14 Eylül 2011 Çarşamba

AKP'nin Maskesi Erken Düştü!


Bir önceki yazımızda Kürdistan’ın işgali üzerinde durmuş ve İran ile Türkiye’nin yakın zamanda ki siyasi ve askeri politikalarının Kürtler nezdinde farklı sonuçlar doğurabileceğinden bahsetmiştik. Son günlerde yaşanan gelişmelerde bu durumu teyit etmektedir.
AKP, Türkiye’nin son on yılına yön veren bir partidir. Ve bu rolünü bir müddet daha devam ettirecek gibi görünmektedir.

AKP, Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve siyasi politikalarının tamamında kendisinden beklenilmeyecek şekilde bazı radikal kararlar alarak diğer Türk Hükümetlerinden farklı bir çizgi izlemiştir. Bu tespit hem Türk hem de Kürt kamuoyunca genel kabul gören bir tespittir sanırım.

AKP, iktidarda kaldığı ve halihazırda devam ettiği siyasi arenada ki faaliyetleri arasında Türkiye’nin tartışmasız en önemli sorunu olan Kürt(Kürdistan) Sorununu da ben çözerim düşüncesiyle hareket etmiş ve özellikle yakın zamanda gündeme oturan Kürt Açılım daha sonra Demokratik Açılım ve en sonunda da bu tanımlamanın dahi tehlikeli olduğu düşünülerek Milli Birlik Açılım olarak tanımlanan bazı girişimlerde bulunmuştur. Bu siyasi hamle en başından beri yediden yetmişe Kürtler arasında büyük bir umutla karşılanmıştır. Sonuç itibari ile sözde devam eden bu açılım hamleleri AKP’nin Kürtlerden her seçimde ve özellikle son genel seçimlerde de büyük oranda oy almasına sebebiyet vermiştir.

Halk arasında her şeye rağmen Kürt Açılımı olarak tanımlanan bu siyasi hamlenin Kürt kamuoyunu heyecanlandırması gayet normal bir durumdur. Kürtlerin özgürlük, eşitlik ve adalet özlemleri her daim yaşam bulmuş ancak her seferinde Türkiye’ de ki anti demokratik ortam ve uygulamaların uygulayıcısı olan yöneticiler tarafından bu duygu ve düşünceleri karşılığını maalesef bulmamıştır. Bu halde Kürt Sorunun çözümünde temkinli davranan Kürtler doğal olarak önüne konulan her yemeği yememe gayreti içine girmiştir.

Ancak AKP’nin söylem ve hareketlerinde ve özellikle Türkiye devletinin resmi ideolojisinin dışında klasik muhalif düşünce grupları dikkate alındığında sistemin bazı uygulamalarına muhalif bir kökenden yani mağdur rolünde olan İslamcı bir kökenden geliyor olması Kürtler de az önce yukarıda belirttiğimiz temkinli davranış ve düşünüşün kısmen de olsa toleranslı olmasına ve tüm Kürt grupları (örneğin PSK/Kemal Burkay, HAKPAR gibi oluşumlar..) arasında "acaba bu kez olumlu gelişmeler olabilir mi?" noktasında düğümlenmiş ve tartışma konusu olmuştur.

Bu gelişmeler resmi ideolojinin aslında İMHA ve İNKAR politikalarını bertaraf etmiştir. Bu yönüyle AKP belki konjonktürel belki hesaplanmamış bu sonuçla karşı karşıya kalmıştır. AKP, Kürtlere yönelik verilen her taahhüt, taviz ve özgürlüğün yavaş yavaş ivme kazanarak STATÜ talebine doğru kaydığını görmeye başlamıştır. Esasen Kürtlerin STATÜ talebi Kürt Sorununun en önemli merhalesi olan ASİMİLASYON POLİTİKALARININ bertaraf edilmesini amaçlamakta idi. Kürtlerin bu STATÜ talebini PKK/DTK ekseninde ele aldığımızda "DEMOKRATİK ÖZERKLİK" olarak kamuoyuna deklare ettiğini söyleyebiliriz. Demokratik Özerklik talebinin gerçekten bir STATÜ talebi olup olmadığını daha önceki yazılarımızda özetle izah etmeye çalışmıştık. 

Velhasıl AKP, Kürt Sorununda "ŞIMARIK VE ÇITAYI HER SEFERİNDE DAHA DA YÜKSELTEN KÜRTLER" in farkına vararak! Kürt Açılımını rafa kaldırma aşamasına gelmiştir. PKK’nin son iki ayda ki eylemleri de aslında bu anlayışın yerleşmesi ve haklılık zemini bulması açısından aslında AKP’nin eline koz vermiş ve AKP PKK’nin bu eylemlerini demokrat ve liberal kesimleri ikna için mazeret olarak kullanma çabası içine girmiştir.

Tabi PKK veya başka bir Kürt örgütlenmesi Kürt Sorununun aslında bir sonucudur. AKP de Kürtlerden daha fazla bu tespitin farkındadır. Ancak işine geldiği gibi hareket etmektedir. AKP bundan yaklaşık bir yıl önce Kürtlerin STATÜ talebi çerçevesinde işin bağımsızlık, federalizm, özerklik ve diğer statü şekillerine evirilmesi ihtimali karşısında Türk kamuoyunda "ihanetçi parti" olarak algılanacağından korkmaktaydı. Fakat son yedi sekiz aylık dönemde bu korkunun artık statükoyu koruyan, arı kovanına çomak sokmayan, elini suya sabuna sürmeyen bir anlayışa erdiğini genelde tüm Bakanlık Kabinesinin ve özelde de Meclis Başkanlığı ile İç İşleri Bakanlığına şahin söylemli savaştan yana bir tavır takınan malum şahısların getirilmesi belki tüm soruların cevabını vermektedir. Bu sebeple yazar Fırat Mir Didan’ın AKP’nin artık klasik bir sistem partisi olduğunu İslami söylem bazında dahi CHP’leştiğini vurguladığı ve kaleme aldığı düşüncelerine katılmamak elde değil.

Erdoğan’ın Ramazan ayı boyunca PKK’nin eylemlerine karşı medyaya verdiği demeçleri toplu olarak değerlendirdiğimizde savaş dilinin hakim olduğunu ve genelde Türk toplumu içinde açıkça fark edilmese bile "Nefret Olgusunun" yerleşmiş olduğunu, bu olgudan Erdoğan’ın da bilinçaltında ki nefret duygularını PKK nin eylemleri sebebiyle açık ve net bir şekilde ifade etmeye başladığını görebilmekteyiz. Hatta öyle ki TSK ile PKK arasında ki çatışmayı İslam Savaş Hukuk bağlamında değerlendirerek "bizler Ramazan ayının bitmesini bekliyoruz, bu mübarek ay bittiğinde bunlar gerekli cevabı alacaklardır" şeklinde beyanat vermiştir. Şimdi sormak lazım geçen Ramazan ayını ve Ramazan Bayramını Kürtlere cehenneme çeviren ve matem/ yas havasına sokan TSK’nın askeri operasyonları sonucunda onlarca Kürt gencinin öldürülmesi değil miydi? Bu Kürt gençleri öldürülürken vicdanınız sızlamadı mı? Bu Kürt gençleri öldürülürken İslam Savaş Hukuku rafa mı kaldırıldı? Ayrıca her sene Ramazan ayında tek taraflı eylemsizlik kararını PKK mi veriyordu yoksa TSK mı?

El insaf! El insaf demek lazım. Kirli bir savaşı İslami motiflere uygun getirmek herkesin becerisi değil bu beceri ancak AKP’ ye mahsus bir durum olmalı. Özellikle "sivil Cuma" namazları konusunda Erdoğan’ ın fetvası henüz hafızalarda canlı iken İslami söylemleri de faşizan ve baskıcı politikalara alet etmek ne kadar ahlaki, vicdani ve şer’i olabilir. Ama Kürtler artık bu köylü kurnazlığını, ucuz politikaları yutmamaktadır.

Erdoğan’ a birilerinin şunu anlatması gerekiyor: "Benim KüRdüm" "Senin Kürdün" dönemi sonlanmıştır. AKP’ ye oy veren veya sempatiyle bakan Kürtlerin dil, tarih, coğrafya, kültür alanında ve sonuç itibari ile siyasi talepleri doğrultusunda sonuç alınması yönünde az veya çok fark etmez bir anlayışa ve beklentiye sahip olduklarını ve bu Kürtlerin, Kürt Halkına her ne sebeple olursa olsun topyekün bir saldırı ihtimaline karşı durmalarının kuvvetle muhtemel olduğunu düşündüğünü anlatması gerekiyor. Türkiye devleti ve hükümetinin Kürtler konusunda ki anlamsız tavrı böyle devam ederse farklı sonuçlara sebebiyet verebilir. Bu da Türkiye’nin menfaatlerine uygun olan bir durum olmayacaktır. PKK bahane edilerek türlü işgal, asimilasyon ve imha politikalarının gerçekleştirilmeye çalışılması Kürtler nezdinde çok farklı algılanmaktadır.

Gelinen aşamada AKP’nin maskesi düşmüştür. Hatta bu kadar erken düşeceği dahi tahmin edilmemekteydi. Bundan sonra ki aşamalar AKP açısından ciddi problemler yaratacak gibi. Kürt Sorunun çözümü noktasında ki isteksizlik ve eylemsizlik çatışma sürecini artıracak, hızlandıracaktır. Bu kirli çatışma ortamı da ne Türklerin ne de Kürtlerin menfaatine olacak aksine Kürt sorununu tamamıyla kısır bir döngüye mahkum edecektir. Bu kısır döngü içinde AKP’nin de Kürt Sorununu çözme cesareti gösteremeyen eline yüzüne bulaştıran diğer tüm iktidarlar gibi kaybolup gitme ihtimalini ortaya çıkacaktır. Bu ihtimal de uzak değil, yakındır.

Av.Harun YAŞAR

Hiç yorum yok: