaki adaletsizlikte Türkiye dünyada Meksika’dan sonra ikinci ülke oldu. İlk defa tarımsal üretimde dış ticaret açığı ortaya çıktı

Kendi içerisinden aldığı “abdestli kapitalistler” eleştirisi üzerine AKP'nin onuncu yıl kutlamaları sade geçti. Onuncu yıl 81 ilde parti belgeselinin gösterildiği, 2023 vizyonunun anlatıldığı iftar programları ile kutlandı. (14 Ağustos 2011, Radikal)

Kutlama haberinin hemen altında AKP’nin on yıllık iktidarı süresince topluma yaşattığı onlarca ilklere bir yenisi daha eklenmişti. Haberde “Ankara Kocatepe Camii'ne deneme amaçlı konulan elektronik yardım toplama makinelerinde bir günde 24 bin lira para toplandı” deniyor. Devamında yazdığına göre, altı makinede toplanan paralar Somali kampanyasına aktarılacakmış. Makinelerin internet bağlantıları bulunuyor ve içine atılan paraları sayarak bilgileri sisteme aktarıyor. Bağışmatiklerin verimli bulunmaları durumunda yaygınlaştırılması planlanıyormuş. Deniz Feneri’nde de paralar sayıldı sisteme aktarıldı. Saymada ve sisteme aktarmada sorun yok. Sorun tarzda ve sistemde. Ama iktidar benimsediği için bu makineler daha avantajlı. Aynı zamanda mahkemelik olacak bir durum da söz konusu değil. Aklama çalışmaları çok uğraştırıyor, zaman alıyor çünkü. Toplumsal yaşamı düzenleyecek olan yeni anayasada da yer alır mı acaba? İslami kültürün nişanesi olarak her yerde görecek miyiz?


Bunların benzerlerini haziranda Tahran'da insanların yoğun oldukları yerlerde çok sayıda gördüm. Kutuların üzerinde avucunu açmış ve yukarı kaldırmış iki el resmi vardı. “Dünyanın önde gelen petrol ülkesisiniz. Bu kutularla ne işiniz var” diye sorduğumda, “Yöneticiler böyle uygun gördüler. İşsiz insan çok fazla. Resmiyette yüzde on dokuz ama aslında yüzde kırklarda. Şah döneminde elli yılda harcanan para son on yılda harcanmış. Para var da bizi desteklesin diye başka ülkelere veriliyor” dediler.


Somali’ye yardımlar beş yüz milyonu aşmış. Başbakan, “Somali’de olanlar çağdaş değerlerin, uygarlığın test edilmesidir” diye dünyaya mesaj verdi. ( 21 Ağustos 2011, TRT haber) On yıllık dönemde Başbakanın topluma yaşattığı ilklerin birkaç tanesi bile “Peki ya! Türkiye'de olanlar neyin test edilmesidir?” sorusunu akla getiriyor.


İlklerin iktidarı

İlk defa bir Başbakan “Tezkere geçmezse memura maaş ödeyemeyiz” dedi. İlk defa zam isteyen memura “IMF’yi ikna edin” dendi. Borç yiğidin kamçısıdır diyerek, borçlanmayı başarı olarak gösterdi ve ilk defa ekonomi büyürken işsizlik arttı. Gelir dağılımındaki adaletsizlikte Türkiye dünyada Meksika’dan sonra ikinci ülke oldu. İlk defa tarımsal üretimde dış ticaret açığı ortaya çıktı. Üretim yapamayan, ürettiğini tefeciye kaptıran, banka borcu yüzünden yaşamı ipotek altına alınan çiftçiler sorunlarını dile getirince, Başbakan “gözünüzü toprak doyursun” dedi.

İlk defa bir Başbakan; “Sağlıklarında Mercedes’e binemeyenlere öldükten sonra binsinler diye Mercedes marka cenaze arabası aldık” dedi. (2009) Geçinemiyoruz diyen emeklilere “Bütçe benim şahsımın değil, har vurup harman savuramam yüzde 1.83'lük zam emekliye yeter” dedi. Kapitalizmin birinci büyük buhranına rastlayan 1930'da çıkarılan Belediye Kanunu ile yaşlılara bakım ve yardım görevi belediyelere verilmişti. Bugün de on lira harcarken on kere düşünen emeklinin, yaşlının sorunlarını Başbakan belediyelere ve yerel idarelere havale etti; 1930'lardaki gibi. Birinci nedeni işten çıkarılma, ekonomik sorun olan boşanmalar yüzde kırk arttı. Boşanma davalarında “çocuk sende kalsın” dönemi başladı. Ama Başbakan “Bizim dinimizde aile kutsaldır. Annenizi, babanızı, ebeveyninizi yaşlanınca yalnız bırakmayın onlara bakın” dedi. Anayasada yazılı sosyal devlet sorumluluğundan vazgeçti ve bu ilke boşluğa düştü.


17 Ağustos 2011 tarihli RG'de yayınlanan 648 ve 649 sayılı KHK ile “Tarım ve benzeri alanlar tarım ve hayvancılık dışı kullanıma açıldı.” Bu tarım ve hayvancılıkla geçinen halkın var olma dayanağını yok etmektir. Hayvansal ve bitkisel gıda kaynaklarını kurutmaktır. “Serbest Sanayi Bölgeleri” ile başlayan “Kentsel Dönüşüm Yasası” ile devam eden süreçte, on bir yasa, yönetmelik ve KHK çıkarıldı. Böylece Anayasanın 44 md. “Toprağın verimli olarak kullanılmasını sağlamak korumak ve geliştirmek...” ve 45.md. “Tarım arazileri ile çayır, mera, yaylak gibi alanların amaç dışı kullanılmasını ve tahribatını önlemek…” gibi devlet sorumluluğundan vazgeçti, Anayasa fiilen ortadan kalktı. Neye yaradı? Bütün kaynakları sermayeye ranta dönüştürmeye, hükümete sıcak para kazandırmaya yaradı. Enerji Bakanı Taner Yıldız “Enerji sektörü Türk ekonomisinin büyüme ortalaması oranının daha üzerinde büyümeli” diyor.(16 Ağustos 2011, Habertürk.) Ve gereği, insanlar yok edilerek yapılıyor.


İlk defa bir Başbakan Türkiye'yi pazarladığını açıkça itiraf etti. Ve ilk defa “Toprak satılıyorsa alıp götürmüyorlar ya!” dedi.


Evet, Somali’nin topraklarını da alıp götürmediler. 1980'den beri Somali’de siyasetçiler sermaye gruplarına o kadar çok teslim oldular ki ülkelerini, insanlarını ve kendi insanlıklarını unuttular. Geriye kuraklık ve açlık kaldı.


Dünkü Somali’nin nasıl bugünkü Somali haline getirildiği tüm çıplaklığı ile ortadayken, bunları reddetmeden ve bu uygulamalara dur demeden Somali’ye yardıma gitmek ne kadar gerçekçi olur.


Kızılay bizi de tespit etsin

Kızılay Somali'de 310 bin çocukta akut beslenme bozukluğu tespit etmiş. (9 Eylül 2011, Radikal) Diyarbakır'ın Bağlar, Adana'nın Dağlıca mahallelerinde, İstanbul'un çevre semtlerinde çocuklar farklı durumda değiller. Kızılay bu çalışmayı Türkiye için yapsın ve sonuçları kamuoyuna açıklasın. Kendi ülkendeki yoksulluğa, açlığa sırtını dönerek Somali’ye yaptığın yardım ne kadar samimi olur.

Diline, kültürüne, inancına, suyuna, toprağına sahip çıkan Türkiyeli insanları terörist, düşman ilan ederek her fırsatta saldıran; savaşı, yok etmeyi, susturmayı tek yöntem olarak görenlerin Somalililere yardıma gitmesi ne kadar barışçı ve insani olabilir.


Tarihte, engizisyon mahkemelerinde cezalandırılan insanların giyotinde başları kesilirmiş. Giyotinin yanında elinde iğne iplik görevliler beklermiş. Kesilen başları gövdelerin üzerine diker insanların görüntüsünü düzeltirlermiş. Bu görevlilere kafa dikici denirmiş.


Kapitalizme karşı çıkmadan yapılan işler kafa dikicilikten öteye gidemez. Çünkü kapitalizmin sermaye biriktirme ve rant sağlama hırsı yeryüzünü Somali’ye dönüştürmeye devam ediyor.

Hiç yorum yok: